5. Halifetü’l Mesih Hazretleri (Allah yardımcısı olsun) 17 Ocak 2025’te Mübarek Camisinde Cuma Hutbesi verdi. Hutbe çeşitli dillerde tercüme ile MTA televizyonunda canlı olarak yayınlandı. Huzur-i Enver (aba) Teşehhüd ve Fatiha Suresini okuduktan sonra şöyle buyurdu: Bugün bahsedeceğim seriyyelerden biri Useyr bin Rizam’a karşı gönderilen Abdullah bin Revaha seriyyesidir. Bu seriyye, Hicri 6 yılı Şevval ayında Useyr yahut Yuseyr’e karşı Hayber’de oldu.
Bunun detaylarında şöyle denmiştir: Ebu Rafi Sellam bin Ebil-Hukayk öldürülünce Yahudiler Useyr bin Rizam’ı kendilerine emir seçtiler. Bu adam, ayağa kalkıp Yahudilere şöyle hitap etti: Allah adına yemin ederim! Muhammed (sallellahu aleyhi vesellem) ne zaman Yahudilerden bir topluluğa doğru gittiyse yahut kendine bağlı olanlardan birini yolladıysa, ne hedeflediyse başarılı oldu. Fakat ben, benim yandaşlarımdan hiç kimsenin yapamadığı bir işi yapacağım. Yahudiler, niyetin nedir diye sorunca o şöyle dedi: Ben Gatafan Kabilesine gider onları toplarım, ondan sonra Muhammed’in (sallellahu aleyhi vesellem) olduğu yere gidip evine sızacağım. Birisi düşmanının evine gidip saldırırsa amacında bir yere kadar başarılı olur mutlaka. Bunun üzerine Yahudiler, senin fikrin çok iyi, dediler. Nitekim o, Gatafan ve diğer kabilelere gitti ve Hz. Resulüllah’a karşı savaşmak için onları bir araya getirdi.
Hz. Mirza Beşir Ahmed (ra) bunun ayrıntılarını şöyle yazdı: Hz. Resulüllah’ın (sav) bundan haberi olunca derhal Ensar’dan olan Abdullah bin Revaha adlı sahabesini başka üç sahabeyle birlikte Hayber’e yolladı ve onlara, gizlice gidip bütün durumu öğrenip çabucak geri gelmeleri talimatını verdi. Nitekim Abdullah bin Revaha ve beraberindekiler gittiler ve gizli gizli bütün durumu öğrendiler. Ayrıca o haberlerin doğru olduğunu tasdik ederek geri geldiler. Hatta Abdullah bin Revaha ve beraberindekiler öyle akıllıca davrandılar ki Hayber’in kalelerinin etrafını dolaşarak Useyr bin Rizam’ın toplantı mahallinin yanına vararak Useyr ve onun yandaşlarının Hz. Resulüllah’a (sav) karşı neler planladıklarını bizzat onların kendi dilinden duydular. Aynı günlerde Harice bin Huseyl isimli bir gayrimüslim tesadüfen Hayber tarafından Medine’ye geldi. O da Abdullah bin Revaha’yı tasdik etti ve dedi ki ben Useyr’den ayrıldığımda o Medine’ye saldırmak için yanına asker topluyordu.
Bu tasdikten sonra Hz. Resulüllah (sav) Abdullah bin Revaha’nın başkanlığında 30 sahabeden oluşan bir birliği Hayber’e gönderdi. Hayber’de Abdullah bin Revaha ve Useyr bin Rizam arasında geçen diyalogdan Hz. Resulüllah’ın amacının ne olduğu anlaşılıyor. Peygamber Efendimizin istediği, Useyr’i Medine’ye çağırarak, bu fitne fesat silsilesini sona erdirip ülkede barış ve emniyet ortamı yaratacak bir anlaşma yapmaktı. Peygamber Efendimizin bu konudaki arzusu o kadar çoktu ki Useyr’i Hayber bölgesinin emiri yapmak gerekirse bunu yapmaya bile hazırdı.
