Resûlüllah (S.A.V.) bir hadisinde şöyle buyurdu; “Ey insanlar! Allah-u Teâlâ sizin gönüllerinizi görmektedir, ve onun gözü sizin mallarınızda ya da sizin şekillerinizde değildir”.
Şöyle diyebiliriz ki Resûlüllah (S.A.V.)’in bu buyruğu, cennete veya cehenneme götüren yolun ilk adımını teşkil etmektedir. Allah-u Teala için önemli olan bizim niyetimizdir, bizim kalbimizin içinde sakladığımız düşüncelerdir.
Onun için Kur’an-ı Kerim “Ve in tübdû ma fî enfüsiküm ev tuhfühü yuhasibkum bihillah” buyurmaktadır.
Yani “siz ister içinizdekini dışa vurun, isterseniz onu saklayın Allah onu bilmekte, ve sizi ona göre sorgulamaktadır veya sizi ona göre sorgulayacaktır”.
Niyet o kadar önemli bir şeydir ki bütün hayatımızı ve bizim sonumuzu etkileyen bir şey varsa o da niyettir diyebiliriz.
Bakın! Allah-u Teala Kur’an-ı Kerim’in ta başında bize melekler ve şeytan arasında geçen bir şey anlattı. Allah-u Teala Adem (A.S.)’ı halife olarak tayin ettiği zaman, onun neden halife tayin edildiğini veya bir halifeye neden ihtiyaç duyulduğunu melekler de anlayamadı şeytan da anlayamadı. Kur’an-ı Kerim’in dediğine göre Allah-u Teala meleklere Adem (A.S.)’ın halife olarak tayin edilişinin hikmetini anlattı buna karşılık şeytanı ise huzurundan kovdu. Neden?
Bunu anlamamız gerekir. Çünkü her ikisinin niyeti arasında fark vardı.
Görünürde her ikisi de meseleyi anlayamıyorlar ama meleklerin yaklaşımı şöyledir
“Subhaneke la ilme lena” “Ey Rabbimiz! Kusurlardan ve noksanlıklardan münezzeh olan ancak sensin. Eğer biz bunu anlayamıyorsak biliyoruz ki bu bizim hatamızdır, bizim bilgi eksikliğimizidir, bunda senin hatan yoktur. Biz bunu senin hikmetini sorgulamak için sormuyoruz. Mesele bize açıklansın diye biz bunu soruyoruz.” Onun için konuşmalarına subhaneke diyerek başladılar.
Şeytan da Allah-u Teala’ya aynı şeyi sormak istedi. Ama değişik bir niyetle ve değişik kelimelerle. O şöyle dedi
“Ene hayrun minhü” “Ben ondan daha iyiyim” Yani birisi halife olarak tayin edilecekse benim gibi birisi varken buna ne gerek vardı.
Bakın! Allah-u Teala meleklerin niyetinden dolayı meleklere herşeyi açıkladı fakat şeytanı kovdu. Şimdi! Allah-u Teala bu olayı neden Kur’an-ı Kerim’in başında anlatıyor?
Çünkü insan bazen Kur’an-ı okumaya başlar tümünü bitiremez ve hiç değilse ilk sayfaları okuduğu zaman Allah indinde nasıl makbul olunacağını bilsin diye bu olayı Kur’an-ı Kerimin başında koydu.
Bu olay bize şunu açıkladı ki; eğer biz Allah indinde makbul olmak istiyorsak o zaman melekler gibi temiz niyet taşımamız lazım, ve şeytan gibi bozuk niyetten uzak durmamız gerekiyor. Aynı Resûlüllah (S.A.V.)’in anlattığı gibi.
Yani “Allah-u Teala’nın gözü sizin kalbinizdedir, sizin malınızda veya şeklinde değildir.”
Kur’an-ı Kerim niyet meselesini değişik şekillerle insanlara anlatmaktadır. Mesela Kur’an-ı Kerimde Yahudilerin Allah’ın emirlerini nasıl istismar ettiklerini anlatır. Yahudiler görünürde, şer’î fetva lehine olabilecek şekilde davranırlardı ve böylece haşa Allah-u Tealanın sorgusundan kurtulabileceklerini zannediyorlardı. Halbuki Allah-u Teala onların görünürdeki amellerine değil, kalplerimizdeki niyete göre muamele eder.
