Güneş, varlığının delilidir!
Bu çağın, bir ıslahatçı için avaz avaz bağırdığını ve bu devirde Peygamber Efendimizinsav şahadetine göre, geleceği önceden haber verilmiş bulunan ıslahatçının da Vadedilen Mesih ve Mehdi’denas başkası olmadığını gösterdim. Müslüman Ahmediye Cemaati’nin Kurucusu böyle bir İlahi memuriyet iddiasında bulunan tek kişidir. Bundan dolayı, onu ve iddiasını inkâr etmek, Allah’ın öteden beri süregelen sünnetini reddetmek ve Peygamber Efendimizinsav buyruklarına da saygısızlık demektir. Şimdi ise, Mirza Gulam Ahmed Hazretlerininas iddiasını doğrulayan ve onun İlahi bir elçi olduğunu ispatlayan delilleri size sunacağım. İlk olarak, “nefs-i natıka” delilini, beyan edeceğim. Nefs-i natıkadan muradım, Kuran-ı Kerim tarafından, kendi doğrulunun delili kendisidir, diye takdim edilen nefistir.
Yunus suresinde Yüce Allahcc şöyle buyurmaktadır:
وَاِذَا تُتْلٰى عَلَيْهِمْ اٰيَاتُنَا بَيِّنَاتٍ قَالَ الَّذٖينَ لَا يَرْجُونَ لِقَاءَنَا ائْتِ بِقُرْاٰنٍ غَيْرِ هٰـذَا اَوْ بَدِّلْهُ قُلْ مَا يَكُونُ لٖى اَنْ اُبَدِّلَهُ مِنْ تِلْقَاٸِ نَفْسٖى اِنْ اَتَّبِعُ اِلَّا مَا يُوحٰى اِلَیَّ اِنّٖى اَخَافُ اِنْ عَصَيْتُ رَبّٖى عَذَابَ يَوْمٍ عَظٖيمٍ ۞ قُلْ لَوْ شَاءَ اللّٰهُ مَا تَلَوْتُهُ عَلَيْكُمْ وَلَا اَدْرٰكُمْ بِهٖ فَقَدْ لَبِثْتُ فٖيكُمْ عُمُرًا مِنْ قَبْلِهٖ اَفَلَا تَعْقِلُونَ ۞
“Kendilerine apaçık ayetlerimiz okunduğunda, Bize kavuşmayı ümit etmeyenler, (ey Muhammed,) bundan başka bir Kuran getir veya (hiç olmazsa) bunu değiştiriver, derler. De ki: Kendiliğimden onu değiştirmem mümkün değil. Ben ancak bana vahiy edilene uyarım. Eğer Rabbime itaatsizlik edersem, şüphesiz büyük bir günün azabından korkarım. De ki: “Eğer Allah dileseydi, bunu size okuyup anlatmazdım. O (da,) bunu size bildirmezdi. Nitekim bundan önce (de) ben, aranızda uzun bir müddet yaşadım. (Yine de) akıl etmez misiniz?[1]”
Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimizinsav doğruluğunu ispatlamak üzere, yukarıda beyan edilen delili ortaya koymuştur. Bu, her iddiacının doğruluğunu sınamak üzere bir kriterdir. Nasıl ki, güneşin varlığını ispatlamak için, onun mevcudiyeti en güçlü delil ise, aynı şekilde doğru ve haklı bir iddia sahibinin nefsi de, onun doğruluğunun en güçlü delilidir. Bu nefs muhaliflere ve dostlara, onu tanıyan ve tanımayanlara, kendisine yabancı kalan ve sırdaş olanlara avaz avaz bağırarak der ki: “Beni yalancılıkla itham etmeden önce, iyice düşünün! Gerçekten sizler, benim yalancı olduğuma inanabiliyor musunuz? Bana yalancı dedikten sonra, hakikate ulaşmak için kullanılan tüm ölçüleri elinizden kaçırmış olmaz mısınız? Beni iftiracı ilan etmenizden sonra, hedefe ulaşmak için içinden geçilmesi gereken tüm kapılar üzerinize kapanır.”