Abdullah bin Revaha’nın grubu Hayber’e ulaştığında ilk olarak, görüşmeler esnasında emniyette olmak için Useyr bin Rizam’dan söz aldılar. O zaman tehlikenin ne kadar artmış olduğu bundan belli olmaktadır. Müslümanlar, görüşmelerin tam ortasında Useyr tarafından herhangi bir hainlik yapılabileceğini hissediyorlardı. Abdullah bin Revaha (ra) Useyr ile görüşmeye başladı. Bu konuşmanın ana konusu şuydu: Hz. Resulüllah (sav) sizinle barış ve emniyet anlaşması yapmak istiyor; ta ki aramızdaki bu savaş bitsin. Bunun için en iyi yol sizin bizzat Medine’ye gelip Hz. Resulüllah (sav) ile yüz yüze konuşmanızdır. Böyle bir anlaşma olursa ümit ediyorum ki Hz. Resulüllah (sav) size iyi davranacaktır ve de sizi resmen Hayber’in emiri olarak kabul etmesi de pek mümkündür. Useyr iktidarı seven birisiydi veyahut da kalbinde başka bir niyet gizliydi bilinmez, bu öneriyi beğendi, ya da en azından bu öneriden hoşlandığını belirtti. Ancak aynı zamanda Hayber Yahudilerinin liderlerini toplayıp, Müslümanlar tarafından böyle bir öneri sunulduğunu belirtip, bu konuda ne yapılması gerektiğine dair görüş istedi. İslam’a karşı kör bir düşmanlık besleyen Yahudiler, genel olarak bu teklife karşı çıktılar ve Useyr’i bu niyetinden vazgeçirmek için, ‘Muhammed’in (sav) seni Hayber’in emiri olarak kabul edeceğine inanmıyoruz’ dediler. Ancak duruma daha iyi vakıf olan Useyr, kendi fikrinde ısrar etti ve şöyle dedi: ‘Siz bilmiyorsunuz ama Muhammed (sav) bu savaştan bıkmış durumda ve içten içe bu savaşın bir şekilde sona ermesini istiyor.
Nihayet Useyr, Abdullah bin Revaha’nın grubuyla birlikte Medine’ye gitmeye hazırlandı ve Abdullah bin Revaha gibi o da kendisiyle birlikte otuz Yahudi’yi aldı. Bu iki grup, Hayber’den çıkarak Hayber’e altı mil mesafedeki Kurkura adında bir yere vardıklarında, Useyr’in niyeti değişti veya eğer niyeti daha önceden bozuksa, bunun ortaya çıkma zamanı geldi. Böylece o, konuşa konuşa büyük bir ustalıkla Müslümanların grubunun saygın bir üyesi olan Abdullah bin Üneys el-Ensari’nin kılıcına doğru elini uzattı. Abdullah hemen bu hain adamın tavırlarının değiştiğini anladı. Bunun üzerine hemen devesine vurup onu ileriye attı ve sonra Useyr’e dönerek seslendi: ‘Ey Allah’ın düşmanı! Bizimle hainlik mi etmek istiyorsun?’ Abdullah bin Üneys bu sözleri iki kere tekrarladı. Ancak Useyr hiçbir cevap vermedi ve ne de bir mazeret gösterdi, aksine savaşmaya hazırlandı. Bu muhtemelen Yahudiler arasında daha önce belirlenmiş bir işaretti ki böyle bir fırsat geldiğinde hep birlikte Müslümanlara saldırsınlar. Böylece aynı yerde, tam yolda Müslümanlar ve Yahudiler arasında kılıçlar çekildi. Her iki tarafın sayısı eşit olmasına ve Yahudilerin daha önceden zihnen hazır olmasına, Müslümanların ise tamamen hazırlıksız olmasına rağmen Allah’ın büyük bir lütfu oldu ki bazı Müslümanlar yaralandıysa da aralarından hiçbiri ölmedi, ancak diğer yandan bütün Yahudiler hainliklerinin karşılığını görerek toprağa serildiler.
Sahabelerin bu grubu Medine’ye geri gelip Hz. Resulüllah (sav) durumdan haberdar olduğunda, Müslümanların sağ salim kurtulup geri dönmelerinden dolayı Peygamber Efendimiz Allah’a şükretti ve şöyle buyurdu: Şükredin ki Allah sizi bu zalim güruhtan kurtardı.
