Anlatmakta olduğumuz hadisin konusu şuydu “Eğer bir fenalık veya kötülük görürseniz elinizle uzaklaştırın.” Bunun manası nedir? Ve bu hadis nasıl yanlış anlaşılıyor, bunu açıkladık.
İkincisi Resullullah (s.a.v) “Eğer buna gücünüz yetmiyorsa dilinizle söz konusu kötülüğü düzeltmeye çalışın. Bunun manası nedir, onu açıklıyorduk.
En son olarak Resullullah (s.a.v)‘in şöyle buyurduğunu anlatmıştık. “Bir müslüman başka bir müslüman için ayna hükmündedir.” Ve bu hadisin ne manaya geldiğini söyledik.
Şimdi, nasihat Kuran-ı Kerim’in koyduğu bir şarttı. “Vetaba sabır hakkı vetaba sabır hak.”
Yani “mümin nasihat ettiği zaman doğru ne kadarsa onu söyler.” Doğru miktarda söz eder yalan ve yanlış yollara başvurmaz. Ne kadar hak ne kadar doğru ise o kadar nasihat eder. Hak’kın yardımı ile doğrunun yardımı ile nasihat etmeye çalışır. Ve sabır ile nasihat etmeye çalışır. Şimdi sabır konusuna gelince eğer bir insan gerçekten başkasının iyiliğini istiyorsa, Hazreti Resullullah (s.a.v) gibi kardeşlerinin iyiliğini istiyorsa Resullullah (s.a.v) ‘in taşıdığı derdin aynısını taşıyorsa, onun Resullullah (s.a.v) ‘in sünnetinden ayrılması mümkün değildir.
Kuran-ı Kerim “Siz Rabbinizden yardım isterken, sabır ve dua ile yardım isteyin.”
Yani sabır ile edilen dua ile yardım isteyin. Eğer sabırsızlıkla bir dua ediyorsanız onun sonucu olmaz. Eğer acele ediyorsanız sizin çabanız meyve vermez.
“Allah’tan yardım isteyin sabır ile ve dua ile.” Yani sabır ile edilen dua ile. Ve açıklıyor, Kuran-ı Kerim:
Bakın şunu da söyleyeyim uyarmış olayım bu iş Allah’tan korkanlar dışındakiler için çok zordur. Ve onlar çok büyük bir işin ve sorumluluğun altına girmiş olurlar. Bu kolaydır, kimler için, Allah’tan korkanlar için, tevazu ile yaklaşanlar için, zaten tevazu sahibi olan kendisini bir şey zannetmeyen insan Allah’tan korkar.
Şimdi Hazreti Resullullah (s.a.v) için Kuran-ı Kerim’in şahitliği vardır. Kuran-ı Kerim Resullullah (s.a.v) nasihat işini çok zorlukla çok sabırla yaptığını ve dualarla bunu başardığını, sabırla etmiş olduğu dualarla bunu başardığını söylüyor. Hazreti Resullullah (s.a.v) toplumun bozukluklarından dolayı o kadar üzülürdü ki Kuran-ı Kerim
“Onlar iman etmiyorlar diye sen kendini helak mı edeceksin” diyor.
Şimdi bakın birileri iman etse de etmese de Hazreti Resullullah (s.a.v)’ın menfaati ne. Ama Hazreti Resullullah (s.a.v) o canlar için o ruhlar için ne kadar çok üzülüyor. Allah-ü Teala Resullullah (s.a.v)’e o kadar üzülme diyor. Kendini helak mı edeceksin diyor. Bunda bizim için bir ders var.
Eğer bir insan bir iyilik yapmaya başladıysa, mesela namaz kılmaya başladıysa ve namaz kılma sonucu bunun kalbi artık namaz kılmayanlardan hoşlanmıyorsa veya onları hakir görüyorsa onlar için dua etmiyorsa ve kendini ondan daha üstün görüyorsa o zaman bu kişi bilmelidir ki takvada değil imanda değil mollalık da ilerledi.
