Mehdi Gelmeden Önce Ümmet Bozukluğa Uğrayacaktır - Müslüman Ahmediye Cemaati

Mehdi Gelmeden Önce Ümmet Bozukluğa Uğrayacaktır

Kur’an-ı Kerim ve H.z. Resulüllah’ın (s.a.v.) hadislerinde Ümmeti Muhammed’in (s.a.v.) bozulacağı; “Sırat-ı Müstakim” olarak adlandırılan Allah’ın (c.c.) yolundan ayrılacağı açık beyan edilmiştir. Bu konudaki ayet-i kerimelerle hadislerin bir kısmını aşağıya naklediyoruz.

Kur’an-ı Kerim ve Ümmet’in Bozukluğu:

Kur’an-ı Kerim’in bazı ayetlerinde ümmetin fesada uğrayacağı ve değişik hiziplere bölüneceği bildirilmiştir. Mesela:

Yani: “Dinlerini parça parça edip guruplara ayrılanlar var ya, senin onlarla hiçbir ilişkin yoktur. Onların işi ancak Allah’a kalmıştır. Sonra Allah onlara yaptıklarını bildirecektir.”[1]

“Peygamber der ki: Ey Rabbim! Kavmim bu Kur’an-ı büsbütün terk ettiler.”[2]

Bu ayetin anlamlarını, Hz. Resulüllah’ın (s.a.v.) hadislerinin ışığı altında daha detaylı olarak anlamamız mümkündür.

Ümmeti Muhammed’in Durumu ve Mehdinin Zuhuru:

H.z. Resulüllah (s.a.v.), Müslümanların geleceği ile ilgili çok detaylı bilğiler vermiş ve Ümmetimin bozulacağını, daha sonra H.z. Mehdinin çıkacağını ve bozulmuş olan Müslümanları ıslâh edeceğini bildirmiştir. Özellikle din bilginlerinin fesada uğrayacağını ve diğer Müslümanlarında fesada uğrayacağını apaçık beyan etmiştir. Bu konudaki bazı hadisler aşağıdadır:

“H.z. Ali’nin (r.a.) rivayet ettiğine göre H.z. Resulüllah (s.a.v.) şöyle buyurdu: İnsanlar üzerinde öyle bir zamanın geleceği pek muhtemeldir ki İslamiyet’in yalnız ismi bâki kalacak; Kur’an dan da yalnız yazısı bâki kalacaktır. Onların Camileri pek görkemli olacak ancak hidayet bakımından birer harabeye benzeyecek. Onların ulemaları (din bilginleri) gök kubbenin altında en kötü yaratık olacaktır. Her fitne onların aralarından çıkacak ve (sonunda) onların arasına geri dönecektir.”[3]

H.z. Ebu Saud’in rivayet ettiğine göre H.z. Resulüllah şöyle buyurdu: Siz mutlaka daha önce geçmiş ümmetlerin sünnetlerine tabi olacaksınız; karış karış ve arşın arşın (onlara benzeyeceksiniz.) Hatta eğer onlar bir kelerin deliğine girmiş olsalar, siz dahi onlara uyarsınız. “Ya Resulüllah! Yahudilerle Hıristiyanları mı kastediyorsunuz?”(bunun üzerine H.z. Resulüllah(s.a.v.) “onlar değilse de” başka kim “olabilir”?[4]

H.z. Mirdas El-Eslemi’nin rivayet ettiğine göre: H.z. Resulüllah (s.a.v.) şöyle buyurdu: Salihler (iyi insanlar) birbiri ardından kaybolup gidecekler ve arpa yahut hurma birikimine benzeyen insanlar bâki kalacaklar. Yüce Allah onlara asla aldırış etmeyecek.[5]

H.z. Sevban’in bildirdiğine göre H.z. Resulüllah (s.a.v.) şöyle buyurdu: Sizler o, zaman (sayıca) çok olursunuz, ancak sel çöplerine benzersiniz. Yüce Allah (c.c.) sizin düşmanlarınızın kalbinden sizin korkunuzu çekip atacak ve sizin kalbinize korkaklık sokacak.”[6]

