Vâdedilen Mesih hazretleri,
“Ey Allah’ı seven kullar! Kulak verin ve iyi dinleyin! Yakîn gibisi yoktur. Günahtan kurtaran ancak yakîndir. İyi işler işlemeye güç veren de yakîndir. Allah’a gerçek âşık yapan da yakîndir. Yakîn olmadan günahı hiç bırakabilir misiniz? Kesin tecelli olmadan nefsanî duygulardan geri durabilir misiniz? Yakîn olmadan gerçekten tatmin olabilir misiniz? Yakîn olmadan içinizde gerçek bir değişiklik meydana getirebilir misiniz? Yakîn olmadan gerçekten gönül ferahlığı elde edebilir misiniz? Gök altında size günahı bıraktıran öyle bir keffare veyahut fidye var mıdır? İyi bilin ki, yakîn olmadan siz ne karanlık hayattan dışarı çıkabilirsiniz, ne de Ruh’ül-Kudüs’e ulaşabilirsiniz. Ne mutlu yakîn sahibi olanlara! Çünkü onlar Allah’ı görecekler. Ne mutlu şüphe ve kuşkulardan kurtulanlara! Çünkü onlar günahtan kurtulacaklar. Yakîn serveti verilen sizlere ne mutlu! Çünkü bundan sonra günahınız artık son bulacaktır. Günah ile yakîn ikisi bir arada olmaz. İçinde korkunç zehirli yılanı gördüğünüz bir deliğe elinizi sokabilir misiniz? Acaba siz, bir volkandan taşların yağdığı bir yerde, veyahut vahşi aslanların saldırdığı bir yerde, veya öldürücü vebanın insan neslini yok ettiği bir yerde durabilir misiniz? Eğer yılana, yıldırıma, aslana veyahut vebaya inandığınız gibi Allah’a da inanıyorsanız, O’nun buyruklarına karşı gelip itaatsizlik ederek ceza yoluna gitmek, yahut doğruluk ve vefa ilişkisini O’ndan koparmanız mümkün değildir,” der.[2]
Yakîn: gerçek ve kesin bilgi demektir.
Yine kendisi, “Korku, sevgi ve değer takdir etmenin temeli mükemmel irfandır. Kime tam irfan verilirse, ona korku ve sevgi de ihsan edilir. Kime korku ve sevgi verilirse, o umursamazlık sonucu meydana gelen günahtan da kurtulur. Bu kurtuluş için bizim ne kana ihtiyacımız vardır, ne çarmıha, ne de herhangi bir keffareye ihtiyacımız vardır. Bizim ancak tek bir kurbanlığa ihtiyacımız vardır. O da nefsin kurban edilmesidir. Tabiatımız da bu ihtiyacı hisseder. Bu kurbanlığın bir diğer adı da İslam’dır. İslam, boğazlanmak için boynu öne koymak demektir. Başka bir ifadeyle, tam rıza göstererek ruhu Allah’ın eşiğine koymak demektir. Bu güzel isim (İslam), bütün şeriatların ruhu ve bütün buyrukların canıdır. Gönül memnuniyeti ve rızasıyla boğazlanmak için boynunu öne koymak, tam sevgi ve tam aşkı gerektirir. Tam sevgi ise, tam irfanı gerektirir. Dolayısıyla İslam sözcüğü, gerçek fedakârlık için, kurban olmak için tam irfan ve tam sevginin gerektiğine işaret eder. Bunun başka hiçbir şeye ihtiyacı yoktur,” der.[3]
Cenab-ı Hak, bize bunların hepsini uygulamaya güç versin. Âmin!
İslam talimatı, en güzel talimattır. İnsan hayatının hiçbir yönünü bırakmamıştır. Hepsini ele almıştır. Bu hususta hiçbir eksiklik de hissedilmiyor. Dolayısıyla Yüce Allah’ın bunca ihsanları, O’nun sevgili Peygamber Efendimize indirdiği talimatı hayatımıza, varlığımıza uygulamamızı gerektirir. Biz Ahmediler için bu sorumluluk daha da artar. Çünkü biz Yüce Peygamber Efendimizin gerçek âşığı, kul kölesi ve bu çağın imamının cemaatine katılmış bulunuyoruz, katıldığımızı iddia ediyoruz da. Yüce Allah bir yönden O’nun haklarını yerine getirmemiz için dikkatimizi çekti. Diğer yönden kul haklarını ifa etmemiz için de dikkatimizi çekmiştir. Bunu söylerken Cenab-ı Hak, türlü hısımlar ve aralarındaki ilişki ve gerekliliklerini yerine getirmemizi de buyurmuştur. Bundan dolayıdır ki, Vâdedilen Mesih hazretleri Biatın dokuzuncu şartında halkın sempatisi ve onun haklarının ifa edilmesinden söz etmiştir.
Hz. Mirza Masroor Ahmed
“Biat Şartları ve Bir Ahmedinin Sorumlulukları” Kitabından
[2] Nuh’un Gemisi, Ruhani Hazain, c.19, s.66-67
[3] Lahor Konuşması: s.5-6, Ruhani Hazain c.20, s.151-152