İngiltere Parlamentosu Londra, İngiltere, 2013
Bismillahir-Rahmanir-Rahim—Sonsuz Kerem ve Rahmet eden Allah’ın adıyla,
Bütün seçkin misafirlerimiz—esselamu aleyküm ve rahmetullahu ve berekatuhu—Allah’ın Selamı ve Rahmeti üzerinize olsun.
Cemaatimizin İngiltere’deki yüzüncü yıl kutlaması üzerine nezaket gösterip, dostluklarını ve bizlerle olan yakın münasebetlerini ifade etmek adına bu etkinliği Parlamento Binasında düzenleyen, Müslüman Ahmediye Cemaati’nin dostlarına, öncelikle şükranlarımı sunmak istiyorum. Ayrıca bugün katılımda bulunarak bu organizasyonun başarılı ve faydalı olduğunu kanıtlayan tüm misafirlere de teşekkür etmek istiyorum. Bugün çoğunuzun, diğer komisyon ve toplantılar ile meşgul olmak yerine burada oturuyor olmanızdan dolayı memnuniyet duymaktayım.
Şükranlarımı ve takdirimi açıklamanın yanı sıra bu iyi niyet gösterisi karşısında belirtmek istediğim, içten umudum ve duam, bu güzel ve muhteşem binada çalışan bütün bölüm ve insanların, bu ülkeye ve onun halkına hizmet etme görevlerini yerine getirebilmeleri içindir. Yine ümit ve dua ediyorum ki onlar, diğer uluslar ile iyi ilişkileri geliştirmek, adaletle hareket etmek ve tüm taraflar için faydalı kararlar almak üzere en iyi şekilde çalışabilsinler. Eğer bu ruh hali benimsenecek olursa, onunla en iyi meyveler, yani sevgi, şefkat ve kardeşlik elde edilecek ve dünyaya da o, gerçek bir barış ve refah cenneti olması için yol gösterecektir.
Bu arzum ve duam tüm Müslüman Ahmediler tarafından da paylaşılmaktadır. Çünkü bizler, bir kimsenin ulusuna karşı ve geniş anlamı ile de insanlığa karşı, derin bir sevgi beslemesi gerektiğine inanmaktayız. Doğrusu Müslüman Ahmediler, bir kimsenin vatanına olan sevgisinin, imanın temel bir unsuru olduğuna inanırlar. Çünkü İslam’ın kurucusu Yüce Peygamber Hz.Muhammedsav, bunu ısrarla buyurup öğretmiştir. Bu sebeple açıkça belirteyim ki, İngiliz vatandaşı olan her Müslüman Ahmedi, ister Birleşik Krallıkta doğsun, isterse bir göçmen olarak buraya gelsin, bu ülkeye tamamen sadıktır ve ona karşı içten bir sevgi de duymaktadır. Onların yegâne arzusu, bu büyük ulusun ilerlemesi ve refahıdır.
Diğer ülkelerden olup, şu sıralar Birleşik Krallıkta yaşayan insanların sayısı son derece dikkat çekicidir. Bunun, ülke nüfusunun %14-15’i civarında olduğu tahmin edilmektedir. Bu yüzden, Britanya halkının göçmenleri ülkeye vatandaş olarak kabul etmek ve Britanya toplumunun bir parçası olmalarına izin vermek yolunda bizzat ortaya koydukları açık kalplilik ve hoşgörü gibi harika niteliklerine değinmeden ve bunları övmeden devam edebilmem mümkün değildir. Bu durumda, kendilerinin bu ülkenin sadık vatandaşları olduğunu ispat etmek, buraya yerleşmek için gelen insanlar üzerinde yerine getirilmesi şart bir ahlaki görevdir. Öyle ki, her türlü karışıklık ve ihtilaf ile mücadelede, onların hükümete destek vermeleri gerekir. Söz konusu Müslüman Ahmediye Cemaati olduğunda ise, hangi ülkede bulunurlarsa bulunsunlar, onun takipçileri bu ilkeye uygun davranırlar.
