Dokuzuncu delil “Semavi ilimlerin bağışlanması” - Müslüman Ahmediye Cemaati

Dokuzuncu delil “Semavi ilimlerin bağışlanması”

Onun doğruluğunun dokuzuncu delili ise, aslında müteaddit delillerden teşekkül etmektedir. Allah-u Teâlâ Kendi kudreti ile Vadedilen Mesiheas, insan gücünün ötesindeki ilimleri bağışladı. Peygamberlerin geliş gayesi, insanoğlunu, kana kana içmeden manen hayatta kalmasının mümkün olmadığı gerçek pınara ulaştırmaktır. Yani hayatın kaynağı olan Allahcc ile onlar arasındaki bağı kurmaktır. Manevi bilgi olmadan bu hedefe ulaşılması mümkün değildir. Allah’ıncc irfanına sahip olan, ona yaklaşmanın yollarını bilen ve onun sıfatlarının inceliklerine vakıf olan kimse, ancak Allah’acc yakın olabilir. Bu ilimlerde üstünlüğe sahip olan kimse, manevi yolculukta insanlara da rehberlik edebilir.

Kısacası, sınırsız İlahi ilimlerden pay almamış ve bu ilimler kendisine bahşedilmemiş bir şekilde İlahi memurluk iddiasında bulunan kimsenin, bu iddiası kabul edilemez. İleriki sayfalarda Vadedilen Mesih’inas iddiasının doğruluğunu, bu İlahi kanuna göre inceleyeceğiz ve kendisine hangi ilimlerin bağışlandığını göreceğiz.

Allahcc Kuran-ı Kerim’de şöyle buyurmuştur:

وَعَلَّمَ اٰدَمَ الْاَسْمَاءَ كُلَّهَا

“(Allah,) Âdem’e bütün isimleri öğretti…[1]

Yani Allahcc, tüm İlahi sıfatlar hakkında ona bilgi bahşetti. İlahi sıfatlar hakkında bilgi, her çeşit ilmi içermektedir. İlahi irfanın manası, müşahedeye dayalı İlahi sıfatların ilmidir. Bu ilim, her İlahi memura bahşedilir. Nitekim Allahcc, Hz.Lûtas, Hz.Davudas, Hz.Süleymanas, Hz.Yusufas ve

Hz.Musaas hakkında Kuran-ı Kerim’de şunları buyurmuştur:

وَلُوطًا اٰتَيْنَاهُ حُكْمًا وَعِلْمًا

“Biz Lût’a (da) hüküm ve bilgi verdik…[2]

وَلَقَدْ اٰتَيْنَا دَاوُدَ وَسُلَيْمٰنَ عِلْمًا

“Şüphesiz Biz, Davud ve Süleyman’a (çok) ilim ihsan ettik…[3]

وَلَمَّا بَلَغَ اَشُدَّهُ اٰتَيْنَاهُ حُكْمًا وَعِلْمًا وَكَذٰلِكَ نَجْزِى الْمُحْسِنٖينَ

“Olgunluk çağına eriştiğinde, Biz (Yusuf’a) hikmet ve ilim ihsan ettik…[4]

وَلَمَّا بَلَغَ اَشُدَّهُ وَاسْتَوٰى اٰتَيْنَاهُ حُكْمًا وَعِلْمًا وَكَذٰلِكَ نَجْزِى الْمُحْسِنٖينَ

“(Musa) yetişkinlik (çağına) erip, olgunlaşınca, Biz ona hikmet ve ilim bağışladık… [5]

Ayrıca O, Hz.Resulüllahsav hakkında da şöyle buyurmuştur:

وَعَلَّمَكَ مَا لَمْ تَكُنْ تَعْلَمُ وَكَانَ فَضْلُ اللّٰهِ عَلَيْكَ عَظٖيمًا

Yani Allahcc, Peygamber Efendimiz’esav daha önce bilgisinin olmadığı ilimleri bağışlamıştır.[6] Bununla da yetinmeyip Allahcc kendisine daha fazla bilginin bahşedileceğine söz vererek, şu duayı da öğretmiştir:

قُلْ رَبِّ زِدْنٖى عِلْمًا

“Ey Rabbim, ilmimi arttır.[7]

Kısacası bu ayetlerden anlaşılan, her İlahi memura Allahcc tarafından özel bir bilgi bağışlandığıdır. Nitekim bu ilim Vadedilen Mesiheas de bahşolundu. Önceki İlahi memurlara sadece bâtıni ilimler bağışlanırken, efendisi olan Hz.Resulüllah’ınsav gölgesi olduğu için, Vadedilen Mesiheas, hem zahiri, hem de bâtıni her iki tür ilim de bahşedildi. Yani, manevi ilim verilmekle beraber, onları beyan edip kullanmanın en güzel yolları da kendisine öğretildi. Her iki ilim alanında da Allahcc, onu benzersiz kıldı. Bâtıni ilimlerin bağışlanması konusunda kimse onunla yarışamadığı gibi, onları beyan etmek konusunda da kimse onun karşısında duramadı.

Burada ilk olarak zahiri ilimlerden bahsedeceğiz. Bu mucize, daha önce yalnızca Peygamber Efendimizsav vasıtasıyla gösterilmiştir. Ondan önceki peygamberlerde bunun bir örneği yoktur. Peygamber Efendimiz’esav inen vahiyde Allah-u Teâlâ şöyle buyurmuştur:

وَاِنْ كُنْتُمْ فٖى رَيْبٍ مِمَّا نَزَّلْنَا عَلٰى عَبْدِنَا فَاْتُوا بِسُورَةٍ مِنْ مِثْلِهٖ وَادْعُوا شُهَدَاءَكُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِ اِنْ كُنْتُمْ صَادِقٖينَ

“Eğer kulumuza indirdiğimiz (ke­lamdan) şüphe ediyorsanız, siz (de) buna benzer bir sure getirin. Eğer doğru iseniz, Allah’tan başka yardımcılarınızı (da) çağırın.[8]

Bu ayette Kuran-ı Kerim’in her açıdan benzersiz olduğu söylenmiştir. Onun zahiri güzelliklerinden bir tanesi belagati ve üslubudur. Diğer ayetlerde de Allah-u Teâlâ bu konuyu beyan etmektedir.

كِتَابٌ اُحْكِمَتْ اٰيَاتُهُ ثُمَّ فُصِّلَتْ مِنْ لَدُنْ حَكٖيمٍ خَبٖيرٍ

“…Bu Kitab’ın ayetleri sağlam kılınmıştır. Sonra (da) hikmet sahibi ve daima her şeyden haberdar olan (Allah) tarafından, apaçık beyan edilmiştir.”[9] Yani hikmet sahibi olan Allahcc tarafından gelen kelamın, hikmet dolu olması gerekir. Keza O, her şeyden haberdar olduğu için, artık ilim çağının başlayacağını da bilmektedir. Bundan dolayı O, artık ilmi mucizelere ihtiyaç olduğundan, Kuran diline kendini mükemmel şekilde ifade eden bir üslup vermiştir. Yani Kuran, bizzat Kuran’ın açıklayıcısı olup, güzelliğinin de delilidir.

