Allah’ı kabul etmek – Barış kilidini açmanın anahtarı

9 Mart 2023

Dünya hızla felaket boyutunda bir dünya savaşının içine savrulurken, Ukrayna – Rusya çatışmasının da hiçbir azalma belirtisi göstermeyerek, daha geniş bir çatışmaya dönüşme tehdidi, mevcut tüm çözümlerin anlamsız olduğunu göstermektedir. İmkânsız olarak görülen bir nükleer savaş potansiyeli, artık bir olasılık olarak yaygın bir şekilde dile getirilmektedir. Hızla toplanan mahvoluş bulutları dalgasını durdurmak ve gerçek barışı tesis etmek üzere farklı bir çözüm gerekmektedir.

4 Mart 2023 tarihinde, Müslüman Ahmediye Cemaati’nin Dünya Çapındaki Başkanı, Beşinci Halife, Mirza Masrur Ahmed Hazretleriaba, Birleşik Krallık Müslüman Ahmediye Cemaati’nin ev sahipliğinde düzenlenen 17. Ulusal Barış Sempozyumu’nun açış konuşmasını yaptı. Aynı zamanda etkinlik, 2015 senesindeki yangından sonra yeniden inşa edilen Beytul Futuh Camii’nin beş katlı yapısının açılışı işlevini de gördü. Organizasyona 40 ülkeden, 500’ünü Bakanlar, Büyükelçiler ve Parlamenterler gibi ileri gelenlerin oluşturduğu, 1500’ün üzerinde kişi katıldı. Bu vesile ile Huzur tarafından yapılan konuşmanın resmi metni aşağıda sunulmaktadır:

Taavvuz ve Besmele okuduktan sonra, Müslüman Ahmediye Cemaati’nin Dünya Çapındaki Başkanı, Vadedilen Mesih’inas Beşinci Halifesi Mirza Masrur Ahmed Hazretleriaba şöyle buyurdu:

‘Tüm seçkin konuklar, Esselamu Aleyküm ve Rahmetullahu ve Berekatuhu – Allah’ın selâmı ve bereketleri üzerinize olsun.

Öncelikle bu akşam burada bizimle birlikte olan tüm konuklarımıza en içten teşekkürlerimi sunmak istiyorum. COVID salgını nedeniyle son birkaç yıldır bu şekilde bir konuk kabulünü yapmamız mümkün olmadı. Bu vesileyle, dört yıllık bir aradan sonra bugün, gerek eski, gerek yeni tüm dostlarımızı yeniden ağırlayabilmenin mutluluğunu yaşamaktayız. Bu etkinlik, Beytul Futuh Camii külliyesinin yeniden inşa edilen idari bloğunun açılışı için düzenlenmekte ve açılışın yanı sıra Ulusal Barış Sempozyumumuzu da gerçekleştirmekteyiz. Bu sebeple, kısaca bir caminin amaçlarından bahsetmeye çalışacağım ve ayrıca dünyanın mevcut durumu, keza küresel barış ve güvenliğin nasıl sağlanacağına dair düşüncelerimi de sunacağım.

Gerçek bir Müslümanın Temel Değerleri

İnancıma göre, hemcinslerimize ve Allah’ın tüm mahlûkatına karşı sorumluluklarımızı yerine getirmeden, Yüce Allah’ın haklarını yerine getirmek ve O’nun yakınlığını elde etmek mümkün değildir. Bundan dolayı gerçek Müslümanlar hayatlarını barış içinde yaşarlar ve toplumda barış, hoşgörü ve uzlaşıyı yaymaya çalışırlar. Aslında Müslüman Ahmediler, cemaatimizin kurucusunun Yüce Allah tarafından insanoğlunun dikkatini, Yüce Allah’a kulluk sorumluluklarını yerine getirmek, insanların haklarını karşılamak, keza bütün dünyaya barış ve huzuru yaymak için çalışmak şeklinde belli başlı temel İslami ilkelere çekmek üzere gönderildiğine inanırlar. Kendisi, Yüce Allah’ın ibadeti ile insanoğlunun haklarının yerine getirlimesi arasında doğrudan bir alaka olduğunu açıkça ortaya koymakla, bizlere bir barış mirası bırakmıştır.

