İslamiyet Medine’de yayılıyor

Senelik hac vakti yaklaşmıştı ve Arabistan’ın her yanından hac ziyaretçileri Mekke’ye gelmeye başladı. Peygamber halk kitlelerine rastlayabileceği her yere gitti; onlara tek Allah fikrini açıkladı ve her çeşit aşırı hareketlerden sakınıp Allah’ın melekûtu için hazırlanmalarını söyledi. Bazıları dinlediler ve ilgilendiler, bazıları dinlemek istedikleri halde, Mekke’lilerin müdahalesi ile Hz. Peygamber (S.A.V.)’ın yanından uzaklaştılar. Esasen kararlarını vermiş bulunan bir takım kimselerle, durup alay ettiler. Hz. Peygamber (S.A.V.) Mina vadisinde iken altı yedi kişilik bir gruba rastladı. Bunların, Yahudilerle ittifak halinde bulunan Hazrec kabilesine mensup olduğunu öğrendi. Kendilerine söyleyecek bazı şeyleri olduğunu ve bunları dinlemek isteyip istemediklerini sordu. Onlar, Hz. Peygamber (S.A.V.)’a dair haberler işittiklerinden, ilgi gösterdiler. Hz. Peygamber (S.A.V.), Allah’ın melekûtunun yakında geleceğini, putların ortadan kalkacağını, tek Allah fikrinin zaferinin mukadder bulunduğunu ve gerçek dindarlık ile temiz ahlâkın tekrar hâkim olacağını onlara etraflıca anlattı. Medine’de tebliği iyi karşılamazlar mı, diye sordu. Bu küçük grup üzerinde Hz. Peygamber (S.A.V.)’ın sözleri derin bir iz bıraktı. Tebliği kabul ettiler ve Medine’ye döndüklerinde başkaları ile görüşüp, Medine’nin Mekke’den İslâm muhacirleri kabul etmeye istekli olup olmadığını bir sene sonra bildirmeye söz verdiler. Medine’ye döndüler ve dostları, akrabaları ile görüştüler. O zaman Medine’de iki Arap ve üç Yahudi kabilesi vardı. Arap kabileleri Evs ile Hazrec’den, Yahudi kabileleri de Beni Kurayza, Beni Nadir ve Beni Kaynuka’dan ibaretti. Evs ile Hazrec harp halinde idiler. Kurayza ile Nadir Evs’in, Kaynuka da Hazrec’in müttefiki idi. Bitmez tükenmez savaştan bıkmışlardı ve barışa temayülleri vardı. En sonunda, Hazrec’in reisi Abdullah bin Ubey bin Salul’u Medine kralı diye kabul etmek hususunda uyuştular. Evs ve Hazrec Yahudilerden Kitab-ı Mukaddes’teki kehanetler hakkında bilgi edinmişlerdi. Keza İsrail’in eski ihtişamına ve Musa gibi bir peygamber geleceğine dair olan Yahudi hikayelerini işitmişlerdi. Yahudilerin dediğine göre, bu peygamberin gelmesi yakındı; ve geldiğinde İsrail düşmanları yok olacaktı. Hz. Peygamber (S.A.V.) hakkında edindikleri bilgi Medineliler üzerinde derin tesir yarattı, ve bu Mekkeli peygamberin Yahudilerden işittikleri peygamber olup olmadığını sormaya başladılar. Gençlerden birçoğu iman etmeye istekli idi. Öteki hac mevsiminde on iki Medineli, Hz. Peygamber (S.A.V.)’a iltihak etmek için, Mekke’ye geldi. Bunlardan onu Hazrec ve ikisi Evs kabilesine mensuptu. Mina vadisinde Hz. Peygamber (S.A.V.) ile görüştüler. Onun elini tutarak Allah’ın birliğine inandıklarını; ve alışık oldukları kötülüklerin hepsinden yeni doğan bebekleri öldürmekten, birbirleri aleyhinde yalan isnatlarda bulunmaktan çekinmeye karar verdiklerini resmen beyan eylediler. Keza, bütün iyi işlerde Hz. Peygamber (S.A.V.)’a itaat etmeye de karar verdiler. Medine’ye döndüklerinde herkese yeni dinlerinden bahsetmeye başladılar. İslâmi gayret ve hamiyet arttı. Putlar yerinden alınıp sokaklara atıldı. O zamana kadar putların önünde baş eğenler artık başlarını dimdik tutmaya ve bir olan Allah’tan başkası önünde eğilmemeye karar verdiler. Yahudiler hayrette kaldı. Asırlar boyunca devam eden dostluklarının telkinlerinin ve münakaşalarının yapamadığı değişikliği bu Mekke’li öğretici birkaç gün içinde yapıvermişti. Medineliler, aralarında bulunan birkaç müslümana müracaat etmeye ve İslâmiyete dair sualler sormaya başladılar. Fakat Medine’deki bu birkaç Müslüman sorulan bir sürü sual ile başa çıkamadı ve esasen kendi bilgileri de kâfi değildi. Binaenaleyh, Hz. Peygamber (S.A.V.) evvelce Habeşistan’da bulunmuş olan Müslümanlardan Mus’ab’ı göndermeyi kabul etti. Mus’ab Mekke’den harice giden ilk İslâm misyoneridir. Bu sıralarda, Hz. Peygamber (S.A.V.) Allah’tan büyük bir vaid aldı. Rüyasında Kudüs’e gittiğini ve bütün peygamberlere cemaatle namaz kıldırdığını gördü. Bu rüyadaki Kudüs, tek Allah’a ibadetin merkezi haline gelmesi mukadder bulunan Medine demekti. Diğer peygamberlerin Hz. Peygamber (S.A.V.) arkasında cemaatle namaz kılması, değişik peygamberlere tâbi olan insanların İslâmiyete dahil olacağına ve İslâmiyetin böylece umumî bir din haline geleceğine delâlet ediyordu.