Bildiğiniz üzere bugünlerde, Müslüman Ahmediye Cemaatinin Birleşik Krallıktaki Yüzüncü Yılını idrak etmekteyiz. Geçen 100 yıl, Müslüman Ahmediye Cemaati üyelerinin daima ülkelerine sadık kalma koşulunu yerine getirdiklerini ve her zaman aşırılık, isyankârlık ve kargaşanın her türlüsünden uzak durduklarını kanıtlarken, buna şahitlik de etmektedir. Doğrusu bu vefalı ve sevgi dolu yaklaşımın
temelinde yatan, Müslüman Ahmediye Cemaatinin tamamen gerçek İslam üzerindeki dini bir topluluk olmasıdır. Cemaatimizin konumu ayrıdır, çünkü bizler, yeryüzündeki insanlara sürekli olarak İslam’ın gerçek ve barışçıl öğretilerini sunuyor ve daima bu temel öğretilerin gerçek İslam olarak kabul görmesi için çaba sarf ediyoruz.
Bu birkaç kelimelik girişten sonra, şimdi ise konuşmamın ana konusuna dönmek istiyorum. Cemaatimiz barış, uzlaşı ve uyumun öncüsü olduğundan, sloganımız, ‘Herkesi Sev, Kimseden Nefret Etme’dir. Bazı gayrimüslimler, bizi tanıyıp, aslında da yakın münasebet içinde olmalarına rağmen, Müslüman Ahmediye Cemaati’nin barış ve kardeşlik mesajını doğrudan İslam’a atfetmesi karşısında hayret etmektedirler. Bu hayret ve şaşkınlıklarının sebebi, onların sözde İslam âlimleri ve örgütleri olan diğer birçoklarını, tamamen farklı bir şekilde davranır, konuşur, keza çok değişik bir mesajı destekler şekilde görmeleridir. Bu farkın nedenini izah etmek için, şuna açıklık getirmek istiyorum. Müslüman Ahmediler olarak bizler, diğer Müslüman ulema aksini destekler ve hatta uygularken, bu devirde sertlik yanlısı bir “Kılıçla Cihat” kavramının tamamen yanlış olduğuna ve reddedilmesi gerektiğine inanıyoruz. Onların inançları, dünyanın bazı bölgelerinde, birçok aşırılık yanlısı ve terörist örgütün Müslümanlar arasından çıkmasına sebep oldu.
Ortaya çıkanlar sadece gruplar olmayıp, belli bazı kimselerin de bunu istismar edip, bu yanlış inançlara göre hareket ettiklerini görmekteyiz. Şüphesiz bunun en güncel örneği, masum bir İngiliz askerinin Londra sokaklarında hunharca öldürülmesidir. Bu, İslam’ın gerçek öğretileri ile hiçbir alakası olmayan bir saldırıydı. Aksine İslam’ın öğretileri böylesi saldırıları şiddetle kınamaktadır. Böyle kötü entrikaların gösterdiği, İslam’ın gerçek öğretileri ile kimi sözde Müslüman tarafından art niyetli olarak uygulanan, yanlış yorumlanmış öğretiler arasındaki açık farktır. Ayrıca belirtmek isterim ki, kimi yerel grupların tepkileri doğru değildir ve toplumun huzurunu yok edebilir.
İslam’ın öğretilerine göre doğru olduğuna inandığımız tezimizi destekleyecek hangi delillerimiz bulunmaktadır? Dikkate alınması gereken temel nokta şudur. Ancak İslam aleyhinde bir dini savaş açılması halinde, kılıç ya da kuvvet kullanımına izin vardır. Günümüz dünyasında ise, ne bir ülke, ne de bir din, hiç kimse İslam’a karşı fiziksel bir savaş sürdürmemekte ve din üzerinden saldırmamaktadır. Bundan dolayı, Müslümanların din adına başkalarına saldırmalarının haklı görülmesi mümkün değildir, çünkü bu açıkça Kuran-ı Kerim’in öğretilerini ihlal etmektedir.
Kuran-ı Kerim, ancak savaş açanlara ve İslam aleyhinde kılıçlarını kaldıranlara karşı güç kullanımına izin vermiştir. Diğer bir önemli husus da şudur. Eğer bir ülke vatandaşı herhangi bir şekilde ülkesini yahut da hemşerilerini zarara uğratmak isterse, o zaman o, İslam’ın öğretilerine aykırı davranmaktadır. Hz.Resulullah Muhammed-i Mustafasav, masum insanların kanını döken bir kimse, Müslüman değildir diye buyurmuştur. Yüce Peygambersav böyle kimseleri imanda zayıf ve günahkâr saymıştır.