Mollalık nedir? Bir insan benim dediğimi yapmıyorsa benim gibi davranmıyorsa onu öldürelim, keselim v.s, v.s. işte bu mollalıktır. Ve Kuran’ın mollalıkla hiçbir ilgisi yoktur. Kuran-ı Kerim Hazreti Resullullah (s.a.v)’in güzel dinini takdim eder. Ve Kuran-ı Kerim’in Hazreti Resullullah (s.a.v)’in uygulamasına veya sünnetine ters olan herhangi bir yorumu yanlıştır. Hazreti Resullullah (s.a.v) onlar için dua eder. Kuran buna şahittir. Bu iman etmemiş olanlar için ettiği dualardır. Fakat iman etmiş olan insanlar şuna da şahittir ki Hazreti Resullullah (s.a.v) onlar için de onların zaafları için kusurları için onların günahları için istiğfar ederdi dua ederdi. Ey Allah’ım bunları bağışla derdi. Nitekim Kuran-ı Kerim:
“Sen onlar için dua et, istiğfar et” buyuruyor. Bakın peygamberimiz (s.a.v) ne kadar bizi seven peygamberdir. Günahı biz işliyoruz bizim için o istiğfar ediyor. Birileri onlar için istiğfar et’ten kastedilenin ashabı kiram olduğunu zannediyorsa düşüncesi yanlışdır. Çünkü Hazreti Resullullah (s.a.v) kıyamete kadar ki peygamberdir. Ve kıyamete kadar kim onun ümmetine girdi ise onların hepsi için Resullullah (s.a.v) dua etmiştir.
Resullullah (s.a.v)’in durumu böyleyken eğer benim veya bir başkasının durumu bunun tersiyse, yani Hazreti Resullullah (s.a.v) müminler için onların yanlışlıklarından dolayı acıdığı halde onlar için zamanının dua ile ve çaba ile geçirdiği halde eğer ben zamanımı öfke ile geçiriyorsam, onları hakir görmekle geçiriyorsam ve Resullullah (s.a.v)’in taşıdığı derdin aynısını taşımıyorsam veya ona benzer bir derdi taşımıyorsam o zaman bu konu açık ki benim ruhumun irtibatı Resullullah (s.a.v) ile değildir. Başkası ile olabilir.
Onun için, eğer biz mümin isek o zaman nasihat ederken Hazreti Resullullah (s.a.v)’in uygulamasından bir zerre kadar ayrılmamamız lazım. Bakın Kuran-ı Kerim Hazreti Resullullah (s.a.v)’in bir özelliğini söyler, Cuma suresinde
“Hazreti Muhammed (s.a.v) öyle bir kuvvetli peygamberdir ki tesiri altındaki kalpleri de temizler onları takvada Allah sevgisinde ilerletir.”
Hazreti Resullullah (s.a.v)’in sohbetinden kastettiğim onun bulunduğu meclis, konuşsa da konuşmasa da öylesine güzel idi ki onun yanında oturanlar, onun mıknatıs gibi olan nurundan nur alıp temiz olurlardı. Şimdi eğer bizde Resullullah (s.a.v)’in derdine benzer bir dert kardeşlerimiz için arkadaşlarımız için taşıyacak olursak bizde de bir miktar dahi olsa bu özellik bulunur. Bizde etrafımızı düzeltmeye kendimizden başlarız. Konuşsak da konuşmasak da nice sohbetler vardı ki suskun oldukları halde bir çok konuşulan sohbetlerden daha bereketli ve daha nurludur. Daha güzel sonuçlar vericidir, daha tesirlidir. Yeter ki müminin kalbi Resullullah (s.a.v)’in kalbine benzemeye başlasın bir kalb Resullullah (s.a.v)’in kalbine benzemeye çalıştığı zaman onun etrafı kendiliğinden düzelmeye başlar. Ve o, onun etrafı onun nurundan nurlanmaya başlar.
