Allah'ın desteğini görmek mi istiyorsunuz: Tebliğ edin! - Müslüman Ahmediye Cemaati

Allah’ın desteğini görmek mi istiyorsunuz: Tebliğ edin!

Tebliğ, Allah tarafından O’nun en sevgili kullarına, yani peygamberlere yüklenmiş mukaddes bir farzdır. Allah’ın bu sünneti bir yandan tebliğ farzının önemini ve azametini ispat ederken diğer taraftan peygamberlerin bu yüce sorumluluğun gerçek bayraktarı ve bu emanetin güvenilir bekçileri olduklarının da ispatıdır. Onların mukaddes hayatlarının her anı bu farzı yerine getirerek ve bu yolda fedakarlıklarla geçer. Onlar canlarını büyük felaketlere siper ederler ve bu yoldaki her zorluğu tam bir geniş yüreklilikle kabul ederler. Enbiya-yı kiram, sünnete uygun olarak zulmün ve sınanmaların vadisinden geçmek zorunda kalırlar. Fakat onların hayatlarında en çok göze çarpan şey, her adımlarında Allah-u Teala’nın onları İlahi yardım ve nusret ile desteklemesidir.

Muhalefetin şiddetli karanlığında onların kalbini kesin iman ile dolduran ve adımlarına sebat veren, Kadir Hüda Teala’nın şu ezeli vaadidir:

Ketebellahu le ağlibenne ene ve rusuli

“Allah’ın kesin takdiridir ki Allah ve O’nun peygamberleri mutlaka galip gelecekler.”

Açıktır ki bu galebe, Allah’ın yardım ve desteği olmaksızın mümkün değildir. Peygamberlerin tarihi, Allah’ın yardım ve desteğinin daima peygamberlerin üzerinde olduğunun delilidir. Onların hayatlarının başı da sonu da İlahi yardım ve destek iledir. İşte onlar bu yardım ve desteğin gölgesi altında, gönderilişlerinin maksadını tam olarak elde ederler. Enbiya-yı Kiram’ın varlığı baştanbaşa tebliğ ve İlahi yardımın göstergesi oldukları için, peygamberlerin hayatlarından örnekler  vererek başlayalım:

Hazreti Nuh’un as düşmanları, Nuh tufanının avı oldular, ama Hazreti Nuh’a inanıp tabi olanları Yüce Allah azametli bir gemi vasıtasıyla korudu.

Hazreti İbrahim’in as karşısına Nemrut çıktı. Delil ve ispat meydanında Hz. İbrahim onu öyle cevapsız bıraktı ki nemrut şaşırıp kaldı. O, kendi gücüne güvenerek Hz. İbrahim’i ateşte canlı canlı yakmak ve Hakk’ın sesini susturmaya çalıştı. Fakat Yüce Allah kendi yardım ve desteğinin öyle bir mucizesini gösterdi ki ateşin hararetli alevleri felaket yerine serinlik ve selamet haberi oldu.

Hz. Musa as Firavun ile karşılaştı. O, Hz. Musa’yı as bir sihirbaz zannederek kendi en marifetli sihirbazlarını karşısına çıkardı. Allah-u Teala’nın destek ve yardımıyla Hz. Musa’nın as asasının bir darbesiyle sihirbazların bütün tılsımları parça parça oldu. Allah’ın sevgili kulu Hz. Musa’ya karşı ne Karun’un hazineleri bir işe yaradı ne de Haman’ın orduları.  Firavun Hz. Musa’yı as helak etmek niyetiyle onu takip edince Hüda Teala kendi kudret ve kuvvetinin keza yardım ve desteğinin öyle bir alametini gösterdi ki, yüksek binalar üzerinden inkar naraları atan Firavun’u suya garkederek denizin derinliklerinde Kendi varlığının delilini verdi.

Hz. İsa’yıas muhalifleri çarmıhta öldürmek isteyince Allah-u Teala kendi yardımının mucizesini gösterdi ve onu çarmıhta ölmekten korudu ve düşmanlarının bütün çabalarını sonuçsuz bıraktı.

Bizim Efendimiz, Hatemü’l Enbiya Muhammed’in sav mübarek devri geldi. Hüda Teala’nın yardım ve nusreti yağmur gibi yağmaya başladı. Tebliğ meydanındaki zorluklar ve musibetler son derece şiddetliydi. Fakat hayatının her aşamasında ve her nazik döneminde Allah-u Teala kendisini nasıl yardımı ve desteği ile korudu, bu da benzersizdir.

