Huzur-i Enver (Atba)11 mayıs 2018’de Londra’da Beyül Futuh camisinde Cuma hutbesi verdi. Teşehhüd taavvuz ve fatiha suresinden sonra şöyle buyurdu:
Bugün anlatacağım sahabelerden ilki Hz. Abdullah bin Cahş’tır (ra). Onun annesi Ümeyye binti Abdulmuttalib, hz. Resulüllah’ın (sav) halası idi. Aynı şekilde Abdullah bin Cahş (ra) Peygamber Efendimizin (sav) halaoğlu idi. O, Peygamber Efendimizin (sav) Dar-ı Erkam’a gitmesinden önce İslam’ı kabul etmişti. Kureyş’in müşriklerinin zulümlerinden onun ailesi de korunmuş değildi. Hz. Abdullah bin Cahş, her iki erkek kardeşi hz. Ebu Ahmed ve Ubeydullah ve de kızkardeşleri hz. Zeyneb binti Cahş, hz. Ümmü Habibe ve Hemna binti Cahş ile birlikte iki defa Habeşistan’a hicret etti. Hz. Abdullah bin Cahş, Medine’ye hicretten önce Mekke’ye geldi ve buradan kendi kabilesi Benü Ganem’deki Müslüman olmuş olanları yanına alarak Medine’ye ulaştı. Onlar akrabalarıyla birlikte Mekke’yi öyle boşaltmışlardı ki mahalleler ıssız kaldı, evlerin kapısına kilit vuruldu.
Huzur-i Enver şöyle dedi: Aynı durum bu günlerde Pakistan’da bazı yerlerde Ahmediler için de geçerlidir, bazı köyler boşalmıştır.
İbni İshak diyor ki Benü Cahş bin Ribab Mekke’den hicret edince Ebu Süfyan bin Harb, onların evlerini Amr bin Alkama’ya sattı. Medine’de Abdullah bin Cahş bunu duyunca Peygamber Efendimize iletti. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz (sav) şöyle buyurdu: Ey Abdullah! Bunun karşılığında Allah-u Teala’nın sana cennette bir saray vermesine razı değil misin? Abdullah bin Cahş, evet ya Resulellah! Ben razıyım, dedi. Peygamber Efendimiz! Peki o saray senin içindir, buyurdu.
Hz.Resulüllah (sav) Abdullah bin Cahş’ı, bir seriyye (küçük askeri birlik) ile Nahla vadisine gönderdi. Bundan kitaplarda şöyle bahsedilir: Bin gün yatsı namazı kılındıktan sonra Peygamber Efendimiz (sav) Abdullah bin Cahş’a şöyle buyurdu: Sabah silahlarını kuşanmış olarak gel, sizi bir yere yollayacağım. Nitekim Peygamber Efendimiz (sav) sabah namazından çıkınca Abdullah bin Cahş’ı kapısının önünde, silahlarını kuşanmış vaziyette kendisini bekler buldu. Peygamber Efendimiz (sav) hz. Ebi bin Kaab’ı çağırttırdı ve ona bir mektup yazmasını söyledi. Mektup yazıldığında Abdullah bin Cahş’ı çağırdı ve mektubu ona teslim ederken şöyle buyurdu: Ben seni heyetin başkanı yapıyorum.
Hz. Resulüllah (sav) Abdullah bin Cahş’ı gönderirken, onun lakabını Emir-ül Müminin koydu. İşte o, emir-ül müminin lakabı verilen ilk şanslı sahabe idi.
