SEVANİH-İ HAZRET HALİFETÜ’L MESİHİ’L EVVEL
HAZRET HEKİM MOLVİ NURUDDİN SAHİP, HALİFETÜ’L MESİHİ’L EVVEL
Allahın sevgili bir kulu Hindistan’ın küçük bir kasabasında dükkanında oturmuş hastaları muayene ediyor ve ilaç veriyordu. O sırada postacı geldi ve bu iyi adama bir telgraf verdi. Allahın bu sevgili kulu telgrafı açınca, Allahın Mesihinin telgrafı olduğunu öğrendi. Mesih-i Mevudas
“Beklemeksizin Delhi’ye geliniz,” yazmıştı.
Allahın bu sevgili kulu, telgrafı okur okumaz ayağa kalktı, hastaları bıraktı, ev halkına da haber vermedi ve doğruca tren istasyonuna doğru gitti. Elini cebine sokup da Delhi’ye gitmek için para olup olmadığına bile bakmadı. Allahın bu sevgili kulunun zihninde sadece tek bir şey vardı; Allahın Mesih’i, hiç beklememelisin ve Delhi’ye gelmelisin demişti. O yüzden eve gitse geç olacaktı. Para almaya gitse geç olacaktı. Birine söylemek için gitse geç olacaktı.
Allahın bu sevgili kulu, Kadiyan’dan Amritsar’a ulaştı. Oraya varınca, cebindeki paranın bittiğini ve Delhi’ye gitmek için bilet parası kalmadığını anladı. Fakat Allahın bu sevgili kulunun hiçbir şey umurunda değildi. Onun Yüce Allaha kesin güveni vardı. Amritsar istasyonunda trenin gelmesine bir müddet kalmıştı. Allahın sevgili kulu, treni beklerken istasyonda geziniyordu. Bütün dünya alemin Rabbi, kendi sevgili kuluna bakıyordu. Allahın, Kendi Mesihine itaatte bu kadar divane ve yerinde duramayan bu sevgili kuluna karşı sevgisi coştu. Yüce Allahcc meleklerine emrederek, sevgili kuluna bilet ve yolculuk masrafları verilmesine hükmetti.
Allahın sevgili kulu birdenbire, tren istasyonunda birisinin kendisine doğru hızlı hızlı geldiğini gördü. Adam yaklaştığında onu tanıdı, bu Hinduların bir reisi idi. Bu Hindu kendisine şöyle ricada bulundu: Huzur, benim karım çok hasta, gelip onu muayene ediniz.
Allahın sevgili kulu, “Ben Allahın Mesihinin çağrısı üzerine Delhi’ye gidiyorum, geç kalamam, o yüzden hiçbir yere gidip gelemem,” diye cevap verdi. Hindu reis, benim evim hemen yandadır ve trenin gelmesine daha zaman vardır, trenin gelmesinden önce ben sizi geri getirip bırakacağım. Nitekim Allahın sevgili kulu, peki dedi. Hindu reis kendi arabasıyla onu evine götürdü ve karısına ilaç verdikten sonra istasyona geri getirdi. Allahın bu sevgili kuluna bilet ve bir miktar para verdikten sonra büyük bir saygıyla selam vererek gitti.
Allahın bu temiz kulu Rabbine şükretti ve trene binerek Allahın sevgili Mesihinin yanına ulaştı.
Sevgili çocuklar! Allahın bu sevgili kulu kimdi biliyor musunuz?
Allahın bu sevgili kulu, Ahmediye Cemaatinde ilk Halife, Hazreti hafız, hacı, hekim, Mevlana Nuruddin Sahipra idi. Vadedilen Mesih ve Mehdi Hazreti Mirza Gulam Ahmed Kadiyanî (aleyhisselam) çağırdığı için Kadiyan’dan Dehli’ye teşrif etmişti.
NURUDDİN HAZRETLERİ’NİN HANEDANI
Hazretin asıl ismi Nuruddin idi. 1841’de Bera’nın Mağmaran adlı mahallesinde doğdu. Babasının ismi, Hz. Hafız Gulam Resul Sahip, annesinin ismi Nur Baht Hanımefendi idi. Hazretin nesebi (soyu) Hazreti Ömer Faruk’ara dayanır. Aile büyükleri arasında evliya, alim, padişah, sufi, kadı, şehit, her makamdan büyük insan olmuştur. Hazretin hanedanı her zamanki gibi büyük bir şan ile devam etmektedir. Hanedan üyelerine Pakistan’da bugün de şehzade denmektedir.
MUHTEREM BABASI
Babasının Kuran-ı Kerim’e müstesna bir aşkı vardı. Kuran-ı Kerim onun hayatının en sevgili meşgalesiydi. Binlerce Rupi vererek Kuran-ı Kerim satın alır, memleketin her yanına gönderirdi. Bombei’den bir tüccarın anlattığına göre, kendisi otuz bin rupi’ye Kuran-ı Kerimler satın alarak Bera’ya gitmiş. Nuruddin Hazretlerinin babası onların hepsini satın almış. Büyük kızının evliliğinde, hazret onun çeyizinin en üstüne Kuran-ı Kerim koydu ve “bizden sadece budur” buyurdu.
Kendisi çok iyi bir at binicisiydi ve atlara çok meraklıydı. Yüce Allahcc kendisine servet ve zenginlik vermişti. Çok iyi huylu bir insandı. İyilik çehresinden damlıyordu. Çocukları çok severdi, ne kadar büyük masrafları olursa olsun umursamazdı. Çocukların sağlığına çok dikkat ederdi. Sofralarında elma, nar, üzüm, yani iyi meyveler olurdu. Çocuklara dini renkte terbiye verirdi. Eğitime çok meraklıydı. Meden Çand, Hindu bir alim idi. O, bulaşıcı bir hastalığa (korhi hastalığına) yakalandı. Bu, öyle bir hastalıktı ki bir kişi yakalandımı bütün köy bu hastalığa yakalanırdı. O yüzden insanlar onun kalması için şehrin dışında bir ev yaptırdılar. Hazret, oğullarından birini, yani Halifetü’l Mesihi’l Evvelin abisini onun yanına (bulaşıcı hastalığa yakalanmış olan Meden Çand’ın yanına) okuması için gönderdi. İnsanlar, “o ne güzel bir çocuk, niye onun hayatını tehlikeye atıyorsun?” dediler. Hazret ise, “benim oğlum Meden Çand kadar ilim öğrenirse Korhi hastalığına yakalanması benim hiç umurumda olmaz,” diye cevap verdi.
Kendisi iyi elbise giyerdi. Kalitelisinden, işlemelerini kendi kızlarının yaptığı bir lengi (peştamal) kullanırdı. Hazret, kendi kızları hazırladığı için bundan gurur duyardı. Kendisinin yedi oğlu ve iki kızı vardı. Hazret Halifetü’l Mesihi’l Evvel en küçük oğluydu.
MUHTEREM ANNESİ
Muhterem annesinin ismi Nur Baht Hanımefendidir. Kendi kocası gibi çok iyi bir insandı. Namaza çok düşkündü. Mutfakta seccade asılı olurdu ve vakti gelir gelmez namazı orada kılardı. Dine çok vakıftı, Kuran-ı Kerim’i çok iyi anlardı. On üç yaşında iken Kuran-ı Kerim öğretmeye başladı, binlerce kişi kendisinden Kuran öğrendi. Kendi evlatlarının Kuran-ı Kerim’i sevmelerini çok arzu ederdi. Nitekim bütün çocuklarının Kuran-ı Kerim’e sevgileri vardı. Seksen beş yaşına kadar Kuran-ı Kerim öğretmeye devam etti. Halifetü’l Mesihi’l Evvel’i çok severdi.