Hazreti Resulüllah sav Allah’ın izni ile Tevhid bayrağını kaldırınca Mekkenin reisleri umumiyetle söz dinlemediler ve muhalefete başladılar. Allah-u Teala kendi Habibinin sav bir an bile yalnız ve tek başına kalmasına izin vermedi. Derhal ona fedakar sahabelerin bir cemaatini lutfetti. Onlar kendi takva örnekleriyle sebat ve fedaiyetin benzersiz tarihini yazdılar. Şeğbi Ebi Talip’de üç sene mahsur kaldılar. Bu son derece sabrı zorlayan imtihanda Allah-u Teala kendilerine olağanüstü dayanma gücü bahşetti. Taif olayı da nusret-i İlahi’nin acaip manzarasını gösterir. Efendimiz sav Taiflilerin kötü davranışından mahzun olup bir bağa gidip oturdu. Atılan taşların yaralarından hala kan akıyordu. İşte bu durumdayken Mübelliği Azam’a sav yardım etmek ve gönlünü almak için gökten melekler indiler. Karanlığın çocukları cehaletleriyle bu mücessem nuru reddettiler ama Hüda Teala’nın lütuf ve kereminin himayesi daima onun üzerinde kaldı.

Medineye Hicret vakti gelince Allah-u Teala tekrar yardım ve nusretini nasıl gösterdi. Düşmanın gözüne perde indirerek emniyetli bir şekilde kendisini evinden çıkardı. Düşman takip ederek mağaranın ağzına kadar geldi ama yine de yakalamaya muvaffak olamadı. Ödül hırsıyla Süraka bin Malik takip etti ama tekrar tekrar başarısız oldu ve sonunda af dileyerek ayaklarına kapandı. Medine’ye ulaştığında Allah’ın lutfettiği saygınlık ve azamet de benzersizdir. Mekkeliler kendisini vatanı bırakmaya mecbur ettiler, Medinenin bütün kabileleri ise fiilen onu kral yaptılar.

Bedir meydanında bir çadırda Resulüllah’ın sav tazarru dolu duaları neticesinde toprak ve kum tufana dönüştü ve 313 sahabe, bin kişilik tam teçhizatlı orduyu öyle ibret verici bir şekilde yendi ki dünya bugüne kadar hayret içindedir.

Uhud meydanında yahut Ahzap savaşında, topluca mukabele ederken veya ferdi olarak savunurken, her durumda Hüda Tealanın yardım ve nusreti adım adım kendisiyle birlikte yürüdü.

Bir yerde kendisini tek yakalayan bir düşman saldırmaya hazırlandı. Fakat Resulüllah’ın sav heybetli sesini duyunca kılıç elinden düştü ve titreyerek ayaklarının önüne düştü.

Bir mazlumun hakkını almak için Efendimiz sav Ebu Cehil’in evine gidince, o en şiddetli İslam düşmanı derhal mazlumun hakkını eda etti.

Bir yahudi kadın onun yemeğine zehir karıştırınca Alim ve Habir Allah, kendisine haber vererek korudu.

Bu mübarek vücut, Mekkeden bir suçlu gibi çıkarılmıştı. Yerlerin ve göklerin Sahibi, Kadir Hüda onu bir fatih gibi tekrar geri getirip Kendi nusret ve desteğinin yüce bir örneğini gösterdi. Veda Haccında yüzbinlerce sahabenin toplanması ne kadar iman artırıcıdır. Hangi birini anlatalım. Doğrusu şu ki Efendimiz’in sav hayatının her anı Allah’ın desteğinin ve nusretinin ve olağanüstü yardımının gölgesi altında geçti.

Bu iman artırıcı vadiden hızlıca geçtikten sonra, Peygamberlerin mukaddes örnekleri üzerinde yürüyen Daiyan-ı İlellah (Allaha çağıran tebliğcilerin) hayatlarından birkaç örnek sunalım. Herkim tebliğ meydanına inerse Allah-u Teala’nın desteği ve yardımı daima onun üzerinde olur. Anlatacağımız olaylardan bu, iyi bir şekilde anlaşılabilir.