Ana camiye bitişik ve bundan dolayı külliyenin bir parçası olan bu binada toplandığımız için bu dikkate almamız gereken bir şeydir. Camiler Yüce Allah’ın ibadeti için yapılırlar ve Kuran-ı Kerim’de buyurulmaktadır ki, Allah’ın mahlûkatının haklarını yerine getirmeyen bir kimsenin duası ve ibadeti kabul görmeyecektir. Aslında Kuran-ı Kerim buyurmaktadır ki, insanların haklarını gözetmeyenlerin ibadetleri, kurtuluşlarından ziyade, kendilerinin çöküş ve aşağılanmalarına vesile olacaktır.

Mescitler – Bir Barış Durumuna Adım Atma

Bundan başka şunu da not etmek önemlidir ki, Müslümanlara Mekke’deki kutsal ev Kâbe-i Şerif istikametinde cami inşa etmeleri ve ona doğru ibadet etmeleri buyrulmuştur. Ancak kişinin sadece fiziksel olarak yönünü Kâbe’ye çevirmesi yeterli olmayıp, Müslümanlar ve mescitlerinin, Kuran-ı Kerim’in Al-i İmran Suresi 98. ayeti kerimesinden belirtilen hedefleri de yerine getirmeleri gerekmektedir. Orada buyurulmuştur ki, Allah’ın mübarek Evi’ne her giren emniyete girecektir. Bu Kuran ayeti, gerçek bir Müslümanın bir mescide girince bizzat barış durumuna adım atacağı ve Allah’ın haklarını ve emirlerini yerine getirmekle diğerleri için bir barış ve güvenlik yol göstericisi olacağı anlamına gelmektedir. Bütün mescitlerimiz, sadece Yüce Allah’ın ibadetinde bulunulan bir yer olmakla kalmayıp, aynı zamanda insanoğlunun haklarının yerine getirilmesi, keza dünyada barışın sağlanması için de vesile olan Kâbe’yi manevi olarak yansıtmaktadırlar.

Müslüman olarak bizler günde beş vakit namaz kılarız ve her namazda Kuran-ı Kerim’in ilk suresini okumakla mükellefiz. Onun ikinci ayet-i kerimesinde Yüce Allah, bütün âlemlerin ve tüm insanların Rabbi olduğunu beyan etmektedir. O, sadece Müslümanların Rızık Vereni olmayıp, aynı zamanda O, Hıristiyanların, Yahudilerin, Sihlerin ve esasen tüm din ve inançlardan insanların rızkını ve geçimlerini sağlamaktadır. Kendilerine hayat bahşeder ve O, Lütfu ve Merhameti ile onların tüm temel ihtiyaçlarını karşılar. Netice olarak, Kuran-ı Kerim’in en başından itibaren Müslümanlara öğretilen şudur ki, İslami öğretinin temel direği, halis bir Müslümanın diğer inanç ve dinlere mensup kimselere asla zarar vermemesi, hiçbir şekilde nefret beslememesi, keza onlar hakkında asla kötü konuşmaması gerektiğidir, çünkü biz hepimiz Yüce Allah’ın mahlûkatıyız.