GENÇLİĞİ
Halifetü’l Mesihi’l Evvel’in hafızası çok kuvvetliydi, o kadar ki anne sütünü bırakışını bile hatırlardı. Allahcc ve Resulü’nünsav daima anıldığı bir evde gözlerini açması ona Allahın bir lütfudur. İlk olarak kendi annesinin kucağında Kuran-ı Kerim ve Pencapça dinî kitaplar okudu. Daha sonra medreseye gitti. Namaza olan şevki medresede okuduğu zamanlarda başlamıştı. Öğretmeni, kendisini diğer çocuklarla birlikte namaz kılmaya gönderirdi. Namazla birlikte yavaş yavaş kalbinde dua şevki de oluşmaya başladı. Bir defasında bir çocuk, abdest aldıktan sonra herkesin önünde, namazı kim kılacak dedi. Bunu söyledikten sonra alnını kerpiç duvara sürdü. Böylece yüzünde toprak (güya secde) izi görünmeye başladı. Böylece o, bütün çocuklara namaz kılmama ve yalan söyleme alışkanlığı aşılamaya çalıştı. Fakat Halifetü’l Mesihi’l Evvel üzerinde bunun bir etkisi olmadı, tam tersine namaz şevki daha da arttı. Medrese yıllarında kitap biriktirme merakı başladı ve kendisinin gençlik hevesi işte sadece bu idi. Ömrü boyunca hiçbir zaman herhangi bir oyun oynamadı. Sadece bir oyun bilirdi, o da yüzmekti. Kendisi çok iyi yüzerdi. Bazen büyük nehirlerde yüzerdi. Buna ilaveten ata binmeye de merakı vardı. Kendisi anlatır:
Biz küçüktük. Babamız, küçük çocuklar hızlı atlara binip de düşmesinler diye (atların) koşumlarını saklardı. Fakat biz atların boynundaki ip ile onlara biner koştururduk.
Hazretin vatanında Pencapça konuşulurdu. İlk defa Hindistanlı askerlerin Urduca konuştuklarını duyduğunda çok hoşuna gitti.
TAHSİL DÖNEMİ VE İŞE GİRMESİ
1853’de, yaklaşık 12 yaşındayken büyük abisi Molvî Sultan Ahmed Sahib’in yanında Lahor’a gitti. Abisi orada medrese açmıştı.
Oraya gittiğinde hastalandı. O zaman kalbinde tıp öğrenme merakı uyandı. Fakat abisi, onu, tıp öğrenmek yerine Münşi Muhammed Kasım Sahib’in yanına Farsça öğrenmeye gönderdi. İki yıl sonra kendisi Bera’ya geri geldi. Abisi Arapça eğitimi vermeye başladı. Hazret, çok çabuk Arapça kitapları okumaya başladı.
1857’de Kalküta’lı bir tacir hazretin evine geldi ve şöyle dedi: Siz ona diğer kitapları okutuyorsunuz, Allahın kitabını neden okutmuyorsunuz? Sonra yanındaki tercümeli bir Kuran-ı Kerim’i kendisine verdi. Nitekim abisi, hazrete o Kuran’ı okutmaya başladı. O zamandan itibaren kendisinde Kuran-ı Kerim’e karşı, ömrü boyunca gittikçe artan bir sevgi başladı.
1855-56 da Rum (Osmanlı) ve Rus savaşı vardı. Hazret, o günlerde vatanı Bera’da idi. Erkek ve kızkardeşleri ve onların çocukları hepsi birden bir gece evde toplanmışlardı. Kendisi dışında hepsi evliydiler. Hazret, anne babasına şöyle dedi: Ne kadar Müslüman ölüp gitmektedir, sizin evinizde ise Allahın lütfu ile (çocuklarla dolu olduğu için) çok renk vardır. Eğer ben Allahcc yolunda kurban olursan ne kadar sevap olacak. O kadar çocuğunuzdan birini Allahcc yolunda verirseniz bu büyük bir şey değildir. Böylece Allahcc katında çok sevap kazanacaksınız.
Fakat hazretin annesi dedi ki: Ben hayattayken böyle bir şeyi nasıl kabul edebilirim. Ben istiyorum ki ben ölürken sizler yanımda olun.
Birkaç zaman sonra hazretin anne babasının önünde bütün çocuklar vefat etmeye başladı. O kadar ki bütün ev boş kaldı. Hazret o günlerde Cemmu’da idi. Bir seferinde vatanına geldi. Kendisi bir odada uyumakta iken annesi yan odaya geldi ve o kadar kuvvetlice “İnna lillahi ve inna ileyhi raciun” okudu ki hazretin gözleri açıldı. Annesine sabır telkin etti ve Anneciğim! Evin niye boş kaldığını anladınız mı? dedi. Annesi buyurdu ki: “İyi hatırla! Bu benim, senin sözünü reddetme yanlışlığımın neticesidir. Ben şimdi şunu da biliyorum ki, öldüğümde sen de yanımda olmayacaksın.” Nitekim öyle de oldu.[1]
1858’de Hazretin yaşı on sekiz olduğunda, Ravalpindi’de normal okula dahil oldu. O kadar büyük başarı elde etti ki Pand Dada Han’ın İngiliz okuluna müdür tayin edildi. Dört yıl müdürlük yaptı. Müdür olduğu dönemde oraya bir defa müfettiş geldi. Hazret o anda yemek yiyordu ve onu da yemeğe davet etti. Fakat o daveti kabul etmek yerine dedi ki; “Siz beni tanımadınız mı? Ben müfettişim, adım Hüdabahş’tır.” Mevlana Nuruddin Sahipra “siz çok iyi bir insansınız, öğretmenlerin evinde yemek yemiyorsunuz,” diye cevap verip yerine oturdu. O ise çaresiz kendi atını tutup beklemeye devam etti ki belki atını tutması için bir öğrenci gönderir diye düşündü. Hazret herhangi bir öğrenci göndermeyince kendisi, bir çocuk gönder de atımı tutsun, dedi. Hazret cevap verdi: Siz öğretmenlerin evinde kesinlikle yemek yemiyorsunuz, bunu rüşvet zannediyorsunuz, sonra da çocukların atınızı tutmasını nasıl istiyorsunuz? Daha sonra, onu bağlamasını, yiyecek vermesini isteyeceksiniz. Uzun bir müddet sonra müfettişin hizmetçisi geldi, atını tutup bağladı, yemek hazırladı. Müfettiş, çocukları imtihan edeceğini söyledi. Hazret, çocukları hazırlayıp ayrı bir yerde oturdu ve o müfettiş kendisi imtihan yaptı. Daha sonra şöyle dedi; “Ben sizin çok kabiliyetli birisi olduğunuzu ve yüksek bir belgeniz olduğunu duydum. Belki de onun için bu kadar gururlusun.”
Hazret Mevlana Nuruddin Sahipra, “Biz küçük bir kağıt parçasını Hüda zannetmeyiz,” diye cevap verdi ve birisine dedi ki kardeşim şu putu birazcık getir. Onların önünde diplomasını yırtıp attı ve hiçbir şeyi Rabbine ortak koşmadığını ispatlamış oldu. Müfettiş çok üzüldü ve benim yüzümden zarara uğradınız dedi.
Hazret buyururdu ki, ben diplomayı yırttığımdan itibaren bana o kadar para gelir ki onun haddi hesabı yoktur.
KABE’YE YOLCULUK
Hazret, 24-25 yaşlarında Hüda Teala’nın ilk evini ziyaret etmek için yola revan oldu. Bombei’den hareket ederken, kendi vatanından hacca giden beş kişi ile karşılaştı. Onlar sayesinde gemide çok rahat etti. Mekke-i Muazzama’nın bereketli topraklarına ulaşıncaya kadar, yolda Allahu Teala’nın yardımlarının birçok manzaralarını gördü.
Hazret birisinden duymuştu ki, Beytullah ilk görüldüğünde yapılan dua mutlaka kabul edilir. Hazret Beytullah’ı görür görmez şu duayı yaptı: Ey Allahım! Ben her zaman ihtiyaç içinde olan biriyim, hangi birisi için dua edeyim. Ben sadece bu duayı yapıyorum ki, zaruret anında Sana her ne için dua edersem onu kabul buyur. Bu mübarek vakitteki bu dua Hüda Teala’nın lütfu ile öyle yüce bir şekilde kabul edildi ki hayrete şayandır. Hazretin, büyük büyük alimlerle münazaraları oldu ve duanın bereketiyle kendisi daima başarılı oldu. Mekke’de sadece kendisi okumadı, bilakis diğerleri de onun ilminden istifade ettiler. Orada doktorluğa da merak sardı fakat meşguliyetleri yüzünden fazla vakit bulamadı. Hazret, Mekke’de bir buçuk yıl kaldıktan sonra Medine’ye gitmeye niyetlendi. Medine’ye ulaşır ulaşmaz, Hazret Şah Abdulganî Müceddidi’ninra hizmetine girdi. Kendisine kalması için ayrı bir oda verdiler. Kendisi buraya, sırf Medine’nin bereketleri ve Şah Abdulganî Müceddidi’ninra ilminden faydalanmak için gelmişti. Sadece boş vakitlerinde bir kütüphaneye teşrif ederdi.
