Birçok insan kendi kurallarına göre Allah’ı (c.c.) bulmak isterler. Kendileri kural koyarlar ve doğal olanını, Allah’ın kendisi tarafından belirtilmiş olanını terk ederler. Allah (c.c.) böyle bulunur mu hiç! İstediğiniz kadar tavanlardan asılın; tüm mallarınızı fakir fukaraya dağıtın; korku gösterin, eziyet veren ibadetler yapın; Allah’ın gösterdiği şekilde olmadıkça sadakalarınız ve ibadetleriniz hiç fayda vermeyecektir.
Zekât verin; ama Allah (c.c.) ve Resulünün gösterdiği şekilde. İnsaflı bir gözle bakılırsa hak dinin mensupları bazı diğerlerine göre az ibadet yaparlar. Gayrı Ahmedilerin bazıları sizden daha çok namaz kılarlar, daha çok fedakârlıklar yaparlar, daha çok hacca giderler, daha çok geceleri kalkıp ibadet ederler; tespih çekerler. Bazılarının tespihleri açılırsa bir odayı doldurur. Binlerce taneleri olan tespihi çeker dururlar. Ama Allah’ı bir türlü bulamazlar. Gece boyunca ayakta durdukları için ayakları şişip patlayacak hale gelir; oruçları yüzünden sağlıkları etkilenir, gözleri içeriye doğru gömülür. Ama gelin görün ki birçoğu iblisten beter olur. Evet, çok şey yaparlar ama Allah (c.c.) ve O’nun Resulünün dediği gibi değil. Eğer kurallı bir şekilde hareket edip önce kuru yapraklar veya ince odun parçalarını bir kibritle ateşe verirsek ve ardından yavaş yavaş daha büyük odun parçalarını çıkan ateşin üstüne eklersek o bir tek kibrit tüm orman için yetecektir. Ama kocaman bir alevin üstüne dahi yaş bitkilerden tonlarca atarsak hiçbir şey olmayacak.
Dolayısıyla iyi dinleyin; Allah’ın önerdiği yöntem dışında Allah’ı (c.c.) elde edemezsiniz. Ama buna kafa yoran ve amele dönüştürenler çok azdır. Dilleri “Ahmediyet” sloganları atar ama kalpleri Ahmediyet’in mesajından yoksundur. Gerçekten bir şey elde edenler azdır. Yüzlerinden iman fışkıranlar ise daha da az. Kalpleri yüzde yüz emin olmanın verdiği histen yoksunlar. O eminlik ki insanı Allah (c.c.) ile tanıştırır.
Durumunuzu daha üzerimde hiçbir sorumluluğunuz yokken de değerlendirmiştim ve sonra tüm sorumluluğunuz bana verildiğinde de değerlendirdim ve doğrusu her iki dönemde de sizi “olmamış” ve “kırılgan” olarak gördüm. Vâdedilen Mesih’in (a.s.) ağzından çıkan “Gerçek şudur ki sizi götürmek istediğim yöne doğru daha yüzlerinizi dahi çevirmemişsiniz” cümlesinin gerçeğine bizzat şahit oldum. Bazı nadanlar “belki de biz o gaybi haberi doğrulayanlardanız” derler. Ama bunlar bilmez ki Mümin, hakkında verilen kötü gaybi haberleri yerine getirmekten sorumlu değildir. Mümin’in görevi şudur ki eğer hakkında “Allah (c.c.) yoluna şu kadar para harcayacaktır” veya “mal varlığını Allah’ın rızası için verecektir” denmişse acele edip bunu gerçekleştirsin ve göklerden inip zorla ondan mal varlığını alan melekleri beklemesin. Böylece çifte sevap kazanmış olur. Hem malını harcayarak Allah’ın rızasını kazanmış olur hem de hayırlı bir gaybı-haberi gerçekleştirmiş olur.
Ama hakkında “birisini öldürecek” veya “falanca günaha karışacak” denmişse bu sefer secdeye kapanıp isterse ağzı burnu çürüyüp yok olsun, Allah (c.c.) tarafından bu haber geri alınana kadar secdeden kalkmaması asıl görevi olur. Bu sebeple “biz herhalde o gaybı haberi doğrulayanlardanız” diyorsa bu cehaletini gösterir. Ayrıca zaten Vâdedilen Mesih’in “daha o tarafa yüzünüzü dahi çevirmediniz” demesi bir gaybi haber değildir; geçmişte olanlar hakkında görüşüdür. Bu, o zamandı. Ama şimdi bakın; Vâdedilen Mesih’in zamanı geçti ve ardından onun birinci halifesinin zamanı da geçti. Şimdi onun ikinci halifesinin dönemindesiniz. Eğer hala yüzünüzü o tarafa çevirmediyseniz; siz söyleyin; neyi bekliyorsunuz ve ne zaman çevirmeyi planlıyorsunuz? Ne kadar yaşayacağınıza dair bir söz mü aldınız? Kendinizi değiştirene kadar ölmeyeceksiniz diye bir garanti mi var? Vâdedilen Mesih’in gösterdiği yola yürümek için neyin değişmesini bekliyorsunuz? Ne olacak da kıpırdayacaksınız?