Onun için biz buna dikkat etmeliyiz etrafımızda yaşayan insanlar düzelmiyorsa ve hiçbirisini benim vesilemle düzelmediyse veya benim sohbetimden düzelemediyse o zaman korkulacak durum vardır. Ve ben kendimden korkmalıyım ona değil kendime öfkelenmeliyim, ona değil kendime dua etmeliyim, kendim için istiğfar etmeliyim.
Fakat Kuran-ı Kerim insanların tabiatını insanların psikolojisini bildiği için ve başka bir yerde “Aleyküm anfisikum”, Ey müminler ilk olarak kendinizi ve ailenizi cehennem azabından korumaya çalışın, başkalarını değil çünkü insanlar genelde kendilerini çok temiz olduklarını ve ayıptan münezzeh olduklarını söylerken hep başkalarının ayıplarını görürler. Onları kurtarma peşinde olurlar, halbuki gerçek mümim kendini kurtarma peşindedir. Eğer kendini kurtarmışsa o zaman onun sessiz sohbeti dahi, sessiz meclisi dahi tesirli olur.
Bakın Resullullah (s.a.v)’in ashabı hayatı boyunca kendisine sadece 14 soru sormuşlar. Ama Resullullah (s.a.v)’in onlar üzerindeki etkisi nedir? Bu insanları Resullullah (s.a.v)’in sohbeti, uygulaması, ahlakı nerelere getirdi. Bizde de o nur varsa Allah’ın izni ile bir miktar dahi olsa etrafımızı değiştirebiliriz. Yeter ki dilimizden daha ziyade amelimize bakalım. Dilimizin ne güzel laf yaptığından ziyade kalbimizin ne kadar nurlu olup olmadığına bakalım. Ve kalbimizin hergün iyiliğe mi kötülüğe mi meyilli olduğunu inceleyelim. Eğer kalbimiz her gün, günden güne iyiliğe doğru meyilli ise Allah’ın rızasına doğru meyilli ise o zaman biz Allah’ın lütfu ile affedileceğimizi ve Resullullah (s.a.v)’e verilen nurun bir kısmı dahi olsa bize de verileceğini umarız.
Eğer bizim kalbimizin durumu böyle değilse bizim kalbimiz her gün Allah sevgisine meyilli olmayıp başka sevgilere meyilli ise o zaman bizim durumumuz tehlikededir, durumuzu düzeltmeye çalışmalıyız.
Bakın Resullullah (s.a.v) bize nefsimizin karşısında uyardı. Ve bize başkalarının nefsi ile uğraşmaktan daha ziyade ve başkalarının kötülükleri ile yanlışlıkları ile uğraşacağımıza kendimizle uğraşmayı tavsiye etti. Ve hatta bize bir dua öğretti,
“Ey Rabbimiz biz nefsimizin bir şerrinden değil şerlerinden Sana sığınırız. Ve amellerimizin şerlerinden, kötülüklerinden, fenalıklarından Sana sığınırız.” Çünkü insan kendi nefsi ile uğraşacak olursa, bu o kadar derin bir konu ki başkaları ile uğraşacak vakti kalmaz. Bakın başkaları ile uğraşmak başka, başkalarına nasihat etmek başka, başkalarını için acı çekmek, dertlerini taşımak başka bir şeydir.
İnsanlar genelde kendileri uğraşmak yerine başkaları ile uğraşmayı severler. Ve Kuran-ı Kerim bize başkaları ile uğraşacağımıza kendimizle uğraşmayı tavsiye eder. Nitekim Kuran-ı Kerim o nedenle “Aleyküm anfisekum” der. Bakın kendimize sahip çıkamadık. Sonra ben şu konuya geleyim, bir insan eliyle durumu düzeltmeye çalışacak. Manası nedir, bunu açıkladık. Sonra buna gücü yetmiyorsa o topluma nizama, yönetime güzel fikri varsa onu söylesin. Onu söyledik. Ondan sonra fert bazında kardeşiyle bozukluk, yanlışlık görüyorsa o onu nasıl düzeltecek. Kuran-ı Kerimin söylediklerinin Resullullah (s.a.v)’in sünnetleri ışığında açıklamaya çalıştık.