H.z. Enes Bin Malikin (r.a.) rivayet ettiğine göre H.z. Resulüllah (s.a.v.) şöyle buyurdu: İsrailoğulları yetmişbir fırkaya bölündüler. Benim ümmetim yetmiş iki fırkaya  bölünecek. Cemaat olan bir tek fırka dışında diğer fırkaların hepsi Cehennemlik olacak.[7]

Din Bilginlerinin Durumu:

Din bilginlerine peygamberlerin varisleri denir. Hz. Resulüllah (sav): “Benim ümmetimin ulemaları, İsrailoğulları’nın peygamberleri (nebiler) gibidirler” buyurmuştur. Ancak Hz. Mehdi’nin (as) zuhurundan önce ulemanın bozulacağı bildirilmiştir. Bu konudaki bazı hadisler aşağıdadır:

Yani: Hz. Abdullah B. Amr ibn-ül As’ın (ra) işittiğine göre Hz. Resulüllah (sav) şöyle buyurmuştur: Allah (cc) bilgiyi insanlar arasından çekerek değil, ancak ulemayı (din bilginleri) geri götürerek (vefat ettirerek) bilgiyi de geri götürecek. Hatta bir bilgin kalmayınca, insanlar cahil kimseleri başkan edinecekler. Onlar da soru sorulduğu zaman, bilgileri olmadan fetva verecekler. (Böylece) kendileri de sapacaklar ve (diğer insanları da) saptıracaklar.[8]

Yani; Benim ümmetim arasında korkulu bir hadise olacak. (Bunun üzerine) insanlar kendi din bilginlerine gidecekler. Ancak onlar maymuna ve domuza dönüşmüş olacaklar.[9]

Bütün bu hadislerden anlaşıldığına göre ulemalar, yani din bilginleri bozulmuş olacaklardır. Hatta maymun ve domuz özelliklerini benimseyeceklerdir. Daha önce de açıklandığı gibi Hz. Resulüllah (sav) bozulmuş din bilginlerini “Gök kubbe altındaki en kötü yaratık” olarak nitelendirmiştir (Mişkat; Kitab-ül İlm). Aynı şekilde bazı kimselerin yalnız gösteriş için Kuran okuyacakları, ancak Kuran-ı Kerim’in onların gırtlaklarından aşağı inmeyeceği ve kalplerini etkilemeyeceği de rivayet edilmiştir (Kenz-ül Ümmal; Kitab-ül Kıyamet; 3.Fasıl).

Verilen Haberler Gerçekleşmiştir:

Hz. Resulüllah (sav)’in ümetinin bozulması ve özellikle din bilginlerinin fesada uğramaları ile ilgili önceden verdiği haberlerin hepsi aynen gerçekleşmiştir. Ümmet-i Muhammed (sav) yetmiş üç fırkaya bölünmüştür.[10]

Eski Mısır Müftüsü allame Şeyh Muhammed Abdüh’ün söylediğine göre, Hz. Resulüllah (sav)’in önceden verdiği haberler gerçekleşmiştir. Bu zat fikrini şöyle dile getirmiştir:     Yani; Bugün Müslümanları dinleri konusunda cehalet ve bilgisizliğin kuşatmış olduğunu görürsünüz. Bidatler her yönden kendilerini sarmıştır. Kendileri ile geçmiş büyükleri arasında gerçek bir bağ kalmamıştır. Hatta eğer geçmiş büyüklerimizin üzerinde hemfikir oldukları konular bugünkü Müslümanlara sorulsa, onlar o konuları inkar edip tuhaf bulurlar ve onları dinde bidat olarak görürler. Kendileri hakkında, Ömer Hayyam’ın, Hz. Resulüllah (sav)’i muhatap alarak söylediği şu şiirler doğru çıkacaktır; “Senden sonra gelenler, senin dinini süsleyip (sözde) güzelleştirdiler ve onu yalan ile dekore etmeye çalıştılar. Hatta eğer sen (onların şeklini değiştirdikleri) dini görürsen, mutlaka inkâr edersin”.[11]

