İslam’ın Gerçek Barışı Tesis Eden Esasları 3. Bölüm - Müslüman Ahmediye Cemaati

İslam’ın Gerçek Barışı Tesis Eden Esasları 3. Bölüm

26 Aralık 2021

Feraset ve Öfke Birlikte Var Olamaz

Diğer bir ifadeyle, bir Müslüman’ın ayırt edici özelliği öfkesini durdurması ve bağışlamasıdır. Bu, bir Müslüman’ı tam olarak yansıtan bir esastır. Bu, bütün düşmanlıkları sonlandıran bir ilkedir. Bu, toplumda barış ve uyum ruhunu tesis eden bir prensiptir ve bu öyle bir esastır ki, onunla barış ve emniyet mesajı her yöne yayılabilir. Bununla alakalı olarak Vadedilen Mesihas şöyle buyurmuştur:

‘Hatırınızda tutun ki, feraset ve öfke arasında tehlikeli bir düşmanlık vardır. Kişi çileden çıkıp, öfkelendiğinde, artık hislerini kontrol altında tutamaz. Ancak, sabreden ve hoşgörü sergileyene manevi bir nur bahşedilir ki, bu onun idrak ve ihtiyat yeteneklerinde yeni bir aydınlığa sebep olur. Ve bu manevi ışık, daha çok manevi ışık ibraz etmenin kaynağı haline gelir. Keza öfke ve hiddet sonucunda kalp ve beyin karardığı için, karanlık ardından daha fazla karanlığa yol açar.’

Vadedilen Mesihas ilaveten şöyle buyurmaktadır,

‘Unutmayın ki, saldırganlık ve hiddete yenik düşenler, asla irfan ve hikmet dolu sözler söyleyemezler. Bir meydan okuma karşısında çabucak öfkelenip, kontrolden çıkan bir kalp, hikmetten yoksundur. Pis bir dil ve ölçüsüz dudaklar, derin ilim pınarından mahrum kalmıştır. Öfke ve ferasetin birbirine uyması mümkün değildir. Hiddete yenik düşen kimse, sönük bir idrak ve donuk bir muhakeme ile baş başa kalır. Ona asla galibiyet yahut çare bahşedilmez. Kızgınlık deliliğin yarısıdır ve öfke alevlendiğinde, o gerçek deliliğe dönüşür.’

Vadedilen Mesihas sonrasında şöyle buyurmaktadır,

‘Şeriatımızın buyruğu, şartları göz önünde bulundurmaktır. Eğer şartlar müsamaha gösterilmesini gerektiriyorsa, o takdirde [tevazudan] ezilip toz haline gelin, yok birinin otorite göstermesini gerektiriyorsa, o zaman da sert olun. Bağışlamak ıslaha götürüyorsa, o halde kişi affetmelidir. Faziletli ve mütevazı bir yardımcı hata yapacak olursa, affedilmesi gerekir, ancak kimi arsız kimseler vardır ki, bağışlandıkları takdirde hemen ertesi gün iki misli daha kötü fenalıkta bulunurlar. Böyle bir durumda onları cezalandırmak kaçınılmazdır.’

Bu nedenle İslam’ın öğretisi her bakış açısını içerir, keza barış ve emniyet ruhunun tesis edilmesini mümkün kılan da, bu öğretinin ta kendisidir. Genel olarak bir müminin mağfiret göstermesi gerekli olduğu halde, alışkın bir suçlu söz konusu olduğunda, ıslahı beraberinde getirsin diye cezalandırılması gereklidir. İslam’ın öğretilerinin altında yatan esas gaye, toplumu ıslah etmektir, yoksa sadece bir kimseyi cezalandırmak değil. Dolayısıyla bir mümin bu amacı gerçekleştirmek üzere çaba göstermelidir. Bundan başka Yüce Allah der ki, öfkeyi yenip, diğerlerini bağışladıktan sonra kişi, başkalarına iyilikte de bulunmalıdır, zira Yüce Allah şöyle buyurmuştur:

وَ اللّٰہُ یُحِبُّ الۡمُحۡسِنِیۡنَ

‘Allah iyilik edenleri sever.’ [Âl-i İmrân suresi, 3:135]

Ahlaki Mükemmeliyetin Üç Aşaması

Başkalarına iyilik yapmanın özelliğinden bahsedilirken, başka bir yerde şöyle buyrulmaktadır:

اِنَّ اللّٰہَ یَاۡمُرُ بِالۡعَدۡلِ وَ الۡاِحۡسَانِ وَ اِیۡتَآیِٔ ذِی الۡقُرۡبٰی

‘Şüphesiz Allah adaleti, iyilik etmeyi, (akraba olmayanlara bile) akraba gibi yardım etmeyi emreder.’ [Nahl suresi, 16:91] 

Kuran-ı Kerim’in bu emri öyle ki, eğer gerçekten uygulanırsa, toplumun her kesiminde ve her düzeyinde fevkalade bir barış ve emniyet ruhunu yaratması mümkündür. Yüce Allah’ın verdiği ilk [aşamadaki] emir, karşılıklı olarak [Adl] adaletle davranın, ya da diğer bir deyişle dürüstçe muamele edindir. Örneğin, bir kimse bir haksızlığın karşılığını tazmin etmek isterse, bu ancak yapılan haksızlık kadar olmalı ve o halde bile, mesele yetkili kılınmış bir kişiye gösterilmelidir. Kimi zaman, bazı kimseler birbirlerine öyle şiddetli düşmanlık beslerler ki, onlar kendilerine haksızlıkta bulunan kimse tamamen rezil olana kadar ve dize gelmeden işin peşini bırakmayacaklarını ileri sürerler. Bu bütünüyle yanlış bir tutum olup, İslam da bunu reddetmektedir.

Benzer şekilde, buna uluslararası bir düzeyde bakacak olursak, görürüz ki, ülkelerin arasında bozulan münasebetler nedeniyle, bir ülke diğerini o kadar çok zarara uğratmaya çalışır ki, sonuç olarak diğeri, onlarca yıl boyunca istikrarsızlığa terk edilir. Günümüzde, birçok güçlü ulusun bunu yaptığını görmekteyiz. Yüce Allah bunu yasaklamıştır ve hatta adaletle hareket etmeyi emretmiştir.

İkinci aşama, başkalarına iyilik etmektir [İhsan.] Başkalarına iyilikte bulunmak, önce başkalarının size nasıl muamele ettiğine bakmalısınız anlamına gelmez. Aslında bu, birisi size haksızlıkta bulunsa bile, onlara iyi davranın keza kendilerini affedin ve mazur görün demektir. Bu buyruk, ister ferdi olarak, isterse toplu yapılsın, mağfiret, affetmek, fakirlere yardım, sadaka ve diğer tüm amelleri ihtiva etmektedir.

Bunun arkasından, başkalarına iyilik yapmanın bir sonraki aşamasının ‘akraba gibi yardım etmek’ [İtâi Zil Gurbâ] olduğunu buyuruyor ki, bu yakın akrabaya davranıldığı gibi birbirlerine davranmaktır. Bu ‘başkalarına iyilikte bulunmanın’ üzerinde bir seviyedir, aksi takdirde bunu ayrıca belirtmeye hiç gerek yoktu. Bununla, birisine kendisine olan doğal sevgi sayesinde muamelede bulunulduğu ve karşılığında hiçbir şey istenmediği kastedilmektedir. Başkalarına iyilikte bulunurken, kimi şahsi teşvik edici unsurlar olabilir, bu, diğerine iyilik yapmanın aralarındaki münasebeti iyileştireceği fikri olsa bile. Oysa ‘akraba gibi vermek,’ bir annenin çocuğuna muamele tarzıdır. Bir anneyi çocuğunu sevmeye, ona bakmaya ve kendisine şefkat göstermeye mecbur kılan, karşılığında beklediği bir şey olmayıp, doğal bir sevme isteğidir. Bundan dolayı Yüce Allah buyuruyor ki, insanlar birbirlerine bu düzeyde sevgiyi telkin etmelidir. Kişi maneviyatını öyle bir seviyeye geliştirmelidir ki, bu sayede başkalarından bir şey almak yerine, daima onlara vermeyi düşünsün. Onlar, bu düzeyde bir tutkuyu geliştirmelidirler. Kişi bütün insanları kendi çocukları gibi saymalı ve başkalarına hizmet etme isteğine sahip olmalıdır. Eğer karşılıklı olarak bu şekilde muamele edilecek olsa, toplum ne kadar güzel, barışçıl ve uyumlu hale gelir? Keşke, Müslümanların bu ilkeyi anlamaları mümkün olsa. Vadedilen Mesihas, bu ilkeden Yüce Allah ile ilgili olarak, keza insanlarla da ilgili olarak bahsetmiştir. Bir yerde Vadedilen Mesihas şöyle buyurmaktadır:

‘Gerçek takva, kişinin Allah ile pak bir ilişki oluşturmasıdır. O’nun sevgisi, varlıklarının ta en ince liflerine kadar kök salmış olmalıdır, tıpkı Yüce Allah’ın buyurduğu gibi,

اِنَّ اللّٰہَ یَاۡمُرُ بِالۡعَدۡلِ وَ الۡاِحۡسَانِ وَ اِیۡتَآیِٔ ذِی الۡقُرۡبٰی

‘Şüphesiz Allah adaleti, iyilik etmeyi, (akraba olmayanlara bile) akraba gibi yardım etmeyi emreder.’ [Nahl suresi, 16:91] 

Allah nezdinde Adl [adalet,] O’nun nimetlerini hatırlamak ve Kendisine itaat etmektir, O’na hiçbir şeyi ortak koşmamak ve Kendisini tanımaktır. Bu aşamadan ilerlemek istendiğinde, [varılacak olan] İhsan [iyilikte bulunmak] aşamasıdır ki, bu O’nun varlığı hakkında sanki Kendisini görüyormuş gibi bir inanca sahip olmaktır ve kendilerine iyi davranmayanlara bile iyi muamelede bulunmaktır. Ve eğer bir kimse bu aşamanın da ötesine geçmek isterse, o zaman bu, Allah’a karşı içinde Cennet arzusu ya da Cehennem azabı korkusu bulunmayan doğuştan bir sevgiyi geliştirmektir. Cennet de, Cehennem ateşi de yok diye tahayyül edilecek olsa, yine de onların Allah’a karşı sevgi ve itaatinde hiçbir değişiklik olmayacaktır. İnsanda bu düzeyde sevgi oluştuğunda ise, bu onlarda bir çekicilik yaratır ve her tür kusurdan da uzak olurlar.’

Vadedilen Mesihas ayrıca şöyle buyurmaktadır,

‘Allah’ın mahlûkatına, onlarla yakın bağları varmışçasına muamele etmek gerekir. Bu en yüksek mertebedir, çünkü İhsan aşamasında bir kendini beğenmişlik unsuru vardır. Örneğin, nankörlük edildiğinde, ihsanda bulunan kimse, bunu hemen sayıp döker. Hâlbuki bir annenin çocuğuna duyduğu doğal sevgide asla gösterişçilik bulunmaz. Bir kral buyruk verse, eğer anne çocuğunu öldürürse, bunun hakkında sorgulanmayacak dese, yine de o [anne] böyle bir şeyi duymaya tahammül edemeyecek ve bunun için kralı lanetleyecektir. Çocuk büyümeden kendisinin öleceği gerçeğini bilmesine rağmen, [anne] çocuğa duyduğu sevgiyle ona bakmaya devam edecektir. Çoğu zaman anne-baba yaşlı oldukları halde çocukları vardır. Onların çocuklarından bir fayda görme ümitleri bulunmadığı halde, kendilerine sevgi gösterir ve onlarla ilgilenirler. İnsanın sevgisi böyle bir duruma ulaştığında, bu bir doğal hadiseye dönüşür ve ona, ‘akraba gibi vermek’ sözleriyle işaret edilir. İşte bu, bir kimsenin Allah için sahip olması gereken tarzda sevgidir, öyle ki insan bu sevgiyi, ne yüksek bir mertebe uğruna, ne de rezil edilmek korkusuyla göstermelidir.’ 

