Dünyadan köleliğin yok edilmesi
İslam, binlerce seneden beri süregelen köleliğe çözüm getirip hepten kaldırdı. Bence dünya sahnesinden tam manasıyla kölelik izini silen tek din İslâmiyet’tir. İslâmiyet’ten önceki dinlerde kölelik revaçta olmasına rağmen hiçbir din onu ortadan kaldırmadı. Yahudilik ve Hindu dininin öğretisinde kölelik dini bir müessese olduğu için ortadan kaldırılamaz. Hıristiyanlığa gelince, o Yahudiliğin bir uzantısı olduğu için onda da kölelik devam etti. Hıristiyan dünyasında köleliğe karşı mücadele eden kilise değil, değişen ahlaki anlayış ve felsefe olmuştur. Hıristiyan dünyasında köleliğe karşı ne zaman mücadele verildiyse ona en çok karşı çıkanların papazlar olduğu kilise tarihinden anlaşılmaktadır. Aynı şekilde Hinduizm ise kast sistemini getirmek suretiyle kölelik yelpazesini öylesine genişletmiştir ki, köleliğin her şekli, bu sistemin yarattığı kölelikle mukayese edildiğinde bir hiçtir. Ama İslâmiyet bu köleliğin kökünü kazıdı.
İslâm’da savaş tutuklularının durumu
İslam’da mevcut olan bir şeye insanlar kölelik derler. O da savaş suçlularının tutuklanmasıdır. Dünyanın hiçbir yerinde iki millet savaştığında, savaşanların sabahleyin yakalanıp, akşamleyin serbest bırakılması gibi bir düstur zaten yoktur. Hiç kimse onlara şimdi evinize geri gönün ve yarın bizimle savaşmak üzere tekrar gelin demez. Bir güreşçi bile karşı tarafı yakaladığında onu hemen bırakmaz. O zaman savaş esirlerinin hemen bırakılması nasıl düşünülebilir? Yenilgiye uğrayan kimseyi yakalayıp tutmadan eğer güreş dahi oynanamıyorsa o zaman savaşçılar tutuklanmadan savaş nasıl sona erebilir? İşte İslam’da bulunan kölelik değil, savaş suçlularının tutuklanmasıdır. Bu konuyla ilgili Allah-u Teâlâ Kurân-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır:
“Yeryüzünde kanlı bir savaş olmadıkça esir almak hiçbir peygambere yaraşmaz. (Eğer siz, böyle bir savaş olmadan kimseyi esir alırsanız), dünya malını istiyorsunuz demektir. Oysa Allah sizin için ahiret nimetlerini ister. Doğrusu Allah her şeyden üstündür, hikmet sahibidir.[1]
Allah-u Teâlâ hiçbir peygamber için insanları durup dururken köle yapmak caiz değildir buyurmaktadır. Bu kelimeleri kullanmak suretiyle Yüce Allahcc bir insanı köle yapmanın Peygamber Efendimizsav için caiz olmadığını duyurmakla kalmayıp Yahudilik, Hıristiyanlık ve Hinduizm’in peygamberlerine bu konuda yöneltilen itirazları dahi ortadan kaldırdı. O, “İnsanları esir almak hiçbir peygambere yaraşmaz,” demektedir. Özet olarak Krişnaas, Ram Çandaras veya İsaas, hiçbirisi bunu yapmamıştır. Bunu iddia edenler onlara yalan isnat etmektedirler. Allah’ıncc müsaade ettiği bir tek şey vardır, o da meydanları kan gölüne çeviren savaş esnasında savaşçıların tutuklanmasıdır. İki kavim ve iki ülke arasında cereyan eden böyle bir savaşta esirlerin tutuklanması caiz olup, ufak tefek savaşlar veya çatışmalarda esir almak caiz değildir. Mesela aileler veya fertler arasındaki çatışmalar. Bu ayete göre böyle bir savaş çıkmadan insanları esir alan veya köle yapan kimse, dünyalık istemektedir. Hâlbuki Allah-u Teâlâ dünyaya değil ahrete talip olmamızı ister. Bu ayetin sonunda “Allah galip ve hikmet sahibidir” denmiştir. Yani Allah’ın emirleri sayısız hikmeti taşmaktadırlar. Eğer insanları köle yapmaya devam ederseniz o zaman bir gün kendiniz de köle olacaksınız. Aslında köleliği bir alışkanlık haline getiren milletlerin de bir gün köleliğe mahkûm edilmesi tarihi bir gerçektir. Mesela Abbasiler döneminde kölelik yaygındı. Bunun neticesi olarak padişahlar da cariyelerden doğdu. Çünkü köle, köleliğin vasıflarını taşır. Bundan dolayı onlar zahiren özgür olmalarına rağmen ruhen köleydiler.
