Meleklerin bizimle olan ilişkisinin çeşitleri ve her çeşidin aktardığı feyiz konusuna girerken şeytanın bizimle olan ilişkisi de aklımıza gelir. Bu iki varlık bir nevi birbirinin zıtları olduğu için birlikte anlatılabilir.
Hatırlamaya değerdir ki hem meleklerin hem de şeytanın etkileri üç çeşit veya üç aşamalıdır. İlk aşamasının adı “Lemmeyi Melekiye” dir. Bu kelime meleğin önerisi olarak tercüme edilebilir. Bunun örneği bir yere giderken yolunu kaybeden birisine alakasız birisi tarafından yol gösterilmesidir. Böyle birisi ona “buradan değil, şuradan git” der. Bu seviyede melek de aynen bu şekilde bir öneride bulunur. İkisinin arasındaki ilişkiyse iki ecnebinin ilişkisine benzer.
İnsan ve meleğin ilişkisi gelişince bir dostluk ilişkisi ortaya çıkar. Bunun örneği bir yolcululukta iki dostun birbiriyle yaptığı muameledir. Yolu bilmeyen insan yolu bilen dostunu takip eder, her dediğini dinler ve ikide bir “nereye götürüyorsun beni” demez. Böyle bir ilişki başlarsa insan ve melek insanın ruhani yolculuğunda beraber yürürler ve dini ıstılahlarda bunun adı ruh-ul-Kudüs’ün teyididir. Böyle birisi üzerine ruh-ul-Kudüs’ün indiği de söylenir. Bu seviyeye geldikten sonra bu ilişki ilk seviyesi (Lemmeyi Melekiye) gibi gelip geçici olmaz, kalıcı olur.
Bunun ötesinde bir seviye daha vardır. Bu seviyede insan ve meleğin ilişkisi efendi-köle ilişkisine benzer. Bu seviyede melek sadece refakatçi bir dost değil, Allah’ın emri ile insanın hiç ayrılmayan bir hizmetçisi haline gelir. İtaat eder, her dediğini dinler. Vaat edilen Mesih’in “ateş bizim kölemizdir; hatta bize gerçek anlamda itaat edenlerin de kölesidir” şeklinde bir vahyi vardır. Ateşin köle olmasının anlamı ateş meleğinin köle olmasıdır. Hicr süresinin 3. ayetinde geçen kısmının anlamı da budur. İlk Âdem ile ilgili meleklere “buna itaat edin” emri verildi. Şanı daha da yüksek olan ikinci Âdem olan vaat edilen Mesih için de aynı emrin verilmesi gerekirdi ve verildi. Ateş senin hatta sana itaat edenlerin de kölesidir, hizmetçisidir dendi.
Bu mertebede olan bir insanın yanında melek aynen bir kul gibidir; yanından hiç ayrılamaz. Normal bir hizmetçi canı isterse ayrılabilir ama bu durumdaki melek Allah’ın emri yüzünden hiç ayrılamaz. Bu peygamberlik seviyesidir.
İnsan-şeytan ilişkisi de benzer şekilde üç aşamalıdır. İlk aşamada bu ilişki düz yolda yürüyen birisinin kötü niyetli birisi tarafından “oradan gitme, buraya gel” diyerek yolundan saptırmaya çalışmasına benzer. Böyle birisinin sözünü dinleyen yolunu kaybedecektir. Şeytan da başlarda böyle çalışır, sözünü dinleyeni hidayet yolundan saptırır, bambaşka yerlere götürür. Gerçi bu aşamalarda genellikle böyle birisinin yanında melekler de olur ve onu geri getirmeye çalışırlar.
Ama birisi onu yolundan saptırmaya çalışan şeytanı her çağırdığında dinlerse; sürekli uyarsa durumu kötüleşir ve bu ilişki bir ecnebi-ecnebi ilişkisi olmaktan çıkıp bir dost ilişkisine benzemeye başlar. Bu ilişki hakkında Kuran-ı Kerim şöyle der;
(Nisa süresi 39. ayeti)
Hele şeytan kimin arkadaşı olursa (o iyi bilsin ki) o ne kötü arkadaştır!