Yahudilere Cumartesi günü herhangi bir işte çalışmak, herhangi bir iş yapmak yasaklanmıştı. Yahudiler ne yapıyorlar? Onlar balık tutarlardı, bununla beraber Cumartesi günü çalışmak yasak olduğu için şöyle düşünüyorlar. Eğer biz Cumartesi günü balık tutmazsak bizim ticaretimiz zarar görür. Nitekim onlar kendilerine göre bir çözüm buldular. Gidiyorlar Cuma günü ağlarını nehre atıyorlar ve Cumartesi günü hiç nehre gitmiyorlar. Pazar günü olunca nehre gidip balıkları getiriyorlar ve böylelikle kendilerince hem dinleri hem de ticaretleri zarar görmemiş oluyor. Ama Allah-u Teala onların bu tutumunu Kur’an-ı Kerimde kınamaktadır. Böyle yapmakla Allah-u Tealayı kandıramadıklarını söylemektedir.
Bu olay bize şunu anlatır ki; eğer görünürde fetva bizim lehimize olsa dahi, eğer niyetimiz bozuksa fetva bizi kurtaramaz, önemli olan bizim niyetimizdir. Bakın Yahudiler kendilerince bir fetva uydurdular, yani Cumartesi günü gidip çalışmıyorlar ama ne oldu, bozuk niyetlerinden dolayı Allah-u Tealanın laneti altına girmekten kurtulamadılar. Nitekim Allah’ın emirlerinden kurtulmak için şeri hileler bulmak mü’minin işi değildir.
Resûlüllah (S.A.V.) benzer bir olayı şöyle anlatır. Peygamber (A.S.)’e iki kişi gelir ve Ya Resûlüllah bizim aramızda bir konuda ihtilaf var, bir parça toprak üzerinde anlaşamıyoruz, kardeşim benimdir diyor ben de benimdir diyorum. Sen aramızda karar ver dediler. Bunun üzerine Resûlüllah (S.A.V.) şöyle buyurdu “Bakın ben anlatacağınız delillere göre karar veririm ve mümkündür ki aranızdan biriniz haksız olduğu halde delili güzel sunduğu için onun lehine karar verebilirim. Çünkü bir hakimin işi delile göre karar vermektir. Ama dedi ben eğer birinize haksız olduğu halde sunduğu delillerden dolayı hakkı olmayan şeyi verirsem bilsin ki hakkını değil cehennemden bir parça veriyorum”.
Bu hadis bize şunu anlatıyor; değil alelade bir insanın fetvası, kararı Peygamber (A.S)’dan bir karar çıkarttırmış olsak dahi eğer niyetimiz bozuksa o karar bizi cehennem ateşinden kurtaramaz. Eğer Resûlüllah (S.A.V.)’in kararı bizi Allah’ın azabından kurtaramıyorsa o zaman hiçbir hakimin kararı, hiçbir müftünün fetvası niyetimiz bozuksa bizi kurtaramaz.
Gene niyetin önemiyle ilgili Resûlüllah (S.A.V.) bir hadisi şerifinde “Ebubekirin Allah indindeki makamı onun yaptıklarından dolayı değil, kalbinde gizli tuttuğu niyetinden dolayıdır.” Neden böyle; Çünkü Ebubekir Sıddık (R.A.) her şeyini İslamiyete feda ettiği halde içinde bir niyet vardı “Hiçbir şey yapamadım, Allah bana daha nasip ederse daha çok yapmak isterim”.
Şimdi! Eğer Ebubekir Sıddık (R.A.)’a Allah-u Teala onun yaptıklarından dolayı bir makam verecek olsaydı bu ona haksızlık olurdu. Çünkü onun gücü ancak bu kadarına yetiyordu ama isteği ve arzusu çok fazlaydı ve Allah’ta makam verirken yaptıklarına göre değil niyetine göre verdi.
Resûlüllah (S.A.V.) “Ebubekir sıddık bu ümmetin en faziletlisidir” buyurdu. Bununla birlikte Resûlüllah (S.A.V.) bize başkalarının niyetlerine saldıracağınıza kendi niyetlerinizi sorgulayın buyurdu ve bize bir dua öğretti şöyle ki; “Ve neuzü billahi min şururi enfüsina ve min seyyiati ağmalina” müminler şöyle dua ederler; “Biz nefsimizin şerlerinden, gönlümüzün ve kalbimizin –bakın şerrinden değil- şerlerinden Allaha sığınırız”.
Müminin duası daima budur. Mümin başkalarının niyetlerini değil kendi niyetini kontrol eder ve her zaman kendi nefsinin şerlerinden Allah’a sığınır. Çünkü onun için en gizli olan şey kendi nefsinin şerridir. İnsanlar başkalarının şerrini çabuk görürken kendi nefsi içinde gizlemiş olduğu şeyi, yani niyeti göremiyor. Bu insanın bir zaafıdır. Onun için Resûlüllah (S.A.V.) bu duayı bize öğretti. Her Cuma günü bir imam hutbe verirken bu duayı okur ve bütün cemaati temsilen okuyor “Ey Allah! Biz nefsimizin şerlerinden sana sığınırız.”
Muhammed Ahmed Raşid