Araştırıp araştırmama sorusunun cevabını bulunca ateistler tartışmanın yönünü değiştiriyorlar. Diyorlar ki eğer Allah gerçekten olsaydı kendini ilham[1] yoluyla tanıtması gerekirdi ama evrimin tarihini incelediğimizde görüyoruz ki doğaüstü bir varlık inancı kavimlerde yavaş yavaş yerleşmiştir.
İnsanoğlu ilk başta korktuğu şeylere tapmıştır. Bir çocuk nasıl kendisinden güçlü sandığı şeylerin etkisinde kalıp ağlamaya veya yalvarmaya başlıyorsa, aynı şekilde ilkel insan da korkup yalvarmaya başladı ve ibadet fikrinin tohumları atıldı. Zaman ilerledikçe insandan daha güçlü görünen varlıklar ibadete layık görüldü ve eğitim seviyesi arttıkça ibadet edilecekler arasında sadece üstün varlıklar kaldı. Evrim geçirdikçe ve insan zihni daha da ilerledikçe maddi olmayan doğaüstü varlıkların asıl ilah olduğuna karar verildi ve daha önce tapılan eşyaların sadece gerçek ilahların tezahürü olduğu söylendi. Bu fikir eninde sonunda doğal neticesine ulaştı ve her şeyden üstün bir tek ilah önerildi ve kabul gördü. Dolayısıyla Allah aslında insanın kendi icadıdır, tersi değil.
Bu fikri savunanlara göre ilk bilim dalı astronomiydi çünkü insanı en çok hayrete düşüren yıldızlar ve güneşlerdi. O yüzden ilk bunlar tanrı adayı oldular. Yıldızların hareketinin incelenmesi tanrıların iradesinin göstergesi sanıldığı için bu bilim dalı gelişti. Bilimsel ilerleme bu tezi çürütünce din adamları daha da üstün ilahlara yöneldiler ve göklerde görünen cisimler sadece asıl ilahın tezahürleri statüsüne düştüler.
Bunlar gösteriyor ki Allah fikri sadece evrim geçirmiş basit davranışların sonucudur. Sağlam temelleri olan ve ilhama dayanan bir fikir değildir. Eğer gerçekten Allah olsaydı ilk baştan onun hakkındaki inançlar tam ve eksiksiz olurdu.
Bu gerçekten düşünmeye değer bir sorudur. Bilimin keskin kılıcından korkup ilhamın tanımını değiştiren günümüzdeki din adamları için bu sorunun cevabı son derece basittir. Onlar diyorlar ki; Eksik denilen ilah kavramı bile aslında ilham neticesindeydi. İnsanın zihni ilkel olduğu için ona verilen ilah kavramı da görülebilen mazharlar şeklindeydi. Değerli olan kalbin niyeti değil mi? Eğer o ilkel insan içtenlikle yılana veya yengece tapıyorsa o kendi aklına göre yine Allah’a ibadet ediyordur ve kendince bir ilahi şeriatı takip ediyordur. Eğer ilk başta ilah kavramının eksik olduğunu görüyorsak bunun sebebi korku ve hayranlıktan oluşan fikirler değil, doğrudan insanın geçirdiği evrim seviyesi dikkate alınarak Allah’ın seçtiği yoldur. Sadece bu yüzden önce bazı fiziksel şeylerin ibadeti caiz kılındı. Sonuçta her fiziksel şey şu veya bu şekilde Allah’ın mazharı değil midir? Amacım din adamlarının verdiği bu cevabın sağlamlığını tartışmak değildir. Bizim gibi ilhamın kelimeler şeklinde de indiğine inananlar bu cevabı veremezler. Eğer Allah’ın vahyi kelimeler şeklinde de iniyorsa ki kesinlikle indiğine inanıyoruz o zaman ilkel insan bile Allah’ın maddi olmayan bir varlık olduğunu anlayabilirdi. Dolayısıyla bizim başka cevaplara ihtiyacımız var.