ÖĞRENCİLİK DÖNEMİNDEN BİRKAÇ İLGİNÇ HADİSE
ALLAHIN DAVETİ
Hazret bir defasında iyi bir öğretmen aramak için vatanından uzağa gitti. Öyle bir durum oldu ki üç gün yemek bulamadı. Bir gün akşam vakti bir camiye gitti. Hiç kimse bir şey sormadı, hekes namazı kılıp gittiler. Hazret şaşkınlık ve açlıktan halsiz bir vaziyette orada oturmaktaydı ki dışarıdan bir ses geldi: “Nuruddin! Nuruddin! Bu yemeği gel al!” Hazret gitti ki, gayet mükellef bir tepsi yemek, Hemen aldı ve afiyetle yedi. Kendisi buyurur ki, “Ben kimseye, bunu kim gönderdi, nereden geldi diye sormadım. Çünkü biliyordum ki onu Hüda Teala gönderdi. Ben yemek tabaklarını caminin duvarının dibine bıraktım. Sekiz on gün sonra geri geldiğimde o tabaklar aynı yerde duruyorlardı. Bundan kesin olarak inandım ki, bu yemeği köyden herhangi bir adam değil, Hüda Teala bizzat göndermişti.
EKMEK PİŞİRME TELAŞI
Hazret, ilim öğrenmek için Liknau’ya gitti. Orada kalmak için bir ev buldu. Fakat yemeği kendisi yapmak zorundaydı. Vakti gelince ekmek yapmak için ocakta ateş yakıp üstüne saç koydu. Şimdi ekmeğin nasıl yuvarlak yapılacağını düşündü. Sonunda düşünü düşüne şu çözümü buldu; hamuru iyice sulu yapıp bir kap vasıtasıyla kızgın sacın üzerine, yağ vesaire koymadan güzel bir daire şeklinde döktü. Bir tarafı pişince, bunu çevirmek lazım diye aklına geldi. Ekmeği kaldırmak için çok çalıştıysa da bunda başarılı olamadı. Nitekim üst tarafını pişirmek için sacı ocaktan alıp ateşin önüne koydu. Üst tarafı da iyice pişince bu sefer ekmeği sacdan ayırma meselesi ortaya çıktı. Hiçbir şekilde ekmeği sacdan ayıramayınca çakı ile kazımaya çalıştı. Fakat ekmek, bu yolla bile sacdan ayrılmayı reddetti. Hazret, bitap durumda evden çıkıp, yüzünü semaya çevirerek dua etti: “Ey Rabbim! Cahilin birine ekmek pişirme işi verip kendi rızkını zayi ettirme. Ben akılsız biriyim, ekmek pişirmeyi nerden bileyim.”
Nitekim Hüda Teala, onun duasını dinledi ve yemekle ilgili düzenleme kendisini okutan hocanın evinden sağlandı.
CEMAATLE NAMAZI KAÇIRMASI
Hazret, ilim tahsili için Medine-i Münevvere’de iken, bir gün bir sebeple öğle namazını cemaatle kılamadı. Hazret, çok şiddetli üzüntüye kapıldı. Bu kadar büyük günah affedilmeye layık değil diye düşündü. Korkudan ölecek gibi rengi sapsarı oldu. Mescide girdiğinde bile korku içinde kaldı. Hazret Mescidden dışarı çıktığında kapının üzerinde bir ayet yazılı olduğunu gördü. Onun anlamı şuydu: Ey Allahın kulları! Eğer herhangi bir günah işlerseniz Allahın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. O, çok affeden ve rahmet edendir.
Bu ayeti okuyunca biraz teselli buldu. Tekrar, korkarak, şaşkınlık ve endişe içinde mescide girdi ve namaz kılmaya başladı. Namazda hıçkırarak şöyle dua etti: “Ya İlahî! Benim bu kusurumu bağışla!”
Bundan anlaşılıyor ki namazı cemaatle kılmak ne kadar önemli bir şeydir ve hazret Halifetü’l Mesihi’l Evvel buna ne kadar dikkat ediyordu.
1868-69 da kendisi ikinci defa Mekke’ye gitti. Hac aylarıydı. Hazret-i Resulüllah’ınsav sünnetine uygun olarak Kudae yoluyla Mekke’ye girdi. Allahın evinin bereketleriyle dopdolu olarak Mekke-i Mükerreme’den Cidde’ye, Cidde’den gemiyle Bombei’ye geri döndü.
CESARETİNİ GÖSTEREN BİR OLAY
Hazretin yaşı otuza yakındı. Mekke’den geri gelip vatanı Bera’da yaşamaya başlayınca oradaki ulema hazretin dini ilimlerine karşı tartışmak istediler ve ilim meydanında kendisini yenilgiye uğratmak istediler. Başarısız kalınca da hazreti öldürmeye niyetlendiler. Halkı kendisine karşı kışkırtmaya başladılar. Hazrete muhalefet o kadar arttı ki Mevlana Nuruddin hazretlerinin süt kardeşi olan bir şahıs, hazretin düşmanlarına, ben onu bıçaklayıp işini bitireceğim, dedi. Bundan Nuruddin hazretlerinin de haberi oldu ve bir gece yatsı namazından sonra onun evine gitti, çünkü onun annesi hazretin de süt annesiydi. Oraya gidip uzandı. Herkes onun uyuduğunu zannetti. Hazretin kalbinde ise şu düşünce vardı, bakayım o ne şekilde bıçaklayacak. Gece yarısı olunca annesi hazreti uyandırdı ve “Oğlum, sen kendi evine git,” dedi. Hazreti Nuruddin ise, “ben burada uyuyacağım, çünkü vakit gece yarısını geçti,” dedi. Süt annesi ise, hayır sen kendi evine gidip uyu dedi. Bunun üzerine Hazret, “Ben yalnız gitmeyeyim, benim süt kardeşimi de gönder de beni evime kadar bıraksın,” dedi. Bunun üzerine o, hazret Nuruddin ile gitmek zorunda kaldı. Hazret, canını umursamadan onu arkada bırakarak kendisi önde yürüdü. Fakat o, hiçbir şey yapmadı. Evin kapısına kadar ulaştıklarında, merdivenlerde, ondan aşağıdaki basamakta durarak konuşmaya başladı ki böylece o, bıçaklayabileceğine kanaat getirsin. Fakat hazretin süt kardeşi, o kadar korktu ki gitmek için hazretten izin istedi, “bana izin verin ben geri gideyim.”
Mollalar, hazreti öldürme iradelerinde başarısız kalınca onu Bera’dan çıkartmayı düşünmeye başladılar ve fırıncı ve berbere, hazrete boykot uygulaması için baskı yaptılar. Fakat onlar, mollaların sözlerine inanmayarak bunu yapmadılar.
Mollalar fazla olmalarına rağmen, hazretten korkarlardı. Bir toplantıda oturdukları zaman hazrete kötü söz söylerlerdi. Fakat bazen onların bakışları hazretin üzerine gelir gelmez, sessiz olurlardı ve Nuruddin Hazretlerinin önünde onun hilafında hiçbir kelime söyleyemezlerdi. Onlar kalplerinde, Hazretin büyük bir aşık-ı Resulsav olduğuna inanıyorlardı. Derlerdi ki, düşmanlık olmasına rağmen biz ona evliya deriz.
BERA’DA OKUL VE HASTANE AÇMASI
Nuruddin Hazretleri Bera’ya gelir gelmez Kuran ve Hadis dersleri vermeye başladı. Başlangıçta Mişkat Hadis kitabını okutuyordu. Bu dersler Hazretin Hanedan Mescidinde olurdu ve muhterem babası da bu derslere katılırdı. Buna ilaveten halkın istifadesi için bir hastane açtı. Orada yoksullara bedava ilaç verirdi. Yavaş yavaş hastalar Hazretin yanında toplandılar. Hazretin hastanesinin bir özelliği, onun aynı zamanda Kuran, Hadis ve diğer ilimlerin okutulduğu bir okul olmasıydı.