Vadedilen Mesihas, Peygamber Efendimizinsav öğrencisi ve gölgesi idi ve onun nurundan nurlanmıştı. Bundan dolayı Allahcc, ona da bu güzelliği bağışladı ve kelamın belagati ile güzel üslubunu kendisine nasip etti. O, hiçbir medreseye gitmemişti,  hocaları ise pek liyakat sahibi insanlar değillerdi. Onlar kendisine, belli başlı birkaç kitaptan bölümler okutmuşlardı. O hiçbir zaman Arabistan ve sair memleketlere seyahat etmemişti ve Arapçanın önemsenip yaygın kullanıldığı hiçbir yerleşimde yaşamamıştı. Köyde yetişip, basit kitaplar okumakla bir insan ne denli bilgi sahibi olabiliyorsa, onun ilmi de bununla sınırlı idi.

Vadedilen Mesihas İlahi memurluk iddiasında bulunduğunda, düşmanları gözlerini, ilkin onun yetiştiği ilmî ortama çevirdiler.  Düşüncelerine göre, ona indirebilecekleri en büyük darbe buydu. Onların her tarafa yaydıklarına göre, Hz.Mirza Gulam Ahmedas Urduca yazmak konusunda maharet kazanmıştı ve bazı makaleleri insanların dikkatini çektiği için, o (hâşâ) kendi kendini yüceltmiş ve İlahi memurluk iddiasında bulunmuştu. Onlara göre, o Arapça bilmediği için, dini meselelerde görüş vermek hakkına sahip değildi. Her mecliste ve her yazıda, bu itiraz tekrarlanarak, insanların ondan uzaklaşmasına çaba gösteriliyordu. Onun hakkında, Arapçayı hiç bilmiyor demeleri bir yalandı. Nitekim o da, bazı basit ders kitaplarını okumuştu. Bununla beraber, onun hiçbir büyük âlimin öğrencisi olmadığı doğruydu. O hiçbir dini medresede tahsil görmediği için, ülkenin büyük alimleri arasında da adı geçmezdi. Ayrıca ona, bir hoca gözü ile de bakılmıyordu.

Bu itiraz her tarafa yayılınca ve muhalif mollalar tarafından münasebetli veya münasebetsiz vakitlerde ileri sürülünce, Allahcc tek bir gece içerisinde ona kırk bin Arapça kelime kökünü öğretti. O, Vadedilen Mesiheas Arapça kitaplar yazma mucizesini bağışladı. Allah’ıncc ona verdiği söze göre, ona öyle bir lisan hâkimiyeti bağışlandı ki, hiç kimse onunla yarışamayacak ve karşısında da duramayacaktı. Nitekim o, Arapça bir makale kaleme alıp, Aynayı Kemalat-ı İslam adlı eserinde bunu yayınladı. O, muhaliflere buna cevap vermeleri için meydan okuduğu halde, kimse karşısına çıkamadı. Bundan sonra o, üst üste yirmiden fazla Arapça kitabı kaleme alıp, bazı kitapları yazarken, onlara cevap yazacak olanlar için on bin Rupi gibi yüklü bir ödül verme taahhüdünde de bulunduğu halde, hiç kimse karşısına çıkamadı. Onun diğerlerinden tek istediği, aynı lisan hâkimiyeti ile cevap kaleme almalarıydı. O, kitaplarının bazısını da Araplara hitaben yazdı. Onlar da cevap verecekleri yerde, sırtlarını dönüp kaçtılar. Nitekim o, El Menar dergisinin başyazarı Seyyid Reşid Rıza’ya hitaben bir kitap[10] yazıp, cevap yazması için kendisine meydan okudu. Ancak o da, buna cesaret gösteremedi. Bunun gibi o, bazı diğer Araplara da benzer şekilde meydan okuduğu halde, hiçbirisi karşısına çıkamadı.

Hindistan’ın ulemasına gelince, onlar, bu kitapları Mirza Gulam Ahmed yazmıyor, aksine ona gizlice bazı Araplar yardım etmektedir, dediler. Bu ifade, aslında yenilgilerini kabul ettikleri anlamını taşıyordu. Çünkü bu itirazla onlar, kaleme alınan eserlerin dilinin, lisana hakim biri tarafından yazıldığını kabul etmektedirler. Onlar, Vadedilen Mesih’inas böylesi güzel bir Arapça ile yazamayacağını düşünüyorlardı. Bundan dolayı onlar, bu kitapların mutlaka gizlice Araplar tarafından yazılmış oldukları iddiasında bulunuyorlardı. Bunun üzerine Vadedilen Mesihas, onların da Araplar ve Suriyelilerden yardım alarak, kitaplarına cevap vermelerini istedi. Lakin onları bu edebi yarışmaya çekmek için yaptığı müteaddit teşebbüslere rağmen, ortaya çıkan olmadı. Onun kaleme aldığı eserleri halen cevapsız durmaktadır.

Bu kitapların dışında, Vadedilen Mesiheas bir keresinde bir vahiy geldi ve kendisine irticalen Arapça hutbe vermesi emredildi.[11] Hâlbuki o, daha önce hiçbir zaman Arapça bir hitapta bulunmamıştı. Ertesi gün Kurban Bayramı idi. Bu vahye uyup, Bayram namazının ardından Arapça olarak uzun bir konuşmada bulundu. Bu konuşması daha sonra Hutbe-yi İlhamiye adı altında yayınlandı. Konuşmanın dili öyle güzeldi ki, onu okuyan her Arap ve Acem bunun karşısında şaşkınlığa düştüler. Bu hutbe, dilin inceliklerini ve manevi sırlarını içerdiği için, onun azameti ve önemi daha da artmıştır.

Bu ilmi mucize, ona bahşedilen olağanüstü mucizelerdendir. Çünkü bu, tesiri sadece onu görenler ve o zamanın insanları ile sınırlı olan bir mucizeden daha da üstündür. Vadedilen Mesiheas verilen bu mucizenin üstünlüğünü, muhalifler bile kabul etmek zorunda kaldılar. Dünya var olduğu müddetçe, onun bu mucizesi baki kalacak ve Kuran-ı Kerim gibi, düşmanlarına karşı bir hüccet ve aydın bir alamet olarak parlamaya devam edecektir.

Bu mucize karşısında aciz kalan bazı kimseler, onu reddetmenin başka bir yolunu bulamayınca, böyle bir mucizenin iddia edilmesi, Kuran’a saygısızlıktır diye, itirazda bulunurlar. Dediklerine göre, Kuran-ı Kerim benzersiz bir dil kullandığını iddia ettiği için, Mirza Gulam Ahmed’e de Allahcc benzeri bulunmayan bir üslupta kitaplar yazmayı ihsan eylediyse, Kuran’ın iddiası (hâşâ) batıl olacaktır ve bu da ona karşı saygısızlıktır. Onların itirazları, yalnızca muhalefetlerinin bir sonucudur. Eğer inceleyecek olsalardı, Vadedilen Mesih’inas eserleri benzersiz oldukları halde, onlar Kuran-ı Kerim’in iddiasının doğru olduğunu, onun kelamında bir mucize bulunduğunu ve hatta böylelikle bu mucizenin daha da parladığını göreceklerdi.