Burda bir soru var. Diyelim ben yöneticilere gittim, onlara efendim burada bir yanlışlık var, bozukluk var bunu şöyle şöyle düzeltebiliriz dedim ama onlar benim bu fikrimi kabul etmediler. Acaba bana düşen ne? Ben ayrılıp gidecek miyim, isyan çıkaracak mıyım?
Hayır Resullullah (s.a.v) şöyle buyurdu bakın eğer birisi cemaatten ayrılırsa nizamdan ayrılırsa o cehenneme atılır, çünkü eğer bir kişi ilahi cemaate bağlı ise onun kurtulma şansı vardır. Bir dal ağacından kesildikten sonra o kesinlikle kuruyacaktır. Onun hiç yeşerme şansı yoktur ama görünürde dal kurumuş olsa dahi eğer ağaca bağlı ise belki bahar geldiğinde yeşerme şansı olabilir. Onun tekrar yeniden meyve verme şansı olabilir.
Onun için Hazreti Resullullah (s.a.v) hiçbir şekilde bizim cemaatten ayrılmamıza imamı terk etmemize izin vermedi. Tam tersine vazifenizi yaptınız gittiniz hizmetinizi sundunuz kabul edilmedi ise artık oturun, siz vazifenizi yaptınız. O yönetimin işidir, nizamın işidir kimin hizmetini almak isterse alır, almak istemediğinin hizmetini almaz.
Bu vakitte üçüncü bir durum anlatılmıştır. Resullullah (s.a.v) eğer bu ikisinden hiçbirisini yapamıyorsan yani bir yanlışlığı gördüğün zaman elinle düzeltemiyorsan veya dilinle düzeltemiyorsan o zaman kalbinle mücadele et kalbinle onu sakla, buyurdu.
Ne demek bu, bakın şöyle diyor bu imanın en zayıf kısmıdır. Ne demek; şimdi eğer sinirlenip bir insan cemaata yardımcı olmuyorsa nizama yardımcı olmuyorsa, yönetime yardımcı olmuyorsa sonra gidip güzel bir fikir verecek kadar sevgisini ortaya koyamıyorsa o zaman onun hiç konuşma hakkı yok, ona düşen o zaman sadece eğer bir kardeşinde ve nizamda bir kötülük görüyorsa onu içinde saklamaktır. Başkalarına söylemek hakkı yoktur. Yani Resullullah (s.a.v) böyle kimse ortaya çıkıp propaganda yapamaz. O kalbinde saklamalı ve bu imanın en zayıf kısmıdır, dedi. Bu kişi başkalarını ağlayacağına başkalarına dil uzatacağına kendini ağlatır. Böyle bir kişi kendisi istiğfar etmelidir. Çünkü imanın en zayıf kısmına sahiptir. İmanın eğer güzel kısmı onda olsaydı zaman filen toplumun yardımına koşardı.
Yani bakın birinci derecedeki iman budur. Fiilen yönetimin yardımına koşmak veya fiilen fert bazında alacak olursak fiilen kardeşinin yardımına koşmak ikincisi eğer bunu yapamıyorsa belki maddi gücü yetmiyordur, fiziksel manada bir güçlük ortadan kaldırılacak ve buna gücü yetmiyorsa gelsin güzel bir fikir versin. Bunu da yapamıyorsa o zaman onun susmaktan başka bir şey yoktur. Mutlaka dilini tutacak ve propaganda yapmak hakkına sahip değildir. Başkasının ayıbını, kusurunu ortaya koyma hakkına sahip değildir. Çünkü kendisi büyük bir ayıbın içinde, kendisi büyük bir azap içinde, bakın Resullullah (s.a.v) imanın en zayıf kısmına sahiptir buyurdu.
