Şimdi sekizinci delili beyan edeyim. Bu delil şimdiye kadar anlattığım delillerden farklı olup apayrı bir deliller silsilesini doğurmaktadır. Diğer delillerde Allah’ın varlığı sadece aklen ispatlanmıştır ama insan aklı verdiği kararlarda yanılabilir.
Bu delil ise bizzat şahit olmakla alakalıdır ve bizzat şahit olmak yanılgı içermez. Çok uzun bir silsile olmasına rağmen zaman sıkışıklığımızdan dolayı tek bir delil olarak toparlamaya çalışacağım.
Unutulmamalıdır ki Allah kendi varlığını ispat etmek için üç beş değil, yedi sekiz değil, yüz binlerce delil vermiştir. Her sıfatı onun varlığının bir delilidir. Biz Allah’ın Rahim, Kerim, Kadir, her şeyi duyan, her şeyi gören bir varlık olduğunu iddia ediyoruz. Eğer merhametli olan, Kerim olup insanların ihtiyaçlarını yerine getiren, zor anlarında onları koruyan ve bütün bunları hem sürekli var olan doğanın kanunlarını kullanarak, hem de özel sebepler yaratarak yapan bir varlık bulunursa o varlığa inanmak zorunda kalırız.
İtiraz edenler bizden bir tane delil istiyorlar. Biz diyoruz ki Allah’ın sıfatlarının cilvelerini inceleyin. Bir değil milyonlarca delil bulacaksınız.
Sıfat-ı İlahi
Ateistler diyorlar ki kendisi şaibeli olduğu gibi sıfatları da şaibelidirler. Her şeyi bilen birisi olduğuna dair ne kanıtınız var? Dediklerimizi duyan birisi olduğuna dair ne kanıtınız var? İnsanlarla konuşan üstün bir varlık olduğuna dair ne kanıtınız var? Her şeyi yapmaya kudretli birisi olduğuna dair ne kanıtınız var?
Bu sorulara cevaben sıfatlarla ilgili delillerin iki türlü olduğunu hatırlatalım.
Birincisinde sıfatları herkesin görebileceği şekilde zuhur ederler ama ikincisinde sadece doğrudan olayların içinde olan birisi Allah’ın ilgili sıfatlarını hissedebilir. Örneğin Allah’ın affetme sıfatı vardır. Bu sıfatın varlığını en iyi şekilde ancak af edilen hissedebilir. Örneğin bir günah işlediğinizde Allah Settar[1] olduğu için akıl almaz bir şekilde sizi muhtemel etkisinden kurtarır ve ayıbınızı örter. Bu durumda başka birisinin haberi bile olmayacağı için ancak siz bu sıfatı fark edip Allah’ın varlığını hissedersiniz. Ama diğer türde herkes ilgili sıfatın cilvesini görebilir ve bu yüzden sadece onları ele alacağım. İnsanın kendisiyle alakalı şeylerin zikri faydalı değildir. Onlardan ancak kimin başına gelirse o faydalanabilir.
Allahın “Aziz” sıfatının ispatı
Kâinatın yularını elinde tutan birinin, varlığını ispat eden bazı sıfatlarını sunacağım. İlk başta Aziz sıfatını alalım. Eğer olayları incelerken bu sıfatı rolünü oynarken yakalarsak Aziz olan bir Allah olduğunu ispat etmiş oluruz. Aziz’in anlamı Galip gelendir. Tam olarak nasıl bir galibiyet söz konusu olduğunu örneklerle anlatmak için Kûr’ân-ı Kerîm şöyle buyuruyor. [2]
Yani Allah, “Ben ve peygamberlerim mutlaka galip geleceğiz” diye kesin hüküm vermiştir.
Şüphesiz Allah güçlüdür galiptir (Aziz). Bir taraftan elçilerinin eninde sonunda galip geleceğini iddia ederken diğer taraftan bu elçileri istisnalar haricinde, hükümdarlar ve söz sahibi insanlardan değil, son derece zayıf ve güçsüz olanlardan seçmektedir. Ne mal ne aşiret ne ordular ve ne de silahları olan bu zayıf elçilerle dünyayı mağlup edip ayeti kerimenin işaret ettiği sıfatı doğrulamaktadır.