(İskhan) Arap dilinde haddinden fazla kan akıtılan savaşa denilir. Bundan anlaşılan; ufak tefek savaşta insanları köle olarak tutmanın caiz olmamasıdır. Ufak tefek çatışmalar İngilizlerle Patanlar arasında sınır bölgelerinde her gün yaşanmaktadır ama bu tür çatışmalarda insanlar esir alınmaz. Resmen ilan edilmiş bir savaşta, savaş esirlerinin tutuklanması caiz iken, habersiz düzenlenen baskınlarda caiz değildir. Durum böyle iken vatandaşlarının köle olarak tutulmasını istemeyen bir millet başka bir millete neden saldırsın? Ama buna rağmen saldırırsa ve meydanlar kan gölüne çevrilirse o zaman böyle kimselerin esir olarak tutulmaları hiçbir şekilde itiraz mahallinde değildir.
İslâmiyet’te Sadece Nefsi Müdafaa İçin Savaş Caizdir
Savaşa gelince, İslam’da nefsi müdafaa haricinde hiçbir savaş caiz değildir. Yani ilk davranıp saldırmak ve insanları köle yapmak caiz değildir.
Allahcc şöyle buyurmaktadır:
(Bir sebep yokken) kendilerine karşı savaş açılanlara, zulüm edilmelerinden dolayı (savaşmaları için) izin verilmiştir. Şüphesiz Allah, onlara yardım etmeye gücü yetendir. Onlar, “Allah Rabbimizdir,” demelerinden dolayı, haksız yere evlerinden çıkarılanlardır. Eğer Allah, (bu kâfirlerden) bazılarının (kötülüklerini) diğerleriyle gidermeseydi, manastırlar, kiliseler, havralar ve içinde Allah’ın adı çok anılan camiler alaşağı edilirlerdi. O’nun (dinine) yardım edene, Allah mutlaka yardım eder. Şüphesiz Allah, son derece güçlüdür (ve her şeyden de) üstündür. Eğer yeryüzünde kuvvet versek, onlar namazı ayakta tutar, zekât verir, iyiliği emreder (ve) kötülükten alıkoyarlar. Bütün işlerin sonucu Allah’ın elindedir.[2]
Bu ayet açıkça sadece saldırıya maruz kalıp haksızlığa uğrayanlara savaşma izni veriyor. Ayrıca “Şüphesiz Allah, onlara yardım etmeye gücü yetendir” demektedir. Bunun anlamı şudur: Müslümanlar öyle bir saldırıya uğradılar ki, Allah şimdi dünyada özel takdirini harekete geçirip mazlumu desteklemek üzere zalimi cezalandıracak. Zalim güçlü ve mazlum güçsüz olunca mazlumun yenilgiye uğraması doğaldır. Meşhur bir kıssa vardır. Pehlivanın biri bir yerden geçiyormuş, onun arkasında da zayıf bir adam yürüyormuş. Pehlivan kafasını kazıtıp üstüne de yağ sürmüştü. Arkasındaki zayıf adam, şaka yapmak için dayanamayıp pehlivanın kafasına bir şaplak atmış. Pehlivan buna çok kızmış ve onu altına alıp dövmeye başlamış. Pehlivan onu döverken zayıf adam, beni ömür boyu dövsen dahi benim aldığım zevki alamazsın demiş. Bakınız adam zayıf olduğu için güçlü birisinin bedenine dokununca kendisiyle gurur duymaya başladı. Kısacası bir kimse zalim ve güçlü olduğu için, mazlum ona galip gelemeyebilir. Bunun için Allah-u Teala bu ayette şunu demektedir: Saldırıya maruz kaldıklarından ve zulme uğradıklarından ötürü Müslümanlara savaş izni verilmiştir. Onlara yardım etmek üzerimize farzdır. Ayrıca bu iznin sebebi Bizim onlara yardım edip zayıfı güçlüye galip kılmaktır. Kısacası biz onlara sadece savaş müsaadesi vermekle yetinmeyip, zalim yenilgiye uğrayıncaya dek yanlarında olacağımıza söz verdik.
