Allahcc Kuran-ı Kerim’de şöyle buyurmuştur:
“Ey inananlar! Allah’tan sakının ve kavl-i sedid (hem doğru hem de dolambaçlı olmayan bir söz) söyleyin. (Böyle yaparsanız) O, sizin için amellerinizi düzeltir, günahlarınızı bağışlar. Kim Allah’a ve Peygamberine itaat ederse, şüphesiz o büyük başarıya ulaşır.[1]”
Bugün dünya barış arayışındadır. Ama ne yazık ki, amacına diplomasi yollarıyla ulaşmaya çalışmaktadır. Sözlük bakımından uluslararası ilişkileri düzenleyen antlaşmalar bütünü veya güç bir görüşme sırasında gösterilen ustalık ve becerikliliğe, “diplomasi” denmektedir. Ama fiilen diplomasi dolambaçlı kelimeleri ustaca kullanma sanatı anlamındadır. Bu sanatta bir kelime öylesine ustaca kullanılır ki, görüşmeyi yürüten kimse bir kelime kullanır ve kullandığı kelimenin bir manasını zihninde tutarken, muhatabın aklına kelimenin başka bir mefhumunu yerleştirmek üzere gayret gösterir. Diğer bir deyişle, diplomatik kelimeler dolambaçlı olup, bir birine ters düşen zıt anlamlar ihtiva ederler. Ancak İslam, insanın iç ve dış, maddi ve manevi, toplumsal, ulusal ve uluslararası huzuru ve barışını sağlamak için dolambaçlı ve diplomatik kelimelerin terk edilmesini ve yerine “kavl-i sedidin” kullanılmasını talep etmektedir.
Vadedilen Mesih’in III. Halifesi Hz. Mirza Nasir Ahmedar şöyle buyurmaktadır: “Kuran-ı Kerim sadece doğruyu söyleyin demekle yetinmeyip kavl-i sedidin söylenmesini istemektedir. Yani derece ve makam açısından en üstün olan doğru söz, içinde hiç bir şekilde dolambaçlık bulunmayan ve her türlü kurnazlıktan müberra kılınmış (aklanmış) bir söz.
Bazı sözler doğru olur, ama onları sarf ederken insan kurnaz ve uyanık davranır. Ama İslam bundan yana değildir tersine kavl-i sedidin kullanılmasını öğretmektedir… Bunu yapmadan dünyada barış sağlanamaz. Birinin ötekine güvenmediği bir dünyada barış ve huzur nasıl yerleşebilir ki?
Böyle bir dünyada suizan hâkim olacak ve herkes “konuşma esnasında kandırılmış olabilirim” diye düşünecektir. Ama eğer bir milletin alâmeti farikası “kavl-i sedid” olursa, o zaman herkes “bunlar söylediklerini uygulamaya geçiren kimselerdir” diyeceklerdir. Barış ve huzur boş lakırdılar sarf etmekle sağlanmaz… Barışın sağlanmasını istiyorsanız, o zaman doğruyu söyleyin. Sadece doğru sözle yetinmeyip “kavl-i sedid” söyleyin; içinde hiçbir eğrilik bulunmayan dosdoğru söz söyleyin.[2]”
Hz. Muslih Mevudra “kavl-i sedidi” şöyle açıklar:
“Sedid, eğrilikten arınmış ve müberra (aklanmış) dosdoğru söze denilir. Bir söz doğru olduğu halde, vakti ve zamanı geldiğinde ondan kurtulmak gayesiyle içinde, tuzak bulunabilir. Ama sedid olan bir sözde bunun ihtimali yoktur. Kavl-i sedid her türlü gizli tuzak ve sahtekârlıktan uzaktır.[3]”
Allahcc “kavl-i sedidi seçin” buyurmaktadır. Bu şu anlama gelir; Sözünüz ve ameliniz doğruluk ihtiva etmelidir. İçlerinde eğrilik bulunmamalıdır. Sözünüz ve ameliniz her türlü dolambaçlılıktan arınmış halde gerçekle dopdolu olmalıdır. Sarf ettiğiniz söz, her türlü eksiklikten müberra olmalıdır.
Kavl (söz) kelimesi, amel manasına da gelir. Mesela hadislerde Peygamber Efendimizinsav guslünden bahsedilirken “kala beyedehi” ifadesi yer alır. O zaman Arapça’da, “kulu kavlen sediden” in manası “i’malu amelen sediden” olacaktır.
Şimdi kavl, söz manasında olduğunda aşağı mertebededir. Bundan dolayı insanoğlu bunu pek umursamayıp, kalplerinde bulunmayan gereksiz ve boş laflar sarf ederler. Bundan ötürü Allahcc “sözünüz sedid olunca ameliniz kendiliğinden sedid olur” buyurmaktadır.
Kavl kelimesi gönül için de kullanılır, yani kalpte saklı olan bir söze de kavl denilir. O zaman bu ayet-i kerime, “önce kalbinizi düzeltin” demek istemektedir[4].
Arapçada kavl-i sedid ve kavl-i sadık (doğru söz) birbirlerinden farklıdır. Diğer dinler sadece doğruyu söylemeyi emretmektedir. Ama İslam, “sözünüz doğru olmakla beraber sedid de olmalı” demektedir.
Bir söz doğru olup kavl-i sedid olmayabilir. Ama her kavl-i sedid mutlaka doğru olur. Kavl-i sedid dolambaçlı ve eğri olmaz. O anlam açısından doğru olmakla kalmayıp konuşurken insanın içinde sakladığı düşünceler açısından da doğru olur.
