Kur’ân-ı Kerim’in derin anlamları hakkında düşünmekle alakalı bazı temel konular

Üzülerek söylüyorum ki bu Calsa için önerdiğim konuyu tam olarak anlatacak durumda değilim. Sebeplerden birisi şudur ki o konu kısaltılarak da beyan edilse en az beş altı saatte anlatılabilir ve hem hava şartlarının müsait olmaması ve benim de iyi hissetmiyor olmam bu kadar uzun konuşmama engeldir. Bu konuyu Calsa için seçmemin sebebi şudur ki bu Kur’ân-ı Kerim’le ilgilidir ve amacım şudur ki gelecekte çıkartacağımız Kur’ân tefsiri için giriş mahiyetinde bir metin elde edelim. Anlatmak istediğim konuların bir kısmını böyle Calsa’larda anlatıp; bir kısmını ise doğrudan kendim kitap şeklinde yazmayı düşünüyorum.

Bugün detaylara giremeyeceğimize göre sadece şununla yetineceğim ki Kur’ân-ı Kerim hakkında düşünmek ve onu dünyanın önüne sunmak için önce hangi konular hakkında bilgi sahibi olmamız gerekir. Ayrıca Hıristiyanlar ve diğer mezhep mensuplarının İslam ve Kur’ân’a karşı neler söylediğini ve Müslümanların maalesef bu konulara karşı ne kadar gafil ve umursamaz olduğunu da bilmekte fayda vardır. Bana göre Kur’ân’ın tümünü anlamak ve bir genel görüşe sahip olabilmek için bu konuların iyice anlaşılması şarttır.

Kur’ân’ın gerekliliği

Acaba Kur’ân indirildiğinde bir semavi kitaba gerçekten ihtiyaç var mıydı? Eğer bir şeyin ihtiyacı ispatlanmış değilse onun Allah (c.c.) tarafından olduğunu kanıtlayamayız. Çünkü Allah’ın her işi tam gerektiğinde ve yerli yerinde olur. Herkes “Kur’ân-ı Kerim indiğinde insanların ahlaki durumu çok kötüydü” der ama insanların ahlaki durumunun bir kitabın gönderilmesini şart hale getirmediğini bilmezler.

Vâdedilen Mesih (a.s.) de insanların ahlaki durumunun tamamen çöktüğü bir dönemde gönderildi ama hiçbir kitap getirmedi. Dolayısıyla “durum çok kötüydü; her taraf fitne fesat içindeydi” demekle Kur’ân’ın gerekliliği ispatlanmış olmuyor.

Aynı şekilde Arapların yanlış örf ve adetleri, kızlarını öldürüyor olmaları, kaynanalarıyla evleniyor olmaları vs. sadece Araplar için bir öğretinin şart olduğunu ispatlar; tüm dünya için değil. Hazreti Musa (a.s.) ve Hazreti İsa (a.s.) gönderildiğinde Beni-İsrail’in durumu da vahimdi ama bu onların tüm dünya için gönderildiğini göstermez. Bizim ispatlamamız gereken şey şudur ki Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) döneminde tüm dünyadaki semavi kitaplar öyle bir bozulmuştu ki insanların ruhani ihtiyaçlarını karşılamak ve teselli etmek için kâfi değillerdi. Yani Kur’ân’ın gerekliliğini ispatlamak için öncelikle diğer semavi kitapların bozulmuş olduğunu ispatlamak zorundayız.