Gerçekte bizim samimi inanç ve öğretimiz, Yüce Allah’ın, O’nun lütfunun kıymetini bilmeyenlerin ve Kendisinin varlığını inkâr edenlerin de ihtiyaçlarını karşıladığıdır. O, sadece onların rızıklarını sağlamakla kalmaz, aynı zamanda kendilerine emeklerinin karşılıklarını da verir. Bu, iman ettiğimiz Rahmet eden Allah kavramıdır. Şüphesiz böyle Merhametli bir Allah’a iman edenler, asla başkalarının huzur ve esenliğini baltalamaya çalışmazlar. Bundan dolayı, Müslüman Ahmediye Cemaati’nin bütün dünyada barış ve uyumu yaymaya çalışması, sadece böylesi müşfik ve sevgi dolu bir Tanrı’nın yakınlığı ve sevgisini kazanmak içindir. Cemaatimiz 19. yüzyılın sonunda kurulduğundan bu yana biz, başkalarını Yüce Allah’a davet etmenin yanısıra, karşılıklı uzlaşı ve hoşgörü mesajını tutarlı bir şekilde uyguladık ve tebliğ ettik, keza yeryüzünde gerçek barışı sağlamak üzere çalıştık.

Barış – Altın Bir Anahtar

Daha önce de belirttiğim üzere, pandemi öncesinde her yıl bu Ulusal Barş Sempozyumunu düzenlemekteydik ve barış uğrunda yol almak çabasıyla bu etkinliği devam ettirme fırsatına sahip olduğumuz için minnettarız. Ayrıca dünyanın dört bir yanında da benzer konferanslar ve etkinlikler düzenleyerek, sınıfları, inançları, renkleri ne olursa olsun, insanları insanlık sancağı altında buluşturmak ve dünyanın karşı karşıya olduğu sorunlara çözüm bulmak üzere çaba gösteriyoruz. Bizi harekete geçiren gerçek ve kalıcı barışın ortaya çıkmasıdır ki, böylece insanoğlu kendini yok olmaktan kurtarabilsin. Amacımız, dünyanın bir felaketin eşiğinde olduğu konusunda farkındalık yaratmaktır ve insanoğlunu geri adım atmaya, keza yalnızca bugünün insanlarına değil, gelecek nesillere karşı da sorumluluklarımızı göz önünde bulundurmaya teşvik etmektir.

Bizler böyle etkinlikleri, dünyanın kurtuluşunun ancak barışta olduğuna dair kesin inancımızı ilan edebilmek için düzenlemekteyiz. Barış, toplumsal ilerleme ve gelişmeye giden kapıyı açmanın, keza gelecek nesillerimizin başarılı olması ve refaha ermesini sağlamanın altın bir anahtarıdır. Bu mesajı uzun zamandır öğütlememize rağmen, sağır kulaklara rast gelmişiz gibi görünmekte. Temel sebebin, dünyanın büyük bir çoğunluğunun Yüce Allah’tan yüz çevirmesi, keza maddi kazançlar ile dünyevi arayışları nihai hedefler olarak görmeleri olduğuna inanıyorum. Böylesi boş ve açgözlü arayışlar yüzünden insanoğlu, 20. yüzyılda iki tane çok kötü ve acı veren dünya savaşının içine sürüklenmiştir. Geçmişin korkularından ders almak yerine, dünya bir kez daha savaş ve çatışmalar içinde kaybolmaktadır.

Bu noktada şunu açıklığa kavuşturmalıyım ki, suçun yalnızca Müslümanlarda yahut da gayrimüslimlerde olduğuna inanmıyorum, keza zulmün ya da adaletsizliklerin de tek bir grup veya ulusun tekelinde olduğunu söylemiyorum. Zulüm uygulayan veya barbarca eylemler düzenleyen herhangi bir Müslüman yahut da sözde İslami bir grup, dini öğretilerine karşı gelmektedir ve bütünüyle suçlu olarak en şiddetli şekilde kınanmalıdırlar. İslam’ın öğretilerine göre savaş izni, ancak din kurumunun ve inanç özgürlüğünün savaş yoluyla yok edilmeye çalışıldığı olağanüstü durumlarda, bir savunma önlemi olarak verilmiştir. İslam, toprak kazanımları veya jeopolitik ihtirasları gerçekleştirmek adına saldırgan savaşa asla izin vermemiştir ve asla da vermeyecektir.