BİNA YAPTIRMA HADİSESİ
Bera’da Hazretin hastanesi geniş bir evdeydi ve babasının kararına göre orada çalışmaya başlamıştı. Babasının vefatından sonra büyük abisi Sultan Ahmed Sahip, “Bu bina benim param ile satın alınmıştı, onun için bunu yazıp bana ver,” dedi. Hazret Molvi Nuruddin Sahip, büyük bir mutlulukla “Binanın parası benim ağabeyim tarafından ödenmiştir,” diye yazdı ve talebelerine “İlaçları kaldırıp filan mesciddeki odaya koyun dedi ve hemen binayı boşalttı.
Şehirde bir devlet arazisi vardı. Nuruddin hazretleri, bir inşaat ustası dostuna, oraya bina yapmasını ve bir Hindu’ya da para vermesini söyledi. Böylece binanın yapımı başladı. Oranın vergi memuru mesaj yollayarak şöyle dedi: “Birincisi izin almadan bina yapmak doğru değildir, ayrıca da hükümet arazisine bina yapmak kanunlara aykırıdır, biz imar müdürüne rapor gönderdik. Bunun neticesi, yapılan binanın yıktırılması olacaktır.” İmar müdürü oraya geldi ve Hazrete, biliyorsunuz burası devlet arazisidir, dedi. Nuruddin Hazretleri de, evet bütün şehir devlet arazisidir, dedi. Bu nasıl oluyor diye sorunca, Hazret şöyle cevap verdi: Eğer hükümet şehirde bir askeri meydan yapmak isterse, şehir halkı bunu reddedebilir mi? Müdür, hayır reddedemez, dedi. İşte aynı şekilde her yer hükümetin arazisi sayılır buyurdular. Bunun üzerine İmar müdürü, sizin binanız ne kadar yere inşa edilebilir diye sordu. Nuruddin hazretleri dedi ki, her iki taraf caddedir, ikisi arasında ne kadar yer varsa oraya bina yapılabilir. Bunun üzerine imar müdürü, peki siz başlayın dedi ve ofis görevlilerine bir itirazınız var mı diye sordu. Onlar, bu bina halkın faydasına olacaktır dediler. Böylece Allahın yardımıyla bina yapıldı.
BOPAL VE KEŞMİR YOLCULUĞU
Bopal derebeyi Münşi Cemalüddin Sahip, Nuruddin Hazretlerini çok seviyordu ve bu sebeple Hazretin tekrar Bopal’e teşrif etmesini istiyordu. Nitekim Nuruddin Hazretleri onun davetini kabul ederek Bera’dan yola revan oldu. Bir müddet orada kaldıktan sonra, derebeyliğindeki memuriyeti bırakarak geri geldi. Bundan sonra, Cemmu ve Keşmir’in valisi olan Miharaca Ranber Sing’in daveti üzerine oradaki memuriyeti kabul etti. Beş yüz Rupi aylık kararlaştırıldı.[2] İyileşmesi çok zor zannedilen birçok hasta Hazretin eliyle iyileşti. Memuriyet günlerinde İslam’ı tebliğ etmeye başladı. Bu, tebliğ ve terbiyet için çok önemli bir zamandı. Hazretin Kuran öğretmeye büyük şevki vardı. Bir defasında, Hinduların toplantılarında Kuran okuyup anlattı. Oraya bir Hindu başkanın oğlu da geliyordu. O dedi ki, “Onun Kuran okumasına mani olun, yoksa ben Müslüman olacağım. Kuran-ı Kerim çok güzel bir kitap ona karşı durulamaz ve Nuruddin’in anlatma tarzı da çok güzeldir.”
1881’de bir raca ile birlikte bir şehzadenin düğününe gidiyordu. Hazret fil üzerinde seyahat ediyordu, bir yay (veya çivi) yüzünden yaralandı. Yara zar zor iyileşince bir ata bindi. Fakat dört mil sonra devam edecek takati kalmadı. Bunun üzerine bir arkadaşı palki[3] hazırlattırdı. Nuruddin Hazretleri ona uzandı ve şükrederek Kuran-ı Kerim’i ezberlemeye başladı. Bu, bir ay süren yolculuktu. Hazret, Cemmu’ya ulaştığında Kuran-ı Kerim’in on dört cüzünü ezberlemişti. Kalanını da sonra ezberledi ve böylece büyükleri gibi o da Kuran-ı Kerim’i hıfzetme saadetini elde etti.
HAZRET MESİH-İ MEVUDAS İLE TANIŞMASI
Gurdaspur’dan Şeyh Rudnuddin Sahip, Gurdaspur’un Kadiyan köyünde Hazret Mirza Gulam Ahmed Sahib’in İslamiyet lehinde makaleler yazdığını söyledi. Nuruddin Hazretleri bunu duyunca, Hazret Sahib’e bir mektup yazarak kitaplarını istedi. Mart 1885’den bir müddet önce, Hazret Mesih-i Mevud’unas ilk bildirisini görür görmez, ateş böcekleri gibi Cemmu’dan Kadiyan’a gitti ve Allahın bu kulunu tanıdı. Hazret Mesih-i Mevudas bu bildiriyi, iddiası ile alakalı olarak bütün dünya alimlerine yollamıştı. Ve Hazret Halifetü’l Mesihi’l Evvel’e bu bildiri bir Hindu vasıtasıyla ulaşmıştı.
Hazret Mesih-i Mevudas dua ile meşguldü ki, Ey Allahcc ! Kendi hak dinine hizmet için bana bir yardımcı ver. Hazretin duaları arşa kadar ulaştı ve Hüda Teala Keşmir’den Hazret Molvi Nuruddin Sahip gibi çok yüce bir yardımcıyı yolladı. Böylece, “İmam Mehdi’nin yardımcıları Keşmir’den bile gelecekler,” haberi gerçekleşti. Bu yüzden Nuruddin Hazretlerinin gelişi bir nişane idi.
Hazret Mesih-i Mevudas da buyururdu ki: “Hüda Teala benim dualarımı kabul buyurdu ve bana muhlis, muhabbet dolu bir dost ihsan etti. Onun ismi, nurlu sıfatları gibi Nuruddin’dir. İslam’ın kumandanlarındandır. Evliyaların neslindendir. Onun benimle buluşmasından öyle mutlu oldum ki sanki bedenden kopmuş bir uzuvun geri gelmesi gibi. Hz. Resulüllahsav Hazreti Ömer ile buluşmaktan nasıl mutlu olduysa ben de aynı şekilde sevindim ve bütün üzüntülerimi unuttum. Ben kendisini gördüğümde kesin olarak inandım ki o benim dualarımın neticesidir.”
“FASLUL HİTAP” KİTABININ YAYINLANMASI
Hazret Nuruddin Kadiyan’a ikinci defa gelince, Hazret Mesih-i Mevud’aas size nasıl hizmet edebilirim diye arzetti. Huzur, Hıristiyanlara mukabele etmek için bir kitap yazınız, buyurdu. Nitekim Nuruddin Hazretleri, Hıristiyanlık aleyhinde çok güzel bir kitap yazdı. Bazı hakimler bile kendisini bunun için tebrik ettiler. Bu kitabın ismi “Faslul Hitap” dır.
Nuruddin Hazretleri memuriyetinden istifa edip Huzur’unas hizmetine girmeye karar verdi. Huzur’un bundan haberi olunca kendisine memuriyetinden istifa etmemesini tavsiye etti. Nitekim, Huzur’un isteğine uygun olarak kendisinin istifası kabul edilmedi. Ve Hazret bir müddet daha Keşmir’de kalarak Hazreti Mesih-i Mevudas ile dostluğa devam etti. Nuruddin Hazretleri Keşmir’de Müslümanlara çok yardım etti. Sör Seyyid Ahmed Han, Müslümanların bir birliğini kurmuştu, Halifetü’l Mesihi’l Evvel daima ona yardım etmeye devam etti. Bir Brahman ailenin genci, Nuruddin Hazretlerinin tebliği ile Müslüman oldu. Şeyh Abdullah isimli bir Müslüman Nuruddin Hazretleri sayesinde parlamento üyesi oldu.