Kur’ân’ın vahyi nasıl indi

İkinci incelenmesi ve ışık tutulması gereken şey şudur ki Kur’ân’ın vahyi nasıl indi? Sebebi de şudur ki vahyin iniş şekli de onun doğruluğuna dair bir kanıt olabiliyor. Bu konunun detaylarını tartışırken vahyin indiği kişinin zihinsel sağlamlığı konusu da gündeme gelecektir. Olayların hâşâ onun bir deli veya akli dengesi yerinde olmayan birisi olduğunu gösterip göstermediği de tartışılmak istenecektir. “Şöyle şöyle sesler duydum” diyen onlarca insan vardır ve kendilerince yalan da söylemiyorlardır. Beyinlerindeki bazı fonksiyon hataları yüzünden sesleri duyarlar. Bir seferinde birisi Vâdedilen Mesih’e (a.s.) geldi ve “bana da vahiy iniyor” dedi. Vâdedilen Mesih (a.s.) cevap vermeyince o da “secde ettiğimde Allah (c.c.) bana “arşta secde yap” der “sen Muhammed’sin Musa’sın İsa’sın der” diye devam etti. Vâdedilen Mesih (a.s.) “Muhammed (s.a.v.) olarak adlandırıldığında Muhammed’in (s.a.v.) celali ve cemali sıfatları da bahşediliyor mu? Kur’ân’ın derin anlamlarına da ulaştırılıyor musun?” diye sorunca o da “öyle bir şey olmuyor” dedi. Vâdedilen Mesih (a.s.) “Öyleyse bil ki seni arşa çağıran Allah (c.c.) değil şeytandır. Allah (c.c.) seni Muhammed olarak adlandırmış olsaydı onun sıfatlarından da tattırırdı” diyerek durumu izah etti. Sözün özü vahyin nüzulü hakkında tartışırken vahyin indirildiği kişinin zihinsel durumu da bahse konu olacaktır. Mecnun veya zihinsel olarak eksik olup olmadığı da masaya yatırılacaktır.

Kur’ân’ın cem edilmesi

Üçüncü konu Kur’ân’ın cem edilme şekli olacaktır. Bu doğal bir sorudur. Her insan İlahi diye sunulan kitabın gerçekten İlahi olup olmadığını ve aynı kelimelerle yazılmış ve aynı sırada olup olmadığını sormak isteyecektir. Eğer aynen aslı gibi korunmuşsa dikkate alınmaya değerdir çünkü bu durumda gönderenin söylemek istediği konu kitabı inceleyerek ortaya çıkacaktır. Ama ola ki böyle değilse ve bize ulaşana kadar çoktan değişmiş veya bozulmuşsa artık ondan gönderenin gönderme amacına ulaşmak mümkün olamayacaktır ve değişiklik sebebiyle o asıl amaç bozulmuş olacaktır. Bu durumda öyle bir kitap dikkate alınmaya değer değildir. Batılı araştırmacılar Kur’ân’ın asıl şekliyle korunamadığını ispatlamak için ellerinden geleni yapmışlardır. İddialarına göre Kur’ân-ı Kerim’de herhangi bir tertip ve düzen yoktur; öylesine alakasız cümleler bir araya getirilip bir kitap elde edilmiştir.

Kur’ân’ın bugüne kadar korunmuş olma meselesi

Dördüncü hakkında düşünülmesi gereken şey şudur ki acaba Kur’ân cem edildikten sonra hatasızlığını koruyabildi mi? Muhafaza edildi mi?Gönderenin istediği sıra ve şekilde cem edildiğini ispat etsek dahi eğer sonradan birileri bir şeyler eklemiş veya çıkartmışsa yine asıl şeklini kaybetmiştir. Böyle bir kitap çok faydalı olamaz; geliş amacını yerine getiremez ve dünya için kâmil hidayet sayılamaz. Bu sebeptendir ki Hıristiyan tarihçiler ellerinden geleni yapıp Kur’ân’ın muhafaza edilmediğini ispatlamaya çalışmışlardır.