Dünyada her şey bir zincir gibi birbirine bağlıdır. Her şeyin safhaları vardır. Ara aşamalardan geçmeksizin, ne iyilik kemale erişir, ne de kötülük nihai noktasına ulaşır. Batıya doğru koşanın, kendini aniden Doğuda uzak bir noktada bulması, nasıl mümkün olabilir? Güneye doğru yolculuk yapanın, kendisini birden bire Kuzeyde bulmasına imkan var mı? Allahcc tarafından gelen bir elçi de onlara bu delili sunarak şöyle der: “Ben bir çocuktum ve aranızda büyüdüm. Gençliğimi sizlerle geçirip olgunluk çağına erdim. Her halimden haberdar olanlar, aranızda mevcuttur. Hiçbir sözüm ve işim sizlerden gizli kalmış da değildir. Buna rağmen, aranızdan herhangi biri, şimdiye kadar beni yalan söylerken, zulmederken, sahtekârlık yaparken, hak çiğnerken, kibirlenirken veya iktirdar elde etmek için çabalarken, gördü mü? Beni, her konuda ve her durumda denediniz, ancak adımlarım asla sarsılmadı. Beni her türlü sahtekârlıktan o denli uzak buldunuz ki, dostum da düşmanım da bana sadık ve emin dedi. Daha düne kadar sadık, emin ve hak üzerinde olan, yalandan kaçınıp, varlığımla övünen doğruluğa kendini feda eden ben, sizler her konuda bana itibar edip her sözümü kabul ederken, bugün nasıl birden bire en kötü oldum? İnsanlara asla iftira etmeyen birisi, şimdi nasıl aniden Allah’acc iftira etmeye başladı? Böyle bir değişimin örneği, acaba Allah’ıncc kanununda var mı? Eğer bu, bir iki günlük bir mesele olsaydı, bunu gösteriş maksadı ile yapmıştır, derdiniz. Sadece bir iki sene aranızda bulunmuş olsaydım, bizi aldatmak maksadıyla böyle davranmıştın da diyebilirdiniz. Ancak ben, ömrümün her anını aranızda geçirdim. Çocukluğum, gençliğim ve olgunluk çağım, hepsi gözünüzün önünde geçti. Bu denli uzun bir süre boyunca sahte ve yapay bir davranışı sürdürmek nasıl mümkün olabilir ki? Çocukluğunda insan masum olur. Buna rağmen ben, çocukluğumda nasıl sahte ve yapay davranabilirdim ki? Delikanlılık çağında insanın kanı kaynar. Bu durumda ben, sahtekârlığımı nasıl gizleyebilirdim? Hayatımı incelediğinizde, onu sadece lekesiz bulmayıp, onun iyilik timsali olduğunu gördüğünüz halde, güneşe bakıp, gece olduğunu nasıl iddia edebilirsiniz? Nurun mevcudiyetinde karanlıktan nasıl şikayetçi olabilirsiniz ki? Ey benim muhatabım, benim nefsim dışında başka bir delile ihtiyacım var mı? Geçmişim dışında, hakkımda başka hangi hüccete ihtiyaç duymaktasın? Nefsim ve yaşamım, doğruluğum için şahidimdir. Aranızdan her biri, vicdanına başvurduğunda, kalbi ve beyni hakkımda ona der ki: Doğruluk onunla, o ise doğrulukla kaimdir. Dürüstlük onunla, o ise dürüstlükle iftihar etmektedir. O doğruluğunu ispatlamak için başka bir delile muhtaç değildir. Çünkü, güneş için delil istiyorsanız, güneşin delili, ancak güneşin kendisidir.”