Atatürk hilafeti kaldırdığı zaman, değişik gazete ve dergi yazarları bu konu hakkında fikirlerini dile getirdiler. Zamindar Gazetesi 15 Nisan 1928 sayısında şöyle bir yorum ileri sürmüştür:

“Eğer bizim amellerimiz iyi olsaydı, bizden hilafet ve saltanat geri alınmazdı. Keza bu nimete sahip olma özelliği de bizden geri çekilmezdi. Gerçek şudur ki biz, İslamiyet’in temeli olan Tevhid inancından vazgeçmiş bulunuyoruz. Onun için biz de bir isyancının cezasına çarptırılmış bulunmaktayız. Biz şirk koşmaktayız. Onun için bu musibete katlanmışız.”[12]

Vekil adlı başka bir gazete şöyle der;

“Müslümanlar önce kişisel yaşayışlarında Yahudilerle Hıristiyanlara tabi oldular. Daha sonra toplumsal yaşayışlarında da onlara tabi olmaya başladılar. Bunun neticesi işte hilafetin ortadan kaldırılışıdır.”[13]

Zamindar Gazetesi, başka bir sayısında halifeliğin kaldırılışını şöyle yorumlamıştır;

“Müslümanlar arasında halifeliğin baki kalmayışı, aralarında bir tek inançlı kişinin (mümin) ve Rabbine boyun eğen bir tek kimsenin bile kalmadığını göstermiyor mu?”[14]

Müslümanların, İslam’dan uzaklaştıklarını dile getiren birçok yazı elimizdedir. Bunlar arasından örnek olarak seçtiğimiz birkaç yazıyı aşağıya aktarıyoruz:

“Bizler, güçleri yok edilmiş; cesaretleri kırılmış; azaları zayıf düşmüş olan kimseleriz. Hakk’ın (cc) gerçek sevgisi ve Hakk’ı arama isteğimiz tamamen yok olmuştur. Hatta bütün uzuvlarımız ölmüştür desek yeri vardır.”[15]

“Ya Rabbi! Biz kendimiz yozlaştığımızı kabul ederiz. Biz (sözde) Müslümanlarız; ancak aramızda İslamiyet yoktur.”[16]

“Bizim düşüklüğümüz bugün başlamamıştır. Daha önce bu bir başlangıç idi, şimdi artık bu düşüklüğümüz son noktaya varmıştır….         Daha önce bizim ikbal kayığımız bir yerde battıysa, diğer yerde su yüzüne çıkıveriyordu. Şimdi artık İslam dünyasında tekrar Nuh tufanı yaşanmaktadır. Doğudan Batıya kadar her yere eşit olarak karanlık çökmüştür.”[17]

“Bugün gerçek anlamda Ümmet-i Müslime bile mevcut değildir. Aksine birkaç yırtık sayfa; birkaç dağılmış tanecik; sürüsü ve çobanı olmayan yolunu şaşırmış birkaç keçi vardır.”[18]

“Bugünkü Müslümanlar’ın durumu nasıldır? Bunun kısaca cevabı şöyledir; Din ile uzaktan yakından ilgisi olmayan konularda canlarını bile feda etmeye hazırdırlar. Ama İslamiyet’in gerçeğinin bile yok edildiği konularda hiç kimse dilini bile kıpırdatmamaktadır. Bugün Müslümanlar Hz. Resulüllah’ın (sav) talimatı ile gerçek ve yüce ahlakından o derece uzaktırlar ki anlatmak mümkün değildir. Keza öylesine bidat, şirk, küfür, nifak, zulüm ve masiyete yakalanmışlardır ki söylemeye gerek yoktur. Kötülük, fesat, yalan, aldatma, kandırma, hile yapma, haram işleme, kısacası hangi pislik vardır ki bizim aramızda bulunmasın! Biz sözde Müslüman olduğumuzu iddia ediyoruz, ancak bizim işlerimiz Müslümanlarınkine asla benzemez.”[19]