Savaş Zamanlarında Uzlaşma İçin Pratik Yöntemler

Bunun yanısıra Kuran-ı Kerim, başarı şansı ne denli uzak olursa olsun, barışın sağlanması için mümkün olan her fırsatın değerlendirilmesi gerektiğini de bildirmiştir. Hucurat Suresinin 10. ayet-i kerimesinde Yüce Allah buyurmaktadır ki, iki ulus savaştayken, üçüncü taraflar onları barıştırmaya ve kendilerini barışçıl bir uzlaşıya çekmeye çalışmalıdır. Eğer saldırgan savaşmaya devam edecek olursa, zalimi durdurmak adına güçlerini birleştirmek keza orantılı ve meşru bir güç kullanmak diğer uluslara kalmıştır. Ancak onların zulmü bir kez sona erdiğinde, haksız yere misilleme ve intikamda bulunulmamalıdır. Bu ilke ile alakalı olarak Kuran-ı Kerim, Mâide Suresi 9. ayet-i kerimesinde kesin olarak buyurmaktadır ki, herhangi bir ulusa veya topluluğa düşmanlığın sizi gerçek adalet ve hakkaniyet standartlarına bağlı kalmaktan alıkoymasına izin vermemelisiniz.

Bu doğrultuda, bir ulusun savaş sonrasında ilerlemesini engelleyen, özgürlüğünü, keza refahını sınırlayan cezai yaptırımlar ya da insafsız tedbirlerden, her ne pahasına olursan olsun kaçınılmalıdır. Daha birkaç gün önce Ukrayna’daki savaşın birinci yıl dönümüydü ve ne yazık ki savaşın nasıl ya da ne zaman biteceğine dair emare yok. Her şeye rağmen bu, kimi siyasi liderleri, savaş bittiğinde Rusya’nın uç noktada yaptırımlara tabi tutulması ve yaptıklarının bedelini ödemesi gerektiğini belirtmekten alıkoymamaktadır

Geçenlerde gazeteci Matthew Paris’in, anlamlı bir barış görüşmesinden önce böylesi beyanların yanlış değerlendirildiğini, keza ancak istikrarsız bir durumu daha da kışkırtmak ve barışçıl bir çözüm şansını azaltmaktan başka bir şeye de hizmet etmediğini belirttiği bir köşe yazısı, The Times gazetesinde yayınlandı. Köşe yazarı, siyasi liderler kısa vadeli medya takdiri ve farkındalığı peşinde koşmamalıdır diye yazdı. Kendi ifadesiyle dedi ki, şimdi söylenen sözlerin, hakkında hala bilgimiz olmayan bir gelecek alanına gölgeler düşürmesi mümkündür. Şu sıra, ne mağlup bir Rusya’nın savaş tazminatlarından bahsetmek, ne de Nürnberg tarzı savaş suçları mahkemeleri için çağrıda bulunmak zamanıdır. Ben, onun bu uyarıyı yapmakta haklı olduğuna inanıyorum. Eğer Rusya ve liderleri geri çekilmelerinin kendi mahvoluşlarına yol açacağını bilirlerse, düşmanlıklarını sona erdirmek bakımından onların teşvikleri ne olacak?

Söylediğim gibi İslami öğretiler, bir çatışmaya barışçıl bir çözüm getirmek üzere her türlü çabanın ortaya konulmasını gerekli kılar. Bu nedenle inanıyorum ki, iletişim kanallarını açık tutmak, keza karşılıklı olarak kabul edilebilir anlaşma koşulları bulmaya çalışmak esastır. Yine de, eğer saldırgan eziyet ve yıkıma neden olmaya kararlıysa ve geri çekilmeyi reddediyorsa, o zaman İslam, diğer ulusların birlik olmalarını ve zulmü sona erdirmek üzere orantılı ve gerekli gücü kullanmaları gerektğini öğretmektedir.