Şimdi imanın en zayıf kısmına sahip olan insan gidip başkalarına ne anlatacak buna düşen kendi imanını düzeltmektir. Bunun için değerli kardeşlerimiz inşallah size uygun ifadelerle Resullullah (s.a.v)’in hadisini açıklamışımdır. Bize düşen burada Resullullah (s.a.v)’in söylediği üç şeyi uygulamaları aynen Resullullah (s.a.v)’in sünneti ışığında açıklamaktır.
Bakın Vadedilen Mesih (a.s)’ın bir sözü vardır insanlar fiilen yardımcı olmuyorlar insanlar dil ile yardımcı olmuyorlar ama insanlar başkalarının kusurlarını ortaya dökmeye nasihat adı altında yapmaya çok meraklıdırlar. Ve nasihat ettim diyorlar. Hatta Resullullah (s.a.v)’in hadisinin arkasına sığınarak bunu yapıyorlar ve bunu niyet meselesini açıklarken açıklamaya çalışmıştım. Bir insanın niyeti bozuksa onun ne kadar yanlış ve bozuk sonuçları doğuracağını söylemiştim. Vadedilen Mesih (a.s) bu konu ile ilgili bize çok güzel birşey söyledi bende bunu söyledikten sonra bugünkü konuşmamı bitireceğim.
Vadedilen Mesih (a.s) şöyle diyor bir kardeşinizin bir kusurunu yada bir ayıbını gördüğünüz zaman 40 gün onun için ağlaya sızlaya Rabbinizin indinde dua etmedikten sonra onun aleyhinde konuşmaya hakkınız yok onun ayıbını ortaya çıkarma başkalarına anlatma hakkınız yok.
Bakın Vadedilen Mesih (a.s) bunu kendiliğinden söylemedi çünkü Vadedilen Mesih (a.s)’ın gözü, en ufak uygulamalarda dahi Resullullah (s.a.v) sünnetinde olurdu. Biz onu Resullullah (s.a.v)’in sünnetinden anlattık. O değil müminler için kafirler için, iman etmemiş olanlar için dahi dua ederdi. Ve onun duası o büyük inkılabı getirdi. O büyük değişiklik o büyük devrim Hazreti Resullullah (s.a.v)’in dualarını sonucu ortaya çıktı. Yoksa Hazreti Resullullah (s.a.v)’in maddi manada bir gücü yoktu.
Onun için eğer bizde Resullullah (s.a.v)’in nasihatleri sonucu onun sünnetine uygun bir şekilde etrafımızı düzeltmeye çalışırsak, kardeşlerimizi düzelmeye çalışırsak, toplumu düzeltmeye çalışırsak o zaman bizim çabalarımız meyveli olur. Güzel bir toplum ortaya çıkar.
Ama eğer biz Resullullah (s.a.v)’in hadislerinin arkasına sığınarak ama onun sünnetine ters düşecek şekilde bir uygulamaya girersek o zaman bizim sonuçlarımız meyvesiz olur. Resullullah (s.a.v)’in uygulamasından hangi konuda olursa olsun uzaklaşan toplum veya ferdin çabasının meyvesiz kalması doğaldır. Ben Allah’tan çabalarımızın meyveli olmasını niyaz ederim ve bu dua ile konuşmamı bitiririm.
“Allahümme salli ala Muhammedin ve ala al-i Muhammedin kema salleyte ala İbrahime ve ala al-i İbrahime inneke Hamidün Mecid.”
“Allahümme barik ala Muhammedin ve ala al-i Muhammedin kema barekte ala İbrahime ve ala al-i İbrahime inneke Hamidün Mecid.”
Muhammed Ahmed Raşid