Kur’ân’ın eski semavi kitaplarla olan alakası

Beşinci konu Kur’ân’ın eski semavi kitaplarla olan alakasıdır. Acaba Kur’ân onları doğrulamakta mıdır? Doğruluyorsa nasıl doğruluyor? Şu andaki durumlarını mı doğru olarak kabul ediyor yoksa ilk gönderildiklerinde doğru olup artık bozulduklarını mı söylüyor. Batılılar bu konuda da çok çaba göstermişlerdir. Kur’ân’ın eski semavi kitapların şu andaki şekilleriyle doğru olduğunu kabul ettiğini ispatlamaya çalışmışlardır. Bundan amaçları şudur ki eğer Kur’ân eski bir kitabı yüzde yüz doğru kabul ediyorsa o zaman Kur’ân’ın kendi içerisinde eski kitaplara ters düşen şeyler varsa yanlıştırlar. Sir William Muir bu konuda bir kitap yazmıştır ve Kur’ân-ı Kerim’e göre eski kitapların hala doğru olduğunu kendince ispatlamıştır.

Kur’ân’ın eski kitaplar tarafından doğrulanması

Altıncı soru şudur ki tüm dünya için hidayet getirdiğini iddia eden bu kadar muazzam bir kitap hakkında eski semavi kitaplar ne demişler? Doğrulamışlar mı doğrulamamışlar mı? Acaba eski kitaplar inince herkes kabul etsin diye Kur’ân’dan bahsediyorlar mı?

Kur’ân’ın eski kitaplara göre üstünlükleri

Sonra hemen akla gelen yedinci soru şudur ki acaba Kur’ân-ı Kerim eski semavi kitaplardan farklı ve veya daha üstün bir şey getirmiş midir? “Eskiler hepsi yalan yanlış kitaplardı; ben doğruyum” demiş olsaydı başka şey olurdu. Ama Kur’ân onların da doğruluğunu kabul ettiği için bu soru doğaldır. Muhakkak fazla ve daha üstün bir şey getirmiş olması gerekiyor yoksa gelişi anlamsızlaşır. Yani Kur’ân’ın üstünlüğünü de ispatlamak zorundayız.

Kur’ân’ın tertibi ve sıralaması

Sonra Kur’ân’da herhangi bir tertip ve sıralamanın olup olmadığını da düşünmek zorundayız. Anlamları belli bir sıra ve zincir içerisinde midirler? Batılılara göre hiçbir tertibi ve sırası yoktur; tamamen alakasız ayetlerin bir araya getirilmesiyle elde edilmiştir. Üstüne üstlük Müslüman âlimler bile Kur’ân’da bir düzen ve tertibin hâşâ olmadığını kabul etmişlerdir! Oysaki bu çok ağır bir ithamdır. Eğer bir tertip ve düzen ve sıralaması olduğunu ispat edersek hemen ikinci bir soru karşımıza gelecektir ve o da şudur ki elimizdeki Kur’ân’ın sırası iniş sırasıyla neden aynı değildir? İlk inen ayetler sona alınmıştır ve son inen ayetler başa. Alak sûresi önce inmişti ama sonlara doğru yerleştirildi ve aynı şekilde ondan sonra inen Fâtiha sûresi en başa alındı. Ayetlerde de bunun gibi sıra değiştirilme örnekleri vardır. Mekke’de inen bazı ayetler Medine’de inen surelerin parçası haline getirildi ve aynı şekilde Medine’de inen bazı ayetler Mekkî surelere eklendi. Eğer Kur’ân-ı Kerim de gerçekten bir sıralama varsa neden böyle yapıldı. İndiği sırada olması gerekmiyor muydu? Aynı şekilde eğer bugün elimizde olan Kur’ân’ın sıralaması doğruysa neden aynı sırayla inmedi? Bu batılı düşünürlerin ortaya koyduğu önemli bir sorudur ve Allah’ın fazlıyla bunu öyle temel şekilde hallettim ki her aklı başında olan insan anlayabilir.

Nesih ve Mensuh tartışması[1]

Sonra Nesih ve Mensuh konusu vardır ki Müslümanların kendi icadıdır. Müslümanlara göre Kur’ân’ın bazı ayetleri bazı diğer ayetlerini iptal ederler; yürürlüklerini kaldırırlar. İptal edilen ayet sadece okumak içindir; uygulamak için değil! Batılılar ise hemen konunun üzerine atlayarak “bunu bariz çelişkileri örtmek için uydurmuşsunuz” derler. “Çelişkilere bir çözüm bulamayan Müslümanlar son çare olarak bu kavramı uydurdular” diyorlar.