Müdahil tarafların amacı, intikam almak ya da saldırganı aşağılamaktan ziyade daima barışı tesis etmek olmalıdır. Ne de onların altta yatan maksatları birilerinin cebini doldurmak yahut da kazanılmış çıkarları arttırmak üzere çatışmayı kullanmak olmalıdır. Aksi takdirde küçük düşürülenler, hiç kuşku yok ki, bir haksızlık ve kırgınlık duygusu güdecekler. Böylesi hüsranlar eninde sonunda mutlaka taşıp, daha fazla çatışmaya yol açacak ve böylece ardı arkası kesilmeyen şiddet döngüsü, her zamankinden daha büyük bir hiddetle dönmeye devam edecektir.

Maalesef ki, tıpkı köşe yazarının da belirttiği gibi, kimi liderler ve yetkililer sağduyulu davranmak yerine, ateşe benzin dökmekten başka bir işe yaramayan beyanlar ve taahhütlerde bulunmaktalar. Onların yorumları, savaşın sona ermesine yardımcı olmak yerine, uzun vadede barış şansını da azaltmaktadır. Benzer şekilde, Ukrayna’daki savaşın son derece tehlikeli bir sonucu, karşıt siyasi blokların ve ittifakların sağlamlaşması olmuştur, keza uluslararası ilişkilerde kullanılan retorik de tüm taraflarda giderek daha düşmanca hale gelmektedir. Örneğin, Rusya ve Çin’in Batı’ya karşı ortak husumetlerine bağlı olarak, nasıl daha yakın ilişkiler kurdukları hakkında çok şey yazılmıştır.

Kan Dökme Döngüsünü Sona Erdirme

İşin aslı, savaş çoğunlukla savaşa yol açar. Ukrayna çatışmasının yayılabileceğine yahut da diğer ulusların ihtilaflarını çözmek adına diplomatik çabaları terk edip güce başvurmaya cüret edebileceklerine dair samimi endişeler bulunmaktadır. Örneğin, Çin kendi kontrolünü ileri sürdükçe, Tayvan’daki durum gittikçe istikrarsız hale gelmektedir. Dolayısıyla dünya liderleri, medya ve diğerleri, Ukrayna’daki savaşın kolayca bastırılabileceği hakkındaki düşünce tuzağına düşmemelidirler.

Bu bağlamda, gazeteci Peter Hitchens geçtiğimiz günlerde ulusal bir gazetede birkaç Batılı ülkenin tanklarını Ukrayna’ya gönderme kararı hakkında bir yazı kaleme aldı. O şöyle yazdı: “Eğer onlar (yani Ukrayna’ya verilen tanklar,) Rusya’nın kendine ait olarak gördüğü bölgeye geçecek olursa, o zaman olacak hiçbir şeye şaşırmayın.” O, şöyle devam etti: “Avrupa’nın büyük bir kısmının radyoaktif bir mezarlığa dönmesi gerçekten olasıdır ve bu sebeple, Amerika’nın (öfkeli ve şiddetli olacak) klasik ilişkileri, bizleri her savaşın ardından olduğu gibi, korku, kayıp, göç, salgın ve yoksulluk dünyasında bir adım daha ileriye taşıyacaktır. Rusya ve Ukrayna hakkında ise o diyor ki: “İki ülke şiddetli bir cebelleşme içerisindedir, çünkü onların derin, katı ve değişmez çıkarları çatışmaktadır. Dışardan herhangi bir güç için sağduyulu ve doğru politika, kendilerini kalıcı bir uzlaşmaya itmeye yardımcı olmaktır, aynı 1945’ten sonra dünyanın Fransa ve Almanya’ya yaptığı gibi. Bunun yerine biz, tanklar gönderiyoruz. Adeta itfaiye yangın çıkarmaya gitmiş gibi.”