Hz. Ebu Bekir’inra gönlünü cezp eden, işte bu harikulade delildi. Bu güçlü delil, hakkı arayanları daima cezp edecektir. Onlar bunun vasıtasıyla imana ve hidayete kavuşmuşlardır. Bilindiği gibi, Peygamber Efendimizsav peygamberliğini ilan ettiğinde, Ebu Bekirra bir ahbabının evinde bulunuyordu. O evde azat ettiği bir cariye kendisine, “Dostunuz Muhammed’in karısı, kocasına Musa gibi peygamberlik geldiğini anlatıyor,” dedi. Ebu Bekirra hiçbir şey söylemeden derhal ayağa kalktı ve Peygamber Efendimizinsav evine giti. Peygamberlik iddiasında bulunduğunun doğru olup olmadığını, Peygamber Efendimiz’esav sordu. Hz. Ebu Bekiras olumlu cevabı alır almaz, hemen kendisine iman etti. Bunun üzerine Peygamber Efendimizsav şöyle buyurmuştur:
مَادَعَوْتُ اَحَدًا اِلَى الْاِسْلَامِ اِلَّا كَانَتْ عِنْدَهُ كَبْوَةٌ وَنَظْرٌ وَتَرَدُّدٌ اِلَّا مَاكَانَ مِنْ اَبِى بَكْرٍ مَاعَكَمَ عَنْهُ حِينَ ذَكَرْتُ لَهُ
“İslam’a davet ettiğim kimseler içinde tereddüt etmeden ve hiç düşünmeden imana gelen olmamıştı. Ancak risaletimden Ebu Bekir’era bahsettiğimde, bir an bile tereddüt etmeden derhal iman etti.[2]”
Hiçbir mucize görme ihtiyacı hissetmeden, Ebu Bekir’ira iman etmeye mecbur kılan neydi? Bu aslında, kendi doğruluğunun şahidi olan Peygamber Efendimizinsav nefs-i natıkasından başka bir şey değildi.
Hz. Haticera, Hz. Alira ve Hz. Zeyd bin Harisra de aynı delile dayanarak iman etmişlerdi. Hz. Haticera, açık bir şekilde bu delile binaen iman ettiğini ileri sürmüştür. Peygamber Efendimizsav Hira mağarasında meleği gördükten sonra, bu olayı Hz. Hatice’yera anlatıp, kendimden korkuyorum dediğinde, Hz. Haticera onu şöyle teselli etmiştir: “Hayır! Allah’a andolsun ki, O seni utandırmayacak. Sen akrabalarına karşı müşfiksin. Çaresizlerin de yükünü üstlenirsin. Etrafta izi dahi kalmamış olan meziyetler sende bulunur. Konukseversin ve sıkıntıda olanlara da daima yardım edersin.[3]”
Kısacası bir peygamberin doğruluğunun ilk delili nefsidir. O, bizzat en açık ve anlaşılır şekilde, onun doğruluğuna şahitlik eder. Onun şahitliği öyle güçlüdür ki, o varken hiçbir mucize veya alamete ihtiyacı yoktur. Hz. Mirza Gulam Ahmed’inas doğruluğunu ispatlamak için, Yüce Allahcc aynı delili nazil etmiştir. O, Hindistan’daki üç dinin mensupları olan Hindular, Sihler ve Müslümanların bulunduğu Kadiyan’da yaşıyordu. Böylelikle o, bu üç dinin mensuplarının da gözleri önündeydi. Bu insanlar ile ailesinin ilişkileri pek dostça değildi. Çünkü o henüz bir çocukken, İngilizler yaşadıkları Pencap bölgesini ele geçirmişlerdi. Ecdadının hâkimiyeti altında bulunan Kadiyan sakinleri ise, onların bu gelişinden faydalanarak özgürlükleri için mücadeleye girişmişlerdir. Bundan dolayı kasabada yaşayanların her biri, babası ile mahkemelik de olmuştur.
Hz. Ahmedas inzivaya çekilmiş olmasına rağmen, babasının emrine uyarak, açılan bütün davalara katılmak mecburiyetinde kalmıştır. Bu sebeple, babasıyla mahkemelik olanlar, onu bir hasım olarak görmüşlerdir.