“Bugün Müslümanlar Kuran-ı Kerim’i ne okurlar ne de kendilerine rehber edinirler. Bugün aramızda birlik yoktur. Ahlaki durumumuz iyi değildir. Dinimizin ahkamına tabi değiliz. Her tarafta bir bozukluk göze çarpmaktadır. Medeniyet, kültür, din, iktisat, politika, hepsinin düzeni bozulmuştur. Kısacası Dünyanın her bölgesinde Müslümanlar ve gericilik birbirine lazım olmuştur. Her yerde dinî ve siyasî bozukluk son haddine varmıştır.”[20]

Mısırdaki Müslümanların durumu şöyle dile getirilmiştir: “Mısır, dünyada din bilgisinin en büyük merkezi olarak tanınır. Mısırda yalnız Ezher Üniversitesine mensup ulemaların sayısı otuz bin civarındadır. Ondört bin talebe burada İslam Dinini öğrenmekle meşguldürler. O kadar fazla din bilginlerine sahip olmasına rağmen, Mısırın ahlaki durumu dünyanın bütün ülkelerine nazaran en düşük seviyededir. (Mısırda) Küçük çocuklar ve kadınlar bile içki içmektedirler ve hiç kimse onlara mani olmamaktadır. Genç öğrenciler, yaşlılar, orta yaşta olanlar hepsi içki ile sarhoş olurlar. İçki satanlar bile Müslümandırlar. Mamafih hiçbir din bilgini hayâ duymaz (ve içki satanlarla içenlere nasihatte bulunmaz). Bu hocaların gözleri önünde, tramvaylarda iyi ailelerin kızları bile erkeklerle işaretleşir ve gider zina yaparlar. Hiç kimse bundan utanmaz. Yüzme havuzlarında, göl kenarlarında, hamamlarda, zengin, yoksul, din bilginleri çırılçıplak yıkanırlar ve asla çekinmezler. Ulemalar bizzat bu (manevi) hastalıklara yakalanmışlardır. Bu kadarla kalmayıp, bazı hamamlarda, orada çalışanlara etek tıraşı yaptırırlar ve herkesin gözü önünde hayâsızlık göstererek sırıtırlar. Zina ve oğlancılık çok yaygındır. Büyük ailelerin kadınları, eşlerine ihanet ederler. Eğer Mısırın içkisi akıtılsa, Kahire kesinlikle sellere boğulur.”[21]

İşte bu, sözde Müslümanların durumudur. Aradan bunca yıl geçmesine rağmen bu durumda asla bir değişiklik olmamıştır. Aksine gün geçtikçe sözde Müslümanların durumu daha da kötüleşmektedir.

Din Bilginlerinin Bozukluğu:

Daha önce de izah ettiğimiz gibi, Hz. Resulüllah (sav) Müslümanların bozukluğunun en büyük sebebinin, din bilginleri olacağını belirtmiş ve:

Yani; “O zaman Müslümanların din bilginleri, gök kubbe altında en kötü yaratık olacaklardır.”[22] buyurmuştur.

Din bilginlerimizin, Hz. Resulüllah (sav)’in buyurduğu gibi kötü bir duruma düştüklerini apaçık görmekteyiz. Bu konuda bazı gazete ve dergilerden derlediğimiz bir  kaç yazı aşağıdadır.

“Hz. Resulüllah (sav)’in peygamber olarak Yüce Allah (cc) tarafından tayin edildiği zaman, Hıristiyanlarla Yahudilerin nasıl tefrika halinde olduklarını kendi tarihlerinden öğreniniz. Sonra da bugünkü Müslüman din bilginleriyle mukayese ediniz. Bugünkü Ulema-i İslam’ın durumunun, eski zamanlardaki Yahudi ve Hıristiyan din bilginlerinin durumunun tam bir resmi olduğunu görürsünüz.”[23]

