Allah Dostlarına Verilen Berekete Nail Olmanın Yolu
İnsan Allah’a (c.c.) olan imanını fiilen ispat etmedikçe, Allah’ın (c.c.) yakın dostlarına verilen feyiz ve bereketi elde edemez. İmanen ve fiilen son derece yüksek makama ulaştıkları ve Allah’ı (c.c.) her şeyden üstün tuttukları için onlara bu feyiz ve bereket verilir. Boş bir dille zikretmek veya tesbih çekmek İslâmiyet demek değildir. Allah’ın (c.c.) özel lütuf ve yardımına mazhar olunsun diye, insan gerçek bir çaba gösterip yüksek makama ulaşmalı.
Şimdiye kadar geçen peygamberler ve evliyaların hepsi son derece pak ve temiz idiler. Onlar diğer insanlar gibi göstermelik bir oruç tutmak, zekât vermek, namazda rükuyla secde edip Fatiha’yı okumakla kalmayıp, varlıkları üzerinden öylesine bir ölüm geçirmişlerdi ki gözlerinde dünya bir ölü, varlık olarak da yalnızca Allah (c.c.) kalmıştı. Dertlerin çaresi ve hakiki Rab olarak sadece O’na inanırlardı. Gerçek bağları sadece O’nunla idi. Her an aşkıyla sarhoş idiler. Bu makama ulaşmış olanlara yardımda bulunup onlara gaybî bir destek sağlamak ve her yolda onlara zafer kazandırmak öteden beri Allah’ın (c.c.) değişmez kanunudur.
Eğer insan bir haramiyi veya hırsızı içtenlikle severse ve hırsızda sevildiğini bilirse en azından kendisini seven kimsenin evini soymaz. Düşünmeye değer! Eğer sevgimizden dolayı hırsız ve haramilerden bile bu kadar iltifat alabiliyorsak, o zaman Allah’tan (c.c.) lütuf inmez mi acaba?[1]
Sadece Kötülüğün Terk Edilmesi Yeterli Değildir
Sadece kötülüğü terk etmek bir şey değildir. Bununla beraber insan iyilik de yapmalı.
Adamın biri arkadaşının evine davetli olarak gitmiş. Ev sahibi misafirini en iyi şekilde ağırlamış. Misafir yemek yedikten sonra ev sahibine, beni ağırladığınız için size zahmet oldu. Ama ben de size büyük bir iyilikte bulundum, demiş. Ev sahibi misafirine, efendim size minnettarım buyurun, demiş. Bunun üzerine misafir, sen evinde yokken ben burada yalnızdım, isteseydim evini ateşe verip sana binlerce rupilik zarar verirdim. Evin ve eşyan kül olurdu, demiş.
Dikkat ederseniz bu kişi kötülüğü terk etmekle gurur duyuyor. Ama bu hikâyeden sadece kötülüğün terk edilmesinde bir güzelliğin bulunmadığı ve bunun gurur duyulabilecek birşey olmadığı herkesçe anlaşılabilir.[2]
Ben tekrar esas konuya dönüp, insanın kötülüğü bırakması yetmez diyorum. Çünkü bunu hayvanlar bile becerebilmektedir. İnsanın erebilmesi için kötülüğü terk edip her bakımdan mükemmel olan iyilikleri yapması gerekir. O şerri terkedince Allah (c.c.) ona şerbet-i kafurîyi içirir yani günaha teşvik edici duyguları azalır.
Kısacası anlatmak istediğim, sadece günahtan kaçınmak bir marifet değildir. Cemaatimiz bununla yetinmemeli. O günahtan kaçınmak ve iyilik yapmak, her ikisini de elde edebilmek için çaba sarf etmeli ve duaya sarılmalı. Cemaatimiz Allah’ı (c.c.) saf ve kandırılabilecek birisi sanmasın. Rezil kimse (kendince) iyilik ve dürüstlük adı altında Allah’ı (c.c.) kandırmak istiyor. Hâlbuki Allah (c.c.) onu daha da rezil edecektir.[3]
Kötülüğü terk ettim diye şımarmayınız. Her türlü riya ve eksiklikten arınmış iyilikler yapılmadıkça insan Allah’a (c.c.) erişemez. Ateşin odunu yaktığı gibi riya da iyiliği yok eder. Size doğruyu söyleyeyim, iyilikte bulunup onu gizli tutmak isteyenden üstün bir merd-i Huda yoktur. Allah (c.c.) ile içtenlikle barışanı O, şereflendirir. Allah (c.c.) için gizlice yaptığınız bir iş hep gizli kalacak diye düşünmeyiniz.
Riyadan üstün iyiliğin düşmanı yoktur. Riyakâr bir kalp riyadan payını almadıkça huzur bulamaz. Ama riya iyiliklerinizi yok eder ve elinizde hiç bir şey kalmaz. Ne mutlu riyadan sakınana ve her işi Allah (c.c.) rızası için yapana.