Allah’ın kelamı kelimeleriyle devam etmektedir: Yani onlar hiçbir hata veya kusurları yokken evlerinden kovuldular. Suçları sadece İslam’ı kabul ederek Allah’acc iman edip Rabbimiz Allah’tır demeleriydi.
Bunu demekle, ileriki zamanda sevgi ve barış adını kullanmak suretiyle savaşın her hali ve şeklini kötüleyenler ortaya çıkıp, durum ve şartlar ne olursa olsun savaşılmamalıdır diyeceklerini haber vermektedir. Allahcc bu düşünceye sahip olanlara şöyle cevap vermektedir: “Eğer Allah’ın kanunu zalimin zulmünü birilerinin eliyle kaldırmasaydı ibadet yerleri, âlimlerin barınma yerleri, Budist tapınakları, havralar, kiliseler ve camiiler yıkılıp yok edilirdi. Oralarda hiç kimse Allah’ıncc ismini anamazdı. Çünkü sizin savaşmamanız, yetki dairelerini genişletip, dine hükmetmek isteyenlerin iradelerini nasıl değiştirebilir? Onlar, insanları kendi istedikleri şekilde din seçmeye mecbur ederler. Böyle kimseler savaşın katiyen yasaklandığını duyduklarında cüretkâr davranacaklardır. Sadece dünyevi meselelere müdahale etmekle kalmayıp, dinleri yok edip ibadethaneleri yıkacaklardır.”
Ayrıca şöyle buyurmaktadır: “herkim Allah’ıncc dinini özgürlüğe kavuşturmak için harekete geçerse Allahcc ona yardım edecektir. O, güçlü ve galiptir. O’nun desteklediği kavim hiçbir zaman yenilgiye uğramaz.” Daha sonra o, din özgürlüğünü sağlamak için canlarını ve mallarını feda edenlerden bahsederken şöyle buyurmaktadır:
Eğer onlar dünyaya hüküm sürecek olurlarsa, güç sahibi oldukları takdirde insanları yağmalamazlar, tersine Allah’acc ibadet edip, fakir fukaraya yardım ederler, kötülükten uzak durup, iyiliği emretmek suretiyle diğerlerini de kötülükten alıkoyarlar.
Şimdi söyleyin böyle bir savaşın çıkarılması Müslümanların elinde midir? İstedikleri zaman savaş çıkarıp kâfirleri tutuklayabilirler mi? Bu ayetlerde bahsedilen savaş esirlerinin tutuklanmasına ancak düşmanın kendisi sebep olabilir. Böyle savaşın çıkmaması düşmanın elindeyken, savaşa neden olursa delidir veya esarete layıktır. Çünkü saldırmamak, insanlara zulmetmemek, dine karşı savaş açmamak ve kendini esaretten kurtarmak onun elindeydi.