Bu olayla ilgili bazı Hristiyan tarihçiler, Abdullah bin Revaha’nın grubunun, Useyr gibi kişileri Hayber’den çıkarıp yolda öldürme niyetiyle getirdiğini iddia etmişlerdir. Ancak daha önce belirtildiği gibi, tarihte Müslümanların böyle bir niyetle oraya gittiklerine dair hiçbir kanıt bulunmamaktadır. Aksine, diğer kanıtlar bir yana sadece Abdullah bin Üneys’in ‘Ey Allah’ın düşmanı! Hainlik mi etmek istiyorsun?’ sözleri ve Peygamber Efendimizin ‘Şükredin ki Allah sizi bu zalim gruptan kurtardı’ sözleri bile Müslümanların niyetinin son derece temiz ve barışçıl olduğunu göstermeye yeterlidir.
Bir diğer seriyye Amr bin Ümeyye Damrî seriyyesidir. Bu, Ebu Süfyan’a karşı yapılmıştı. İbni Hişam, İbni Kesir, Taberi vesaire bu seriyyeyi Hicri 4 yılı olayları altında, Reci Vakıasından sonra beyan ettiler. Ancak İbni Saad ve Zürkani bu seriyyeyi Hicri 6 yılı seriyyeleri altında beyan ettiler. Hz. Mirza Beşir Ahmed (ra) da “Siret Hatemün-Nebiyyin” Kitabında bu seriyyeyi Hicri 6 yılı olarak açıkladı.
Bu seriyyenin detayları şöyledir: Ebu Süfyan Kureyş’ten birkaç adama dedi ki, Muhammed (sav) pazarlarda dolaşırken, aranızda Muhammed’e (sav) birdenbire saldırıp öldürecek kimse yok mu? Bunun üzerine, Ebu Süfyan’ın yanına bedevi Araplardan biri geldi ve şöyle dedi: “Sen beni insanların en güçlü yürekli olanı bulacaksın. Benim tutuşum onlardan daha sıkıdır ve ben hepsinden hızlı koşabilirim. Eğer sen bana yardım edersen, ona doğru gideceğim ve ansızın Muhammed’e (sav) saldıracağım. Benim yanımda bir hançer var ki, o bir şahin tüyüne benzer. Onunla Muhammed’e (sav) saldıracağım. Sonra bir kervana katılıp bu kavimden uzaklaşacağım, çünkü ben bu yolu çok iyi bilirim.
Ebu Süfyan, ‘Sen bizim arkadaşımızsın’ dedi ve bu adama bir deve ve yolculuk için gerekli olan her şeyi verdi ve ‘İşini gizli tut’ dedi. Adam geceleyin yola çıktı ve beş gün boyunca bineğiyle yol aldı. Altıncı sabah Hurra’ya ulaştı. Sonra Medine’ye varıp insanlara yöneldi ve Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) hakkında sordu. Nihayet O’nun hakkında bilgi edindiğinde, bineğini bağladı ve sonra Peygamber Efendimizin bulunduğu Beni Abdil-Eşhel mescidine doğru geldi.
Peygamber Efendimiz (sav) onu görünce şöyle buyurdu: ‘Şüphesiz bu adamın aldatma niyeti vardır ve Allah onunla niyeti arasına girmiştir.’
Böylece adam saldırmak için hareket ettiğinde, Useyd bin Hudayr onun örtüsünün iç kısmından yakalayarak çekti ve aniden adamın elinden hançer düştü. Adam bağırmaya başladı: ‘Benim kanım, benim kanım! Yani beni affedin.’ Hz. Useyd onu boynundan yakaladı ve sonra bıraktı. Resulullah (sav) ona ‘Bana doğruyu söyle, sen kimsin?’ diye sordu. Adam, ‘Ben aman diliyorum’ dedi. Peygamber Efendimiz (sav), ‘Tamam, olur’ buyurdu. Adam işini ve Ebu Süfyan’ın onun için ne karar verdiğini anlattı. Peygamber Efendimiz (sav) onu serbest bıraktı. Bu şefkat üzerine adam Müslüman oldu ve şöyle dedi: ‘Ey Muhammed! Ben insanlardan korkmuyordum, ancak seni görünce aklım başımdan gitti ve kalbim zayıfladı. Sonra ben, benim gibi birçok süvarinin çabalayıp da başaramadığı bu niyet karşısında sizin korunduğunuzu anladım, siz kesinlikle hak üzerindesiniz. Ebu Süfyan’ın ordusu ise şeytanın ordusudur. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz (sav) tebessüm etti. Sonra adam ondan izin alarak gitti. Bundan sonra bu adamdan hiç bahsedilmedi.