Bugün İslam Dini, ulemaların kendi istek ve arzularının adı olmuştur. Ulemalar her neyi severlerse onu İslam olarak adlandırırlar ve her neyi beğenmezlerse onun İslam dışında olduğunu açıklarlar. Ancak zaman geçince, beğenmedikleri konuların da gereğince tam İslam olduğunu savunmaya başlarlar. Tanzim Gazetesi bu konuda şöyle bir yorum yapmıştır:“Bugün (ulemalar isterlerse) her şey din kapsamına girebilir. Ulemalar isterlerse (haram olan ve) caiz olmayan her konu caiz oluverir. Bugün bir fetva verilir, ancak yarın aynı fetva reddedilir”[24]

“Müslümanların kötü duruma düşmelerinin asıl sebebinin cahil mollalar olduğunu iyi biliriz. Bu mollalar daima ve her devirde dinsizliği sevdiklerini ve küfürden yana olduklarını ispat etmişlerdir.”[25]

“Ulemaların kendi kanaatince düşünebildikleri en hayırlı konu Müslümanları dinden çıkarmak ve kâfir olduklarını ilan etmektir. Öyle fetvalar çıkarırlar ki ne Yüce Allah (cc) ne de Resulüllah (sav) o fetvaları düşünemezler bile. Sonra bugün diğer Müslümanların kâfir olduklarına dair fetva veren molla, yarın kendisi de aynı sebeple kafir sayılmaktadır. Tekfir (Müslümanları kâfir saymak) yeni bir hastalık değildir. Ancak son zamanlarda bir salgın haline dönüşmüştür.[26]

“Ulemalar, Müslümanların kafir olduklarını açıklayan eski fetva yöntemlerini parlatarak yenilemişlerdir. Şimdi; “Sen kafirsin; Senin kafir olduğuna inanmayan bile kafirdir. Senin karın boştur; senin kafir olduğunu kabul etmeyenin karısı da boştur” şeklinde fetva verilir. Yalnız buna da şükretmeliyiz. Yoksa bu mollalar; “Sen kafirsin; Senin çocukların da kafirdirler. Senin karın boştur; Senin çocuklarının karıları da boşturlar” şeklinde fetva vermeye kalkışırlarsa, onların kalemine kim mani olabilir?”[27]

Sözde din bilginlerimizin bu kötü durumları aynen devam etmektedir. Birkaç yazıyı örnek olarak aktarıyoruz:

“Mısırda yirmi üç bin imam vardır. Onların çoğu doğru dürüst Kuran bile okuyamazlar. Bu sözde din bilginleri insanlara dini meseleler öğretecekleri yerde, onları hikâyeler anlatarak avuturlar.”[28]

“Pakistan Sıkıyönetim Komutanı General Ziya-ül Hakk’ın belirttiğine göre (1985 yılında) ülkede otuz altı bin yarım yamalak, az tahsil görmüş imam bulunmaktaydı. On bir bin imam ise tamamen bilgisiz ve zır cahil idi.”[29]

“Pakistan (eski) iç işleri bakanı Naseerullah Babür, İslami üniversite ve dini medreseler teröristlere yataklık etmektedirler, demiştir.”[30]

Davet-ül Hak Dergisi, İngiltere’nin Huddersfield şehrinden yayınlanır. Bu dergi 1985 sayısında “Nam Nihad Ulema” başlıklı bir makale yayınlamıştır. Bu makalede şöyle denmiştir:“Sözde din bilginleri, haram para toplamak için Necd’e giderler. Bir kısmı da (yine aynı amaçla) İran’a yahut Libya’ya giderler. Bu mollalar İngiltere’de Müslümanları birbiriyle savaştırın ve para kazanın (diyerek haram para kazanmaktadırlar). Bu hocalar, alenen Hz. Resulüllah (sav)’in buyruklarını çiğnerler.

Ceng Gazetesinin 26 Eylül 2000 sayısında yayınlanmış bir yazıya göre, Hindistan ve Pakistan’dan gelen hocalar, İslam kardeşliğini bozmuşlardır. Bu sözde ulemalar Müslümanları bölmektedirler. Yazın bu hocalar bir sel gibi İngiltere’ye uçarak gelirler. Bunlar sıcak çöllere yahut Afrika ülkelerine neden gitmezler bilmeyiz.