İslam’da savaş tutuklularının salıverilmesi
Düşman tarafından böyle bir savaşın başlatıldığını ve bazılarının esir alındığını farzedelim. Bu durumdaki esirler için açık emir şöyledir:
Böyle bir savaş açıldığında, siz savaşmak zorunda kaldığınızda onlardan bazı kimseleri esir almanız Allah’ıncc emridir. Ama daha sonra onlarla yapacağınız muamele ile ilgili iki kanunumuz vardır, bu iki kanundan birisini uygulamak zorundasınız. Birincisi, iyilikte bulunarak onları salıvermeniz ve ikincisi onlardan fidye alıp serbest bırakmanızdır. Bize, bu ikisinden birisine uymak dışında bir seçenek bırakılmamıştır. İyilikte bulunarak serbest bırakmak istemeyenin elindeki esir, fidye ödeyinceye kadar ona hizmet edecektir. Zamanımızdaki Avrupa milletlerine bakacak olursak, Hitler, elinde bulunan Fransız esirlerinden hem fidye alacak, hem çeşitli işlerde kullanmaktadır. Nitekim her yerde savaş esirleri, yolların yapımında, yerlerin kazılmasında ve sair işlerde kullanılırlar. Şüphesiz onlardan rütbelerine göre hizmet alınır, ama hiç kimsenin boş oturmasına müsaade edilmez. Kısacası zamanımızda bile savaş esirleri çeşitli işlerde kullanılmaktadır. İşte İslam’ın emri de budur. Farklı olan, bunlarda savaş tazminatının ön planda olmasıdır. İslamiyet’te ise iyilikte bulunup onların serbest bırakılması birinci emirdir, bunu yapmak istemeyen için ikinci seçenek fidye alarak serbest bırakmasıdır.
Savaş tutuklularının bir daha savaşa katılmayacaklarına dair söz verip özgürlüğe kavuşmaları
İyilikte bulunup serbest bırakırken “tekrar Müslümanlarla savaşmayacaksın” diye esirden söz alınması, Peygamber Efendimiz’insav sünnetinden ispatlanmıştır. Çünkü bir esirin serbest kaldıktan sonra, tekrar Müslümanlara karşı herhangi bir savaşa katılma ihtimali vardır. Bundan dolayı Peygamber Efendimizsav böyle bir şartın koşulmasına müsaade etmiştir. Peygamber Efendimiz’insav zamanındaki bir olay, esirler serbest bırakılınca bu tür tehlikelere sebep olabilme ihtimalini doğruluyor. Peygamber Efendimizsav Bedir savaşında tutuklanan Ebu Huzza isimli esiri, Müslümanlara karşı tekrar savaşmayacağına dair söz alarak serbest bıraktı. Ama o Uhud savaşında tekrar Müslümanlarla savaştı ve en son Hamraü’l Esed savaşı esnasında tutuklandı ve öldürüldü. Kısacası savaş esirleri için İslam iki şık önermektedir: Birincisi, iyilikte bulunup serbest bırakılması, ikincisi fidye alıp serbest bırakılmaları.
Savaş esirlerinden hizmet alınması
Esir alınmanın gayesi düşmanın gücünün zayıflatılması olduğu için, fidye ödeyinceye dek esirlerden hizmet alınabilir. Eğer esirler bir araya getirilip onlara sadece ziyafet verilirse ve hiç çalıştırılmazsa, düşmanın gücü zayıflayacağı yerde artacaktır. Ama esirleri çalıştırmaya gelince İslam ve bugünkü devletlerin uygulamaları arasında belirgin fark vardır.
Esirlerden gücüne göre hizmet alınması
Zamanımızda savaş esirleri arasındaki yüksek rütbeli subayların makamları dikkate alınırken, diğer esirlere çok sert davranılmaktadır. Ama İslam, hiçbir esirden gücünü aşan hizmet alınmamasını emretmektedir. Ayrıca yediğimizden onlara da yedirmeyi ve giydiğimizden onlara da giydirmeyi emreder. Acaba Avrupalı milletlerin tutumları da böyle midir? İngilizler, Almanlar ve Japonlar savaş esirlerine kendi yediğinden mi yedirmektedir? Veya Almanlar esir aldıkları İngilizlere aynı şekilde mi davranmaktadır? Esirlerle muameleleri kesinlikle böyle değildir. Ama İslam, yediğimizden onlara yedirilmesini ve giydiğimizden onlara da giydirilmesini emretmektedir. Ashab-ı Kiram bu emre o kadar sadık idiler ki bir keresinde yolculuk yaparken yanlarında bazı köleler vardı. Bu kölelerin rivayet ettiklerine göre yolculuk esnasında hurmaları bitmek üzereyken, ashab-ı kiram hurmayı onlara verip kendileri çekirdekleriyle idare etmeye karar verdiler. Nitekim hurma çekirdekleri karınlarını doyurmaya yetmediği halde onlar bunu uyguladılar. İslamiyet’in, yediğinizden esirlere de yedirin emrinin benzeri ashab-ı kiram haricinde dünyanın hiçbir yerinde bulunmaz.