Dünyada her fazilet, mutlak fazilet ve nispi fazilet olmak üzere iki çeşittir. Bir tür fazilet, başkalarının durumunu göz önünde bulundurmaz, diğer bir tür ise, başkalarının durumunu göz önünde bulundurur. Kuran-ı Kerim’den bir örnek ile bunu anlamamız mümkündür. Allah-u Teâlâ İsrailoğulları hakkında şöyle buyurmaktadır:

وَاَنّٖى فَضَّلْتُكُمْ عَلَى الْعَالَمٖينَ

“…sizi (zamanın) tüm kavimlerine üstün kıldım.[12]

Daha sonra ise O, Müslümanlar hakkında da şöyle buyurmaktadır:

كُنْتُمْ خَيْرَ اُمَّةٍ اُخْرِجَتْ لِلنَّاسِ

“Siz, insanların (yararı için) meydana getirilen en iyi ümmetsiniz…[13]

Görüldüğü gibi, Allahcc hem İsrailoğullarını bütün âlemlerden üstün tutmaktadır, hem de Müslümanlara bütün âlemlerin üstünde fazilet bahşetmektedir. Zahirde bu, bir ihtilaf gibidir. Oysa aslında bu iki ayet arasında hiçbir ihtilaf bulunmamaktadır. Çünkü faziletin birisi, onların sadece belli bir zamanın insanlarından üstün olduğunu ileri sürer. Ancak ikinci ayette zikredilen fazilet ise, hem evvelîn hem de ahirîn üzerinde olan fazilettir. Aynen bunun gibi, insani kelamlar karşısında Vadedilen Mesih’inas kitapları da benzersiz olduğu halde, söz konusu Kuran-ı Kerim’in eşsizliği olduğunda, o hem bütün beşeri kelamlar, hem de Allahcc tarafından gelen tüm kelamlar karşısında benzersiz ve üstündür. Böylece Kuran-ı Kerim’in Vadedilen Mesih’inas ilhami hutbeler ve kitaplarından üstün olduğu da kesindir. Kuran-ı Kerim’in eşsiz olması hakiki ve mutlak olup, Vadedilen Mesih’inas kitaplarının benzersizliği ise nispidir. Kısacası, onun bu mucizesi insanlar için bir hüccet olduğu halde, Kuran-ı Kerim’in şanını asla azaltmaz.

Yukarıda da açıklandığı gibi, Vadedilen Mesih’inas mucizesi ile Kuran mucizesinin şanı ikiye katlanmıştır. Bunun ayrıntıları şöyle açıklanabilir. Benzersiz olmanın çeşitleri vardır. Bir duruma göre, benzersiz olan kelam faziletli olur, ancak onun fazileti veya üstünlüğü önemli bir fark sonucu değildir. Netice olarak bizler o kelamının faziletli olduğunu kabul etsek de, diğer kelamlar da ona yakın durumdadırlar. Örneğin at yarışlarında birinci gelen at, ardından gelenden sadece bir el mesafesi kadar ya da yarım metre yahut da bir metre kadar, hatta daha da fazla önde olabildiği gibi, benzersiz kelam da, diğer kelamlardan az veya çok ölçüde üstün olabilir. Kelamlar arasında üstünlük farklarını ölçtüğümüzde, fazilet iddiasında bulunan Kuran ile yarıştığı diğer kelamlar arasına, benzeri olmayan ve Kuran’dan daha aşağı mertebede bir kelam girerse, hangi kelamın daha faziletli olduğu mutlaka ortaya çıkacaktır. Netice olarak Vadedilen Mesih’inas eserleri, diğer insani kelamlar karşısında benzersiz olduğunu ispatlamakla, Kuran-ı Kerim’in eşsizliğinin de diğer tüm kelamlardan çok üstün olduğunu göstermektedir. Kuran-ı Kerim’in karşısına getirilen kelamların da böylelikle, Vadedilen Mesih’inas eserleri karşısında daha düşük seviyeli oldukları ortaya çıkar. Vadedilen Mesih’inas eserleri ise Kuran-ı Kerim’e tabi ve onun hizmetkarı olduklarına göre, Kuran’ın diğer kelamlar karşısındaki üstünlüğü de, yer ile gök arasındaki fark kadar büyük ve aşikardır.

Vadedilen Mesiheas bahşedilen Arap diline hâkimiyet haricinde, ona verilen diğer bir zahiri ilim de, Arapçanın bütün dillerin anası olduğudur. Ona vahiy yolu ile Arapçanın “Ümmü’l Elsene” olduğu bildirilmiştir. Bu paha biçilmez ilginç bir bilgiydi. Batılı ilim adamları uzun incelemeler sonrasında, Sanskrit veya Pehlevi dillerinin, bütün dillerin anası olduğu kanısına varmışlardır. Bazı ilim adamlarına göre, bu her iki dil, artık dünyada eseri kalmayan dünyanın ilk dilinin kollarıdır. Batılılar böyle düşünürlerken, ana dili Arapça olan Araplar ise, dillerinin bu faziletinden habersizdiler. Batının etkisiyle, onlar bile dillerin anasını başka bir yerlerde aramaktaydılar. Bu durumda Allah-u Teâlâ’nın Vadedilen Mesih’e bilgi vererek, Arapçanın tüm dillerin anası olduğunu bildirmesi, hayrete şayan bir gelişmedir. Kuran-ı Kerim incelendiğinde ise, karşılaşılan bu gelişmenin Kuran’a da son derece uygun olduğu anlaşılmaktadır. Bütün dünya için nazil olan İlahi Kelamın, insanoğlunun ilk lisanı olması sebebiyle, bütün dünyanın ortak dilinde inmesi, gerekli bir durumdur.  Nitekim Allahcc, Kuran-ı Kerim’de şöyle buyurmuştur:

وَمَا اَرْسَلْنَا مِنْ رَسُولٍ اِلَّا بِلِسَانِ قَوْمِهٖ

“Biz her peygamberi, ancak kavminin diliyle (vahyedip) gönderdik…[14]

Netice olarak Peygamber Efendimizsav bütün dünyaya gönderildiğine göre, ona inen vahyin de, bütün dillerin anası olması sebebi ile dünyanın ortak dilinde inmesi lazımdı. Sonuçta ona vahiy Arapça indiğine göre, bundan Arapçanın bütün dillerin anası olduğunu anlamak mümkündür.