Diğer yorumcular da benzer sonuçlar çıkartmaktalar. Yakın tarihli bir röportajda, ünlü ekonomist Prof. Jeffrey Sachs şunları söyledi: “Beyaz Saray’la (2021’in sonunda) temasa geçtim ve ABD, bu NATO genişlemesi sorunu üzerine Başkan Putin ile diplomatik müzakerelere girmezse savaş çıkacağını bildirdim. Bana, ABD’nin bunu asla yapmayacağı söylendi. Bu söz konusu değil. Şimdi karşımızda olağanüstü derecede tehlikeli bir savaş bulunmakta. Ve Doğu Asya’da da, Ukrayna’da savaşa sebep olan taktiklerin aynısını uygulamaktayız. İttifaklar kurmakta, silahlanmayı arttırmaktayız.” O, şöyle devam etmekte: “Çin hükümeti, ‘Lütfen harareti indirin, tansiyonu düşürün’ dedi. ‘Hayır, biz dilediğimizi yaparız’ deyip, şimdi daha fazla silah gönderiyoruz. Bu, yeniden başka bir savaşın tarifi ve düşünceme göre bu dehşet verici.”

Akademisyenler, siyasi uzmanlar ve saygın analistler, insanlık tarihinde çok vahim bir döneme yaklaştığımız konusunda artan bir şekilde uyarıda bulunmaktalar. Örneğin, insan yapımı bir küresel felaket olasılığı tahmininde bulunan ve uluslararası bir bilim insanları paneli tarafından kontrol edilen sembolik Kıyamet Günü Saati kısa bir süre önce, tahmin ettiği küresel bir felakete en yakın zaman olan gece yarısına 90 saniye kalaya çevrildi. Bilim insanları, şimdiye kadar karşılaşılmamış bir tehlike çağında yaşadığımızı belirtmekteler ve kazayla, yanlış hesap ve hatta kasıtlı olarak tetiklenecek önemli bir küresel savaş riskinin bulunduğu konusunda da uyarmaktalar.

Böylesi korkunç uyarıların üzerinde düşünürken kendiliğinden ortaya çıkan soru şudur, dünya bugün şahit olduğumuz savaş ve kan dökme döngüsüne nasıl son verebilir? Dünya, hâlihazırda Ukrayna halkının durumunda olduğu gibi, mağdurları ve adaletsizliğe maruz kalanları desteklemek konusunda çok becerikli olabilir, lakin İslam’ın Müslümanlara sadece zulüm kurbanlarına değil, aynı zamanda suçu işleyene ve zulmü yapana da yardım edilmesini öğrettiği sizi şaşırtabilir. Elbette ki bu, saldırgana daha çok zulüm yapması için özgürlük sağladığınız anlamına gelmez. Aksine, bir saldırgana yardımda bulunmak, onun daha çok vahşet ve adaletsizlikte bulunmasını engellemek demektir.

Rus devletince yapılan yanlışlar ne olursa olsun, aklımızda daha büyük resmi tutmalıyız, o da eğer savaş sona erdirilmeyecek olursa, bu potansiyel olarak yıkıcı sonuçları olan derinleşen bir küresel krize yol açacaktır. Muhalif bloklar daha da sağlamlaşacaktır. Bir dünya savaşı ihtimalini arttırırken, düşmanlık daha da derinlere kök salacaktır. Dolayısıyla, Ukrayna’nın kendini savunduğu halde, dünya güçleri kendisini desteklemeye devam ederken, onların gerek barış görüşmeleri, gerekse iyi niyetli müzakereler yoluyla savaşı bitirmek üzere mümkün olan her türlü çabayı göstermeleri gerekir. Aksi halde korkum o ki, savaş Avrupa’dan öteye ve doğuya, Asya’ya doğru yayılacak ve kim bilir nerede duracak.

Uzun yıllardır geniş çapta bir dünya savaşının riskleri konusunda uyarmaktayım, keza bunun ölümcül ve yıkıcı sonuçlarının anlayışımızın çok ötesinde olacağından da bahsetmekteyim. Böyle bir savaş hakkında uzun zamandır uyarıda bulunduktan sonra, ona daha da yaklaşıyor olmamızdan ve başkalarının da şimdi benzer duygu ve korkuları ifade etmeleri gerçeğinden hiç hoşnut değilim. Aksine, dünyanın milyonlarca masum insanın hayatını kaybedeceği ya da kalıcı olarak yok olacağı korkunç bir dünya savaşına her zamankinden daha hızlı bir şekilde ilerlediğini görmek, bana sadece üzüntü ve acı hissettirmekte.