Bu ilişkinin ikinci seviyesidir. Sonra üçüncü seviye başlar. Bu seviyede şeytan insana hükmeder; efendisi haline gelir. İnsan ise onun kölesi olur, ne derse onu yapar. İşte böyleleri hakkında Kuran-ı Kerim şeytana tapanlar terimini kullanır. Sözün özü iyiliğe doğru adım atan eninde sonunda meleğin sırtına biner ve ilerler ama kötülüğe doğru gidenin sırtına şeytan biner ve istediği gibi oynatır.
İnsan-melek-şeytan ilişkisi anlattığım gibi bu üç aşamadan geçer. Denilebilir ki eğer her insan şu üç seviyenin birinde oluyorsa acaba her insan için tayin edilmiş bir melek mi vardır? Bu sorunun cevabı evettir. Her insan için tayin edilmiş bir melek vardır. Daha önce de anlattığım gibi melekler iki türlüdür. Birinci çeşit melekler her insanın yanında olan ve sayısı birer veya ikişer olan meleklerdir. Bu konuda Allah şöyle der;
(Tarık süresi 5. ayeti)
Üzerinde gözetici olmayan hiçbir can yoktur.
Bu herkes için tayin edilen bir meleğin olduğunu anlatan bir ayettir. İkinci tür melekler ise her insanla bir ilişkisi olan meleklerdir. Az veya çok her insanı etkilerler. Örneğin Cebrail tüm insanları etkilemektedir. Bu tür meleklerin yardımcıları da olur ve bu yardımcılar etkilerini yayarlar.
Denilebilir ki eğer tek bir melek tüm insanları etkiliyorsa meleğin inmesinin veya nüzul olmasının anlamı nedir? Unutulmamalıdır ki nüzul Kuran-ı Kerim’in bir ıstılahıdır ve gerçekten de inip bir yerlere gittiği anlamına gelmez. Sadece sürekli olarak etki ettiği anlamına gelir. Bakınız nüzul kelimesi Allah için de kullanılmıştır. Bazı hadisler kader gecesinin sonlarına doğru Allah’ın aşağı indiğini söylerler. Bunun anlamı sadece şudur ki; bu durumda Allah normalin çok üstünde etkisini yapar; kuluyla ilgilenir. Aynı anlam Cebrail için de geçerlidir. O da yerinden kıpırdamaz; hep malum olan yerdedir. Sadece olduğu yerden etki yapar. Güneş bir aynada yansıdığında gerçekten de inmiş sayılmaz. Aynı şekilde Cebrail gerçekten fiziksel olarak peygamber efendimizin yanına gelmezdi. Bir nevi yansıması gelirdi. Peygamber efendimizin önüne çıkan insan şeklindeki melek sadece Cebrail’in bulunduğu yerden yarattığı imaj ve yansıma idi, yoksa kendisi yer değiştirmez. Her insanla ilgilendiği için böyle bir şey de söz konusu olmaz.
Yani nüzul kelimesinin anlamı sadece şudur ki onu yansıtabilen bir kalpte aynen güneşin bir aynada göründüğü gibi görünür. Bu olay gerçekleştiği vakit ruh-ul-Kudüs insanın yanına gelmiş sayılır ve insan da her işini onun yardımıyla yapar. Hazreti İsa (as) hakkında da aynı şey söylenmiştir. Hıristiyanlar “şeytan onu kandırırdı” diyorlar. Oysa Kuran-ı Kerim “böyle bir şey mümkün değildir; onun yanında Cebrail vardı” der.