O, ortaya çıkan bu durumu kanıtlamak için, Allah’tancc bilgi almak suretiyle bazı prensipler belirledi. Bu prensipler ile Vadedilen Mesihas, sadece Arapçanın İlhami dil olduğunu ve bir tek onun tüm dillerin anası olduğunu kanıtladı. Bu prensiplerle o, başka hiçbir lisanın, dillerin anası olmaya layık bulunmayacağını da gösterdi. O, bu araştırmalar hakkında bir eser hazırlamak arzusundaydı, ama ne yazık ki onu tamamlaması mümkün olamadı. Ancak bu kitapta o, bahsedilen ilmin prensiplerini bildirdi. Onları yaymak suretiyle de, dünyaya Arapçanın tüm dillerin anası olduğunu göstermek mümkündür. Allahcc bana nasip ederse, Vadedilen Mesihas tarafından bu kitapta bildirilen prensiplere ve kendisine bahşedilen ilme uyarak, bir kitap kaleme almak istiyorum. Bu çalışma ile ayrıntılı bir şekilde onun iddiasını ispatlamak ve Batılı âlimlerin belirledikleri prensiplerle de bu iddiayı desteklemek arzusundayım. Ayrıca Batılıların bu konudaki yanlışlıklarını da, Allah’ın yardımıyla ortaya koyacağım. Vadedilen Mesih’inas bu inkişafı öylesine benzersiz bir araştırmadır ki, bütün dünyanın İslam’a olan bakış açısını değiştirecek ve İslam da bununla büyük bir heybet kazanacaktır.

Bu zahiri ilimler haricinde, peygamberlerin mirası olan batini ilimler, yani manevi bilgiler de ona bahşedilmiştir. Ona bahşedilen bu ilimler karşısında, bütün düşmanları aciz ve çaresiz kaldılar. Daha öncede bildirildiği gibi, Vadedilen Mesihas yeni bir şeriat getirmemişti. Kuran ilimlerini öğretmek ve yaymak onun vazifesiydi. Kuran-ı Kerim tüm ilimleri ihtiva ettiğinden, ondan sonra Allahcc tarafından hiçbir yeni ilmin inmesi mümkün olmadığı gibi, Peygamber Efendimizdensav sonra da yeni bir muallimin gelmesi mümkün değildir. Her kim gelirse, ancak onun öğrettiği ilimlerin tecdidi için gelecektir ve o ancak Peygamber Efendimizinsav öğretilerini hatırlatıp tazeleyecektir. Vadedilen Mesiheas inen bir vahiyde kendisine şöyle denmiştir:

كُلُّ بَرَكَةٍ مِنْ مُحَمَّدٍ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمَ فَتَبَارَكَ مَنْ عَلَّمَ وَ تَعَلَّمَ

“Her türlü bereket Muhammedsav tarafındandır. Öğreten de, öğrenen de kutlu ve mübarektir.[15]” Daha açık bir ifade ile her bereket Peygamber Efendimiz Hz.Muhammedsav tarafından gelir. Netice olarak öğreten, yani Peygamber Efendimizsav ve öğrenen, yani Vadedilen Mesihas, her ikisi de kutlu ve mübarektirler.

Kısacası ilimler Kuran-ı Kerim ile son bulmuştur ve gelen her İlahi memura yeni ilimler değil, ancak Kuran’ın özel ilimleri öğretilecektir. Allah-u Teâlâ’nın onlara Kuran-ı Kerim’in geniş ilimlerini bağışlaması, doğruluklarının bir alameti olacaktır. Onlara bahşedilen bilgi insanların çabası ile elde edebilecekleri bir bilgi olmayıp, İlahi kaynaklıdır ve bu ilim ile ancak manevi gelişmeler ve hedeflerin öğrenilmesi mümkündür. Vadedilen Mesiheas geniş ölçüde bağışlanan Kuran ilmi, o kadar kapsamlıdır ki, Kuran’ı Kerim yeniden nazil oldu desek, bu abartılı olmaz. Bu söz doğrudur ve Peygamber Efendimizinsav hadis-i şerifine de uygundur. O, şöyle buyurmuştur.

لَوْكَانَ الْاِيمَانُ مُعَلَّقًا بِالثُّرَيَّا لَنَا لَهُ رَجُلٌ مِنْ فَارِسَ

“İman (Kuran) Ülker yıldızına gidip asılı kalsa bile, onlardan (Farisilerden) bir kimse onu geri getirecek.[16]

İlk olarak biz, Vadedilen Mesiheas bahşedilen, usulen İslam’a yardımcı olmak suretiyle onun durumunu değiştirip, kazananı yenilgiye uğratan ve mağlubu galip kılan, Kuran ilminden bahsedeceğiz. Bundan önce ölü bir kitap zannedilen Kuran-ı Kerim’in, böylelikle diri bir kitap olduğu ortaya çıktı. Onun güzelliklerine şahit olan muhalifler ise, korkup kaçtılar.

Vadedilen Mesih’inas nüzulünden önce, Müslümanların yaygın görüşüne göre, Kuran ilimleri önceki âlimlerin bildirdikleri ile sınırlı idi. Müslümanlar artık bu bilgiye bir şey ilave edilemeyeceğini ve böyle bir çabanın abes olup, din için zararlı olacağına inanıyorlardı. Allah-u Teâlâ Vadedilen Mesiheas bilgi vererek, O’nun maddi yaratıklarında sınırsız sırlar olduğu gibi, Kelamında da haddi hesabı olmayan manalar ve ilimler bulunduğunu açıkladı. Allah’ıncc mahlûkatı arasında en basiti sayılan bir sinek bile, her devirde gizli vasıflarını ortaya çıkarır. Onun bedeni ile ilgili sırlar, özellikleri ve adetleri zaman geçtikçe daha ayrıntılı bir şekilde öğrenilmektedir.  Ufak tefek bitkilerin bile yepyeni özellikleri ve tesirleri öğrenilirken, Allah-u Teâlâ’nın Kelamının özellikleri ve güzellikleri neden sınırlı olsun. İnsanlar bir müddete kadar Kuran’dan manalar ve ilimler çıkarabilmişlerken, sonrasında onun hazineleri tükenmiş bir madene dönüşmesi mümkün değildir. Allah’ıncc Kelamı, maddi eşyalardan daha ziyade,  manaları ve güzellikleri ihtiva etmelidir. Dünyada her gün yepyeni ilimler ortaya çıkmaktadır. Felsefe, jeoloji, arkeoloji, fizyoloji, botanik, zooloji, astronomi, ekonomi, siyaset, sosyoloji, psikoloji ve sair ilimler gittikçe genişlemektedirler. Bu ilimlerin bir kısmı yeni olup, bazıları ise geçmişe göre olağanüstü ilerlemeler göstermiştir. Durum böyleyken, acaba Allah’ın Kelamı, üzerinde düşünen ve incelemelerde bulunanlara yeni ilimler ve manalar vermekten aciz midir? Acaba Kuran-ı Kerim, yüzlerce sene önceki ilimlerle sınırlı tutulabilir mi?