Kur’ân’ın iniş gayesi ve bu gayenin gerçekleşmesi

Din bir amaç ve bir gaye için gönderilir. Acaba Kur’ân bu gayeyi gerçekleştirir mi? Bir semavi kitap ancak ilahi amacını gerçekleştirirse işinde başarılı sayılabilir. Tüm dinler kendi kitapları için bir amaç ve gaye beyan ederler. Kur’ân da acaba kendi gayesini gerçekleştiriyor mu? Çünkü gerçekleştirmiyorsa Allah’ın kitabı olamaz.

İnsan fıtratına uygun öğreti

Sonra Kur’ân her sınıftan ve toplumun her tabakasındaki insanın ihtiyacını karşıladığını iddia eder. Acaba gerçekten böyle midir? Acaba bir cahilden tutup bir entelektüele kadar herkes Kur’ân’dan faydalanabilir mi? Eğer faydalanabiliyorsa Allah (c.c.) tarafındandır; yoksa değildir.

Kur’ân’ı anlamanın kuralları ve temel prensipleri

Cevaplanması gereken bir soru ise Kur’ân’ı anlamayla ilgili temel prensiplerin beyan edilmesi sorusudur. Her kitabı anlamak ve ondan faydalanmanın belli prensipleri olur. Kur’ân için bu prensipler nelerdir? Yani Kur’ân kendi tefsirinin usullerini de beyan etmeli ki herkes kendi zihninin izin verdiği kadar anlamlarına ulaşabilsin.

Kur’ân hangi manada eski semavi kitapları doğrular?

Bazı itiraz edenler kopya çekme itirazına maruz kalmamak için Kur’ân’ın eski kitapları doğruladığı iddiasının çıkartıldığını söylerler. Biz de diyoruz ki bazı şeyleri aynen alıyorsa bazı konularda tamamen eskilere ters düşen şeyleri de söylemektedir. Artık görevimiz neyin eski kitaplardan alındığını ve neyin bırakıldığını tespit etmektir. Ondan sonra da alınanların nasıl alındığını incelemek durumundayız. Acaba alırken aynen mi alıyor yoksa bir şeyler ilave mi ediyor. Veya sadece konuyu alıp esas anlam itibariyle farklı netice veren şeyler mi söylüyor. Bu durumlarda neden Kur’ân’ın dediği daha üstündür? Bütün bunlar dikkate almamız gereken sorulardandır.

Tarihi olayların anlatılmasındaki hikmet ve gaye

Sonra Kur’ân bazı tarihi olayları anlatmıştır. Bunlar neden anlatılmışlardır? Kur’ân bir hikâye kitabı mıdır? Bu itiraz Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) zamanında da yapılmıştı. Şöyle demişlerdi;

Ant içmenin gerçeği

Kur’ân’da çeşitli yerlerde antların içilmiş olması da insanların zihinlerini karıştırıyor. “Muhammed (s.a.v.) bu kelamı kendisi uyduruyordu ve Allah’ın kelamı olarak lanse ettiğini unuttuğu zaman “ant içerim” vs. diyordu” diyorlar. Böyle itiraz edenlere Allah’ın da ant içtiğini ama bunun arkasında bambaşka hikmetlerin olduğunu anlatmak gerekir.

Mucizelerin ele alınması

Peygamber Efendimizin (s.a.v.) tekrar tekrar “mucize göstermek Allah’ın elindedir; bir peygamberin elinde değildir” demesinin aslında kendi zayıflığını örtmek için olduğunu iddia ederler. Böylelerine aslında Kur’ân’ın baştan aşağı bir mucize olduğunu anlatmamız gerekir.