İçinde olduğu şartları bile bile kim Hz. Muhammed’in Arabistan’ı fethetmesi konusunu tesadüflere bağlayabilir? Bu galibiyeti “öylesine olmuştur” deyip kim hafifletebilir? Ne malı mülkü vardı ne de dünyevi anlamda okumuşluğu. Varlıklı bir kadınla evlendi ama o malını kendisine verince hepsini Allah yolunda harcadı. İşte “kesinlikle galip gelecektir” şartını gerçekleştirmek için Allah böyle birisini seçti. Eğer bir Allah varsa zaten galip gelmesi gerekirdi.
Şimdi bakın dünya seçilen bu elçiye ne muamele yaptı. Herkes karşı çıktı ve elinden geleni yapmaya çalıştı ama netice ne oldu? Büyük bir şan ve on bin mukaddes fedaiyle Mekke’ye dönmedi mi? Kâbe’ye gidince azarlayıp namaz bile kıldırmayan zalim liderler o gün zülüm ettikleri bu masum insanın insafına kalmışlardı. Aralarında Taif’te durmadan taşlayıp kanını dökenler vardı. Müritlerini sokaklarda yürüyemez hale getirenler vardı. İşte böyle yoksulluklar içerisinde Gaybden gelen sese güvenerek Muhammed (s.a.v.) “benim başarmamam olanaksızdır. Muhakkak dünyaya galip geleceğim. Allah bana yardım edecektir ve galibiyet bana nasip olacaktır” dememiş miydi?
Eğer kavmi bu iddiayı hemen amenna ile karşılasaydı belki bu inanılmaz galibiyete gölge düşürürdü ama kavmi bu mesaja sevgi kollarını açmadı. İlahi uyarının karşısında boynumuz kıldan incedir demediler. Tersine istisnasız herkes muhalefet için kollarını sıvadı. Bu muhalefet sıradan bir muhalefet değildi. Mesajı baş gösterdiği yerde yok etmek için ellerinden geleni yaptılar. Hz. Muhammed’in kendisi öldürülmeye çalışıldı. Birçok arkadaşı katledildi. Sahabeleri memleketi bırakmak zorunda kaldılar ve eninde sonunda kendisi de ayrılmak zorunda kaldı. Ama birkaç sene geçince aynı Muhammed (s.a.v.) ki daha birkaç sene evvel gecenin karanlığında tek bir arkadaşla aziz vatanını bırakmak zorunda kalmıştı, fatihane bir şekilde geri dönüyor ve ona ve arkadaşlarına her tür zulümü yapanlara “Söyleyin şimdi size ne muamele yapalım?” diye soruyor. Boyunlarının utançla büküldüğünü görünce “gidiniz; hepinizi affettim” diyor.
Birisi diyebilir ki bazen zayıflar sadece tesadüfen güçlü olabiliyorlar ama Hz. Muhammed’in (s.a.v.) galibiyeti bu itiraza maruz kalamaz. Sebebi şudur ki o zayıfken ve galibiyet imkânsız görünürken bağıra bağıra galip geleceğini iddia etmişti. Sonra bu galibiyeti elde edince en büyük düşmanlarını bile cömertçe affetmesi muhakkak galip geleceği ve arkasında güçlü birisi olduğu konusunda ne kadar emin olduğunu gösteriyor[3].
Böyle galibiyetin başka bir misali var mıdır?
Günümüzde Allahın “Aziz” sıfatının ispatı
Şimdi günümüze gelelim. Vâdedilen Mesih’i Allah ayaklandırdı. Hindistan’da etkili ve çevresi geniş olan Mevlevi Muhammed Hüseyin Batalavi “Bunu (yani Vâdedilen Mesih’i) ben yücelttim, boyunun ölçüsünü vermeyi de bilirim” dedi. Ama gelin bakın; boyunun ölçüsünü kim aldı? Bugün adını bile anan yoktur. Hâlbuki bir yere gittiğinde kalabalıkları etrafında toplayıp ayakta alkışlanan bu Muhammed Hüseyin değil miydi? Kendisi muhalefet kılıfını giymekle kalmayıp başkalarını da kışkırttı. İlk başta devlet bile bu oyuna geldi, çünkü Hz. Ahmed Mehdi olduğunu iddia ediyordu ve Mehdi hakkında ulema’nın yaydığı yanlış propaganda devleti bu konuda temkinli davranmaya zorluyordu.