Şimdi de İslam’ın öğretilerinin, gerçekten ne denli açık fikirli ve sade olduğunu tam olarak kanıtlayan, ona ait diğer bazı bakış açılarına yöneleceğim. Sözde Müslüman kimi grupların, İslam’ı tanıtma tarzının, hiçbir şekil ve biçimde dinin gerçek öğretilerini temsil etmediğini izah edeceğim. Onların faaliyetlerinin, nefret dolu eylemlerini haklı göstermek üzere İslam’ın adını yalan yanlış kullanarak, yalnızca kendi çıkarlarını elde etmek üzere yürütülmekte olduğu da aydınlık kazanacaktır.
İslam, dini hoşgörünün önemine o denli çok vurgu yapmaktadır ki, böylesi yüksek standartları başka bir yerde bulmak mümkün değildir. Diğer insanlar, başka dinlerin yanlış olduğunu kanıtlayamadıkları sürece, kendi dinlerinin doğruluğunu ispatlayamayacaklarına inanmak eğilimindedirler. İslam’ın yaklaşımı ise çok farklıdır, çünkü o şunu öğretmektedir. İslam, tüm insanlık için nazil olmuş gerçek bir dindir. Doğrusu Allah, yeryüzündeki insanlar ve ulusların tamamına peygamberler yollamıştır. Bu Kuran-ı Kerim’de açıkça belirtilmiştir. Allah, tüm peygamberlerin Kendisi tarafından sevgi ve şefkat öğretileri ile gönderildiğini söylemiştir. Bu yüzden, gerçek Müslümanların hepsi onları kabul etmelidir. Başka hiçbir din, İslam gibi böyle istekli ve açık bir biçimde, her inancı ve her kavmi övmemektedir. Çünkü Müslümanlar, peygamberlerin tüm insanlara ve tüm uluslara
gönderildiklerine inanır ve onların yanlış olduklarını da asla düşünemezler. Bundan dolayı Müslümanlar, Allah’ın hiçbir peygamberine saygısızlık gösteremez, onlarla alay edemez ve onları aşağılayamazlar. Aynı zamanda onlar, herhangi bir dinin takipçilerinin duygularını da rencide edemezler.
Oysa ne yazık ki bazı gayrimüslimlerin tutumu bunun tam tersidir. Onlar, İslam’ın Kurucusunusav ağır ifadelerle alaya almak ve ona iftirada bulunmak için hiçbir fırsatı kaçırmazlar. Böylece onlar, Müslümanların duygularını ciddi şekilde yaralarlar. Bizler taşıdığımız inançlar sebebiyle, gerçekten dini hoşgörü ve karşılıklı anlayışı arzu etmekteyiz. Ancak ne yazık ki belli bazı unsurlar Müslümanların duyguları ile oynadığında, kimi sözde Müslümanların, bu tahrike tamamen yanlış ve sorumsuz bir şekilde tepki göstermelerine yol açmaktadır. Onların tepkilerinin ve verdikleri karşılıkların İslam’ın gerçek öğretileri ile hiçbir alakası yoktur. Ne denli kışkırtılsalar da, sizler kesinlikle bir Ahmediyi, böylesi olumsuz bir tepki verirken asla göremezsiniz.
İslam’ın Kurucususav ve Kuran-ı Kerim aleyhinde ileri sürülen üzücü bir diğer suçlama ise, onların aşırıcılık öğretileri sundukları ve İslam’ın mesajını yaymak üzere güç kullanımını destekledikleridir. Bu iddiayı değerlendirmek ve gerçeği araştırmak üzere, Kuran’ın kendisine bir göz atalım. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
Rabbin isteseydi, yeryüzündekilerin hepsi topluca inanırlardı. (Allah kimseyi zorlamazken,) mümin olsunlar diye insanları sen mi zorlayacaksın?(s. 10: a. 100)
Bu ayet-i kerime, her türlü kudret sahibi Allah’ın kolaylıkla tüm insanları aynı dini benimsemeye zorlayabileceğini açıkça belirtmektedir. Hâlbuki O, bunun yerine dünyadaki insanlara, inanıp, inanmamayı tercih edebilmeleri için özgürlük tanımıştır.
