Üçüncü olarak Allah’ın “Mücib” sıfatını anlatacağım.
Elçisi olduğunu iddia edenlerin hepsi aynı zamanda Onun Mücib yani duaları kabul eden birisi olduğunu da söylemişlerdir.
Eğer hakikaten duaları kabul eden bir varlık bulunursa Allah’ın varlığı da ispatlanmış olur. Hatta onun “Semi” olduğu da aynı zamanda ispatlanmış olur. “Semi” söylediklerimizi dinleyen ve kulak veren birisine denir.
“Mücib” ise o söylediklerimizin içindeki duaları kabul eden birisidir. Dualarımızın kabul görmesi bu sıfatın ispatıdır. Allah öyle imkânsız görünen durumlarda dualarımızı kabul ediyor ki bunları gördükten sonra hala onun varlığını inkâr etmek ancak bir mecnunun işi olabilir. Vâdedilen Mesih’in dualarının öyle olağanüstü şekillerde kabul olduğunu gözümüzle gördük ki bundan sonra Allah’ın varlığı konusunda bir şüpheye düşmek mümkün değildir.
Kendim de bu konuda tecrübe sahibiyim ve defalarca dualarımın şaşırtıcı bir şekilde kabulüne şahit oldum.
Nüvab[1] Muhammed Ali Han Sahibin oğlu Abdülrahim Han Sahibin yaşadığı olayı hatırlarsınız. Bir seferinde öyle bir hastalandı ki doktorların hepsi “artık bunun hayatta kalması mümkün değildir” dediler. Vâdedilen Mesih Allah huzurunda “eğer bu çocuğun eceli gelmişse ben şefaat ediyorum” diye dua etti. Dua eder etmez “Kim iznim olmadan şefaat edebilir?” diye kuvvetli bir ilham geldi. Bu ilham o kadar heybetliymiş ki Vâdedilen Mesih bir ölü gibi yere yığılmış. Ama hemen arkasından “Ama sana iznim var” sesi gelmiş. Bunun üzerine Vâdedilen Mesih yine dua etmiş ve o duası kabul olmuş. Hemen dışarı çıkıp herkese anlatmış (daha hastanın durumu aynı kritikliğini korurken). “Bunun son saatleridir” diyen doktorların gözünün önünde hasta iyileşmeye başlamış. Hala hayattadır ve İngiltere’ye eğitim için gitmiştir. Velhasıl dualar öyle olağanüstü bir şekilde kabul oluyor ki insan, üstün ve irade sahibi bir varlığa inanmak zorunda kalıyor. O varlığın Mücib olduğunu kabul etmek durumunda kalıyor.
Duaların kabul görmesi konusuna itiraz ve cevabı:
Deniliyor ki dualar neticesinde olduğunu sandığımız olaylara neden tesadüf demeyelim?
Bu itiraz makuldür. Gerçekten inanılmaz şeyler bazen tesadüfen olabiliyorlar. Ama bazı sebeplerden dolayı duaların kabul görmesi tesadüfe bağlanamaz.
Birincisi duaların hemen arkasından aksi olan durum öyle bir şekilde değişmeye başlar ki bizzat yaşayan veya şahit olan kimse bunu tesadüfe bağlayamaz.
İkincisi dua ile tesadüfen olamayacak şeyler bile gerçekleşebiliyor.
Üçüncüsü duaların kabulü öyle kesretle (adedi fazla olan bir şekilde) oluyor ki tesadüf kelimesi bu olaylarda kullanılamaz hale geliyor.
Dördüncüsü belli durumlarda dua eden, duasının kabul gördüğüne dair ya ilham ya ilka[2] yoluyla önceden haberdar ediliyor. Bu durumlarda zaten bilimsel olarak buna tesadüf demek mümkün değildir. Yani kabuliyet-i dua’nın manzaraları öyle bir şekilde karşımıza çıkıyor ki tesadüf kavramı onlara gölge düşüremiyor.
Hz. Mirza Beşiruddin Mahmud Ahmed
Allah (c.c.) adlı eserinden
[1] Hindistan’da İngilizlerin Lord rütbesine denk gelen bir rütbe.
[2] Bir fikrin Allah tarafından insanın zihninde kuvvetli bir şekilde yerleştirilmesi