Sözün özü her taraftan muhalefet okları yağmaya başladı. Mollalar ellerinden geleni yaparken halkta geri kalmadı. Ama “Ben ve elçilerim muhakkak galip geleceğiz” yazgıda yazılmıştı. Bütün muhalefetlerin neticesi ne oldu? Sadece bu ki küfür etmekle yetinmeyenler “Ben ve elçilerim muhakkak galip geleceğiz” ayetinin esiri olup bugün aramızda kardeşimiz gibi oturuyorlar.
Vâdedilen Mesih’e vermedikleri bir zarar kalmış mıydı?
İncitmedikleri bir konu var mıydı?
Kesmedikleri bir yol kalmış mıydı?
Ama sonuç?
Galip sanılanlar mağlup oldular ve güçlü oldukları için hüküm sürenler kendileri mahkûm oldular. “Ben ve elçilerim muhakkak galip geleceğiz” vaadi doğru çıktı.
Kalpleri fethetmek daha zordur
Unutulmamalıdır ki kılıç gücüyle bedenleri mağlup etmek ile kalpleri kazanıp zihinleri mağlup etmek aynı şeyler değildir. Kalpleri kazanmak son derece güçtür.
Rivayete göre İbn-i Sina bir meseleyi anlatırken öğrencisi anlatım tarzına hayran kalıp “siz sanki Muhammed’siniz (s.a.v.)” diye övmüş. Bir filozof olup dinle çok alakalı olmamasına rağmen İbn-i Sina sonuçta Müslüman’dı. Bu benzetme hoşuna gitmedi. Oturdukları yerin biraz ötesinde soğuktan donmuş bir havuz vardı. Biraz zaman geçince İbn-i Sina öğrencisine “git bu havuza atla” demiş. Bunun üzerine o da “siz delirdiniz galiba. Ne kadar soğuk olduğunu görmüyor musunuz? Üstüne üstlük suda donmuş. Atlarsam hastalanırım” demiş. İbn-i Sina da “sen biraz önce beni Muhammed (s.a.v.) ile kıyaslıyordun. Oysa o binlerce insandan ateşe atlamalarını istediğinde hepsi sorgusuz sualsiz atlamışlardı. Yüzlerindeki gülümseyişi bile eksik etmeden canlarını vermişlerdi. Sen ise benim ufak bir isteğimi bile yerine getirmezken beni o büyük zatla mı kıyaslıyorsun? Hâlbuki o en sıkı düşmanlarının kalplerini fethederek fedailer yaratmıştır.”
Velhasıl Allah’ın elçileri son derece zayıf olmalarına rağmen galip geliyorlar. Bugün Muhammed Hüseyin Batalavi ve Vâdedilen Mesih’in diğer düşmanları nerededirler? Bir büyük düşmanınız sizler bu olayı daha da iyi anlasınız diye hala sırasını bekliyor. Sıra ona gelince herkese ibret olacaktır.
Allah’ın elçileri başarısız da olabilirler mi?
Deniliyor ki Allah’ın elçisi olduğunu iddia edenler bazen başarısız da oluyorlar. Örneğin Hz. İsa çarmıha gerildi. Ama bu, bizim tezimizi çürüteceğine güçlendiriyor. Zorluklarla baş başa bırakılmasına rağmen yine eninde sonunda başarılı olan, esasen “Ben ve elçilerim muhakkak galip geleceğiz” ayetini doğruluyor. Eğer Hz. İsa çarmıhta vefat etseydi ve arkasından başlattığı hareketi dağılsaydı o zaman itiraz yerindeydi. Ama Allah onu ateşe sokup sapasağlam çıkartarak elçilerinin bu zorluklara rağmen galip geleceğini ispat etti. Vâdedilen Mesih de demiştir ki:
[1] Günahları ve hataları örten
[2] Mücadele (58) sûresi, ayet.22
[3] En tehlikeli düşmanları serbest bırakmak savaş stratejisine aykırıdır. Bir daha sorun çıkartma olasılıkları yüksektir. Ancak Allah’ın kendisinin arkasında durduğunu bilen birisi böyle cömertçe af edebilir*
[4] Ha-mim Secde (41) sûresi, ayet 31
“Bu canım ateşe bile atılsa sapasağlam çıkacaktır.”
Eğer Allah’ın elçileri bu zorlukları tatmazlarsa “Aziz” sıfatının şanı ortaya çıkmayacaktır.
Hz. Mirza Beşiruddin Mahmud Ahmed
Allah (c.c.) adlı eserinden