İslam’da savaş esirlerine sert davranılması ve dövülmesi yasaktır
Dinimiz onları dövmeyi yasaklıyor. Eğer birisi hatalı davranıp köleyi döverse köle özgürlüğüne kavuşur. Bir keresinde Peygamber Efendimizsav evin dışına çıktığında, ashaptan birisini köleyi döverken gördü. Bu sahabenin şöyle anlatıyor: Ben köleyi döverken arkamdan Peygamber Efendimiz’insav sesini işittim. O, “Ne yapıyorsun? Bu cahiliye döneminin uygulamasıdır” diyordu. Peygamber Efendimizsav köleyi dövdüğü için onu azarladı ve ona, Allah’ın senin üzerindeki kudreti, senin bu esir üzerindeki kudretinden daha büyüktür, buyurdu. O sahabenin kendi ifadeleriyle “Ben bunu duyunca titremeye başladım ve Ey Allah’ıncc Resulü ben onu azat ediyorum dedim.” Bunun üzerine Peygamber Efendimizsav “eğer sen onu azat etmeseydin cehenneme gidecektin,” dedi.[3] Bugünlerde insanlar hizmetçilerini dövmeyi dahi ayıptan saymıyorlar ama Peygamber Efendimizsav bir köleyi döven sahabeyi azarlamaktadır.
Aynen bunun gibi başka bir sahabe şöyle anlatıyor: “Biz yedi erkek kardeştik ve bizim bir cariyemiz vardı. Bir keresinde en küçüğümüz bir hata yaptığı için bu cariyeyi tokatladı. Peygamber Efendimizsav bunu öğrenince, bu tokatlamanın tek telafisinin onun azat edilmesi olduğunu söyledi.” Nitekim onlar onu azat ettiler. Adamakıllı dövmek şöyle dursun köle veya cariyeye bir tokat atılması dahi Peygamber Efendimiz’insav hiç hoşuna gitmezdi ve onun kefareti olarak bir tek şeyden bahsederdi, o da onların özgürlüğe kavuşturulmasıydı. Zamanımızda köleleri, vücutlarında iz kalacak kadar döverler. Ama Peygamber Efendimizsav değil sopadan tokattan bahsetmektedir. Birisinin kölesine tokat atması, onun bir köleye sahip olmaya layık olmadığını gösterir. O ameliyle, hiç kimsenin onun emrine verilemeyeceğini göstermiştir. Bu nedenle köleyi azat etmelidir.
Evlenebilecek savaş esirlerinin evlendirilmesi
İslam, özgürlüklerine ne zaman kavuşacakları bilinmediği için, evlenme çağına gelmiş olanların evlendirilmesini emretmektedir. Nitekim Kuran-ı Kerim şöyle buyurmaktadır:
Aranızdaki dul kadınları, köle ve cariyelerinizden salih olanları evlendirin.[4]
Bugünkü uluslar arası hukuk sitemi bundan daha güzel muamele öğretiyor mu? Zamanımızda evli olanın eşini dahi yanına yaklaştırmıyorlar. Böyle kimselerden onların evlendirilmesi beklenemez. Ama İslamiyet’in öğretisi şu şekildedir: yediğinizden yedirin, giydiğinizden giydirin, evlenmeye ihtiyacı olanları evlendirin, onlara sert davranıp eziyet etmeyin. Onlar kazara dövüldüğü takdirde kefareti özgür bırakılmalarıdır. Sonra çağımızda hangi devlet tekrar savaşa katılmama şartıyla savaş esirlerini bırakabilir? Veya hangi ülke, kendisiyle savaşan ülkeyi savaş tazminatı almadan rahat bırakabilir?