Bu devirde dinsizliğin, Allah’tan uzak oluşun ve insanların şeriata mesafeli durmalarının sebebi, bu ilimlerin doğrudan veya dolaylı etkisinin bir sonucudur. Kuran Allah’ın Kelamı olduğuna göre, yeni ilimlerin elde edilmesinden veya eskilerinin gelişme kaydetmesinden sonra, bu ilimlerin yanlışlığını ortaya koyan ve insan kalbini tatmin eden cevapları sunan Kuran ilimlerinin de bulunması gerekiyordu. Kuran’a ait bu ilimler, yeni ilimlere karşı insanda doğan şüphelerin bilgi eksikliğinden kaynaklandığını ispatlayacaktı.

Bu genel prensibi sunmakla Vadedilen Mesihas, çağımızdaki bilimsel gelişmelerden ve diğer bütün durumlardan Kuran-ı Kerim’de bahsedildiğini, deliller ile ortaya koydu. Kuran-ı Kerim zamanımıza ait bazı ayrıntılardan bahsetmektedir. Oysa önceki Müslümanlar bu devirde dünyaya gelmediklerine göre, Kuran’ın işaret ettiklerini anlamayıp, bu olayların Kıyamet gününde vukuu bulacağını zannetmişlerdi. Mesela Tekvir suresinde çağımızın birçok alametlerinden bahsedilmektedir.

اِذَا الشَّمْسُ كُوِّرَتْ۞ وَاِذَا النُّجُومُ انْكَدَرَتْ ۞ وَاِذَا الْجِبَالُ سُيِّرَتْ ۞ وَاِذَا الْعِشَارُ عُطِّلَتْ ۞ وَاِذَا الْوُحُوشُ حُشِرَتْ ۞ وَاِذَا الْبِحَارُ سُجِّرَتْ ۞ وَاِذَا النُّفُوسُ زُوِّجَتْ ۞ وَاِذَا الْمَوْءُدَةُ سُئِلَتْ ۞ بِاَىِّ ذَنْبٍ قُتِلَتْ ۞ وَاِذَا الصُّحُفُ نُشِرَتْ ۞ وَاِذَا السَّمَاءُ كُشِطَتْ ۞ وَاِذَا الْجَحٖيمُ سُعِّرَتْ ۞ وَاِذَا الْجَنَّةُ اُزْلِفَتْ۞

“Güneş dürüleceği zaman; Yıldızların ışığı sönükleşeceği zaman; Dağlar yürütüleceği zaman; On aylık hamile dişi develer başıboş bırakılacağı zaman; Vahşi hayvanlar bir araya toplatılacağı zaman; Denizler parçalanacağı zaman; Farklı insanlar bir araya getirileceği zaman; Diri diri gömülen kız çocuğunun, hangi suç sebebiyle öldürüldüğü, sorulacağı zaman; Kitaplar yayınlanacağı zaman; Göğün derisi yüzüleceği zaman; Cehennem alevlendirileceği zaman; Cennet yaklaştırılacağı zaman.[17]

Bu ayetlerde dağların yürütüleceğinden kastedilen, bilimin dağları kolaylıkla delip kazacak kadar ilerleyeceğidir. On aylık hamile dişi develerin başıboş bırakılacaklarından kastedilen ise, yeni bineklerin icat olunacağı ve bu nedenle develerin değersiz kılınacağıdır. Vahşi hayvanların bir araya toplatılması ile anlatılan, dini ilimlerden habersiz olunmasından dolayı insanların yabani hayvanlara benzeyecekleridir. Başka bir manaya göre ise, önceleri yabani olarak kabul edilen kavimlerin dünyaya yayılıp hüküm sürecekleridir. Mesela, altı yedi yüzyıl önceye kadar Asyalılar medeni ve gelişmiş sayılırlarken, bugünün hâkimi Avrupalılar çıplak gezinmekteydiler. Bu ayette çağımız ile ilgili başka bir gaybi haber de saklıdır. Buna göre, bazı yabani kavimler helak edilecek ve sadece isimleri baki kalacaktır. Arapçada şöyle denilir:

حُشِرَ الْوُحُوشُ اَىْ اُهْلِكَتْ

Yani, yabaniler toplatılacak denildiğinde, bunun anlamı, onlar helak edilecekler demektir. Çağımızda bu olay yaşandı ve Avustralya ile Amerika’nın yabani denilen yerli kavimleri zaman içerisinde helak edildiler ve onların izleri bile kalmadı.

Ayette yer alan, denizler parçalanacağı zaman ifadesinde, çağımızda su kanallarının açılacağına dair işaretler bulunmaktadır. İnsanların bir araya getirileceğinden kastedilen ise, bilimdeki gelişmeler ve yeni icatlar sonucu, birbirlerinden çok uzakta bulunan insanların kolaylıkla bir araya gelecekleridir. Günümüzde telefon, telgraf, posta ve tren hizmetleri, bütün bir dünyayı tek bir şehir haline getirmeye başlamıştır. Yine ayette geçen, diri diri gömülen kız çocuğunun, hangi suç sebebiyle öldürüldüğü sorulacak ifadesi ise, bazı dinlerde insanların diri olarak gömülmeleri caiz görüldüğü halde, devlet kanunlarının artık buna müsaade etmeyeceğidir. Keza kitapların yayınlanmasına dair ifade ile kastedilen de, insanların hayrete düşecekleri kadar, gazete ve kitapların bollaşacağıdır. Göğün derisi yüzüleceği zaman ifadesi ile de, astronominin gelişme göstereceğine ve Kuran-ı Kerim ilimlerinin yayılması sonucu gökyüzünün sırlarının ortaya döküleceğine işaret edilmektedir. Cehennemin alevlendirileceği zaman ile kastedilen, yeni ilimlerin bir sonucu olarak, insanların dinden nefret edecekleri ve içlerinde imanın kalmayacağıdır. Ayrıca yaşam koşullarının iyileşmesi ile insanlar arasında fitne ve fesadın ortaya çıkacağına da işaret edilmektedir. Son olarak Cennetin yaklaştırılacağından kastedilen, bu devirde Allah’ıncc merhametinin coşup, Cennetin insanlara yakın kılınacağıdır. Yani, fitne ve fesat artıp, şer çoğaldığında, Allahcc insanın imanının tazelenmesi ve İslam’ın güzelliğinin ortaya çıkması için öyle bir ortam ve koşullar hazırlayacaktır ki, insanoğlu için, onu Cennete kavuşturacak amelleri işlemek çok kolaylaşacaktır.