Bu sorunun gerçek cevabına geçmeden önce bunu biraz daha irdelemeliyiz. Dikkatle incelediğimizde bu tez iki temel unsur etrafında dönüyor.
- Allah fikrinin anası korku ve hayret duygularıdır.
- Bu fikir evrim geçirerek nihai şeklini almıştır.
Eğer bu fikirlerin ikisi doğru ise insanoğlunun ilk korktuğu varlıkların aynı zamanda ilk tapılan varlıklar olması gerekir. Bu konuda biraz düşündüğümüz zaman görüyoruz ki insanoğlunun her şeyden önce vahşi hayvanlardan korkması gerekirdi çünkü savunma aletleri yokken ve gruplar şeklinde yaşaması yaygın değilken en çok tehlike arz eden varlıklar vahşi hayvanlardır. Ama tarihi incelediğimizde vahşi hayvanlara tapmak fikri, böceklere tapmak fikrine nazaran çok nadirdir. Örneğin yılana tapma fikri aslana tapma fikrinden daha yaygındır. Hâlbuki yılan gizlice saldırıyor ve aslan açık bir şekilde; aslanın korkutucu bir gürlemesi var ama yılanın sesi bile yok; aslan yılana göre daha heybetlidir. Diğer vahşi hayvanlar da aynı şekilde böceklerden daha korkutucudurlar. Eğer ibadet fikrinin temelinde korku ve basitten karmaşığa doğru evrim olsaydı aslanlar, ayılar ve diğer vahşi hayvanlara ibadetin çok daha baskın görünmesi gerekirdi. Bu düşünceler korku ve evrim fikrinin yanlış olduğunu gösteriyor.
Ayrıca korku ve hayret senaryosu ancak insanoğlunun birden bire dünyaya yollandığı kabul edilirse bir anlam kazanıyor. Birden bire yollanmış olmasından dolayı bazı şeylere karşı korku ve bazı şeylere karşı hayret duygularına kapılıp yalvarmaya başlayabilir. Ama böyle bir senaryoyu kabul ettiğimiz anda bir doğaüstü varlığı da kabul etmek zorunda kalırız. Öyle bir varlık ki birden bire evrim geçirmeden insanı yarattı. Dolayısıyla Allah’ın varlığını inkâr eden, insanın evrim geçirerek bu hale geldiğini kabul etmek zorundadır. Nitekim bu teoriyi pazarlayanlar da bunu kabul ediyorlar.
Şimdi eğer insan da evrim geçirmişse ve çeşitli hallerden geçerek mevcut durumuna gelmişse o zaman hayvanları ve yıldızları birden bire değil, evrim geçirdiği her aşamada görmüştür. Hatta görmekle de kalmayıp bazılarıyla savaşmıştır ve bazılarını tamamen gözardı etmiştir. Yani insan daha maymun veya ona benzer başka bir hayvan aşamasındayken bile bu vahşi hayvanlarla uğraşıyordu. Öyleyse nasıl daha da bilinçlendiği zaman birden bire onlara tapar hale gelsin? Bunlar onun için yeni şeyler değildi ki. Nesiller boyunca bunlarla yatıp bunlarla kalktı. Velhasıl evrim teorisinin kendisi bile bu hipotezi reddediyor.
Yine daha önce de söylediğimiz gibi bu hipoteze göre yıldızlara ibadetin hayvanlara ibadetten daha eski olması gerekir çünkü onlar hep vardı ve herkesin önündeydiler ama tarih bunu yalanlıyor. Hayvanların ibadeti yıldızlara göre daha eskidir. Zaten basit tanrılardan başlayıp tek tanrıya doğru ilerleyen bu senaryo elimizdeki mevcut tarih bilgilerine göre de yanlış çıkıyor. Elimizde bulunan en eski tarihsel kayıtlarda ve kavimlerde tek tanrı fikri apaçıktır.
Hz. Mirza Beşiruddin Mahmud Ahmed
“Allah” adlı kitabından
[1] Allah tarafından gelen vahiy