Bilhassa Sihler, ailesine düşmandılar. Çünkü onlar, bu aileyi oradan kovduktan sonra, bölgenin hâkimiyetini ele geçirmişlerdi. Bu aileye karşı içlerinde besledikleri rekabetten dolayı, durumlarının düzelmesi, onların hiç hoşuna gitmiyordu. Hz. Ahmedas küçük yaştan beri İslam’a aşk ile hizmet etmekteydi. O, Hindu, Hıristiyan ve Sihlere karşı yazılı ve sözlü münazaralar sürdürmekteydi. Bundan dolayı bu inançların mensupları, doğal olarak kendisine karşı kin tutmaktaydılar.
Onun bütün dinlerin mensupları ile ilişkisi vardı ve inançlarından dolayı kendisine muhalif olmalarına rağmen, Hindu, Sih, Hıristiyan, Müslüman herkes, iddiasından önceki yaşamının lekesiz olduğunu kabul etmişlerdir. Onlar, onun güzel meziyet ve ahlaka sahip bulunduğunu söylemişlerdir. O doğruyu asla terk etmezdi. İnsanların kendisine güveni o denli çoktu ki, ailesinin düşmanları, ailesi ile olan anlaşmazlıklarda bile, bizzat Hz. Ahmed’inas hakemlik yapmasını isteyerek, onun hükmüne uyacaklarını beyan ederlerdi. Özetle onu tanıyanlar, her konuda ona itibar edip, onun bir doğruluk ve dürüstlük abidesi olduğuna inanırlardı. Hıristiyan, Hindu ve Sihler dini itilaflarına rağmen, onu hayatının mukaddes bir hayat olduğunu ikrar ederlerdi.
İnsanların Hz. Ahmedas hakkındaki görüşlerinin bir örneğini burada nakledeceğim. Bu ifade, daha sonraları kendisine düşman kesilen ve iddiada bulunduğu zaman onun hakkında ilk tekfir fetvasını veren kimseye aittir. Bu kimse alelade biri olmayıp, Ehli Hadis fırkasının lideri Muhammed Hüseyin Batalavî’dir. O, Berahin-i Ahmediye hakkındaki görüşlerini bildirirken, İşaatü’s Sünneh isimli gazetesinde şöyle demiştir: “Berahin-i Ahmediye’nin yazarının durum ve düşüncelerini, çağdaşlarımız arasında bizim kadar tanıyan pek az kimse vardır. O, hemşerimizdir. Bizler gençliğimizde, Kutbi’yi ve Şerh Molla’yı beraber okumuştuk. O zamandan beri aralıksız olarak mektuplaşmakta ve görüşmekteyiz. Nitekim onun durumunu pekiyi biliriz dememiz, abartılı bir ifade değildir.[4]”
Buraya kadar söyledikleri, şahadetinin söylentilerden ibaret olmadığını, aksine bunun uzun bir tecrübeye dayandığını beyan etmektedir. Onun şahadeti şöyle devam etmektedir: “Bizce bu eser, bu devir ve ihtiyaçları bakımından eşsizdir. İslam’da bugüne dek, bunun bir benzeri kaleme alınmamıştır. Geleceğe dair herhangi bir kimsenin bir şey söylemesi mümkün değildir. Bundan sonrasını da, ancak Allahcc bilir. Yazara gelince, canı, malı, kalemi ve dili ile ayrıca hâl ve kal olarak, her bakımdan İslam’a yardım etmek açısından, eski Müslümanlar arasında bile onun benzeri pek nadir görülmektedir. Bizim bu ifademizden dolayı, bizi Asyalılara has abartıcılıkla itham eden birisi olursa, ondan Arya Samac, Brahmo Samac gibi İslam düşmanlarının itirazlarına bu derece çaba ve titizlikle cevap vermiş olan, en az bir eser daha göstermesini isteyeceğiz. Keza parası, kalemi, sözü ve sükûtu ile İslam’a aynı şekilde hizmet etmeye kararlı ve azimli olan, hayatlarını aynı şekilde İslam’a adayan, İslam düşmanlarına ve vahyi inkâr edenlere, vahiy hakikatini reddeden, onun gerçek olup olmadığını denemek için bize gelip vahiy gerçeğini öğrensin diye, erkekçe meydan okuyan, ayrıca tecrübe ve müşahedesiyle gayri Müslimlerin ağızlarını kapatan, birkaç İslam dostu daha göstermesini de isteyeceğiz.[5]”