Peygamber Efendimiz (sav) Hicri 2 yılında hz. Abdullah bin Cahş’ı on iki kişi ile birlikte Nahla’ya gönderdi ve onlara bir mektup vererek, bu mektup iki gün sonra açılsın buyurdu. Abdullah bin Cahş (ra) iki gün sonra onu açtığında içinde şöyle yazılıydı; Siz Nahla’da kalın ve Kureyş hakkında bilgi edinerek bize yollayın. Tam da bu sırada, Şam’dan ticaret malları alıp geri dönmekte olan Kureyş’in küçük bir kafilesi oradan geçiyordu. Hz. Abdullah bin Cahş, kendi kişisel içtihadına dayanarak onlara saldırdı. Bunun neticesinde kafirlerden bir şahıs, Amr bin Elhazremî öldürüldü, iki kişi yakalandı, mal ve ganimetler de Müslümanların eline geçti. Medine’ye geri gelip bu olayı Peygamber Efendimize anlattıklarında o, çok kızdı ve ben size savaşma izni vermemiştim, buyurdu. Mal ve ganimetleri almayı da reddetti. Sahih-i Buhari’deki bir hadisin şerhini yaparak hz. Seyyid Zeynel Abidin Veliyullah Şah şöyle yazar: Bu grup, yola çıkış maksatlarında tam olarak başarıya ulaştılar ve onlar tutsak aldıkları kimseler vasıtasıyla Kureyş’in planları ve hareketleri hakkında kesin bilgi elde ettiler.
Hz. Abdullah bin Cahş, yüce seviyeli bir sahabe idi ve hz. Resulüllah’ın (sav) hala tarafından kuzeni idi. Tarihte yazılıdır ki Allah ve Resulünün sevgisi onu, dünyayı asla umursamaz hale getirmişti. Onun bir arzusu varsa o da ancak canını Allah yolunda hangi şekilde vereceğiydi. Nitekim arzusu da yerine geldi. Şehit oluşundan önce duasının kabul edilişine dair meşhur bir olay vardır. İshak bin Sa’d bin ebi Vakkas, kendi babasından rivayet eder. Hz. Abdullah bin Cahş, benim babama, yani Sa’d’a Uhud savaşı günü dedi ki, gel Allah’a dua edelim. Nitekim ikisi bir yöne döndüler, önce hz. Sa’d dua etti: “Ey Allah! Yarın düşmanlarla karşılaştığımda karşıma çıkan öyle birisi olsun ki saldırmakta sert, heybetli olsun, ben onunla savaşayım ve onu Senin yolunda öldüreyim ve onun silahlarını alayım.” Hz. Abdullah bin Cahş buna amin dedi. Sonra Abdullah bin Cahş şöyle dua etti: “Ey Allah! Yarın karşıma öyle biri çıksın ki saldırmakta sert ve heybeti de üstün olsun. Senin hatırın için ben onunla savaşayım, o galip gelerek beni öldürsün ve benim burnumu ve kulaklarımı kessin. Ben Senin huzuruna çıktığımda Sen bana, ey Abdullah kimin yolunda burnun ve kulakların kesildi diye sor, ben de arz edeyim ki Senin ve Senin Resulünün yolunda. Cevap olarak Sen de de ki, doğru söyledin.” Hz. Sa’d diyor ki, Abdullah bin Cahş’ın duası benimkinden güzeldi. Bu yüzden günün sonunda ben onu gördüğümde onun kulakları ve burnu bir ipe asılıydı yani kesilmişti ve onun duası kabul olmuştu.
Uhud savaşına giderken hz. Resulüllah (sav) yolda bir yerde durdu. Hz. Ümmü Selma kızartılmış et getirdi, Peygamber Efendimiz ondan biraz yedi. Aynı şekilde beniz (adlı bir içecek) getirmişti ondan da biraz içti. Birisi o beniz sürahisini aldı ve biraz içti. Daha sonra o sürahiyi Abdullah bin Cahş aldı ve hepsini bitirdi. Adamın biri, biraz bana da ver, yarın sabah nereye gideceğinizi sen biliyorsun, dedi. Abdullah bin Cahş, evet biliyorum, dedi; Ben, susamışken değil kana kana içmişken Allah ile görüşmeyi tercih ederim.
Huzur-i Enver şöyle dedi: Sahabelerin Allah sevgisinin ve O’nun için hazırlanmanın tarzı da çok acaiptir.