Söz doğru ama muhatabın zihnine yerleştirmek istediği mefhumu ve anlamı doğru olmayan veya kalbindeki mefhumu farklı olup karşısındakinin başka bir mefhumu algılanmasına yol açan bir söz kavl-i sedid değildir. Böyle bir durumda diğer taraf itiraz edince, “sözümden kastettiğim şey başkaydı” deyip karşılık verilir.
Kısacası bazı sözler kavl-i sadık olup kavl-i sedid değillerdir. Ama İslam “sözünüz daima sedid olmalı” diye öğretmektedir. Anlaşmazlıkların çoğunun sebebi yalan olmayan ama iç itibarıyla kandırmaca niteliğinde olan sözlerdir. Bundan ötürü İslam “dolambaçlı ve eğri olan söz söylemeyin” demektedir. Söylediğiniz söz hakkında “sözüm doğrudur” demeyin. Tersine “sözüm sedid olup içinde hiçbir eğrilik bulunmamaktadır” deyin buyrulmaktadır.[5]
Hz. Muslih-i Mev’udra bu konuda önemli ve ince bir ayrıntıya dikkatimizi çekip şöyle buyurmaktadır: “Kavl-i sedid, ağızdan çıkan her boş lakırdının sarf edilmesi demek değildir. Bunun belli sınırlar içinde tutulması gerekir. İnsan karşısındakinin duygularını da göz önünde bulundurup sarf ettiği sözün muhatap üzerinde bırakacağı etkiyi de göz ardı etmemelidir. Bu her iki prensibe riayet edip ahlak çerçevesinde kalmak şartıyla kavl-i sedid kullanıldığında hiçbir tartışmaya mahal kalmaz ve kimse de gücenmez. Bunu bir örnekle şöyle anlayabiliriz: Arkadaşımızın birisini davet etmek isterken “ister gel ister gelme” şeklindeki bir ifade kavl-i sedid olduğu halde dostumuzun kalbini mutlaka incitir.[6]”
Aslında kûlû kavlen sediden ayetinin anlatmak istediği şudur: “Amellerinizin içinde kesinlikle hiçbir açıdan sahtekârlık ve kandırmaca olmamalı. Kavl-i Sedid doğruyu söylemekten daha ileriki bir derecedir ve makamdır. Doğru söz içinde bazen eksiklik bulunur. Ama kavl-i sedid içinde eksiklik bulunmayıp dosdoğru olur. Nitekim doğru söz ve kavl-i sedid arasında farklılık vardır. Bir kimsenin kusuru ve ayıbı anlatılınca bizler, “anlatıklarınız doğrudur ama kavl-i sedid değildir” demeliyiz.
Adamın biri Peygamber Efendimizesav gelip “birileri hakkında doğru bir şeyin anlatılması niçin günahtır” diye sordu. Peygamber Efendimizsav ona “anlatılan gerçeğe aykırı ise yalan sayılır, ama doğru ise adı gıybettir ve o da günahtır” diye cevap verdi.
Kısacası gıybette anlatılanlar doğru olmasına rağmen kavl-i sedide aykırıdır.
Buna ilaveten insanların kusurları ve eksikliklerinin beyan edilmesi durumunda, söylenen doğru olmasına rağmen kavl-i sedid değildir. Mesela kör olan kimseye “kör” dememiz, doğru bir söz olduğu halde kavl-i sedid değildir. Çünkü kavl-i sedidde hem gıybeti hem de alayı terk etmek zorundayız. Bunların her ikisi de İslam’da yasaklanmıştır. Nitekim gıybet eden kimse hakkında “o doğruyu söylüyor” demekle beraber “o bir günah da işliyor” diyeceğiz. Çünkü dedikodu, dalga geçmek ve istihza etmek, salih amel değildir. Salih amel ise kavl-i sedid ile işlenir. Kısacası kavl-i sedid ve doğru söz arasında büyük farklılıklar vardır. Kavl-i sedid, hayırlı bir vakit ve zamanda hayırlı bir yol izlemek suretiyle işlenmiş hayırlı bir amele denilir. Bundan dolayı Allahcc hayırlı amelden bahsederken “amelus salihat” da buyurmaktadır. Yani hayırlı bir iş, hayırlı bir vakit ve zamanda işlenirken söz konusu işi yapmak için kullanılan yöntemin de mutlaka salih olması lazımdır. Salih amel uygun bir zaman ve yerde hayırlı bir vesile kullanmak suretiyle gerçekleştirilen bir ameldir. Nitekim gıybet, alay etmek ve dalga geçmek salih amel değildirler. Çünkü bunların her ikisinde doğruluk bulunmasına rağmen, bu doğru söz uygunsuz bir zaman ve yerde vuku bulduğu için salih amel olamaz. Kısacası Allahcc “Doğruyu tercih edin” buyurmayıp, aksine “Kavl-i Sedid”i tercih etmemizi emretmiştir.[7]
Raşit Paktürk
[1] Ahzab suresi, ayet 71-72
[2] Meş’al-ı Rah, c.2, s.467
[3] Hutubat-ı Mahmud, c.3, s.127-128
[4] Hutubat-ı Mahmud, c.3, s.158-159
[5] Hutubat-ı Mahmud, c. 3, s.259-262
[6] Hutubat-ı Mahmud, c.3, s.261
[7] Hutubat-ı Mahmud, c.3, s.439-441