Bu alametlerin hepsinin, içinde bulunduğumuz devre ait olduğu ortadadır. Bunların Kıyamet gününe ya da başka bir zamana ait olması mümkün değildir. Sadece güneşin dürülmesi ve yıldızların ışıklarının sönükleşmesi ifadelerinin geçtiği iki ayeti yanlış anlamak suretiyle, bu alametler Kıyamet gününe aittir denmesi, doğru değildir. Bu surenin diğer ayetlerinin Kıyamet ile hiçbir ilişkisi görülmemektedir. On aylık hamile dişi develerin başıboş bırakılmasının, Kıyamet ile ne ilişkisi olabilir ki? Eğer birileri, onlar korkudan terk edilecekler derse, bu cevabın doğru olması da mümkün değildir. Çünkü o gün, dişi deve bir yana, anne, baba, evlat, eş ve kardeşler gibi yakınlarımızı bile terk edeceğiz. Bu koşullarda dişi devenin terk edilmesinden bahsedilmesi anlamsızdır. Aynen bunun gibi, vahşiler neden bir araya getirilsin diye bir soru da akla gelmektedir. Kanallar açılarak denizlerin birleştirilmesinin, Kıyamet günü ile ne ilişkisi vardır? Benzer şekilde, kız çocukları hakkında neden sorulacaktır? Ameller ile ilgili sorgulama, bu kâinat altüst olurken değil, her şey yok olduktan sonra Haşr gününde yapılacaktır. Bu ayetlerden sonraki ayetlerde de bahsedilen konular, söz konusu hadiselerin bu dünyada gerçekleşeceğinin bir delilidir. Mesela Kuran-ı Kerim’de şöyle buyrulmaktadır:

وَالَّيْلِ اِذَا عَسْعَسَ۞ وَالصُّبْحِ اِذَا تَنَفَّسَ۞

“Gelip geçen geceyi ve soluk almaya başlayan sabahı (da) şahit gösteriyorum.[18]

Bundan önce, güneşin dürüleceğinden bahsedilmiştir. Eğer bu sure Kıyamet gününden bahsetmekte ise, güneşin dürülmesinden sonra, gece nasıl sona erecek ve gün nasıl tekrar ağaracak? Kısacası, bu surede zikrolunan hadiselerin Kıyamet ile hiçbir alakası yoktur. Ancak şüphesiz bunların hepsi çağımızda vuku bulan hadiselere uymaktadır. Devrimiz, tam manasıyla bu ayetlerde tasvir edilmiştir. Bu surede, devrimizde kötülüğün artmasından, dünyevi ilerlemelerin kaydedilmesi ve günahın çoğalmasından ve sonrasında Allah’ıncc lütfunun ineceğinden bahsedilmektedir. Bunları okuduğunda ise, müminin imanı tazelenir ve o içindeki tüm şüphelerden arınır.

Zamanımız ile ilgili Kuran-ı Kerim’de zikredilen haberler arasından, yukarıda birkaç tanesini örnek olarak sunduk. Vadedilen Mesihas bizzat kendisi bunlardan bahsetmiştir veya onun bildirdiği prensiplere uyarak, onun hizmetçileri bunları Kuran’dan öğrenmişlerdir. Bu devre ait fesatlar ve diğer durumlardan, keza onların çarelerinden, Kuran-ı Kerim sıklıkla bahsetmektedir. Bunları gören bir düşman bile, Kuran-ı Kerim’in Allah’ıncc kitabı olduğunu ve onu indirenden geçmiş, bugün ve geleceğin hiçbir durumunun gizli kalmadığını kabul etmek zorunda kalacaktır. Ancak bu konuyu ele alacak olursak, bu yazımız fazlaca uzayacaktır.

Vadedilen Mesiheas Kuran-ı Kerim ile ilgili bahşedilen ikinci prensip ise, Kuran-ı Kerim’deki hiçbir iddianın delilsiz olmadığıdır. Bu usulü belirlemekle, Kuran ilimlerinin buluşu ile ilgili yeni bir kapı açılmıştır. Bundan önce sadece iddia olarak kabul edilen binlerce ifade, bu prensibe göre incelendiğinde, delillerini ortaya koymaktaydı. Hâlbuki insanlar daha önceleri, Allahcc böyle söyledi diye inanmak zorunda bırakılıyorlardı. Ancak çağımızda insan fıtratı, ilimlerin gelişmesinin bir sonucu olarak, bunu bir nevi zorbalık olarak gördüğünden, böyle bir yükümlülüğü üstlenmeye hazır değildi. Vadedilen Mesih’inas belirlediği bu prensiplerin neticesinde, insan zihni tatmin olduğu için, büyük bir coşku ve sevgi ile Kuran’ın ileri sürdüğü usulleri kabullendi. Böylece Kuran’a uymayı bir yük gibi görmek yerine, ona uymakla esenlik elde edildi. Kuran-ı Kerim insan boynuna takılmış bir zincir değil, aksine her duruma vakıf bir kılavuz olarak algılanmaya başlandı. Vadedilen Mesihas, Allah’ıncc varlığı ile ilgili Kuran-ı Kerim’de bulunan ve bilimin reddedemeyeceği delilleri ortaya koydu. Bu delillerin etkisiyle de, tahsilli ateistlerin bir cemaati, tekrar Allah yoluna dönmektedir.

Aynen bunun gibi, Meleklerin varlığına yöneltilen itirazların cevaplarını da, Vadedilen Mesihas Kuran-ı Kerim’den verdi. Peygamberliğe duyulan ihtiyacı ve peygamberlerin doğruluğunun delillerini de, yine Kuran’dan sundu. Keza Kıyametin hak olduğunu da o, Kuran-ı Kerim’den ispatladı. O, salih amellere duyulan ihtiyaç ile faydalarını ve günahların tehlikeli sonuçları ve de onlardan uzak durmanın gerekliliği gibi bütün meseleleri açıkladı. Bunlar haricinde, diğer birçok konu ile ilgili meseleleri de, Kuran-ı Kerim’in bahsettiği akli ve nakli deliller ile kanıtladı. Böylelikle Vadedilen Mesihas, modern ilimlerin Kuran-ı Kerim’e hiçbir menfi etkisinin olamayacağını da ispat etti. O, Allah’ın fiili ve sözü arasında hiçbir çelişki bulunmayacağını da ortaya koydu. Keza onun fiiline muhalif bir kelamın da, onun sözü olamayacağını açıkladı.

Bu meselelerin açıklanmasının bir sonucu olarak, şu an sadece onun cemaati, hem modern ilimleri öğrenmekte, hem de taklit olmadan, içtenlikle ve bilinçli olarak İslam’ın bütün inanışlarına iman edip, onun doğruluğunu da ispatlamaktadır. Diğer Müslüman gruplar, bu prensiplerden habersiz oldukları için, modern ilimleri reddetmekte ve onların tahsilini küfür olarak nitelendirmeye kadar ileri gitmektedirler. Böylelikle onlar, hayali imanlarını korumaktadırlar. Diğer taraftan bu modern ilimlerin etkisi altında kalanlar, İslam’ı fiilen terk etmekte veya insanlardan korktukları için, Müslüman olduklarını söyleyip, içlerinde İslam öğretisi ile ilgili şüpheler taşımaktadırlar.