O halde, eğer Allah insanoğluna bu seçme özgürlüğünü verdiyse, o takdirde Hz.Resulullahsav yahut da onun takipçilerinden herhangi birisi, nasıl olur da bir kimseyi Müslüman olması için zorlayabilir? Yüce Allah Kuran’da şunu buyurur:
…(Bu) gerçek, ancak Rabbiniz tarafından (indirilmiştir.) (Artık) isteyen (buna) inansın, isteyen inkâr etsin… (s. 18: a.30)
Bu, İslam’ın gerçeğidir. Bu, ona ait asıl öğretidir. Eğer kalp dilerse, o zaman onlar da İslam’ı kabul etmekte serbesttirler, ancak kalp istemezse, o zaman da onu reddetmekte hürdürler. Bu yüzden İslam, zorlama ve aşırılığa tamamen karşıdır. Aksine İslam, toplumun her kesiminde barış ve uyumu savunmaktadır. İslam için, şiddet ve baskıyı öğretir demek neredeyse imkânsızdır, çünkü ‘İslam’ın’ anlamı barış içinde yaşamak ve diğer herkese de barış sağlamaktır. Bununla birlikte, dini duygularımızla alay edildiğinde ise, bu bizde büyük bir acı ve ızdıraba sebep olmaktadır. Yüce Peygamberimizsav hakkında dile getirilen her türlü saygısızlık, kalplerimizi delip geçerek, yaralamaktadır.
Kalplerimizde Allah sevgisini ve O’nun yarattıklarına karşı sevgiyi oluşturan, İslam’ın Kurucususa olmuştur. Tüm insanlığa ve tüm inançlara karşı içimizde sevgi ve saygıyı yerleştirip, sabit kılan da odur. İslam’ın barışçıl öğretileri hakkında, kendilerine İslam’ın mesajı öğütlenip, tebliğ edildiğinde, Yüce Peygamberinsav muhaliflerince verilen cevaptan daha büyük bir kanıt var mı? Onlar, Resulullah’ınsav kendilerini İslam’a katılmaya davet etmekle, onlardan herhangi bir zulümde bulunmalarını yahut da günah işlemelerini istediğini söylememişlerdir. Aksine muhaliflerin cevabı şöyle olmuştur. Eğer onlar Resulullah’ınsav öğretilerini kabul edecek olurlarsa, zenginlikleri ve mevkileri acımasız insanlar tarafından tehdit edilecek veya ele geçirilebilecekti, çünkü Yüce Peygambersav sadece barış ve uyumu vurgulamaktaydı. Onlar korktuklarını itiraf etmişlerdir. İslam’ı kabul edecek olurlarsa, barışı benimsemekle, etraftaki insanlar, kabileler ve hatta milletler bundan yararlanıp, onları yok edebileceklerdi. Kısacası, eğer İslam şiddeti savunacak olsaydı ve Müslümanları, kılıçlarını kaldırıp, savaş açmaya çağırsaydı, o takdirde açıkçası kâfirler de böyle bir mazeret ileri süremezlerdi. Onlar,
İslam’ı kabul etmekteki başarısızlıklarının, onun barış hakkındaki öğretilerinin, dünyevi halkın elinden kendi çöküşlerine yol açabileceği korkusundan olduğunu söyleyemediler.
Kuran-ı Kerim Allah’ın sıfatlarından birisinin ‘Es Selam’ olduğunu bildirmektedir. Bunun anlamı, O’nun ‘Barışın Kaynağı’ olduğudur. Bundan dolayıdır ki, eğer Allah gerçekten ‘Barışın Kaynağı’ ise, O’nun barışı belli bir grup insanla sınırlı kalmayıp, tüm yaratıklarını ve tüm insanlığı kuşatmış olmalıdır. Eğer Allah’ın barışı sadece bazı insanları korumak üzere tasarlanmış olsaydı, o zaman O’nun tüm dünyanın ilahı olduğu ileri sürülemezdi. Yüce Allah bu hususu Kuran’da cevaplamıştır:
Onun, ‘Ey Rabbim! Bunlar, (hakka) inanmayan bir kavimdir’ demesine (and olsun. Biz cevaben dedik ki:) ‘Sen onları affet ve (kendilerine Allah’ın) selamı (üzerinize olsun) de. Bunun sonucu (onlar hakkı) pek yakında öğrenecekler.’ (s. 43: a. 89-90)
Bu kelimeler, Hz.Muhammed’insav tüm insanlar için rahmet ve bereket kaynağı ve bundan dolayı da tüm insanlık için barış vesilesi olan bir öğretiyi getirmiş olduğunu açıklamaktadır. Aynı zamanda ayet-i kerimenin belirttiği, Yüce Peygamberinsav barış mesajına karşın muhaliflerinin sadece onun öğretilerini reddetmekle kalmayıp, kendisi ile alay ettikleri ve onu aşağıladıklarıdır. Aslında onlar daha da ileri giderek, kendisine nefretle karşılık verip, karışıklık ve ihtilaf yarattılar. Tüm bunlar karşısında ise Yüce Resulullahsav Allah’a şöyle yalvardı: Ben onlara huzur vermeyi arzu ediyorum, ancak onlar bana huzur vermiyorlar. Bunu bir tarafa bırakalım, onlar bana acı ve ızdırap vermek için uğraşıyorlar.