İLK BİAT
Hazret Molvî Sahip, Hazret Mesih-i Mevud’aas rica etmişti ki, ne zaman biat alırsanız ilk aldığınız biat benimki olsun. Huzur’aas Yüce Allahcc tarafından biat alma emri gelince, 23 Mart 1889’da Hazret Molvi Sahip, ilk biat eden olmak bereketini elde etti ve kendisinin ricası üzerine Hazret Mesih-i Mevudaskendi kalemiyle biat kelimelerini yazıp ona verdi.
27 Aralık 1891’de öğle namazından sonra, Aksa Camii Kadiyan’da ilk Calsa Salana (yıllık toplantı) yapıldı ve yetmiş beş Ahmedî katıldı. Bu jalsanın bereketlerinden Molvî Sahip de istifade etti ve aynı yıl Calsa misafirleri için Kadiyan’da bir bina yaptırdı.
VATAN DÜŞÜNCESİNİ TERKET!
Hazret, eylül 1892’de vatanı Bera’ya geri gitti ve çok büyük bir hastane ve ev inşaatı başlattı. Henüz bu iş tamamlanmamıştı ki bir iş sebebiyle Lahor’a gitti ve oradan da Hazret Mesih-i Mevudas ile görüşmek için Kadiyan’a gitti. Huzuras, şimdi siz özgürsünüz, burada kalın, buyurdu. Molvi sahip, iki üç gün için söylediğini zannetti. Bir hafta sessiz sakin geçti, Huzuras tekrar buyurdu ki, siz yalnızsınız eşinizi de çağırın. O zaman Nuruddin Hazretleri, uzun kalacağını anladı ve hastane ve ev inşaatını durdurdu. Birkaç gün sonra Hazret Mesih-i Mevudas, diğer hanımını da buraya çağır dedi. Ve daha sonra buyurdu ki, vatanın düşüncesini bile terk et. Ve bundan sonra Nuruddin Hazretleri vatanını hayal dahi etmedi.
Kadiyan’a gelişinden sonra, birçok insan Kadiyan yerine Lahor veya Amritsar’da hastane aşmasını söylediler. Fakat kendisi o büyük şehirler yerine Kadiyan gibi küçük bir köyü tercih etti ve sevgili efendisi Hazret Mesih-i Mevudas ile yaşamaya başladı. Sabah erken hastalara bakar, ondan sonra halka Kuran, Hadis ve Hazret Mesih-i Mevud’unas kitaplarını okutur, ilkindi namazından sonra her gün Kuran-ı Kerim dersi verirdi. Misafirlerin emanetleri onun yanında durur, fakirlere yardım eder, Ahmedilere iyi işler yapmalarını ve kötü işlerden uzak durmalarını nasihat ederdi. Sabahtan akşama kadar, namaz vakitleri dışında, sadece bir yerde otururdu ki orada sadece hasır olurdu. Sabah vakitlerinde kadınlara da Kuran-ı Kerim dersi verirdi. Aksa camiinde Cuma namazı kıldırırdı.
Hazret Molvî Abdulkerim Sahibin vefatından sonra diğer namazları da kıldırmaya başladı. Nuruddin Hazretlerinin düzenli olarak yürüyüş yapma adeti yoktu. Fakat ara sıra Hazret Mesih-i Mevudas kendisini yürüyüş için yanında götürürdü. Kadiyan’da Kolej[4] açıldığında, kendisi orada Arapça okutmaya başladı.
Sadr Encümen Ahmediye’nin sadırı idi. Kadiyan’da Hazretin doktorluk dışında bir geliri yoktu. Kendisi buyururdu ki, Allahcc u Teala kendi fazlından benim ihtiyaçlarımı karşılar.
CENG-İ MUKADDES
1893’de 22 mayıstan 5 hazirana kadar Amritsar’da “Ceng-i Mukaddes” diye anılan meşhur bir mübahase oldu. Bu Hz. Mesih-i Mevudas ile Hıristiyan papaz Abdullah Ethem arasındaydı. Bu mubahasede Hz. Halifetü’l Mesihi’l Evvel de vardı. Bir defasında bir Hıristiyan şöyle sordu: Onbeş gündür Amritsar’da mubahase devam ediyor, sonuç ne çıktı? Nuruddin Hazretleri, dört netice çıkmıştır, buyurdu.
Birincisi dünyada Hıristiyanlar kadar kavgacı kimse yoktur. İkincisi, Mirza Sahip (Vadedilen Mesihas) çok sabırlı birisidir. Üçüncüsü, şimdi artık Hıristiyanlar herhangi bir din karşısında bir dakika bile duramazlar. Dördüncüsü de, padişah biziz.
Bu dört neticeyi ben ilk gün çıkarmıştım. Kalan onbeş günde daha fazla netice çıktı. Hıristiyan açıklamasını isteyince hazret şöyle buyurdu:
1- Hazret Mirza Sahip, bir usûl söylemişti ki, iddia ileri süren onun delilini vermeli, kendisinden hiçbir şey söylememelidir. Siz söz vermenize rağmen buna hiç yaklaşmadınız. O yüzden kavgacısınız.
2- Mirza Sahib’in sabrı o kadar fazla ki onbeş gün sizinle tartışmaya devam etti. Benim sabrım birinci gün biterdi.
3- Siz herhangi bir din karşısında kendi dininizin doğruluğuna delil ileri süremezsiniz. Onun için de hiçbir din ile yarışamazsınız.
4- Biz şundan dolayı kralız ki, iddiamızın ve cevapların delilleri kendi Pak Kitabımız Kuran-ı Kerim’de mevcuttur.
MESİH’İN (İSAAS) KABRİNİN BULUNMASI
Halife Nuruddin Cemmunî adlı büyüklerden bir zat, bir defasında Hanyar’ın Sirinagar mahallesinden geçmekteyken bir türbeyi bekleyen, yaşlı bir karı-koca gördü. Onlara, türbenin kime ait olduğunu sorunca, onlar, “Nebi Sahib’in türbesi” dediler. O, buraya peygamber nereden gelmiş, diye sordu. Onlar dediler ki, “Bu peygamber, uzaklardan gelmişti ve yüzyıllar önce gelmişti. Bu türbe, Şehzade Nebi Asaf’ın türbesi ismiyle meşhurdur.”
Halife Nuruddin Cemmunî, bundan Halifetü’l Mesihi’l Evvel Nuruddin Hazretlerine bahsetti. Bir defasında Hz. Mesih-i Mevudas bir toplantıya teşrif etmişti, buyurdu ki Hz. İsaas Keşmir gibi bir yere doğru gitmişti. Bunun üzerine Halifetü’l Mesihi’l Evvel Hanyar’daki türbeyi Huzur’a anlattı. Hz. Mesih-i MevudasHalife Cemmunî Sahib’i çağırarak bu konuda daha fazla bilgi edinmesini söyledi.
Aralık 1896’nın sonunda, Lahor’da Hazret Mesih-i Mevud’unas önderliğinde bütün dinlerin bir toplantısı yapıldı. Bu toplantıda, Hazret Mesih-i Mevud’unashitabe, Yüce Allahın verdiği müjdeye uygun olarak bütün dinlerin hitabelerine üstün geldi.
1898’in başlarında Kadiyan’dan “El-Hakem” gazetesi çıkmaya başladı. Bundan bir müddet sonra bir diğer gazete “El-Bedir” hayata geçti. Hazret Molvî Nuruddin Sahip, hem para vererek, hem makale yazarak her iki gazeteye çok yardım etti.
Nuruddin Hazretleri, çocukları çok severdi. Kadiyan’da küçük çocukların “Hamderdan-i İslam” adlı bir encümeni vardı. Kendisi genellikle oraya teşrif eder ve çocuklarla sevgiyle konuşurdu. Hazretin oğlu Miyan Abdulhay Sahip Kuran-ı Kerim’i hatmetti. O gün Hazret, sevgili oğlu her şeyden fazla sevdiği Kitab’ı hatmettiği için çok mutluydu. Miyan Abdulhay Sahip Kuran-ı Kerim’i hatmedip geldiğinde Hazret şöyle buyurdu: “Oğlum! Biz senden on şey istiyoruz. Onlardan birini bugün yaptın. Kuran’ı oku sonra onu ezberle. Kuran’ın tercümesini oku ve onunla amel et. Sonra ölünceye kadar aynı şekilde ömrünü geçir. Kuran’ı okut, sonra onu ezberlet, sonra onun tercümesini anlat, sonra ona göre amel ettir. Sonra işte bu haldeyken ölüm gelsin.