Türkiye’de ilk olarak matbaa kurulmak istendiği zaman, Şeyh-ül İslam ve diğer hocalar karşı çıkmışlar, matbaanın bir gavur icadı olduğunu ileri sürerek kullanılmasının haram olduğunu savunmuşlardır. Padişah, matbaada İslam tarihi ile ilgili ve diğer İslamî eserlerin basılacağını beyan ederek çok büyük zorluklarla ulemayı razı etmiş ve matbaanın kurulmasına dair onlardan izin! Almıştır. Aradan bunca zaman geçmesine rağmen, bugün dahi Türkiye’deki din bilginlerinin durumu pek parlak değildir. Yaşar Nuri Öztürk Bey, 6 Mart 1997 sayılı Hürriyet Gazetesinde “Mürşit Yaftalı Sahtekarlar” başlıklı makalesinde şöyle demiştir:

“İnsanımızın sadece kesesi ve kasası değil, ruh dünyası da enflasyon tahribine maruz. Yüce kavramlar talanı, hızlı bir tırmanış arzediyor. Talanın yürütücüleri sahte mürşitlerdir.

Bir kısmı tarikat, bir kısmı mezhep adına iş görür. Bir kısmı “üst âlem”den, bir kısmı uzaydan, bir kısmı yüce ruhlardan dem vurur. Bazıları “alınan” mesajlardan, bazıları ruhsal tebliğlerden söz eder. Kimi parayı kullanır kendini dinletmek için, kimi seksi…

Büyük kısmı seks manyağıdır. Kudurgan şehvetlerine kul olarak harem kuranları var. Seks tutkusu bunları güden temel güdüdür. Bu uğurda çiğnemedikleri ahlak kuralı, saptırmadıkları dinsel buyruk kalmamıştır. Ülkenin maruz bulunduğu ekonomik dengesizlik, sahte mürşitlerin şehvet tutkularını tatminde onlara büyük rahatlık sağlamaktadır.

Dinsizlik adına sergilenen ahlaksızlıkları deşifre ederek itibar toplayan sahtekar mürşitler, din adına her türlü rezilliği mubahlaştıran engizisyon papazlarının ruh torunları gibi icraat sergilemektedirler.

Etraflarına biraz daha adam toplamak için kendileri dışındakilerin battığını, cehennemlik olduğunu, karanlıkta kaldığını, kurtuluşun yalnız kendi gemilerine binmekle elde edileceğini iddia ederler. Bu yüzden, aynı temel başlığa sığınanları bile insaf ve anlayış ölçülerini çatlatırcasına birbirlerini karalar, dışlar, zararlı ve hatta hain ilan eder. Halkı yüzlerce, binlerce parçaya bölmek, sahte mürşitlerin öz sermayesidir. Bu yüzden bir numaralı düşmanları hoşgörü ve anlayıştır. Birlik ise sahte mürşit için ölüm demektir. Birlik gelince sömürü kavga biter; böyle olunca da sahte mürşitlerin saltanatları sona erer.

Birlik ve kucaklaşmaya giden yol, bilgi ve bilinçten geçer. Bu yüzden, sahte mürşitlerin belirgin özelliklerinden biri de bilgi, bilinç ve düşünce düşmanlığıdır.

Sahte mürşitler bu tavırlarıyla halkı parça parça etmişlerdir. Ülke bir kamplar arenası haline gelmiştir. Ve bu kampların her biri Kuran’ın eşsiz deyimiyle “kendi ellerindekiyle ferahlayıp avunmaktadır.” (Rum 28) Gençlik, bunlar yüzünden bir “hercümerç” yaşıyor. Binlerce insan bunalımların, intiharların girdabındadır. Yüzlerce aile kendi içinde savaşa tutuşmuştur. Sahte mürşitler yüzünden tam bir mahşer paniği yaşıyoruz.