Kuran-ı Kerim ile ilgili Hz.Mirza Gulam Ahmed’eas öğretilen üçüncü prensip, Kuran öğretisi ile ilgili insan aklında oluşan her şüphe ve vesvesenin cevabının, Kuran’da bizzat bulunduğudur. Vadedilen Mesih’inas bu konuyu açıkladığı detay karşısında insan aklı şaşakalır. O, her türlü şüphe ve vesvesenin cevabını Kuran-ı Kerim’den vermiştir. Vadedilen Mesihas vesveselere cevap verirken, Kuran-ı Kerim bu görüşleri reddettiği için bunlar merdûdtur dememiştir. Aksine, Kuran-ı Kerim’in ileri sürdüğü akli ve ilmi deliller ile onlara karşı koymuştur. Hangi dine ve millete mensup olurlarsa olsunlar, herkes bu delilleri kabul etmeye mecburdur.

Kuran-ı Kerim ile kendisine lütfedilen dördüncü prensibe gelince, daha önce yaygın olan görüşe göre, Kuran-ı Kerim’in bütün diğer kitaplardan üstün olduğu söylenilirdi. Ancak kimse Kuran’ın diğer İlahi kitaplardan ve başka eserlerden, neye göre üstün olduğunu ve onun neden benzersiz olduğunu ispatlayamamıştı. O, bu konuyu Kuran-ı Kerim’den öylesine ayrıntılı olarak, delilleri ile açıkladı ki, insan kendini tutamayarak, Kuran’a kurban ve bize bu öğretiyi getiren Peygamber Efendimizinsav yoluna da feda olmak ister.

Ona bahşedilen beşinci prensip ise, Kuran-ı Kerim’in “zü’l meâni” olduğu, yani içinde birçok manaların bulunduğudur. Kuran okuyan bir kimse, kendi aklı, fehmi ve becerisine göre onda mutlaka doğru öğretiyi bulacaktır. Bu, aynı kelimelerden birçok anlamlar çıkacak demektir. İlmi ve aklı az bir kimse onu okuduğunda, anlaması ve inanması kolay olan basit bir öğretiyi onda bulacaktır. Orta düzeyde bilgi sahibi bir kimse ise onu okuduğunda, o da bilgisine uygun bir şeyleri ondan anlayacaktır. Ancak bilgi seviyesi yüksek bir kimse onu inclediğinde, o da onda kendi ilmine uygun bilgiler bulacaktır. Kısacası bilgisi az olan bu kitabı anlamakta güçlük çekmeyeceği gibi, bilgi seviyeleri yüksek olan insanlar da, bunu basit bulup terk etmeyeceklerdir. Kuran onların da ilgilerini çeker ve ilimlerinin artması için birçok şeyi içerir.

Kuran-ı Kerim ile ilgili Vadedilen Mesiheas öğretilen altıncı usule göre, bu Kitap manevi ilimler içerdiği gibi, insanın bilmesi gereken maddi ilimleri de ihtiva etmektedir. Bu ilmi buluşlar zamanla gelişme gösterir ve böylelikle her devrin insanının imanının artmasına vesile olur.

Ona açıklanan yedinci prensibe göre, Vadedilen Mesiheas Kuran tefsirinin usulleri öğretilmiştir. Onları göz önünde bulunduran bir kimse, Kuran tefsirinde hataya düşmekten korunur. Bu usullerin yardımı ile insana yepyeni bilgiler aşikâr olur. Böylelikle Kuran-ı Kerim’i incelemesi ona, her defasında daha büyük lezzet ve mutluluk verir.

Kuran-ı Kerim hakkında ona bağışlanan sekizinci prensip ile Vadedilen Mesiheas, Kuran’dan bütün manevi ilerlemenin dereceleri ve aşamaları öğretildi. Bundan önce insanlar, bu ilimleri kendi akılları ile bulmak çabasındaydılar. Netice olarak onlar, kimi zaman hataya yakalanmaktaydılar. Manevi makamlar ile ilgili Vadedilen Mesiheas Kuran’dan bilgi verildi. Ona öğretilen, en basit manevi durumdan başlayıp, en yüksek manevi makama kadar, her manevi derecenin Kuran-ı Kerim’de tek tek sıralandığıdır. Onlara tabi olan kimse, Allah’acc ulaşabilir ve imani meyvelerinden yiyebilir. Daha önceleri insanlar bu bilgiye sahip değillerdi. Çünkü onlar, Kuran-ı Kerim’in farklı ayetlerinden istidlal elde edebiliyorlardı. Oysa bütün manevi derecelerin Kuran-ı Kerim de bir arada bulunduğundan habersizdiler.

Ona öğretilen dokuzuncu prensip ise, Kuran-ı Kerim’in tümünün, yani surelerin ve ayetlerinin tamamının özel bir sıraya uygun olarak indiğidir. Onun her ayeti ve ifadesi, en uygun ve ideal yere konulmuştur. Ondaki sıralamanın bir benzeri, başka hiçbir kitapta mevcut değildir. Diğer kitaplardaki sıralamada, bir konudan sonra ona uygun başka bir konunun gelmesi göz önünde bulundurulandır. Ancak Kuran-ı Kerim kendine özgün bir tertiptedir. Onda konular birbirine bağlıdır ve bu ilişki öylesine mükemmeldir ki, ona farklı bakış açılarından bir tertip verilmiştir, denebilir. Onu hangi anlam açısında incelersek inceleyelim, iç düzeni kesinlikle bozulmaz. Bir açıdan onu tefsir ederken ayetler içinde bulunan tertibin, diğer bir yönden tefsir yapıldığında bozulması söz konusu değildir. Aksine bu tertip içerisinde tüm doğru ve tefsir usullerine uygun manalar bulundurulmuştur. Bu manalardan istenileni alıp tefsir ettiğimizde, tertip asla bozulmaz. Bu güzellik hiçbir beşeri kelamda bulunmamaktadır ve kesinlikle de bulunamaz.

Vadedilen Mesiheas öğretilen onuncu prensibe göre, Kuran-ı Kerim’de iyilik ve kötülüğün dereceleri bulunmaktadır. Kuran, hangi iyilikten hangi iyiliğin doğacağını ve hangi günahın neticesinde başka hangi kötülüğün ortaya çıkacağını beyan eder. Bu ilimden insan, ahlakını düzeltmek adına olağanüstü bir şekilde istifade edebilir. Çünkü bu aşamalı bilgiler vasıtasıyla insan, önce çaba sarf ettiği halde elde edemediği iyilikleri, böylelikle kazanabilir. O, daha önce çaba gösterdiği halde terk edemediği günahlarından da, bu vesile ile kurtulabilir. Vadedilen Mesihas bizleri, Kuran-ı Kerim’in büyük bir mucizesinden haberdar etmiştir. Ona bahşedilen bilgiye göre Kuran-ı Kerim, iyilik ve günah kaynaklarından bahsetmektedir. İnsan ona ulaşıp susuzluğunu giderebilir veya her şeyi yıkıp yok eden tufanı durdurabilir.