Nuruddin Hazretleri, Mesih-i Mevud’unas emrine uygun olarak, bu mutluluktan dolayı büyük bir davet verdi.
Hazret Mesih-i Mevudas, Molvî Nuruddin Hazretlerine, Behişt-i Makbera’nın gelir-gider hesaplarını tutmasını emretti ve daha sonra, kendisini Sadr Encümen Ahmediya’nın Sadırı tayin etti. Hazret Halifetü’l Mesihi’l Evvel, 1906’da erkek ve kız çocuklarına namaz öğretmek için bir dergi çıkartmaya başladı. Bu dergi çok beğenildi.
KUDRET-İ SANİYE’NİN (HİLAFET’İN) BAŞLAMASI
Hazret-i Mesih-i Mevud’unas bereketlerle dolu hayatının son birkaç günü, Nuruddin hazretleri için çok büyük sabır günleriydi. Huzuras son hastalığında kendisini çağırdı ve herhangi bir ilaç söyleyiniz, buyurdu. Hemen akabinde, “Gerçekte ilaç göktedir, siz dua da ediniz, ilaç da veriniz,” buyurdu. Fakat Hüda Teala’nın kararı buydu ki, Allahın bu generalinin geri dönme vakti gelmişti. Hiçbir ilaç işe yaramadı. Ve Hicri ondördüncü yüzyılın manevi güneşi, bu dünyayı aydınlattıktan sonra, gelecek cihanda parlamak üzere bu dünyada battı.
İnna lillahi ve inna ileyhi raciûn.
Hazret Mesih-i Mevud’unas vefat vaktinde insanlar üzüntüden kendileri kaybetmişlerdi. Cemaat çok büyük üzüntü içindeydi. İşte o vakitte sabır ile Cemaate teselli veren Halifetü’l Mesihi’l Evvel idi.
Bütün Ahmediler birleşerek, Hilafet biatı alması için kendisine rica ettiler. Bunun üzerine hazret, ben dua ettikten sonra cevap vereceğim buyurdu. Nitekim abdest alıp, nafile namaz kıldı, secdeye kapanıp çok ağladı. Namazı bitirdikten sonra, haydi hepimiz efendimizin mübarek bedeninin bulunduğu bağa gidelim, buyurdu. Nitekim Nuruddin Hazretleri bütün insanlarla beraber bağa gitti. O anda Huzur’unas mübarek naaşı bağda duruyordu. Bütün insanlar etrafına toplanmıştı. Orada Müfti Muhammed Sadık Sahipra, ayağa kalkarak bütün cemaat tarafından bir yazı okudu. O yazıda, Nuruddin Hazretlerine biat alması için rica ediliyordu ve üzerinde bütün Ahmedilerin imzası bile vardı. Nuruddin Hazretleri halka bir konuşma yaparak şöyle buyurdu:
“Benim geçmiş hayatımı dikkatle inceleyin. Ben hiçbir zaman imam olmaya hevesli olmadım. Benim bir dileğim varsa o da Mevla’mın benden razı olmasıdır. Ben bu yükü sadece ve sadece Allahcc için yüklenirim.”
Bu dertli konuşma üzerine herkes, biz hepimiz sizin her emrinize uyacağız, siz bizim imamımız olunuz, diye arzettiler. Böylece oradaki bin iki yüze yakın insan biat ettiler. Erkeklerden sonra kadınlar da biat ettiler. İlk olarak biat eden, Hazret Seyyide Nusret Cihan Begüm (Hz. Ammacan, Mesih-i Mevud’unaseşi) hanımefendi idi.
Nuruddin Hazretlerinin yaşı o zaman atmış yediye yakındı. Şimdi Hazretin omuzlarına hilafetin yükü de biniverdi. Yalnız olduğunda Halifetü’l Mesihi’s Sani’ye buyururdu ki, “Miya! Hazret Sahip, vefat ettiğinden beri, kendi bedenimi boş gibi hissediyorum. Dünya bomboş görünüyor. Ben insanların arasında yürüyorum, iş yapıyorum , fakat dünyada hiçbir şey kalmamış gibi hissediyorum.
Hazret, başlangıçta genellikle vaktini yalnız geçirdi, dua ile meşgul oldu, dua için ayrı bir oda yaptırdı.
HİLAFET DÖNEMİNDEKİ BAZI ÖNEMLİ İŞLER
Hazretin hilafet dönemindeki önemli işlerden bazıları şunlardır:
1- Hilafet döneminin hemen başında, Beytü’l Mal’ın resmi bir ofisi kuruldu.
2- Hazret Muslih-i Mevudra, Halifetü’l Mesihi’l Evvel’in önerisi ile Encümen Teşhizü’l Ezhan’ın alt nizamında bir halk kütüphanesi kurdu.
3- Hazret Mesih-i Mevudas dini bir medrese kurmak istiyordu. Bu, Halifetü’l Mesihi’l Evvel’in hilafetin ta başındaki dileğiydi. 1 Mart 1909’da Halifetü’l Mesihi’l Evvel onu kurdu ve ismi de, Hazret Mesih-i Mevud’unas meşhur bir sahabesi Hazret Mevlana Şeer Ali Sahibin önerisine uygun olarak “Medrese Ahmediye” konuldu.
4- Nur Gazetesi yayına başladı.
5- Halifetü’l Mesihi’l Evvel 5 Mart 1910’da sabah namazından sonra, kendi mübarek eliyle Nur Camisinin temelini attı ve cami hakkında bir konuşma yaptı.
6- Aynı yıl, Talimü’l İslam yüksek okulunun şanlı binasının temeli atıldı.
7- Daha önce Aksa Camii dar olduğu için kadınlar cumaya gelip hutbe dinleyemiyorlardı. Nuruddin Hazretlerinin zamanında Aksa Camiinin genişletilmesi işi tamamlandı ve 21 ocak 1910 Cuma namazında Ahmedi kadınlar da gelip namaz kıldılar. Onlar arasında Hazret Ammacan da vardı.
Hazret Mesih-i Mevud’aas 1905 yılında rüyasında bir manzara gösterilmişti; Molvî Nuruddin Sahip, attan düşüyordu. Bu rüya gerçekleşti ve yetmiş yaşındayken bu kaza Nuruddin Hazretlerine ulaştı. Nuruddin hazretleri başına sert bir darbe aldı ve çok kan aktı. Üç yıl boyunca bu hastalık şu veya bu şekilde devam etti ve hazret başlangıçta yedi ayını yatakta geçirmek zorunda kaldı. Kendisi hasta olduğu dönemde namazları Hazret Muslih-i Mevud’a kıldırttı.
Hazret Müfti Muhammed Sadık Sahip buyurur ki, Bu hastalık sırasında bir gece Nuruddin Hazretleri kalem kağıt istedi ve sadece iki kelime yazdı: “Halife Mahmud.” Sonra onu bir zarfa koyup kapatarak yanına koydu. Fakat kendisini iyi hissettiğinde o zarfı alıp yırttı. Fakat daha sonra da vefat edinceye kadar çeşitli yollarla, Allahın rızasına uygun olarak bu düşüncesini izhar etmeye devam etti ki gelecek hilafet o vasiyete uygun olarak gerçekleşsin.
1913 Calsa Salanası hakkında Ahmediler, bu calsa iki gün olsun dediler. Fakat Halifetü’l Mesihi’l Evvel, calsa programa uygun olarak 26-28 aralık tarihlerinde üç gün olarak kalacak diye karar verdi. Nitekim aynı şekilde yapıldı.
8- Encümen Ensarullah’ın kurulması: Şubat 1911’de Halifetü’l Mesihi’l Evvel’inra izniyle, Hazret Muslih-i Mevudra Encümen Ensarullah’ı kurdu. Halifetü’l Mesihi’l Evvel şöyle buyurdu: Ben bile sizin Ensarullah’ınıza dahilim.