Hz. Abdullah bin Cahş ve hz. Hamza bin Abdulmuttalip, ikisi bir mezara kondular. Hz. Hamza, hz. Abdullah bin Cahş’ın dayısı idi. Hz. Abdullah bin Cahş şehit olduğunda yaşı kırktan biraz fazlaydı. Hz. Resulüllah (sav) onun mirasının velisi oldu ve onun oğullarına Hayber’de mal aldı. Hz. Abdullah bin Cahş’ın, sahib-i rey olmak bakımından da üstün bir yeri vardı.
Huzur-i Enver şöyle devam etti: Zikredeceğim ikinci sahabe hz. Ka’b bin Zeyd’dir. Onun ismi Ka’b bin Zeyd bin Gays bin Malik’tir, Benü Neccar kabilesindendir. Hz. Ka’b Bedir savaşına katıldı ve Hendek savaşında da şehit oldu. Denildiğine göre kendisine, Ümeyye bin Rabia bin Sahur’un oku isabet etmişti. Yetmiş sahabenin şehit edildiği Bi’r-i Mâune ashabındandı, bir tek kendisi canlı kurtulmuştu.
Üçüncü zikredeceğim sahabe, hz. Salih Şükran’dır. Onun ismi Salih ve lakabı Şükran idi. Hz. Salih Şükran, hz. Abdurrahman bin Avf’ın Afrikalı kölesi idi. Hz. Resulüllah (sav) onu kendi hizmeti için uygun gördü ve değerini ödeyerek satın aldı. Bazı rivayetlere göre hz. Abdurrahman bin Avf herhangi bir bedel almadan hediye olarak Peygamber Efendimize verdi. Bedir savaşından sonra Peygamber Efendimiz onu azat etti. Hz. Şükran Ashab-ı Suffe’den idi. Hz. Şükran, Peygamber Efendimizin gasil ve defin edilmesine ortak olmak saadetine de erişti. Hz. İbni Abbas der ki, Peygamber Efendimize (sav) elbisesi ile gasil verildi. Kabrine hz. Ali, hz. Fazıl bin Abbas, hz. Kaşem bin Abbas, hz. Şükran ve hz. Evs bin Hulî girdiler. Hz. Şükran diyor ki, Allah’a adına yemin ederim ki ben kabirin içinde hz. Resulüllah’ın (sav) altında kadife çadır sermiştim. Hz. Şükran derdi ki, Peygamber Efendimizden sonra herhangi birisinin onu örtünmesi fikrinden hoşlanmadım, çünkü Peygamber Efendimiz (sav) o örtüyü örterdi ve sererdi de.
Müreysi gazvesinde, Peygamber Efendimiz (sav) hz. Şükran’ı esirlerin ve müreysilerin kampından ele geçen mal, silahlar, hayvanlar vesaireye gözetici olarak görevlendirdi. Çok güvenilir ve itibar edilir birisiydi, bu yüzden gözeticilik yapardı. Onunla ilgili bahsedilir ki, hz. Ömer (ra) hz. Şükran’ın oğlu hz. Abdurrahman bin Şükran’ı, hz. Ebu Musa Eş’arî’ye yolladı ve şöyle yazdı: Ben size salih bir adamı, Peygamber Efendimizin azad ettiği kölesinin oğlu Abdurrahman bin Salih Şükran’ı gönderiyorum. Onun babasının Peygamber Efendimizin yanındaki makamını gözönünde tutarak muamele edin.
Huzur-i Enver şöyle dedi: İşte İslamiyetin kölelere verdiği makam buydu. Köleleri sadece azat etmekle kalmadı, onların çocuklarını da saygıya değer kabul etti. Bir rivayete göre hz. Şükran Medine’de yaşamayı tercih etti ve kendisinin Basra’da da bir evi vardı. Hz. Ömer’in hilafet döneminde vefat etti.