Gelecek Nesillere Bir Miras Bırakmak

Diğer taraftan, henüz gelmemiş (neslimize) nasıl bir gelecek bırakacağız? Gelecek nesillere bir barış ve refah mirası bırakmak yerine, kendilerine veda hediyemiz, ölüm, yıkım ve sefaletten başkası olmayacak.

Şüphesiz benim ciddi korkum öyle ki, bugünün jeopolitik gerginlikleri bütünüyle kontrolden çıkabilir ve sonuçta bir nükleer savaşa yol açabilir. Şu gerçek hakkında hiçbir yanılsama içinde olmamamız gerekir. Allah korusun, eğer bir nükleer silah kullanılacak olursa, dünyaya öyle bir sürat ve güçle çarpacaktır ki, onun toksik etkileri on yıllar boyunca hissedilecektir. Yüzbinlerce hatta milyonlarca insan, ya anında, ya da akıbetinde ölecektir. Hayatta kalanlar ise, insanlığın tuzla buz olmuş parçalarını toparlamaya çalışırken, perişan ve çetrefilli yaşamlarda acı çekecekler. Gelecek nesiller üzerindeki yıkıcı etkiyi soracak olursanız, sayısız bebek radyasyonun kalıcı etkilerinin bir sonucu olarak genetik kusurlar ve sakatlıklar ile doğacaktır.

Bu nedenle tüm kalbimle dua ediyorum ki, Yüce Allah insanoğluna merhamet eylesin, keza dünya insanları ve özellikle onların liderleri ile siyaset yapıcıları çok geç olmadan doğru olanı anlasınlar. Savaş kışkırtıcılığı ve kabadayılık yapmak yerine, savaşları körükleyip egolarını beslemek keza güç arzularını tatmin etmeye çalışmaktan ziyade, onlar tüm halklar ve uluslar için barış ve güvenliği teşvik etmek üzere bütün kuvvetlerini ve kaynaklarını kullansınlar diye de duada bulunuyorum. Onlar, her çeşit çatışmayı sona erdirecek siyasetleri üreterek, bugünün insanlarının, keza gelecek nesillerimizin iyiliği için insanlığı koruma sorumluluklarının farkına varsınlar. Onlar, savaşın ve kan dökmenin aktörü olmak yerine, barışın ve refahın koruyucusu olsunlar.

Dindar bir kimse olarak kesinlikle inanıyorum ki, bu ancak insanlığın bencilliklerini ve dünyevi arzularını bir kenara bırakıp, Tek Tanrı’yı ​​tanıması ve O’na ibadet etmesiyle, O’nun haklarını yerine getirmesi, keza O’nun öğretileriyle amel etmeye çalışmasıyla mümkündür. Dua ediyorum ki, Yüce Allah insanlara akıl ihsan etsin, keza tüm insanlık, dünyanın Yaratıcısı ve Efendisi olan Yüce Allah’ın bizden talep ettiği temel hedefleri – O’nun ve mahlûkatının haklarını yerine getirmeyi – açıkça ortaya koysun. Âmin. Bu sözlerle, bu akşam bize katıldığınız için hepinize bir kez daha şükranlarımı sunuyorum. Çok teşekkür ederim.”

Önceki

3.03.2023 – Vadedilen Mesih hazretlerinin irfan dolu vaazları ışığında Kur’an-ı Kerim’in faziletleri, ma-kam ve mertebesi ve de yüceliği

Sonraki

17.03.2023 – Kur’an-ı Kerim’in Mükemmellikleri – Allah’ın Mükemmel Sözü Üzerinde Düşünmek