İslam’da Fidye yani savaş tazminatı alınıp esirlerin özgür bırakılması
Ama İslam savaş tazminatını da yumuşatıp ihsan muamelesi yaparak savaş esirlerinin serbest bırakılmasını istedi. O, ihsan muamelesi yapmayı savaş tazminatından üstün tuttu. Fakat esir alanın durumu buna müsaade etmiyorsa, savaş tazminatı aldıktan sonra serbest bırakılmasını istedi. Fidye ise savaş tazminatından başka bir şey değildir. Önceki zamanlarda savaş için gerekli olan şeyleri fertler temin etmek zorundaydı. Onun için savaş tazminatı fertlerden alınırdı. Ama zamanımızda durum değiştiği için savaş tazminatını ilgili ülke veya millet ödeyecektir. Geçmişte resmi ordular bulunmazdı ve milletin her ferdi savaş masraflarını üstlenirdi. Bu nedenle o zamanlar savaş esirleri tutuklandığında fertler arasında dağıtılırdı. Böylelikle fertler fidye almak suretiyle yapmış oldukları savaş masraflarını karşılayabiliyordu. Ama devletin resmi ordusu varken, savaş masrafları fertlere yüklenmediği takdirde savaş esirleri fertlere dağıtılmayacaktır. Tersine devletin gözetiminde olacaktır. Yenilgiye uğrayan millet savaş tazminatı ödedikten sonra bu esirlerden hiçbir hizmet alınmayıp serbest bırakılacaklardır. Fidyeyi ödeyip özgürlüğüne kavuşma hakkına sahip olan bir esir, dilediği zaman fidye ödeyip özgürlüğüne kavuşabilir. Fidye ödemeye gücü yetmiyorsa, akrabaları ödeyebilir. Eğer onların gücü de fidye ödemeye yetmiyorsa, ait olduğu devlet fidyeyi ödeyerek özgürlüğüne kavuşturabilir. Kısacası İslam her şart ve durumda onlara özgürlüğün kapısını açık bırakmıştır.
Fidye ödeyemeyenlerin durumu
Bir esirin, fidye ödeme gücüne sahip olmadığı, ait olduğu devletin de zalim olup onu özgürlüğe kavuşturmak istemediği, akrabaları da onu umursamayıp, malını mülkünü ele geçirmek için esir kalmasını istediklerini varsayalım. Ayrıca sahibinin maddi gücü de fidye almadan serbest bırakmaya müsait değildir. Çünkü savaş için yaptığı masraflardan dolayı maddi durumu kötüleşmiş olabilir. Böyle bir durumda bir esir özgürlüğüne nasıl kavuşabilir? Kuran-ı Kerim bu duruma da bir çözüm getirmiştir.
“Size bedellerini ödeyerek, azat olmak üzere sizinle anlaşma yapmak isteyen kölelerinizde bir iyilik görürseniz, kendilerini yazılı bir anlaşma yaparak serbest bırakın. (Aslında) Allah’a ait olan, (ancak) O’nun size bahşettiği maldan kendilerine verin.”[5]
Yani, Allah’ıncc elinize köle olarak verdiği kimseler eğer size “fidyemizi ödeyen hiç kimse yok, bizim de fidye ödemeye gücümüz yok, biz fakir ve çaresiziz, bu nedenle taksitler halinde belli bir zaman içerisinde fidyemizi ödeyip, özgürlüğe kavuşmak istiyoruz” dediklerinde Allah’ıncc emri şudur;
Eğer esir, para kazanma yeteneğine sahip ise, sahibi fidye toplamını taksitlere bölüp onu özgür bırakmaya mecburdur. Hatta Allah’ıncc emri gereği Allah’ıncc vermiş olduğu maldan sahibi ona yardım etmeli ki esir bu sermaye ile çalışıp para kazanarak fidyeyi ödeyebilsin. Bu ayete göre fidye taksitlere bağlanır bağlanmaz köle diğer özgür insanlar gibi hür olacak ve kazancı üzerinde her türlü tasarrufun sahibi kendisi olacaktır.