Onbirinci prensipte ona, Fatiha suresi Kuran-ı Kerim’in tüm konularının özetidir diye açıklanmıştır. Kuran-ı Kerim’in kalan kısmı, Fatiha suresi için bir metin hükmündedir. Bu sure, bütün usuli meseleleri içermektedir. Vadedilen Mesihas, bu surenin çok ayrıntılı ve uzun tefsirlerini yayınlamıştır. O, imanı tazeleyen konuları Fatiha suresinden alıp, insanlara dağıtmıştır ve bu ilim vesilesi ile, İslam’ı koruma vazifesini de kolaylaştırmıştır. Eğer insan ayrıntılardan bir şey anlamakta güçlük çekiyorsa, özetine bakarak konuyu anlayabilir ve sadece Fatiha suresini eline alıp, bütün dünya dinlerinin karşısına çıkabilir. O, bütün manevi makam ve dereceleri de bu surede bulabilir.

Yukarıda sunulan bu örnekler, Vadedilen Mesiheas bağışlanan Kuran ilminin prensipleri ile ilgilidir. Bunun haricinde ise kendisine, Kuran-ı Kerim ile ilgili onikinci ilim ayrıntılar ile bağışlanmıştır. Bu bilgiye binaen o da, farklı ayetlerin tercümelerini ve içerdiği irfan konularını açıkladı. Vadedilen Mesihas, Kuran-ı Kerim’in bu devrin ihtiyaçlarına dair  öğretilerini açıklamıştır. Bunların tamamı bir araya getirilecek olursa, birkaç cilt halinde yayınlanması ancak mümkün olacaktır. Bu ilim pınarlarının Vadedilen Mesiheas bağışlanması, onun feyzlerin gerçek kaynağı olan Allahcc ile özel bir ilşkisi olduğunu kanıtladı. Allahcc alîmdir ve hakkında Kuran-ı Kerim’de şöyle buyrulmuştur:

وَلَا يُحٖيطُونَ بِشَیْءٍ مِنْ عِلْمِهٖ اِلَّا بِمَا شَاءَ

“…(Kulları, Allah’ın) dilediği dışında ilminden hiç bir şeyi kavrayamazlar…[19]

İnsanın kendi gücü ve aklı ile bu ilimlere ulaşması mümkün değildir. Vadedilen Mesih’inas açıkladığı bilgi ve usullere uyarak Kuran-ı Kerim’i okuduğumuzda, onun içinde dalgalanan uçsuz bucaksız ilim denizlerini görürüz.

Kuran-ı Kerim’de şöyle buyrulmuştur:

لَا يَمَسُّهُ اِلَّا الْمُطَهَّرُونَ

“(Allah tarafından kalbi) temiz kılınan dışında, kimse (Kuran’a) dokunamaz.[20]

Hz. Mirza Gulam Ahmedas, muhaliflerin dikkatini bu ayete çekmek suretiyle, onlara şöyle buyurmuştur: “Eğer size göre ben yalancı isem, neden bana bu denli ince ilimler bağışlanmaktadır?” O muhaliflerini sıklıkla davet edip, Kuran ilimleri konusunda kendisi ile yarışmalarını istedi ve eğer bir âlim veya şeyh Allah dostu ise, karşıma çıksın dedi.  Vadedilen Mesihas onlara, tarafsız bir kimsenin Kuran’ın herhangi bir parçasını tesadüfen seçip, her iki tarafa vermesini teklif etti. Söz konusu ayetlerin içerdiği, daha önce hiç açıklanmamış yepyeni irfan ilimlerinden oluşan tefsirini her iki tarafın da yazması ile, Allah’ıncc kimin yanında olduğunun anlaşılacağını ileri sürdü. Ancak o, sıklıkla meydan okumasına rağmen hiç kimse karşısına çıkmadı. Onların bunu yapmaları mümkün de değildi. Vadedilen Mesih’inas karşısına çıkmak şöyle dursun, muhaliflerinin Kuran ilimlerinde onun hizmetçileri karşısında durabilmeleri bile söz konusu değildir. Bu devirde Kuran-ı Kerim, sadece bizimdir diyebilmemiz mümkündür..

Bu konuyu tamamlamadan önce, Vadedilen Mesih’inas Kuran-ı Kerim ile ilgili Farsça bir manzumesini aşağıda aktarıyoruz. O, bu manzum kelamda insanoğlunun dikkatini Kuran ilimlerine çekmiştir.

Kuran’ın pak nurundan halislik ve temizlik seheri doğdu,

Ve kalp goncaları üzerine sabah rüzgarı esti.

Bu şaşaa ve parlaklık, öğle vakti güneşinde bile bulunmaz.

Hatta dolunayda da, böyle çekicilik ve güzellik gören olmadı.

Yusufas kuyunun dibinde yalnız başına mahpus kalmıştı,

Ancak bu Yusuf, birçoklarını kuyudan çekip çıkardı.

Onunla mana maşrığından, yüzlerce ince ve zarif anlam doğdu

Hilalin bükülmüş beli, inceliği karşısında daha da büküldü.

Ondaki hakikatlerin lezzeti nedir bilir misin?

O, İlahi vahiyden süzülmüş semavi bal lezzetidir.

O, hakikat güneşi bu âleme yöneldiğinde,

Karanlığı seven her baykuş, kaçtı deliğine.

Onunla sükun ve huzura kavuşandan başka hiç kimse,

Bu dünyada yakin elde edemez.

Onu bilen irfan hazinesidir,

Bilmeyen ise her şeyden bihaberdir.

Rahman’ın lütfunun yağmuru, onunla geldi,

Onu bırakıp, başkasına koşan ne şanssızdır.

Kötülüğe meylettiren insanın içindeki şeytandır,

Bence insan, her kötülükten sakınandır.

Ey güzellik kaynağı, nereden geldiğini biliyorum.

Sen, kâinat ve içindekileri Yaratanın nurusun.

Yok kimseye meylim, ancak sen biricik sevgilimsin.

Nurun bana, ancak Feryadı Duyancc tarafından ulaşmıştır.[21]


[1] Bakara suresi, ayet 32

[2] Enbiya suresi, ayet 75

[3] Neml suresi, ayet 16

[4] Yusuf suresi, ayet 23

[5] Kasas suresi, ayet 15

[6] Nisa suresi, ayet 114

[7] Taha suresi, ayet 115

[8] Bakara suresi, ayet 24

[9] Hud suresi, ayet 2

[10] El Hudâ Vet Tabsiratun Liman Yera, H.1320, 12 Haziran 1902

[11] El Hakem gazetesi, 1 Mayıs 1900, s.5

[12] Bakara suresi, ayet 48

[13] Âli İmran suresi, ayet 111

[14] İbrahim suresi, ayet 5

[15] Tezkere, s.45 (4. Baskı)

[16] El-Muğcemü’l Kebir ; Taberanî ; C. 18 ; S.353

[17] Tekvir suresi, ayet 2-14

[18] Tekvir suresi, ayet 18-19

[19] Bakara suresi, ayet 256

[20] Vakıa suresi, ayet 80

[21] Ruhani Hazain, c.1, s.304-305, Berahin-i Ahmediye

Bir Öncekini Oku

Sekizinci delil “Meleklerin secdesi”

Bir Sonrakini Oku

İslamın Üstün Vasıfları