Riyakârın tuhaf bir hali vardır. Allah (c.c.) için harcamaya gelince tutumlu ama riya söz konusu olunca cömert kesilir, bir yerine yüz verir. Bu yüzden bu hastalıktan korunmanız için dua ediniz.[4]
Hindu, Hıristiyan ve başka milletlerden bazı kimseler bile bir takım günahları işlemezler. Mesela, yalan söylemez, kimsenin malını yemez ve borcuna sadık kalıp onu geri öderler. Ayrıca toplumla da iyi geçinirler. Ama Allah (c.c.): “Sizden razı olmam için bu kadarla yetinmeyin” buyuruyor. Günahtan kaçınıp iyilikte bulunmadan kurtuluş yoktur. Ben kötülük yapmam diye böbürlenen kimse, cahilin ta kendisidir. İslâm insanı buraya getirip bırakmaz. O günahı tamamıyla bıraktırmak ve ihlâs dolu iyiliği yaptırmak ister. Bu ikisi olmadıkça kurtuluş imkânsızdır.[5]
Görünürde kendilerini günahtan koruyan ve bu iddiada bulunan birçok kimse vardır. Ama bunların hali dış tarafı parlak olup içi iltihap dolu olan çıbana benzer. Bu çıban bütün vücuttan daha çok parlamakta, içi ise iltihap ve pislikle doludur. (Günahtan kurtulma iddiası tek başına yetmez.) Bu iddiayla birlikte bunun doğruluğunu ispatlayan belirtilerin de olması gerekir. Aydınlık ve sıcaklık güneşin çıkışının delilidir. Belirtileri yokken ta gece vaktinde “güneş çıkmıştır” diye iddia eden kimseye kim inanır? Tabii ki hiç kimse! “Allah’a (c.c.) iman ettik” diye iddiada bulunup belirtilerinden yoksun olan kimsenin hali de aynen böyledir. Çünkü o bunun belirtilerinden yani günahın her çeşidinden külli nefret, gerçek arılık, takva, kalbî taharet, Allah’ın (c.c.) feyiz, bereket ve desteğinden yoksundur.
İnsan Allah (c.c.) rızasına aykırı olan her işten vazgeçmeli. O ateş yutmayı günah işlemekten daha kolay görmeli. Allah’tan (c.c.) başka hiçbir dünyevî makam ve ululuk gözünü korkutmamalı. Tersine Allah’ın (c.c.) izni olmadan başkasının gücünün kimseye kâr sağlamaya veya zarar vermeye yetmeyeceğine inanıp onları ölü bir böcek gibi görmeli. Onun her hareketi ve hareketsizliği Allah (c.c.) rızasına tabi olmalı. İnsan benliğinden kurtulup kendisini Allah içinde yok etmeli.[6]
Tövbe ve istiğfarı hokus pokus gibi okumayın. Tersine bunların mana ve mefhumunu göz önünde tutarak gerçekten susamış, istekli bir kimse gibi Allah’a (c.c.) yalvarınız. Tövbede “şu günahı işlerdim artık ona yaklaşmam” diye Allah’a (c.c.) verilen gizli bir söz vardır. Allah (c.c.) örtücü olduğu için insanların günahlarını örter. Onun örtücü olmasından dolayı birçok kimse iyi insanlar arasında sayılmaktadır. Eğer O örtücü olmasaydı, o zaman insanın içinde gizlenmiş bütün pislikler ortaya çıkardı.[7]
Gerçek şudur ki, Allah’ın (c.c.) büyüklüğünü yüreğinde taşıyan tevazu sahibi olmaya mecburdur. O, Allah’ın (c.c.) ganî oluşundan daima korkar. Çünkü Allah (c.c.) nükte navaz olduğu gibi nüktegirdir de. Eğer bir harekete kızarsa o zaman her şey bir saniyede berbat olur. Bu yüzden söylediklerimi dikkate alınız. Bunları hafızanızda saklayınız ve buna göre hareket ediniz.[8]
Aslında her şey muvahebe-yi ilâhîyedir.[9] İktisap[10] ile bunun bir ilgisi yoktur. Nitekim teveccüh ve rikkat O’nun huzurundan nazil olur. O, birini başarıya ve felaha ulaştırmak istediğinde onun kalbine teveccüh ve rikkat[11] nasip eder.[12]
Vadedilen Mesih ve Mehdi
Hz. Mirza Gulam Ahmed Kadiyani
Eserlerden Seçmeler kitabından
[1] Malfuzat; s. 38-39, c.10
[2] Malfuzat; s.4, c.5
[3] Malfuzat; s.660, c.4
[4] Malfuzat; s.665–667, c.4
[5] Malfuzat; s.657, c,4
[6] Malfuzat; s.594–595, c.5
[7] Malfuzat; s.608, c.5
[8] Malfuzat; s.612, c.5
[9] Allah’ın bağışı
[10] İnsanın kendi çabası
[11] Kalbin Allah karşısında yumuşaması
[12] Malfuzat; s.215, c.1