Sunulan bütün bu imkânlara rağmen yine de bir kimse özgürlüğü için çaba sarfetmeyip köle olarak kalmak istiyorsa bu onun köleliğe razı olduğu ve bundan memnun olduğu anlamına gelir. İslam öğretisinin özüne gelince dünyevî savaşlarda esir alınmaz, tersine sadece dinî savaşlarda esir alınanlar köle olarak tutulabilir. Ancak bu kölelerin ihsan muamelesi yapılarak serbest bırakılması, bu mümkün olmadığı takdirde fidye alınarak özgürlüklerine kavuşturulmaları emredilmiştir. Ayrıca esirin bizzat kendisinin fidye ödemesi şart değildir. Akrabaları veya ait olduğu devlet de ödeyebilir. Ama bu imkanların hiçbirisi elverişli olmadığı takdirde köle veya esir fakir ise sahibi ile bir sözleşme yapıp, üzerinde anlaştıkları fidye miktarını taksitlere bağlayıp özgürlüğe kavuşma hakkına sahiptir. Böyle bir sözleşmeden hemen sonra esir hürriyetine kavuşmuş olacak sahibinin ise buna engel olamaz. Ancak bir hayır bulunmadığı takdirde mesela savaş tehlikesi varsa, esir deli veya akıl eksikliğinden dolayı kazanma gücüne sahip değilse, böylelikle onun fayda yerine zarara uğrama tehlikesi varsa, sahibi sözleşmeye engel olabilir. Ama böyle bir sözleşme sağlandığı takdirde İslam ona sermaye verilmesini emretmektedir. Bu sermaye ister sahibi tarafından, ister hükümet tarafından sağlansın.
Deli veya aklında kusur bulunan köle veya esirin sözleşmesine engel olunabiliyorsa, kötü niyetli insanlar aklı başında olan bir esirin deli olduğuna karar verip sözleşmesine engel olurlar ve köle özgürlüğüne kavuşamaz diye bir itiraz ileri sürülebilir. İslam kanununa göre böyle bir durumda köle veya esir hâkime başvurarak, akıl sahibi olup kazanabileceğini ama sahibinin bile bile kendisini köle olarak tutmak istediğini bildirecektir. Böyle bir durumda hâkim meseleyi karara bağlayıp, ona özgürlük hakkını verecektir. Kısacası her durumda kölelerin özgürlüğü göz önünde bulundurulmuştur. Sahibi ihsanda bulunup onu serbest bırakabilir. Sahibinin durumu bunu yapmaya müsait değilse köle savaş tazminatı veya fidye ödeyerek özgürlüğüne kavuşabilir. Bunu yapamayan köle, sahibi ile sözleşme yapıp fidyeyi taksitler halinde mesela iki üç sene içerisinde ödemek için mühlet isteyebilir. Böyle bir sözleşme yapılır yapılmaz köle fiilen azat edilmiş olur. Bütün bunlara rağmen eğer bir köle özgürlüğüne kavuşmak istemiyorsa bu, köleliği özgürlüğe tercih ettiği anlamına gelecektir. Peygamber Efendimizinsav öğretisi ışığında, ashab-ı kiramın elinde bulunan köleler ile öylesine güzel muamele yapılırdı ki onlar ashabı kiramda köle olarak kalmayı özgürlüklerine tercih ederlerdi.
Ashab-ı kiramın kölelerle muamelesi
Ashab-ı kiram kendi yediğinden onlara yedirir ve kendi giydiğinden onlara giydirirdi. Onlara bedensel ceza vermezlerdi. Onların gücünü aşan işlerde çalıştırılmazlardı. Ashab-ı kiram kendileri bir işi yapmaktan tiksiniyorlarsa o işi kölelere de yaptırmazlardı. Onlardan bir hizmet alırlarken o işte onlara yardımcı olurlardı. Köle özgürlüğünü istediğinde fidye ödendiği takdirde onu hemen azat ederlerdi. Bu muameleyi gören köleler azat olmayı hiç istemezlerdi. Onlar, “sahibimiz bize güzel yedirmekle kalmayıp, kendisinden önce bize yediriyor, özgürlüğe kavuşup evimize gidersek bundan daha iyisini bulamayız” diye düşünerek özgürlüklerini talep etmiyorlardı. Özetle onlar sözde köle olmalarına rağmen gönülleri fethedilmişti. Onların durumu Hz. Hatice’ninra kölesi Zeyd bin Haris’inra durumuna benziyordu. O, Peygamber Efendimiz’insav hizmetinde bulunmayı özgürlüğe tercih etmişti.