Tasavvufta sahte mürşitleri tanıtmak için kullanılan bir deyim vardır: Kutta-ı tarik… Yol kesici, yol vurucu demek. Ama bu yol vurma, eşkıyanın açık ve aleni tavrı içinde değil, Allah’a götürme adı altında, namertçe yapılır. Kutta-ı tarik, Allah’a götürme adı altında Allah’tan uzaklaştıran nasipsizlerin unvanıdır. “Bunların çoğu, insanların mallarını patlayasıya yerler de insanları Allah’ın yolundan alıkoyarlar.” (Tevbe,34)”[31]

Sn. Yaşar Nuri Bey, belki de belli bazı kişileri göz önünde bulundurarak bu makaleyi yazmıştır. Mamafih makaledeki durum, Türkiye genelinde de ne yazık ki mevcuttur. Böyle bir durum Avrupa ülkelerinde yaşayan Türk cemaatleri arasında çok bariz bir şekilde göze çarpmaktadır. Okuyucularımızın Türkiye’deki Müslümanlarla, din bilginlerinin durumunu zaten bildiklerini tahmin ettiğimizden dolayı bu konu üzerinde daha fazla durmaya lüzum görmüyoruz.


[1] Enam Süresi; Ayet 160; Kur’an-ı Kerim ve Açıklamalı Meali; diyanet Yayınları; No: 86; S. 149

[2] Furkan Suresi; Ayet 31; A.G.E; S. 56

[3] Mişkât; Kitab-ül İlm; 3. üncü Fasl. Şü’ab-ül İmam; İmam Beyhaki; C.; S.311; Beyrut. Bihar-ül Envar; C.52; S.10; Beyrut; M.1982 83 Mişkat; Kitab-ür Rikak; bab-ü T.Nas

[5]Mişkat; Kitab-ür Rikak; bab-ü T.Nas

[6]Mişkat; Kitab-ür Rikak; bab-ü T.Nas Sünen Ebu Davud

[7] Sünen İbn-i Maceh; Kitab-ül Fiten; Bab-ül Ftirak-ül Ümmen

[8] Sahih-i Buhari; Mişkat; Kitab-ul İlm

[9] Kenz-ül Ümmal; C.7; S.190; Haydar Abad Baskılı

[10] Bkz: Hz.Peygamberimizin Buyurduğu Yetmiş Üç Fırka; Mustafa Uysal; U.Yayınları; Konya 1980

[11] El-İslamu Ven Nasraniyeh; Şeyh Muhammed Abdühu; Sayfa 140

[12] Zamindar Gazetesi; 15 Nisan 1928)

[13] Vekil Gazetesi; 15 Ocak 1927

[14] Zamindar Gazetesi; 17 Temmuz 1921

[15] Ehl-i Hadis Dergisi; 20 Aralık 1921

[16] Sufi Dergisi; Temmuz 1925

[17] Vekil Gazetesi; 3 Ocak 1921

[18] El-Cemiyet Dergisi; 14 Nisan 1926

[19] Medine Gazetesi; 2 Eylül 1926

[20] Hemdem Gazetesi; 3 Mayıs 1926

[21] Review Dergisi; Ekim 1923

[22] Mişkat; Kitab-ül İlm; 3.Fasıl

[23] El-Beşir Gazetesi; Eylül 1925

[24] Tanzim Gazetesi; 8 Kasım 1925

[25] Zamindar Gazetesi; 14 Haziran 1925

[26] El-Belağ Dergisi; Haziran 1925

[27] Hemdem Gazetesi

[28] Egyptian Mail Gazetesi; 8 Şubat 1997

[29] Ceng Gazetesi; 1 Şubat 1985

[30] Ceng Gazetesi

[31] Hürriyet Gazetesi; 6 Mart 1997

Bir Öncekini Oku

MEHDİ ZAMANININ ALAMETLERİ

Bir Sonrakini Oku

Hz. Mehdiye Vahiy İnecek mi?