Ebu Süfyan’ın bu kanlı komplosu, Mekkelilerin niyetlerinden haberdar olmanın önemini daha da artırdı. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz (sav), iki sahabesi Amr bin Umeyye el-Damri ve Selman bin Eslem’i Mekke’ye gönderdi ve Ebu Süfyan’ın bu cinayet komplosu ve geçmişteki kanlı eylemlerini göz önünde bulundurarak, fırsat bulurlarsa bu İslam düşmanının sonunu getirebileceklerine dair izin verdi. Ancak Umeyye ve arkadaşı Mekke’ye vardıklarında Kureyşliler ayıktılar ve bu iki sahabe canlarını kurtarıp Medine’ye geri döndüler. Yolda Kureyşlilerin iki casusuyla karşılaştılar. Kureyşin ileri gelenleri, Müslümanların hareketlerini öğrenmek ve Peygamber Efendimizin durumunu anlamak için bu casusları göndermişti. Bu planın da Kureyşlilerin başka bir kanlı komplosunun başlangıcı olması şaşırtıcı olmaz. Ancak Allah’ın lütfu sayesinde Umeyye ve Selme, bu casusluğun farkına vardılar ve onları esir almak için saldırdılar. Ancak casuslar karşı koydu. Bu mücadelede bir casus öldürüldü ve diğeri esir alınarak Medine’ye getirildi.
Huzur-i Enver kalan kısmını gelecek sefer anlatacağını bildirdikten sonra Pakistan Cemaati ve Filistin için dua çağrısında bulunarak şöyle dedi: Pakistan’ın durumu için sürekli dua etmenizi söylüyorum. Bazen durum çok şiddetleniyor. Ve idare ve hükümet de sanki aşırı uçtaki mollaların elinde bir oyuncak haline gelmiş gibi görünüyor. Daha önce sadece cami minaresi veya mihrabının yıkıldığı haberleri geliyordu, onların bu konuda itirazları vardı. Ancak şimdi Daska’da dün, yol yapma bahanesiyle önce bir bildirim göndererek o kadar yer alacaklarını ve orayı buldozerle temizleyeceklerini söylediler. Bu durum, mescidin abdest alma yerlerinin bir kısmını etkileyecekti ama buldozerle geldiklerinde mollaların söylemesi üzerine tüm mescidi yıkıp tahrip ettiler.
Bu cami çok eski, Hindistan’ın Pakistan’dan ayrılmasından önce inşa edilmiş ve muhtemelen Hazret Çodri Zaferullah Han tarafından yaptırılmıştır. Ne yazık ki, bugünlerde durum bu seviyeye kadar vardı. Allah onların tuzağını kendilerine çeksin ve onların kötü niyetlerini boşa çıkartsın. Bu yüzden, Ahmedilerin, özellikle Pakistanlı Ahmedilerin çokça dua etmeleri gerekiyor. Lütfen bu konuya dikkat edin.
Aynı şekilde Filistin konusunda yapılan anlaşma hakkında da, bazıları oldu diyor, bazıları olmadı veya anlaşmadan sonra da olaylar yaşanıyor diyor. Bu durum üzerine bazıları yersiz bir sevinç göstermeye başladı. Ancak onların anlamaları gerekir ki, Deccal güçlerine güvenilmez. Onların söyledikleri başka yaptıkları başka olur. Bu yüzden bu kadar fazla iyimser olmaya gerek yok. Onlar için dua etmek gerekiyor ve Müslümanların akıllarını kullanarak haklarını elde etmek için çaba göstermeleri gerekiyor. Allah Teala Müslüman ümmete de bu aklı versin. (Amin)
Hutbe saniyeden önce Huzur-i Enver üç merhumu hayırla yadetti ve gıyabi cenaze namazlarını kıldıracağını bildirdi.