Buna cevaben Allah, şunları söyleyerek onu teselli etmiştir. Ne yaparlarsa yapsınlar görmezden gel ve kendilerinden yüz çevir. Senin yegâne vazifen, yeryüzünde barışı yaymak ve tesis etmektir. Onların nefret ve aşırılıkları karşısında, ‘Selametle kalın’ diyerek cevap vermelisin ve onlara kendileri için barış getirdiğini bildirmelisin.
Bu nedenle Resulullahsav, tüm yaşamını yeryüzünde barışı yayarak geçirmiştir. Bu onun yüce vazifesiydi. Yeryüzündeki insanların, onun aşırılık öğretileri getirmediğinin farkına varıp, anlayacakları bir gün muhakkak gelecektir. Onlar, onun getirdiğinin tamamen bir barış, sevgi ve iyilik mesajı olduğunu anlayacaklardır. Bundan da öte, eğer bu yüce elçinin takipçileri zulümler ve adaletsizlikler karşısında aynı sevgi dolu tarzda karşılık verecek olurlarsa, o takdirde şüphe yok ki, İslam’ın olağanüstü öğretilerine itirazda bulunanlar da, gün gelecek onun doğruluğu ve güzelliği hakkında ikna olacaklardır.
Müslüman Ahmediye Cemaati, bu öğretileri takip etmektedir ve yaşamaktadır. Bizlerin yeryüzünün dört bir yanında tanıttığımız ve yaydığımız da işte bu anlayış, hoşgörü ve şefkat öğretileridir. Bizler, yıllarca en acı ve korkunç zulüm ve eziyete maruz kalıp, sonra Mekke’nin sokaklarına zaferle dönebilen, Yüce Peygamber Hz.Muhammed’insav sergilediği iyilik ve himmetin, tarihi ve eşsiz örneğini takip ediyoruz. O ve sahabeleri, yiyecek ve su gibi en temel ihtiyaçlara erişmekten bile yıllarca alıkonulmuşlardı. Böylece onlar, her seferinde günler boyu açlık çekmişlerdi. Sahabelerinden çoğu saldırıya uğramış ve bazıları ise tasavvur dahi edilebilmesi mümkün olmayan, en barbar ve acımasız şekilde katledilmişlerdi. Müslümanlar arasında yaşlı, kadın, çocuk diye ayrım gözetilmeyip, hepsine insafsız ve gaddarca muamele edilmişti. Buna rağmen Yüce Resulullahsav Mekke’ye zaferle geri döndüğünde, intikam almaya çalışmamıştır. Aksine o, şunu ilan etmiştir: Sizlerden hiçbirinize ceza yoktur, çünkü ben hepinizi affettim. Ben, sevginin ve barışın elçisiyim. Ben, Allah’ın ‘Emniyet veren’ sıfatının en mükemmel bilgisine sahibim. – O, Birdir ve emniyet verendir. Bu sebeple hepinizi, geçmiş tüm aşırılıklarınızdan dolayı bağışlıyorum ve sizlere barışın ve emniyetin bir taahhüdünü sunuyorum. Sizler Mekke’de kalmakta özgürsünüz ve ibadetinizi de serbestçe yapabilirsiniz. Hiç kimse, hiçbir surette zorlama ve baskıya maruz kalmayacaktır.