Allah’ın kavli ve fiil’i arasında çelişki olmaz

Sonra Kur’ân’ın bilime aykırı şeyler söylediği iddia ediliyor. Ama Allah’ın kamı O’nun fiiliyle çelişki içinde olamayacağına göre bu iddiayı çürütmek zorundayız. Daha önce insanların gözlerinden uzak olan gerçekleri yıllar önce sunduğunu göstermek durumundayız. Bu gerçekler daha önce bilime aykırı sanılıyordu ama bugün bilim dünyası tarafından kabul görmüşlerdir.

Kur’ân’ın ruhani kemalleri

Kur’ân’ın ruhani güçlerini de ispat etmek durumundayız. Emrettiği şeyleri uygulayanların ne kadar yüce ruhani seviyelere çıkabildiğini göstermeliyiz.

Son şeriat

Kur’ân’ın son şeriat içeren bir kelam olduğunu da ispatlamalıyız. İnsanlar “siz Allah (c.c.) her dönemde konuşur diyorsunuz ama diğer yandan Kur’ân’ın son şeriat kitabı olduğunu da vurguluyorsunuz; bu nasıl mümkündür” derler. Böylelerine artık yeni bir şeriata neden ihtiyaç olmadığını göstermek zorundayız.

Arapça kullanılmasının sebebi

Sonra Arapça dilinin neden tercih edildiğini açıklamamız gerek. Neden Farsça veya Sanskrit veya başka bir dilin tercih edilmediğini açık bir şekilde göstermemiz gerek.

Eski öğretilerin eksikliklerin prensip olarak gösterilmesi ve doğru usullerin sunulması

Kur’ân’ın tüm dünya için gönderildiğini iddia için eski kitapların hatalarını nasıl ret ettiğini ve yerine hangi doğru usulleri beyan ettiğini göstermemiz gerek.

Kur’ân’ın gerçekten Allah (c.c.) tarafından gönderildiğinin ispatı

Sonra Kur’ân’ın gerçekten Allah (c.c.) tarafından gönderildiğini göstermemiz gerekir.

Kur’ân’ın etkileri

Kur’ân’ın insan üzerinde ne gibi etkiler bıraktığını da tartışmamız gerekir.

Müteşabihat’ların çözümü

Müteşabihat[3] sınıfına giren ayetlerin çözümü de şarttır. Kur’ân belli ayetlerin Müteşabihat olduğunu iddia eder ama hangi ayetlerin bu sınıfa girdiğini açıklamaz. Bu durumda acaba tüm Kur’ân-ı Kerim şüpheli duruma mı düşüyor? Bana bu konuda Allah (c.c.) öyle bir ilim bahşetmiştir ki en sıradan zekâya sahip bir insan bile bu ayetleri bulabilir. Ayrıca şunu da gösterebilir ki aslında bu Müteşabihat Kur’ân’ın doğruluğunun inanılmaz güçlü birer delilidirler.

Huruf-i Mukatta’at’ın çözümü

Bu konu da ele alınmalıdır; Huruf-e Mukatta’at’a neden ihtiyaç duyulduğu; gayelerinin ne olduğu anlatılmalıdır.

Yedi Kıraat’tan kastedilen nedir?

Kur’ân’ın yedi kıraatı olduğu söylenir. Bundan kastedilen nedir; açıklanmalıdır.

Kur’ân’ın bir mahlûk olup olmadığı meselesi

Allah’ın kelamı ve Allah’ın ilmi arasındaki ilişki hep tartışılmıştır. Eski zamanlarda âlimler bu konuda büyük tartışmalar yapmışlardır; hatta dayaklar yemişlerdir. İmam Ahmed Bin Hanbel Abbasi halife tarafından o kadar dövüldü ki vefat etti. Dolayısıyla bu konu da ele alınmalıdır; Allah’ın kelamıyla Kendisi arasındaki ilişki tartışılmalıdır.