Olayları beyan etmeden önce birkaç usulî şeyden bahsetmek gerekir. Kuran-ı Kerim’de Allah-u Teala şöyle buyurur:

Şüphesiz Biz, peygamberlerimize ve (onlara) inananlara (bu) dünya hayatında ve şahitlerin aya­ğa kalkacakları günde yardım edeceğiz.[1]

Bu ayet-i kerimede şu açık olarak gözükmektedir: Allah-u Teala sadece, Kendi temsilcisi ve mesajının bayraktarı olan peygamberlerine yardım ve nusret nasip etmez, aynı zamanda peygamberlerin sesine lebbeyk hazırım diyerek imanın bütün gerekliliklerini yerine getiren ve onların örneği üzerinde yürüyerek davet ilellah farzını yerine getirenlere de aynı şekilde yardım eder. Allah’ın sevgili kullarının yollarını takip ederek kendi kendini tebliğ için vakfedenler de kesin olarak Allah’ın sevgi dolu muamelesine nail olurlar. Tebliğ meydanında nusret-i İlahi konusu kendi içinde son derece genişlik ve derinlik taşır. Hazreti Mesih-i Mevud as şiirlerinden birinde şöyle buyurmaktadır:

Hüda’nın pak kullarına Hüda’dan yardım gelir

Geldiği zaman, dünyaya başka bir alem gösterilir

O rüzgar olup yoldaki her (muhalefet) çöpünü uçurur

Ateş olur her muhalifi yakar

Bazen O toprak olur ve düşmanların başına çarpar

Bazen su şeklinde bir fırtına koparır

Kısacası Kullar tarafından Hüda’nın işleri asla durdurulamaz

Yüce Yaratıcı karşısında mahlukat ne yapabilirki?

Batı Afrika’nın ilk mübelliği Hazret Mevlana Abdurrahim Neyyir ra bir gün Nijerya’nın o zamanki başkenti Lagos’ta gayri ahmedilerin merkezi camisine gitti. Tarih 1921. Orada bulunanlardan birisi dedi ki, caminin eski imamlarından biri vefatından önce bize bir rüyasını anlattı. O bir rüyasında Hazreti İmam Mehdi’yi ziyaret etti ve ona,  o bizzat kendisi bu ülkeye gelemeyecek ama onun bir müridi buraya ulaşıp Müslümanların hidayete kavuşmasına vesile olacak, denildi. O anda camide bulunanların hepsi tek bir ağızdan İmam Mehdi’yi as tasdik ettiler.

Hazret Mesih-i Pak’ın as sahabesi olma şerefine haiz, Mevlana Abdurrahim Neyyir ra şöyle buyurur:

Bunu duyunca güzel talihimin tasavvuru ile gözlerimden yaşlar boşandı. Bu olaydan birgün sonra camiden iki temsilci kendisinin yanına geldiler ve onların hepsinin Ahmediye Cemaatine katılmak istediği mesajını getirdiler. Mevlana Abdurrahim Neyyir ra o fırkanın baş imamını ve kırk temsilcisini, bütün topluluğun temsilcisi olarak biat etmeleri için çağırdı. Nitekim bu şekilde o fırkanın,  sayıları onbini bulan fertleri bir vakitte biat ederek Ahmediye Cemaatine katıldılar.

Bangladeş’li bir arkadaş anlatır:

Cemaatten olmayan  bir arkadaş, cemaatin kitaplarını okuyarak yavaş yavaş cemaate yaklaştı ve büyük bir istekle bizim yayınlarımızı okumaya devam etti. Bu sırada onun gözlerinde öyle bir hastalık oluştu ki doktorlar açık olarak şimdi senin gözlerinin nuru yok olacak dediler. Bunu onun başka bir gayri ahmedi arkadaşı duyunca kınamaya başladı ve sen Ahmedilerin kitaplarını okumaya devam et, sen o kitapları okudukça gözlerine cehennem giriyor ve gözlerinin nurunu yok ediyor dedi. Bu senin o kitapları okumanın cezasıdır. O gayri ahmedi arkadaş bu durumda perişan oldu ve bu hastalığı büyük bir sıkıntı içinde ahmedi arkadaşına anlattı. Ahmedi arkadaşı ona, sen mutmain ol, sen de dua et, ben de dua edeceğim, Ahmediye Cemaatinin imamına da dua için yazacağım dedi. İnşallah Allah’ın lütfunu görürsün. Nitekim birkaç gün içinde onun gözleri iyileşmeye başladı ve gitgide gözlerinin bütün nuru geri geldi. İkinci defa doktora gittiğinde doktorlar ona, o tehlikeli hastalıktan hiçbir iz kalmadığını söylediler.

Başka bir olay Hazreti Mesih-i Mevud’un as bir ermiş sahabesi Mevlana Gulam Resul Raciki’nin ra bir olayıdır. Onun bütün ömrü tebliğ ile geçti. Allah-u Teala kendisine dualarını kabul etmenin özel mucizelerini bahşetmişti. Bir yerde kendisi şöyle der:

Ahmediyeti tebliğ etmenin bereketiyle benim içimde manevi bir durum oluşmuştu. Bazen ağzımdan her hangi kelimeyi çıkarırdım ve hasta veya ihtiyaç içinde olana dua ederdim, Kerim Mevlam o anda benim maruzatımı kabul buyurur ve insanların sıkıntılarını giderirdi.