Müslümanlara karşı zulümlerinde haddi tamamen aşmış olduklarını bildikleri için, kimi koyu kâfirler ceza görme korkusuyla Mekke’den kaçmışlardı. Ancak bu benzersiz şefkat ve iyilik muamelesi ve barış ile uyumun bu eşsiz gösterisine tanık olduklarında, o kâfirlerin akrabaları, onlara geri dönmeleri için haber yollamışlardı. Onlara, Hz.Resulullah’ınsav sadece barış ve emniyeti yaydığı
bildirildi ve böylece onlar da Mekke’ye geri döndüler. Önceleri İslam’ın en dirençli muhalifleri olan bu kimseler, Hz.Resulullah’ınsav himmet ve merhametini bizzat gördüklerinde, İslam’ı kendi özgür iradeleri ile kabul ettiler.
Bu anlattıklarım kayıtlı tarihin bir parçasıdır ve gayrimüslim tarihçiler ile doğu bilimcilerin çoğunluğu da bu gerçeği onaylamışlardır. Bunlar İslam’ın gerçek öğretileridir ve bu, Hz.Muhammed’esav ait yüce örnektir. İşte bu yüzden İslam’ı ve Kurucusunu şiddet taraftarı diye etiketleyip, onlara karşı böylesi suçlamalar ileri sürmek, zalimce bir haksızlıktır. Şüphe yok ki, her nerede bu tip yanlış suçlamalarda bulunulursa bulunulsun, bu bizleri derinden üzmektedir.
Bir kez daha dile getireyim ki, bugün İslam’ın asıl ve barışçıl öğretilerini takip edip, buna göre yaşayan bizim topluluğumuzdur, yani Müslüman Ahmediye Cemaatidir.
Keza bir kez daha söylüyorum ki, aşırı örgüt ve kimseler tarafından yapılan nefret dolu kötülüklerin, İslam’ın gerçek öğretileri ile hiçbir alakası yoktur.
Gerçek adaletin gerektirdiği, kişiler veya grupların çıkar ve menfaatlerinin, bir dinin öğretilerine atfedilmemesidir. Böylesi eylemler, herhangi bir dinin ya da kurucusunun haksız seviyede eleştirilmesi için bir mazeret olarak kullanılmamalıdır. Zamanın acil bir ihtiyacı olarak, küresel barış ve uyumu tesis etmek çabası içindeki tüm insanlar, birbirlerine ve tüm dinlere karşılıklı saygı göstermelidirler. Başka seçenekler ise dehşet vericidir.
Yeryüzü, küresel bir köy haline geldi. Bu sebeple karşılıklı saygının bulunmaması ve barışı desteklemek adına bir araya gelmekte yapılacak hata, sadece yerel, şehir veya ülke bazında bir zarar vermeyip, aslında sonuçta dünyanın tamamını yıkıma götürecektir. Hepimiz, son iki dünya savaşının sebep olduğu korkunç tahribatın farkındayız. Belli bazı ülkelerin eylemleri, bir başka dünya savaşının ufukta olduğunun işaretlerinin sebebidir.
Eğer bir dünya savaşı patlak verecek olursa, Batı dünyası da onun geniş kapsamlı ve yıkıcı sonuçlarından derinden etkilenecektir. Haydi, kendimizi böyle bir yıkımdan kurtaralım. Gelecek nesillerimizi de savaşın berbat ve yok eden sonuçlarından kurtaralım. Açıkçası en korkunç olanı bir nükleer savaştır. Şüphesiz dünyanın gittiği yolda, bir nükleer savaşın patlak vermesi bakımından gerçek bir risk vardır. Böylesi dehşete düşüren bir sonucu engellemek adına, adaleti, dürüstlüğü ve doğruluğu benimsemeliyiz ve birleşerek dünyada nefreti yaymak ve yeryüzünde barışı yıkmak isteyen grupları zapt edip, durdurmalıyız.
Benim umudum ve duam, Yüce Allah’ın lütfu ile büyük güçlerin sorumluluk ve görevlerinin gereğini en adil ve makul şekilde yerine getirmeleri içindir – Âmin. Sözlerime son vermeden önce, bir kez daha zaman ayırıp, bugün burada katılım gösterdiğiniz için sizlere teşekkür etmek istiyorum. Allah sizlerden razı olsun.
Çok teşekkür ederim.