Bahsedeceğim bir diğer sahabe hz. Malik bin Dehşem’dir. O, Hazrec kabilesinin Benü Ğanem bin Avf soyundandı. Bazı rivayetlere göre kendisi Ukba biatine katılmıştı. Hz. Malik bin Dehşem, Bedir, Uhud, Hendek ve sonraki bütün gazvelere Peygamber Efendimizle birlikte katıldı. Sahih-i Buhari’de şu rivayet vardır: Hz. Utban bin Malik, Resulüllah’ın (sav) Bedir savaşına katılan ensar sahabelerindendi. O, Peygamber Efendimizin (sav) huzuruna gelip dedi ki, Ya Resülallah! Benim gözlerim zayıfladı, ben kavmime namaz kıldırıyorum, yağmur yağdığında benimle onlar arasındaki dereye sel geliyor ve ben onların mescidine gidip onlara namaz kıldıramıyorum. Ya Resülallah! Benim arzum şu ki, siz benim evime gelip namaz kılın ve ben orayı mescid yapayım. Hz. Resulüllah (sav) inşallah geleceğim, buyurdu.
Hz. Resulüllah (sav) hz. Ebubekir (ra) ile birlikte bir gün benim evime geldi ve evin bir köşesinde namaz kıldırdı. Mahalledeki birkaç kişi de oradan buradan geldiler. Hepsi toplanınca biri, Malik bin Dehşem nerdedir, dedi. Onlardan biri dedi ki, o münafıktır, Allah ve Resulünü sevmez o. Hz. Resulüllah (sav) şöyle buyurdu: Böyle söyleme, sen görmedin mi o “Lailahe illallah” kabul eder ve böylece Allah’ın rızasını ister. O adam, Allah ve Resulü en iyisini bilir dedi. Biz onun münafıklara ilgi gösterdiğini ve onların hayrını istediğini görürüz.
Huzur-i Enver şöyle dedi: Belki de o, kalbinin yumuşaklığı sebebiyle münafıklara da tebliğ yapmayı ve onları İslam’a yaklaştırmayı istiyordu. Belki bu yüzden dert ortaklığı taşıyor olabilir ve bu yüzden sahabeler yanlış anlamışlardır.
Hz. Enes bin Malik şöyle rivayet eder: Hz. Resulüllah’ın (sav) önünde hz. Malik bin Dehşem’e ileri geri konuşuldu. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz (sav), benim sahabelerim hakkında ileri geri konuşmayın, buyurdu.
Hz. Resulüllah (sav) Tebuk seferinden dönüşte Medine’den biraz uzakta bir yerde konakladı, kendisine mescid-i zırar hakkında vahiy nazil oldu. Peygamber Efendimiz hz. Malik bin Dehşem ve hz. Muan bin Aadi’yi çağırttı ve mescid-i zırar’a doğru gitmelerini söyledi. Hz. Malik bin Dehşem ve hz. Muan bin Aadi hızlıca Benü Salim kabilesine ulaştılar, bu hz. Malik bin Dehşem’in kabilesi idi. Hz. Malik bin Dehşem, hz Muan’a dedi ki, evden ateş alıp gelinceye kadar azıcık bana izin ver. Nitekim o, kurumuş hurma değneğini tutuşturarak aldı geldi sonra ikisi beraber mescid-i zırar’a gittiler. Bir rivayete göre akşam ile yatsı arasında oraya ulaştılar ve gider gitmez ateşe verip yerle bir ettiler.
Huzur-i Enver şöyle dedi: Onlarla ilgili insanlar bazı yanlış anlamalara düşmüşlerdi ki belki de bunlar yanlış yolda gidiyorlar diye düşünüyorlardı, hatta onlara münafık diyorlardı. Ancak daha sonra aynı o insanlar Allah’ın hükmü ile münafıkların merkezini yıkan ve son veren kimseler oldular.
Allah-u Teala bu sahabelerin derecelerini yükseltsin. Ve bizi de, Allah’ın hangi emirleri vardır ve ne kadarını yapabildiğimiz konusunda kendimizi muhasebe etmeye muvaffak kılsın. Amin