Denilebilir ki eğer Cebrail aynen güneş gibi herkese etki yapıyorsa tüm peygamberler veya evliyalar Peygamber Efendimiz (sav) gibi parlamalıdır; onunla aynı seviyede olmalıdır. Muhammed, Musa veya İsa hep aynı mertebeye ulaşmalıdırlar. Bu doğru değildir; çünkü yansımanın kalitesi sadece yansıma yapan şeye değil, yansıtan şeye de bağlıdır. Bir çelik levhası üzerinde güneşin yansıması bir ayna üzerindeki yansımadan farklı olacaktır; şanları aynı olmayacaktır. Muhakkak ki Cebrail tektir ve yaydığı ışık da aynıdır ama yansıtanlar farklı farklıdırlar. Yansıtan kalp ne kadar musaffa ve tertemiz ise yansıması da o kadar âlâ olacaktır. Bu sebeptendir ki Cebrail aynı olmasına rağmen etkisi altında kalanlar farklı mertebelerde insanlardı. Musa Musa’ydı ve Muhammed (sav) Muhammed.
Aynı şekilde Peygamber Efendimizin (sav) seviyesi diğer tüm peygamberlerden daha yüksek olmasının sebebi de budur ki; ışık tutan aynı olmasına rağmen o kendi kalbinin temizliği yüzünden fark attı. Yoksa denilebilirdi ki, ona tutulan ışık daha güçlüydü ve ruhani seviyesinin sebebi de budur. Diğerlerinin ruhani seviyesinin daha az olmasının sebebi de onlara tutulan ışığın kaynağıdır. Kaynak aynı olsaydı onlar da aynı seviyeye çıkarlardı. Ama kaynak aynı olunca mertebelerin farkının sebebi kendi iç temizliği ve ruhani gücü olur. Etki yapan aynıysa tepkinin farklı olması tepki yapanın durumunu gösterir. İçleri farklı olunca her ne kadar etki aynı bile olsa netice farklı olacaktır. İşte Peygamber Efendimizin (sav) en âlâ zat ve en yüce insan olmasının sebebi de budur. Onun kalbi en tertemiz, en musaffa ve en çok yansıtabilen kalpti.
Şunu da hatırlamakta fayda vardır ki bazen asıl feyiz getiren kaynağın ismi, getirdiği feyzin yansıtma aynasıyla birleşince çıkan neticesine uygun konur. Asıl feyiz aktaran yine ruh-ul-Kudüs olur ama aktarılan feyiz kalbin durumuna uygun olduğu için başka bir şekil alır. Örneğin güneşin aktardığı ışığı toplamak için en iyi malzemenin bir ayna olduğuna karar verirsek, bir çelik levhasına tercih ederiz. Peygamber Efendimizin (sav) kalbi en temiz, en şeffaf ve en musaffa olduğu için onun topladığı feyiz en çoktur ve kıyamet gününe kadar insanlar için geçerli olmaya hak kazanmıştır.
Dikkat ediniz ruh-ul-Kudüs, Hazreti İsa’nın (as) yanına bir güvercin şeklinde gelmiştir ama Peygamber Efendimizin (sav) yanına çok daha üstün olan bir insan şeklinde inmiştir. Aktarılan feyiz ve alıcı aynanın musaffalığı neticesinde değişen sonuç yüzünden Cebrail’in de ruh-ul-Kudüs ve ruh-ul-Emin gibi birçok ismi vardır. Ruh-ul-Kudüs ismi getirdiği o pak kelam yüzündendir; ruh-ul-emin ise bu kutsal emaneti hep koruduğu içindir. Bu kelamı her türlü, bozulmadan korumak onun görevidir. Peygamber Efendimizin (sav) musaffa kalbi sonsuza dek koruması gereken bir kelamı çektiği için Cebrail bu ismi için Peygamber Efendimize (sav) borçludur; onun ihsanı altındadır.
Sözün özü diğer peygamberler için sadece ruh-ul-Kudüs olan Cebrail, Peygamber Efendimize (sav) gelince ruh-ul-emin lakabını da aldı. Ruh-ul-Emin sadece pak bir kelamı getiren birisi değildir. Aynı zamanda onu sonsuza dek koruyan ve muhafaza eden birisi de demektir ve bu açıdan, bu isim ruh-ul-Kudüs isminden üstündür.