Bir defasında kendisi bir köyde tebliğ toplantısında konuşma yaptı ve Ahmediyetin doğruluğundan ve Hazreti Mesih-i Mevud’un as mucizelerinden özellikle bahsetti. Bu başarılı toplantıdan sonra namaz kılmak için camiye gittiğinde arkasından iki çiftçi de geldiler ve seslenerek, herhangi bir keramet gösteremedikten sonra Mehdi ve Mesih’in geldiğini iddia etmek neye yarar dediler. Onlardan biri dedi ki, benim kardeşim bir buçuk yıldır hıçkırık hastalığından muzdariptir. Ne hekimlerin ne de doktorların ilaçları bir şe yaramadı. Eğer Ahmediyet doğru ise bir örnek gösterin de insanlar gözleriyle Ahmediler ve diğerleri arasındaki farkı görsün. Mevlana Gulam Resul Raciki ra diyor ki, Allah kalbimde özel bir durum yarattı. Dedim ki peki, tamam, nerdedir o hasta getirin bakalım. O adam kardeşini benim önüme getirdi. Ondan sonra ne oldu? O hasta benim önüme geldiğinde ben içimde gizli bir güç ve manevi bir kuvvet hissettim. Şöyle ki, bende bu hastalığı yok etmek için Hüda Teala tarafından mucizevi bir güç olduğunu hissettim. Nitekim ben o anda hastaya dedim ki, benim önümde bir yanının üzerine uzan ve üç dört dakika kadar hızlı hızlı nefes al. Ben bunu ilhami bir teşvik ile söylemiştim. Hasta dediğimi yaptı, ondan sonra ben ona kalkmasını söyledim. Kalktığında onun hıçkırığı kesinlikle yoktu. Orada bulunanlar bu kerameti görünce hayret içinde kaldılar. O iki kardeş yüksek sesle, biz Mirza sahibin (Mesih-i Mevud’u as kastediyorlar) gerçekten doğru olduğunu kabul ediyoruz diye ilan ettiler.

Hazret Mesih-i Mevud’un as başka bir sahabesi Müftü Muhammed Sadık ra beyan eder:

Ben tebliğ için ingiltereye gidiyordum. Fransadan geçmek için gereken para iki pound eksikti. Ben, birinden borç alırım diye düşündüm fakat gemide hiçbir tanıdık yoktu. Üzüntü içinde kalınca şöyle dua ettim: Ey yerlerin ve göklerin sahibi! Ey karaların ve denizlerin yaratanı! Sen herşeye kadirsin ve Sen her güce ve kuvvete sahipsin. Ben tebliğ yoluna çıktım ve Sen de biliyorsun ki şu anda benim iki pounda şiddetle ihtiyacım var. Sen bana bu iki poundu veriver. İster gökyüzünden indir, ister denizden çıkar, ama mutlaka ver. Duadan sonra içimde kesin inanç oldu ki benim bu ihtiyacım mutlaka karşılanacak. Fakat nasıl olacağını hiç düşünemiyordum. Tamamıyla yabancı bir yerde tanımadığım adamlar arasındayım, bu para nasıl gelecek.

Allah’ın kudretine bakın! Gemi giderken giderken, hiç programda olmayan bir yerde aniden durdu. Ben, belki bir Ahmedi arkadaşla görüşebilirim umuduyla karaya çıkmak istedim fakat izin verilmedi. Bir müddet sonra bir de ne göreyim, gemiye doğru bir sandal geliyor. Sandalda bir Ahmedi arkadaş Hacı Abdulkerim sahip vardı. O, bir şekilde benim İngiltereye gittiğimi öğrenmişti. Görüştükten sonra geri dönmek için kalkarken benim cebime iki pound koyarak şöyle dedi: Size tatlı getirmek isterdim ama geminin nerede duracağını bilmiyordum. O yüzden bu iki poundu tatlı için alın.

Bu olayda sözkonusu olan iki pound değil; Allah yolundaki bir mücahidin ihtiyacı Allah-u Teala tarafından nasıl mucizevi bir şekilde karşılanmıştır, işte bakılması gereken budur.


[1] Mümin suresi, ayet 52

Bir Öncekini Oku

Mümin ve Müslim arasındaki fark

Bir Sonrakini Oku

Sadece Kötülüğün Terk Edilmesi Yeterli Değildir