Kur’ân hala canlı bir kitaptır

Sonra Kur’ân’ın hala canlı bir kitap olduğunu ispatlamalıyız. Bazı gaybî haberlerin doğru çıktığını göstermek bir kitabın hala canlı olduğunun göstergesi değildir. İncil ve Tevrat’ın bazı gaybî haberleri günümüzde doğru çıkıyor ama kitaplar çoktan ölmüşlerdir. İndirildikleri zamandaki amaç ve gayeyi artık gerçekleştiremiyorlar. Bizim ise Kur’ân’ın hala, birisi kendisini ona teslim ederse, gayesini yerine getirebildiğini ispatlamamız lazım.

Kur’ân hangi ilimlerden bahseder?

Sonra Kur’ân’ın bahsettiği ilimleri de saymak durumundayız. Bir din diğer ilimlere ne kadar karışır; onlara ne kadar ihtiyaç duyar? Ahlak, siyaset, temeddün vs. dinle alakalı şeyler midir?

Kur’ân ayetlerinin çok anlamlı olması

Kur’ân ayetlerinin çok anlamlı olması konusu tartışılmalıdır ve bunun bir noksanlık değil, tam tersine yüce bir özellik olduğu ispatlanmalıdır.

Kur’ân kâmil bir kitaptır

Kur’ân’ın kâmil olup olmaması da tartışılmalıdır ve mükemmel bir kitap varken yeni bir semavi kitaba ihtiyaç olmadığı ispatlanmalıdır. Ama buna rağmen Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) sünneti ve hadisleri de gerekmektedir ve bunların gerekmesi Kur’ân’ın mükemmelliğini zedeleyen şeyler değildir.

Kur’ân’ın fesahati

Kur’ân fesih ve beliğ[4] olduğunu ve bu konuda eşsiz olduğunu iddia eder. Bu iddianın anlamı nedir? Neden kimse onun gibi bir kelam yazamaz?

Kur’ân’ın diğer semavi kitaplarla karşılaştırılması

Diğer semavi kitaplarla karşılaştırılması ve üstün olduğunun gösterilmesi de gereklidir.

Eşi benzeri olmayan bir ruhani, cismani, medeni ve siyasi kanun

Sonra prensip olarak Kur’ân’ısunduğu ruhani, cismani, medeni ve siyasi kanunların üstün ve benzersiz olduğu da kanıtlanmalıdır.

Kur’ân’daki istiareler

Kur’ân’da istiarelerin kullanılmasının arkasındaki hikmet beyan edilmelidir.

Meallerinin gerekliliği

Meallerinin neden gerekli olduğu anlatılmalıdır.

Kur’ân’ın korunma yöntemleri

Kur’ân hep korunacağını iddia etmiştir. Acaba bunun için ne gibi yöntemleri kullanmaktadır?

Kur’ân’a neden “şiir” denmiştir

Kur’ân indiği zaman o dönemin insanları buna “bir şair’in kelamı” dediler ve Kur’ân bu iddiayı ret etti. Bunun anlamı nedir; Kur’ân-ı Kerim’e göre şiir nedir? “Bu bir şair’in kelamı değildir” cümlesinin anlamı nedir.

Kur’ân neden yavaş yavaş indirildi?

Acaba Kur’ân neden birden bire hepsi indirilmedi; parça parça indirildi. Bunun hikmeti var mıdır? Varsa nedir?

Kur’ân’ın hiçbir meali tüm anlamlarını neden kapsayamaz?

Sonra Kur’ân’ın herhangi bir mealinin tüm anlamlarını kapsayamayacağı ispatlanmalıdır.