Peygamber Efendimiz’insav kölesine muamelesi ve sonucu
Hz. Haticera Peygamber Efendimizlesav evlendiğinde bütün servetini ona verdi. Kölesi olan Zeyd’ira de Peygamber Efendimiz’esav teslim etti. Peygamber Efendimizsav ise Zeyd’ira azat etti. Aslında Hz. Zeydra köle olmayıp özgür bir ailenin çocuğuydu. Birisi onu yakalayıp köle olarak satmıştı. Elden ele dolaşarak en son Peygamber Efendimizinsav kölesi oldu. Babası ile amcası onu araya araya Mekke’ye geldi. Ve Peygamber Efendimizdensav Zeyd’inra kendilerine verilmesini rica ettiler. Peygamber Efendimizsav onu zaten azat etmişti. Bu nedenle o, “gitmesinde benim tarafımdan bir mahsur yoktur. Zeydra gitmek istiyorsa dilediği gibi davranabilir” diye karşılık verdi. Bunun üzerine onlar Zeyd’era hitaben şöyle dediler: “Bizimle yuvana geri dön. Annen senin ayrılığına dayanamadığı için gece gündüz ağlıyor.” Ayrıca Peygamber Efendimize işaret ederek “O da seni azat etti ve bizimle gitmene müsaade etti” dediler. Zeyd’inra cevabı ise şöyleydi: “Şüphesiz o beni azat etmiştir. Ama ben kalben ona köleyim ve bu kölelikten azat olmak istemiyorum.” Babası elinden geldiğince yalvarıp yaşlı annesinin durumunu ona hatırlattı. Amcası da ikna etmek için çaba sarfedip ona, anne ve babadan daha ziyade hiç kimsenin iyi davranamayacağını söyleyerek kendileriyle gelmesini istedi. Ama Hz. Zeydra “Ben sizinle gidemem çünkü burada gördüğüm muameleden daha güzelini dünyada hiçbir ana baba sergileyemez” diyerek onlarla gitmeyi reddetti.
Şimdi söyleyin, böyle bir kölelik eleştirilebilir mi? Tersine iki kişi arasında böyle güzel muameleyi görünce insanın kalbi şükran ve minnettarlık duygularıyla doluyor ve gözleri yaşarıp hayrete düşüyor.
İslam’ın ilk günlerinde bazı kimselerin köle olarak kalmasının sebebi
Özetle İslam’ın ilk günlerinde bazı kölelerin köle olarak kalmalarının sebebi, Müslümanların kölelerle yaptığı güzel muameledir. Bu güzel muameleyi gören kölelerin kendilerinin, onların emri altında kalmanın ve böyle bir köleliğin özgürlükten binlerce kere iyi olduğunu düşünmeleridir. Ama Avrupalı papazlar uzakta oturup “İslam köleliğin kalkması için hiçbir şey yapmadı” diye itiraz edip dururlar. Toplantılarda bir konuşmacı konuşmasını biraz uzatsa, dinleyiciler sabırsızlanmaya başlarlar. Ama sizler Vadedilen Mesih’e iman ettiğiniz ve kalben ona köle olduğunuz için bizim bu calsamızda, soğuk da olsa, aç da kalsanız, elleriniz ve ayaklarınız uyuşsa bile, yine de konuşmama devam etmemi istersiniz. Acaba bu şekildeki kölelik itiraz edilmeye mi değerdir, yoksa imanı artıran bir kölelik midir? Bu aslında kula değil Allah’acc yapılan köleliktir.
Hiç kimse dünya ilerlediği için kölelik sona erdi diyemez. Çünkü İslam ta başlangıçta köleliği tam manasıyla yok etmiştir. Şüphesiz savaşta esir alma izni vardır ama onlarla ilgili İslam’ın koyduğu kaide ve kuralları sunmaktan dünya bugün bile acizdir. Şuan ne müttefikler ne de mihver devletleri bu kaideleri uygulamaya razı olmazlar.
Hz. Mirza Tahir Ahmedar
Maneviyat Dergisi Sayı:9
[1] Enfâl suresi, ayet 68
[2] Hac Suresi; 40-42
[3] Müslim, Kitabü’l İman
[4] Nur suresi, ayet 33
[5] Nur suresi, ayet 34