Onun karakteri ve İslam’a hizmetleri hakkındaki bu görüş, o Vadedilen Mesihlik iddiasında bulunduğunda, tıpkı Mekkeliler gibi davranan bir kişiye aittir. Onlar Peygamber Efendimizsav için sadık ve emin ifadelerini dillerinden düşürmezlerken, kendisine peygamberlik geldiğinde, onu reddettiler. Aynı bunun gibi, bu kimse de Hz. Ahmed’inas iddiasını reddetti ve ömrünün kalanını onu tekfir etmek, yalanlamak ve kendisine muhalefet ile geçirdi. Ancak iddianın ardından yapılan muhalefetin hiçbir değeri yoktur, çünkü Kuran-ı Kerim’e göre, dilin otuz iki dişin ortasında bulunması gibi, muhalifler ve düşmanların ortasında bulunan ve herkese doğruluğunu onaylatan kimsenin, birden bire Allah’acc yalan isnat etmesi mümkün değildir. Hayatının lekesiz oluşunu düşmanlarının bile kabul ettiği bir kimseyi, birden bire insanların en şerlisi haline getirmek, Allah’ıncc sünneti değildir. Allah, en büyük çıkar ve tehlikenin doğruluktan uzaklaştıramadığı kimsenin kalbini, birden bire Kendisine yalan isnat edecek kadar karartacak şekilde zalim değildir.
Peygamber Efendimizsav düşmanlarına sıklıkla meydan okuyarak, peygamberlikten önceki hayatına ait en küçük bir ahlaki kusur bulup göstermelerini talep etmişti. Kimse bu meydan okumayı kabul edip ortaya çıkmamıştır. Aynen bunun gibi Vadedilen Mesihas de meydan okuyarak, “Allah-u Teâlâ bana buyurdu ki, hiçbir zaman muhaliflerin, yaşamın hakkında sana bir leke gösteremeyecek,” demiştir.[6] O iddiasından sonra, lekesiz karakteri ile ilgili muhaliflerine sürekli meydan okumuştur. O onlara, çocukluğundan iddiasına kadar olan yaşamını, onların lekesiz ve benimsenecek bir örnek olarak kabul ettiklerini hatırlatmıştır. O, muhaliflerine sıklıkla meydan okuduğu halde, kimse aksini beyan edememiştir. Onun gençliğinin bizzat şahidi olan bazı kimseler hala hayattadır. Kendisine şiddetle muhalefet etmelerine rağmen, Vadedilen Mesih’inas karakterinin hayret uyandıracak kadar temiz olduğunu gizleyememişlerdir ve asla da gizleyemeyeceklerdir. Birçok Hindu, Sih ve Müslüman’ın dediklerine göre, onun çocukluğu ve gençliği, Allah ehlinin hayatına benzemekteydi.
Özet olarak, Allah-u Teâlâ’nın Kuran-ı Kerim’de muhaliflere karşı hüccet olarak takdim ettiği Peygamber Efendimizinsav nefsi natıkası, nasıl onun doğruluğunun güçlü bir delili olduysa, aynı şekilde Vadedilen Mesih’inas iddiasından önceki yaşamı da onun doğruluğunun güçlü bir delilidir. Kimse bunu inkâr edemez. Nefs-i natıkası, onun doğruluğunun da kesin delilidir.
[1] Yunus suresi, ayet 16-17
[2] El Hafiz İbni Kesir, El Badaya ven Nihaya, cüz.3,s.27, M.1966, Beyrut
[3] Buhari, bab. Keyfe kane badü’l vahiy
[4] İşaatü’s Sünne, c.6, no:7, s.176
[5] İşaatü’s Sünne, c.6, no:7, s.169-170
[6] Ruhani Hazain, c.18, s.590, Nüzulü’l Mesih, s.214