Kur’ân’ın her kelimesi, her virgülü ilham ve vahye tabidir

Sonra şunun anlatılması gerekir ki Kur’ân-ı Kerim’in tüm kelimeleri Allah tarafındandır; Peygamber Efendimizin (s.a.v.) zihninde oluşan bir mananın aldığı dış şekil değildir. Batılılar bunun böyle olduğunu ispatlamak için çok çabalamıştır[5]. İncil’in çeşitli versiyonları arasında ihtilaf olduğu için kelimelerin değil manasının İlhami olduğunu söylerler. “Kelimelerin azıcık değişmiş olması sorun değildir” derler. Hikâye’ye göre bir tilkinin kuyruğu kesildi. O hemen diğer tilkileri topladı ve birçok sıkıntılarını sayıp herkesten kuyruğunu kesmesini istedi. Birçok tilki dediklerini kabul etti de. Ama son anda yaşlı bir tilki kalkıp “önce kendi kuyruğunu bir göster bakalım; varsa kestiririz; yoksa bizi kandırdığını anlarız” dedi. İşte Hıristiyanların durumu da böyledir. Kendi İncilleri ihtilaf dolu olduğu için kelimelerin aynen korunmuş olmasının önemini düşürmek isterler; hatta Kur’ân’ın da kelimelerinin İlhami olmadığını ispatlamak isterler.

Kur’ân her tür şeytani kelamdan münezzehtir.

Bazıları Kur’ân’a şeytani bir kelamın karışıp karışmadığı meselesini gündeme getirirler. Bunun da açıklanması lazım. Ne yazıktır ki bu konuyu gündeme getiren Müslümanlardır. Onlara göre Peygamber Efendimiz (s.a.v.) farkında olmadan bazı şeytani cümlelerin Allah tarafından olduğunu sanmaya başlamıştı ki Hazreti Cebrail araya girdi ve uyardı. Batılılar ise “muhalifleri mutlu etmek için bir şeyler söylemişti ama sonra pişman olunca geri aldı” derler. Bu itirazın da ret edilmesi gerekir.

Kur’ân’ın muhatabı kimlerdi

Kur’ân’ın muhatabı acaba sadece Araplar mıydı yoksa tüm dünya mı? Ya da önce sadece Araplar ve yavaş yavaş tüm dünya mı? Bu konu da aydınlatılmalı.

Kur’ân’ın mealleri aynen kelime kelime mi hazırlanmalı yoksa toplam cümlenin mefhumunu eda eden bir cümle mi seçilmeli?

Sonra meallerinin kelime kelime mi yoksa mefhumu eda eden şekilde olması konusu vardır. Genellikle insanlar kelime kelime çevirmeyi tercih ederler ama bu sadece Arapça’nın anlaşılması için faydalıdır; mefhumu için değil. Her Arapça kelimenin altına diğer dilin en yakın kelimesini koyarlar ama bu sadece kelimelerin anlaşılmasında faydalı olur; cümlenin değil. Sebebi de şudur ki her dil farklıdır ve her dilde kelimelerin kullanımı da farklıdır. Örneğin birisi “o zevkten dört köşe oldu” cümlesini “he became four corners with pleasure” diye çevirirse mefhumunu anlatamamış olur çünkü zevkten dört köşe olmak başka dilde aynen bu kelimelerle anlatılmıyor. Meallerin amacı mefhumu eda etmektir; kelimeleri tercüme etmek değil. Dolayısıyla bu amaç üstün olmalı ve bunun için eğer kelimelerin değiştirilmesi gerekiyorsa değiştirilmeli.İşte Kur’ân-ı Kerim hakkında düşünebilmek için önce bu soruların cevaplanması gerekir. İnşallah vakit buldukça bunları anlatmak istiyorum.

Hz. Mirza Beşiruddin Mahmud Ahmed

Kur’an’ın Faziletleri adlı Eserinden


[1] Bazı ayetlerin bazı diğer ayetlere iptal etmesi konusu*

[2] Enam 26

[3] Şüphe içeren; yoruma açık ayet

[4] Etkili ve her açıdan kapsamlı bir anlatım tarzı

[5] Çok enteresandır ki birçok Müslüman’da günümüzde bunun böyle olduğunu düşünmektedir. *

[2]Yani “bu eskilerin hikâyelerinden başka bir şey değildir”

Önceki

Kur’ân-ı Kerim aleyhinde Batılı Müsteşriklerin hamleleri

Sonraki

Fatiha Suresinde Gelecekle İlgili Gizli Olan Bir Haber