1- Şeyh Mubarek Ahmed Sahib (Sadr Encümen Ahmediye Rabvah’ın divan başkanı) 11 Ocak 2025 tarihinde 77 yaşında vefat etti. İnna lillahi ve inna ileyhi raciun. Şeyh Mubarek Ahmed Sahib, lisans eğitimlerini tamamladıktan sonra 1966’dan 1981’e kadar yaklaşık on beş yıl boyunca İslam Lisesi’nde öğretmen olarak görev yaptı. 1973’te okulun millileştirilmesinden sonra başka okullarda da devlet memuru olarak çalıştı. 1982’de 3. Halifetü’l Mesih’e (rahmetullahi aleih) kendini vakfetmek için geldi ve o, onun vakfını kabul etti. Allah’ın lütfu ile vakfını çok güzel yerine getirdi. Ben de gördüm, ben Sadr Encümen’de iken benimle de çalıştı. Daima dini dünyaya tercih etmenin, sade yaşamanın ve tüm vaktini hizmete vermenin bir örneği oldu. Sık sık seyahatlere çıkardı ve döndükten sonra da ofise uğrar ve akşam tekrar tura çıkardı. Daima hizmet etme fırsatı bulmaya çalışırdı. Çocuklarından biri ona bir keresinde dinlenmesini tavsiye etmişti, o da ‘Benim emekliliğim ancak ölümümle olur’ demişti. Allah-u Teala ondan razı olsun ve ona rahmet eylesin.
2- Muhterem Muhammed Münir İdlibi Sahib (Katar): Geçtiğimiz günlerde 76 yaşında vefat etti. İnna lillahi ve inna ileyhi raciun. Faal bir mübelliğ, konuşmacı, düşünür ve Ahmediye tebliğ ilimleri yazarıydı. 1984’ün başlarında biat etti. 4. Halifetü’l Mesih hazretleri (rahmetullahi aleyh) ile görüştükten sonra uzun bir süre Londra’da kaldı ve Likaa Ma al-Arab programı dahil olmak üzere bazı diğer programların çevirisini yaptı. Onun kaleminden 10’dan fazla kitap çıktı, bunlardan yedisi Cemaat-i Ahmediye’nin tebliği üzerine yazılmış makaleler içeriyor. Geç gelmesine rağmen çok iş yaptı. Şam cemaati’nde tebliğ sekreteri ve eğitim sekreteri olarak hizmet verdi. Onlarca kişi onun vesilesiyle biat etti. 2013’te Şam’daki durum kötüleşince çocuklarıyla birlikte Katar’a gitti ve orada Facebook’ta Ahmediyet ve Hilafet hakkında yazmaya devam etti. Nerede bir fırsat bulsa, sohbeti Ahmediyet ve Hazret-i Mesih-i Mevud’un (as) doğruluğu ve mesajını tebliğ etmeye çevirme fırsatını kaçırmazdı. Allah Teala ondan razı olsun ve ona rahmet eylesin.
3- Abdulbari Tariq Sahib (Vakıf-ı Cedid Rabvah Bilgisayar Bölümü Sorumlusu): Geçtiğimiz günlerde vefat etti. İnna lillahi ve inna ileyhi raciun.. Ailesinde Ahmediyet inancı, büyük dedesi Muhammed Yar Sahib (Ghatialia, Sialkot) aracılığıyla yayılmıştı. Merhum, Bilgisayar Bilimleri alanında yüksek lisans yaptı. Daha sonra Karaçi’de çalıştı. Daha sonra kansere yakalandı ve iyileşti ancak hastalık tekrarladı. Bunun üzerine 4. Halifetü’l Mesih hazretlerine (rahmetullahi aleyh) yazdı ve o, kendisine homeopati ilaç gönderdi. Aynı zamanda vakfetme talebinde bulundu ve 4. Halifetü’l Mesih hazretleri bu talebi kabul etti. Hastalıktan iyileştikten sonra vakfedeceğine dair söz vermişti ve iyileşince 21 yıl boyunca gece gündüz demeden vakfını yerine getirdi. Vakıf görevlileri için taklit edilebilecek bir örnek teşkil etti. Merkezi Ensarullah’ta kaid olarak görev yapıyordu ve oraya gitmek üzere hazırlanırken kalp krizi geçirerek vefat etti. Yazılım vb. işler için ücret alması önerildiğinde, ‘Ben hayatımı vakfettim ve karşılığımı Allah’tan alacağım’ demişti. Vakfın gereklerini tam olarak yerine getirmişti. Allah Teala ondan razı olsun ve ona rahmet eylesin.
٭…٭…٭