9- Halifetü’l Mesihi’l Evvel, Hz. Şeyh Yakup Ali Sahip ve Hz. Şeyh Muhammed Yusuf Sahibin Sanskiritçe öğrenmesi için bir Pandit ayarladı ve onun parasını da kendisi ödedi.
10- Halifetü’l Mesihi’l Evvel’in hayatının yazılması ile ilgili düşünce ilk olarak Ekber Şah Han Sahip Necip Abadi’nin kalbine doğdu. Nitekim onun dileği üzerine, Halifetü’l Mesihi’l Evvel kendi hayat hikayesini yazdırdı ve 1912’nin sonunda “Mirkatü’l Yakin Fi Hayat-i Nuruddin” ismiyle basıldı.
11- “Ahmedî Havatîn” Dergisi : Ahmedî kadınların terbiyeti için o zaman hiçbir dergi yoktu. 1912’de “Ahmedî Havatîn” Dergisi yayınlanmaya başladı.
12- El-Fazl Gazetesi: Hazret Sahipzade Mirza Beşirüddin Mahmud Ahmed Sahip, 18 haziran 1913’de El-Fazl gazetesini yayına başlattı. Bu ismi bizzat Halifetü’l Mesihi’l Evvel kendisi önermişti.
13- Gurdaspur’da Athval isimli bir köy vardır. Oradaki gayri ahmediler, Molla Senaullah’ı Ahmedilerle münazara yapması için çağırdılar. Fakat ona tartışmanın, Hazreti İsa’nınas hayatıyla ilgili meseleler hakkında olacağı söylenince, o açıkça “Hazreti İsa’nınas cenazesini kılın” dedi. Bunun üzerine bütün köy Ahmediyeti kabul etti.
14- 1913 Calsa Salanası Halifetü’l Mesihi’l Evvel’in son calsası oldu. Bu calsada hazret, iki muhteşem konuşma yaptı.
SON GÜNLERİ VE VEFATI
Yaralandıktan sonra iyileşmesine rağmen Hazretin sağlığı düşüyordu ve günlük işleri zorlukla yapıyordu. Ocak 1914’de gece ihtiyaç için kalktığında düşüverdi. Bu hazretin son hastalığının başlangıcıydı. Yine de Kuran-ı Kerim derslerine ara vermedi. Sağlığı çok zayıflayınca akşam derslerini evde verdi. Kadınlara da ders vermeye devam etti. Aşırı zafiyete rağmen ayakta ders verirdi. Doktorlar istirahat etmesini salık verdiler, fakat Nuruddin Hazretleri, ben bundan kuvvet buluyorum, buyurdu. 2 Şubat’ta öyle dertli şekilde ders verdi ki herkesin üzerine hüzün çöktü ve bazıları hıçkırarak ağlamaya başladılar. O gün insanların omuzlarına yaslanarak geldi ve oturarak ders verdi. Şöyle buyurdu: “Ben öldüğümde, benim çocuklarım için kesinlikle bağış toplamayın. Onlara çaresiz veya yetim imişler gibi yardım etmeyin. Hüda Teala, benim evlatlarıma da bana verdiği gibi verecektir.” Ev halkına da nasihat ederek, bakın ben hiçbir zaman endişe etmedim, Lailahe illallah okumaya devam etmelisiniz, buyurdu.
27 Şubat’ta Cuma namazından sonra faytona binip, Nüvvab Muhammed Ali Han Sahib’in malikanesine teşrif etti. Yolda öğrenci yurdunun yanında, öğrenciler Nuruddin Hazretlerini beklediler. Bunun üzerine hazret faytonu bekletti, çocuklar için dertli bir kalple dua etti. Molvi Muhammed Ali Sahib’i çağırarak şöyle buyurdu: “Yüce Allahcc benim için çok azizdir, sevgilidir. O bana iki şey söyledi, tevazu ve acizlik. Bunları benim adıma çocuklara nasihat et ve de ki, her genç sadaka versin ve her genç istiğfar etsin. Nitekim Molvî Muhammed Ali Sahip, bu nasihatleri akşam namazından sonra gençlere iletti.
4 Martta ilkindi namazından sonra Halifetü’l Mesihi’l Evvel birdenbire zafiyet hissetmeye başladı. O anda Nuruddin Hazretleri, Molvî Server Şah Sahib’den kalem kağıt getirmesini isteyerek yatarak şu vasiyeti yazdı:
Bismillahirrahmanirrahim. Allaha hamd ve O’nun şerefli Resulüne salat. Ben aciz, bütün hislerim ve şuurum yerindeyken yazıyorum. Allahtan başka ilah yoktur ve Muhammed O’nun kulu ve resulüdür.
Benim çocuklarım küçüktür. Benim evimde mal yoktur. Onların koruyucusu Allahtır. Onların yetiştirilmesi yetimler ve miskinler fonundan olmasın. Biraz garz-i hasen[5] toplanıp verilsin, yetenekli olan çocuk onu geri ödesin. Yahut kitaplarım miras olarak çocuklara vakfedilsin. Benim canişinim (benden sonra yerime geçecek olan Halife) muttaki olsun, herkes tarafından sevilen olsun, ilmiyle amel eden olsun. Hazret Sahib’in (Mehdi aleyhisselamın) eski ve yeni ahbaplarına örtücü davranmalı, göz yummalı. Ben hepsine hayırhah idim, o da hayırhah olsun.
Molvî Muhammed Ali Sahip, Nuruddin Hazretlerinin emriyle üç defa vasiyeti okuyup dinletti. Ondan sonra o kağıdı Hazret Nüvvab Muhammed Ali Han Sahib’e verdi ve muhafaza ediniz buyurdu. Nuruddin hazretlerinin bu son vasiyeti bir yıldırım gibiydi. Herkes hissetmişti ki, bereketlerinden bir müddet istifade ettikleri sevgili imamları şimdi göç etmek üzeredir. Kalpler bu durumdan titremeye başlamıştı. Doktorlara danışıldı, tevazu ve sancılı kalplerle dualar edilmeye başlandı. 13 mart Cuma günü hazretin durumu çok nazik bir hal aldı. Sonunda, düşüncesi müminlerin kalplerini titreten o acıklı saat geldi. Öğleden sonra ikiyi yirmi geçe, namaz kılmakta iken Mevla’sına kavuştu. İnna lillahi ve inna ileyhi raciun.
Nuruddin Hazretleri, vefatından önce oğlu Abdulhay Sahib’i çağırdı ve şöyle buyurdu: Lailahe illallah muhammedür resulüllah benim imanımdır ve aynı inanç üzerinde ölüyorum. Hazret Nebi-yi Kerim Muhammed sallellahu aleyhi vessellemin bütün sahabelerinin iyi olduğuna inanıyorum. Hazret Mirza Gulam Ahmed Sahib’in vaat edilen Mesih ve Allahın güzide bir kulu olduğuna inanıyorum. Ben onu o kadar severdim ki, onun evlatlarını sizden daha fazla severdim. Cemaati Allaha teslim ediyorum. Sana nasihatim, Allahın Kitabını oku, okut ve amel et. Ben çok şeyler gördüm ama Kuran gibisini görmedim. Hiç şüphe yok ki Kuran Allahın Kitabıdır, gerisi Allaha havale.
Nuruddin Hazretleri kızı, Emtülhay sahibeye de haber gönderdi ve dedi ki, benim vefatımdan sonra Miya Sahip’e (Halifetü’l Mesihi’s Sani) kadınlara da ders vermesini söyleyin.
Nuruddin Hazretleri Cuma günü ikiyi yirmi geçe vefat etmişti, yaklaşık yirmi altı saat sonra, ikinci gün ilkindi namazından sonra Ahmediye Cemaati Hazret Mirza Beşirüddin Mahmud Ahmed Sahib’i ikinci Halife olarak seçti. Bu seçim Nur Camiinde oldu. Seçimden önce, Hazret Nüvvab Muhammed Ali Han Sahib, oradaki iki bin kişiye Hazret Halifetü’l Mesihi’l Evvel’in vasiyeti okudu. Biattan sonra dua edildi. Daha sonra Hazret Halifetü’l Mesihi’s Sani ayağa kalkarak dertle dolu bir konuşma yaptı.şöyle buyurdu: “Ben zayıf ve çok zayıf bir insanım. Fakat ben Allahtan ümit etmekteyim ki, O beni halife olarak seçti, bu yükü kaldıracak gücü de verecektir. Ben sizin için dua edeceğim, siz de bana dua edin.