Mekke’de Müslümanların durumu son derece nazikleşmişti. Zulüm ve haksızlık son haddini bulmuştu. Mekkeliler, Hz. Peygamber (S.A.V.)’ın rüyası ile alay ettiler ve onu hüsnü kuruntu diye vasıflandırdılar. Yeni Kudüs’ün temellerinin atılmış olduğunu anlamadılar. Doğulu ve batılı milletler heyecanlı bir bekleyiş içinde idiler. Allah’ın son büyük tebliğini işitmek istiyorlardı. O günlerde Kayser ve Kisra birbirleri ile harp etmekte idiler. Kisra muzaffer oldu. Suriye ve Filistin İran ordularının istilâsına uğradı. Kudüs tahrip olundu. Mısır ve Küçük Asya Anadolu zaptedildi. Boğaziçinin ağzında, İstanbul’dan sadece onbeş kilometre uzakta, İran generalleri karargâh kurdu. Mekkeliler iran2ın zaferlerini alkışladılar ve Allah’ın bu surette hüküm ve kararını vermiş olduğunu söylediler. –İranlı putperestler ehl-i kitap olan Bizanslıları mağlup etmişlerdi. O zaman, Hz. Peygamber (S.A.V.)’a aşağıdaki vahiy geldi.

Romalılar, yakın bir yerde mağlubiyete uğradılar. Bu mağlubiyetten sonra birkaç yıl içinde galip gelecekler – ondan evvel de sonra da emir Allah’ındır- ve o gün müminler Allah’ın yardımı ile sevinecekler. Allah dilediğine yardım eder ve kudretli ve merhametli olan O’dur. Bu vaid Allah’ın vadidir. Allah vadinden dönmez, fakat insanların çoğu bunu bilmez. (30:3-7)

Bu kehanet (önceden verilen haber) birkaç sene içinde gerçekleşti. Romalılar İranlıları mağlup ettiler ve onlara kaptırdıkları toprakları geri aldılar. Kehanetin “O gün müminler Allah’ın yardımı ile sevinecekler” diyen kısmı da gerçekleşti. İslâmiyet ileri gitmeye başladı. Halkı Müslümanlara kulak vermemeye ve hatta onlara karşı enerjik şekilde düşmanlık göstermeye ikna etmek suretiyle, Mekkeliler İslâmiyet’e son verdiklerini sanmışlardı. Tam o sıralarda, Hz. Peygamber (S.A.V.) Müslümanların zaferler kazanacağına ve Mekkelilerin perişan olacağına dair vahiy aldı; ve şu ayetleri ilân etti:

Onlar “O, bize Rabbinden bir ayet getirmeli idi” derler. Onlara daha evvelki kitaplar içinde açık delil gelmedi mi? Bu delil gelmeden evvel onların azap ile helâk etseydik “Rabbimiz, bize bir peygamber göndereydin de rezil ve rüsva olmadan Senin emirlerine uyaydık” diyeceklerdi. Sen de ki: “Hepimiz bekliyoruz. Siz de bekleyiniz. Doğru  yolda gidenlerin ve hidayete erenlerin kim olduklarını yakında öğreneceksiniz.” (20:134,136)