Vadedilen Mesihas sonrasında şöyle buyurmuştur,

‘Ahlak iki türlüdür. Ahlak türlerinden biri, günümüz entelektüelleri tarafından sergilenir ki, onlar birisiyle karşılaştıklarında, yağcılık ve ikiyüzlülüğü benimserler, ancak kalpleri, münafıklık ve düşmanlıkla dolu olur. Bu ahlak, Kuran-ı Kerim’e aykırıdır. İkinci tür ahlak ise, birisinin gerçek merhamet göstermesi, keza herhangi bir münafıklıkta bulunmayıp, yağcılık da yapmaması ve ikiyüzlülükle de davranmamasıdır, aynen Yüce Allah’ın buyurduğu gibi,

اِنَّ اللّٰہَ یَاۡمُرُ بِالۡعَدۡلِ وَ الۡاِحۡسَانِ وَ اِیۡتَآیِٔ ذِی الۡقُرۡبٰی

‘Şüphesiz Allah adaleti, iyilik etmeyi, (akraba olmayanlara bile) akraba gibi yardım etmeyi emreder.’ [Nahl suresi, 16:91] 

Bu eksiksiz bir uygulamadır ve her mükemmel yol da, hidayetin mükemmel şekli de Allah’ın kelamında bulunmaktadır. Bundan yüz çevirenler, başka hiçbir yerde hidayet bulamazlar. Mükemmel bir öğreti, etkisini göstermek için pak bir kalbe ihtiyaç duyar. Bu [öğretiden] uzak olanlara dikkatle bakılacak olursa, şüphesiz onlarda necis bulunacaktır.’

Vadedilen Mesihas buna ilaveten şöyle buyurmuştur,

‘Bir kimsenin ne kadar yaşayacağının garantisi yoktur. Bu nedenle namazlarınızda, keza ihlas ve takvanızda gelişim gösterin. İbadetlerinizde çok iyi olun, doğru sözlülüğünüzün standardını yükseltin, keza birbirinizle olan münasebetlerinizi de ilerletin.’

 

Ahmedilerin Muazzam Sorumlulukları

Vadedilen Mesih’inas doğruluğunu kabul etmemizin ardından Yüce Allah, İslam’ın gerçek öğretilerine bağlı kalarak bulunacağımız her amelde, dünyanın geri kalanı için güzel örnekler oluşturmamızı nasip eylesin. Barışın tesis edilmesi ile ilgili bahsettiğim birçok öğüdü gerçekten hayata geçirebilelim, keza bahsettiğim diğer hususları da ve sonrasında bunları, sadece kendi çıkarlarını gerçekleştirmek istedikleri için bir yok oluş çukuruna doğru gitmeleri sebebiyle, dünyanın geri kalanına da bildirelim. Dünya, gerçek barışın ancak Yüce Allah’ın emirlerini yerine getirmekle sağlanabileceğini anlayabilsin, çünkü barışı tesis etmek üzere gerçekten faydalı olabilecek bir dünyevi sistem bulunmamaktadır. Dolayısıyla bu, her Ahmedi için çok büyük bir sorumluluktur.

Yüce Allah, bize buna görev davranmayı nasip etsin. Calsa’ya katılanlar da, Calsa’nın bereketlerini yanlarında götürebilsinler. Dünyanın her yerinde Calsa’yı dinleyenlerin hepsinin içlerine bir tutku aşılansın ve onlar, İslam’ın pak öğretisinin manevi nuruyla kendi bölgelerinde inkılâpçı bir değişimi gerçekleştirebilsinler. Yüce Allah bütün katılımcıların, Kadiyan’dakilerin, Afrika’da Gine Bissau’da olanların, keza başka her nerede Calsa yapılıyorsa onların da, emniyetle evlerine ulaşmalarını nasip eylesin. Yüce Allah herkesi Kendi Koruması altında muhafaza etsin. [İnşa Allah]

Şimdi dua edeceğiz. Dualarınızda, Yüce Allah’ın, Cemaati her türlü şerden muhafaza etmesi için ve Vadedilen Mesih’inas bizden beklediği gibi, Biat sözlerimizi hakkıyla yerine getirebilmemiz için, özellikle niyaz edin. Lütfen bana sessiz duada eşlik edin.”

The Review of Religions dergisinden tercüme edilmiştir.

Tercüme Eden: Mehmet Önder – 06.01.2021

Bir Öncekini Oku

İslam’ın Gerçek Barışı Tesis Eden Esasları 2. Bölüm

Bir Sonrakini Oku

7.01.2022 – Dünyanın çeşitli yerlerinde yaşayan Ahmedilerin Vakfe Cedid için yaptığı iman verici fedakarlık örnekleri – Vakfe Cedid’in 65. Yılının başlaması