Dua ve konuşmadan sonra Hazret Halifetü’l Mesihi’s Sani, Talimü’l İslam Yüksekokulunun meydanında Birinci Halife Hazretlerinin, yaklaşık iki bin kişinin iştirak ettiği cenaze namazını kıldırdı. Sonra hep birlikte Birinci Halife Hazretlerinin mübarek naşını alarak Behişti Makbera’ya gittiler. Ve bu mübarek insanın mübarek bedeni binlerce dualarla, mahbubunun, Hazreti Mesih-i Mevud aleyhisselamın yanıbaşına defnedildi.
Nuruddin Hazretleri bir defasında Sör Seyyid Hana mektup yazarak şöyle sormuştu: Cahil ilerleyerek alim olur. Alim ilerleyerek sahib-i hikmet olur. Sahib-i hikmet ilerleyerek sufi olur. Peki sufi ilerleyince ne olur? Sör Seyyid Merhum cevap yazdı: “Sufi ilerler ve Nuruddin olur.”
ALLAHA TEVEKKÜLÜ
Nuruddin hazretlerinin hayatında en başta göze çarpan onun Allaha olan güvenidir. Bu onun hayatında büyük bir şan ile görünür. Hazretin Yüce Allahccile öyle kişisel bir bağı vardı ki onun her ihtiyacının karşılanması Allahcc tarafından olurdu. Bununla ilgili Nuruddin hazretlerinin hayatında o kadar olay vardır ki onları saymak imkansız değilse de kesinlikle zordur. Kendisi buyururdu ki, benim gelirimin sırrını açıklamama Allahcc izin vermedi.
Hazret Halifetü’l Mesihi’s Sani buyurur ki: Bir defasında Nuruddin Hazretlerini bir ihtiyacından dolayı dua etti. Seccadesini kaldırdığında orada bir pound duruyordu. Benzer şekilde Keşmirli bir dost, dört yüz rupi emanet olarak vermişti. Birkaç gün sonra ondan, verdiği paraya ihtiyacı olduğunu belirten telgraf geldi. Nuruddin hazretleri o anda kendi hastanesinde oturuyordu. Kısa bir müddet sonra Şah Pur’dan iki zengin Hindu geldi ve meyveler ve bir kese içinde dört yüz rupi nazrane[6] olarak Nuruddin Hazretlerine takdim ettiler.
KURAN AŞKI
Nuruddin Hazretlerinin güzel karakterinin ikinci özelliği Kuran aşkıdır. Hazret buyurur ki: Benim Kuran’dan daha fazla hoşlandığım bir şey yoktur. Binlerce kitap okudum, onlardan sadece Allahın Kitabından hoşlandım. Benim inancım şudur ki, bu Kitab’ın bir rükusu (bir iki sayfa veya 8-10 ayetten ibaret küçük bir bölümü) insanı padişahlıktan yükseltip saadetli bir kimse yapabilir.
Aynı şekilde buyurur ki: Ben Kuran-ı Kerim’i bir çok defa okudum. Şimdi benim gıdam budur. Eğer yirmi dört saat içinde, kendim okuyamazsam ve okutamazsam ve benim oğlum karşıma gelip okumazsa ben sükun bulamam. Uyumadan önce oğlum bana yarım cüz okur. Kısacası ben Kuran olmadan yaşayamam, o benim gıdamdır.
Bir keresinde Kuran-ı Kerim dersi için Aksa Camiine doğru gidiyordu. Kendisine yolda, Sufi Gulam Muhammed Sahibin Kuran-ı Kerim’i hıfzettiği bilgisi ulaştı. Nuruddin Hazretleri hemen oracıkta bir dükkandaki hasır üzerinde şükür secdesine kapandı. Hazret yüksek ateşi olduğunda bile Kuran dersi vermeye ara vermezdi. Bir defasında Aksa Camiinde ders verirken, birdenbire çok zaaf hissetti. Oturdu, ardından uzandı, elleri ve ayakları buz gibi oldu. Devam edecek takati kalmadı. Bir sedyeye konarak götürüldü. Fakat yolda Mübarek Camiinin yanından geçerken buyurdu ki, “Beni eve götürmeyin, Mübarek Camiine götürün. Ağrısı olmasına rağmen, akşam namazından sonra bir rüku (bölüm) ders verdi. Ondan sonra insanlar onu tekrar sedyeye koyup eve kadar götürdüler.
HAZRET MESİH-İ MEVUD ALEYHİSSELAMA OLAN MUHABBETİ
Nuruddin Hazretleri hayatında üçüncü olarak, Hazret Mesih-i Mevud aleyhisselama sevgi ve itaatte çok yüksek makamdaydı. Kadiyan’dan bir dakika bile ayrılmayı Hazret ölüm zannederdi. Kendisi derdi ki, eğer birisi bana günde bin rupi bile verse ben yine de Hazret Sahibin (Mesih-i Mevud aleyhisselam) meclisini bırakıp dışarı gitmekten hoşlanmam.
Bir defasında Nuruddin Hazretleri ishal idi. Mesih-i Mevud aleyhisselam tarafından konuşma yapması emri geldi. İşte o vaziyetteyken dışarı çıktı ve yaklaşık üç saat konuşma yaptı.
Bir keresinde şöyle buyurdu: Eğer benim kızım olursa ve Mesih-i Mevud aleyhisselam onu yüz yaşındaki bir yaşlı ile nikahlamak isterse ben kesinlikle itiraz etmem.
Bir keresinde Nüvvab Han Sahip Merhum Tahsildar, Nuruddin Hazretlerine, Mirza Sahibe biat etmekle ne fayda elde ettin, diye sordu. Nuruddin Hazretleri şöyle buyurdu: “Bir çok faydalar elde ettim. Önceden Hazreti Resulüllah sallellahu aleyhi vessellemin ziyaretine rüya vasıtasıyla nail olurdum. Şimdi ise uyanık iken bu şerefe nail olmaktayım.”[7]
Hazret Mesih-i Mevud aleyhisselam, kendisini seven dostları arasından en fazla övdüğü Hazret Molvî Nuruddin Sahip, Halifetü’l Mesihi’l Evvel idi. Mesih-i Mevud aleyhisselam buyurur ki:
İlk olarak ben, bir ruhani kardeşlerimden bahsetmek için kalbimde coşku hissediyorum. Onun ismi, ihlasının nuru gibi, Nuruddin’dir. Ben onun, kendi helal malı ile yaptığı dini hizmetlere gıpta ile bakarım ki keşke o hizmetleri ben de eda edebilsem.
Başka bir yerde şöyle buyurur: Nuruddin müminlerin övünç kaynağıdır. Kendisi misalsiz birisidir.
Başka bir yerde şöyle buyurur: Ben Yüce Allaha şükrediyorum ki O bana çok yüksek dereceli bir sıddık verdi.
Eğer ümmetin her ferdi Nuruddin olsaydı ne iyi olurdu.
Bu ancak kalpler yakin nuru ile dolunca mümkün olabilir.
KAYNAK: SEVANİH-İ HAZRET HALİFETÜ’L MESİHİ’L EVVEL
YAYINLAYAN: MECLİS HÜDAMÜ’L AHMEDİYE PAKİSTAN, 1979
[1] Mirkatü’l Yakîn, 199-200
[2] Bu aylık, o günün şartlarına göre, neredeyse bir servet sayılırdı. (çev.)
[3] Bir hayvanın üzerine yerleştirilmiş, faytona benzer bir şey. (çev.)
[4] Liseden bir üst derecedeki okul (çev.)
[5] Kuran’ın bir ayetinde geçen ifade. Geri ödenmek üzere yapılacak yardım, bir nevi borç. (çev.)
[6] Ermiş insanların duasını almak için sunulan hediyeye nazrane denir. (çev.)
[7] Hayatı Nur, sayfa 194