Mekkeliler ayet bulunmamasından şikayet etmişlerdi. Onlara; İslâmiyet’e ve İslâm peygamberine (S.A.V.) dair olarak daha evvelki kitaplarda kaydedilen kehanetlerin kâfi olduğu, anlatıldı. Mekkeliler, İslâmiyet’in tebliği kendilerine açıklanmadan evvel helâk edilselerdi, ayetleri iyice düşünmeye fırsat bulamadıklarından şikayet edeceklerdi. Binaen aleyh, Mekkelilerin beklemesi gerekiyordu

İman getirenlere zafer ve iman getirmeyenlere mağlubiyet va’deden ayetler her gün nazil oluyordu. Mekkeliler kendi kudretleri ile refahlarına ve Müslümanların acizliği ile fakirliğine baktıkça ve Hz. Peygamber (S.A.V.) ‘ın her günkü vahiylerinde onlara İlâhi yardım ve zafer va’dedildiğini işittikçe hayretten hayrete düşüyorlardı. Yapılan zulüm ve eziyetlerin Müslümanları dinlerinden dönüp tekrar Mekkelilerle beraber olmaya mecbur bırakacağını ve Peygamberce ileri sürülen iddialar hakkında bizzat Hz. Peygamber (S.A.V.)’ın ve en yakın taraftarlarının şüphe beslemeye başlayacağını ümit ediyorlardı. Lâkin, bu ümitlerinin aksine olarak, şu şekilde cü’retkârane beyanlar işitmeye mecbur kalıyorlardı:

Gördüğünüz ve görmediğiniz şeyleri şahit tutarak ant içerim ki, bu söz şerefli bir elçinin sözüdür. Yoksa bir şair sözü değildir. Ne kadar az inanıyorsunuz! Bu bir kâhin sözü de değildir. Ne kadar az düşünüyorsunuz. Bu söz âlemlerin Rabbinden gelen bir vahiydir. O elçi bizim namımıza bir takım sözler uydursaydı; onu sağ elimizle yakalar ve sonra da can damarını koparırdık ve içinizden hiç kimse kendisini elimizden kurtaramazdı. Kur’an Allah’tan korkanlar için bir öğüttür. İçinizde ayetlerimizi yalan sayan ve reddedenler bulunduğunu biliyoruz. Kur’an inanmayanlar için dert ve elem kaynağıdır. (Fakat) en saf ve en halis hakikat odur. O halde, sen yüce Rabbinin ismini tebcil ve tazim et. (69:39-53)

Mekkeliler en tatlı ümitlerinin boşa çıkacağı hususunda ikaz edilmişlerdi. Hz. Peygamber (S.A.V.) bir şair veya bir kâhin olmadığı gibi, yalan iddialar ileri süren birisi de değildi. Kur’an, Allah’tan korkanlarla kötülüklerden sakınanların okuduğu kitaptı. Gerçi onu inkâr edenler vardı; fakat onu gizlice takdir eden ve ihtiva ettiği talim ve telkinler ve gerçekler hususunda çok gayretli ve dikkatli olan kimseler de vardı. Onun içindeki vaidler ve kehanetlerin hepsi de yerine gelecekti. Hz. Peygamber (S.A.V.)’a hiçbir muhalefeti nazarı itibara almaması ve yüce Rabbini tazim ve sena etmesi emrolunuyordu.

Üçüncü hac mevsimi gelmişti. Kâbe ziyaretçileri arasında Medine’den gelen kalabalık bir Müslüman grup da vardı. Mekkelilerin muhalif  tutumundan ötürü, bu Medineli Müslümanlar Hz. Peygamber (S.A.V.)’ı gizlice görmek istediler. Hz. Peygamber (S.A.V.)’ın düşünceleri, hicrete elverişli bir yer olmasından ötürü, gittikçe Medine üzerinde toplanıyordu. En yakın akrabalarına bundan bahsetmişti; fakat onlar kendisini bu fikrinden vazgeçirmeye çalıştılar. Mekke’de şiddetli muhalefet bulunmakla beraber, birçok nüfuzlu akrabalardan yardım ve destek sağlanabildiğini ileri sürdüler. Medine’nin arz ettiği manzara tamamıyla karanlıktı. Medine’de de, Mekke’deki gibi, düşmanca davranışlar ortaya çıkarsa, Hz. Peygamber (S.A.V.)’ın Mekkeli akrabaları yardımda bulunabilecekler miydi? Her şeye rağmen, Hz. Peygamber (S.A.V.) Medine’ye hicret etmenin mukadder olduğuna kanaat getirmişti. Binaenaleyh, akrabalarının tavsiyesini dinlemedi ve Medine’ye göç etmeye karar verdi.

Önceki

Birinci Akabe Sözleşmesi

Sonraki

Hz. Resulüllah (s.a.v.) Taif’e gidiyor