Allah Muhammed’e “başka bir kelâm” söylemeye başladı. Memleketin gençleri meraka düştü. Hakikati arayanlar heyecanlandı. Hakaret ve alayın yerini takdir ve tasvip almaya başladı. Köleler, gençler, bahtsız kadınlar Peygamberin etrafında toplanmaya başladı. Onun tebliğinde düşkünler, itibarı olmayanlar ve hakaret görenler, ve gençler için ümit vardı. Kadınlar haklarını elde edecekleri zamanın yakın olduğunu düşünüyorlardı. Köleler azaldığa kavuşacakları günün geldiğine inanıyorlardı ve gençler gelişme ve ilerleme yollarının kendilerine açılacağına kanaat getirmişlerdi. Alay ve istihzanın tasvibe, kayıtsızlığın alâka ve sevgiye dönüşmesi üzerine, Mekke reisleri ve idareciler korkmaya başladılar. Bir araya toplanıp bu meseleyi tartıştıktan sonra, alay ve küçümsemenin bu tehlike ile başa çıkacak bir metot olmadığına karar verdiler. Daha ciddî bir çareye başvurmak gerekiyordu. Yeni cereyan kuvvet ve şiddet yoluyla bastırılmalı idi. Baskı ve eziyet yapılması ve bir çeşit boykot uygulanması karara bağlandı. Çok geçmeden amelî tedbirler alındı ve Mekke İslâmiyete karşı ciddî bir mücadeleye girişti. Hz. Peygamber (S.A.V.) ve taraftarlarının oluşturduğu küçük zümreye artık kaçık ve mecnun gözüyle bakılmıyor, aksine önüne geçilmediği takdirde Mekke’nin dinini, prestijini, âdetlerini ve ananelerini tehdit eden bir tehlike sayılıyordu. İslâmiyet, Mekke’nin toplumsal çatısını yıkıp yeni baştan bina etmek, ve Arabistan’ın eski düzeninin ve eski ruhunun tamamıyla ortadan kalkmasına yol açacak yeni bir dünya yaratmak iddiasında idi. Mekkeliler artık İslâmiyet’e bir alay konusu gibi bakamazlardı. İslâmiyet bir meydan okuma idi ve Mekkeliler bu meydan okumayı kabul etmişlerdi. Nitekim, daha önce de peygamberlerin meydan okumasını onların düşmanları daima kabul etmişlerdi. Mekkeliler delile karşı delil ileri süremeyip kılıç çekmeye ve bu tehlikeli cereyanı bastırmaya; Hz. Peygamber (S.A.V.)’in ve ona bağlı olanların güzel misalini taklit etmemeye; nazikane sözlere aynı ile karşılık vermeyip masum insanlara kötü muamele yapmaya; ve tatlı dil kullananlara sövüp saymaya karar verdiler. Bir defa daha dünyada iman ile imansızlık arasında mücadele başladı. Şeytanın kuvvetleri meleklere karşı harp açtı. Henüz bir avuç insandan ibaret bulunan imanlılar imansızların saldırısına ve şiddet hareketlerine karşı dayanacak güçte değildiler. Son derece zalimane bir kampanya başladı. Kadınları hayasızca doğradılar. Erkekleri boğazladılar. Hz. Peygamber (S.A.V.)’e inandıklarını beyan eden köleleri çölün kızgın kumları ve kayaları üstünde sürüklediler. Aradan epey zaman geçip de İslâmiyet artık her tarafta iyice güçlendikten sonra, ilk müminlerden Habbab bin El-arat bir gün vücudunu dostlarına gösterdi. Dostları onun derisinin hayvan derisi gibi sert olduğunu gördüler ve sebebini sordular. Habbab güldü ve İslâmiyet’i kabul eden kölelerin Mekke sokaklarında ve kızgın kumlarla kayalar üzerinde sürüklendiği o ilk günlere ait hatıra olduğunu söyledi. (Musned, Cilt 5, Sayfa 110)
İman eden köleler değişik milletlere mensuptu. Bilâl (R.A.) Zenci, Suheyb (R.A.) Rum’du. Dinleri de değişik idi. Cebr ve Suheyb (R.A.) Hristiyan, Bilâl ve Ammar (R.A.) putperestti. Bilâl (R.A.)’i sıcak kumlara yatırmışlar, üzerine taşlar yığmışlar ve göğsünün üstünde çocuklara dans ettirmişlerdi. Efendisi Umeyye bin Half, Bilâl (R.A.)’e bu işkenceyi yaptırmış ve sonra da Allah’a ve Peygamber (S.A.V)’e inanmaktan vazgeçip Mekkelilerin taptığı Lat ve Uzza’ta hamd-, sena etmesini onlardan istemişti. Bilâl (R.A.) sadece “ahad, ahad”, yani “Allah bir, Allah bir” diye cevap vermişti.
Fena halde öfkelenen Umayya Bilâl (R.A.)’i sokak çocuklarına teslim edip, boynuna bir ip dolamalarını ve şehrin bir ucundan öbür ucuna kadar sivri taşlar üstünde sürüklemelerini söyledi. Bilâl (R.A.)’in gövdesinden kanlar akıyor, fakat o yine “ahad, ahad” demeye devam ediyordu. En sonunda Müslümanlar Medine’ye yerleşip bir derece huzur içinde ibadet etmeye başladıkları vakit, Kutsal Peygamber Hz. Muhammed Resulüllah (S.A.V.) Bilâli müezzin tayin etmişti. Afrikalı olduğundan, Bilal (R.A.) Arapça “eşhedü” kelimesini iyi telâffuz edemiyordu; ve Medine’deki Müslümanlar da onun bu yanlış telâffuzuna gülüyorlardı. Lâkin, Hz. Peygamber (S.A.V.) Medinelileri azarlamış ve Bilâl (R.A.)’in Mekke’deki işkenceler karşısında gösterdiği sarsılmaz imanından ötürü Allah (C.C.) indinde ne kadar aziz olduğunu onlara anlatmıştı. Ebu Bekir (R.A.) için ve başka birçok köleler için fidye ödeyip onların azat edilmesini sağlamıştı. Bu köleler arasında, azatlandıktan sonra zengin bir tüccar olan Suheyb (R.A.) de vardı. Fakat, Kureyşliler hür iken de ona eziyet etmekten geri durmuyorlardı. Hz. Peygamber (S.A.V.) Medine’de yerleşmek üzere Mekke’den ayrıldığı zaman, Suheyb (R.A.) onunla beraber gitmek istemişti. Fakat Mekkeliler buna engel olmuşlar ve Mekke’de kazandığı serveti Mekke’den çıkaramayacağını kendisine söylemişlerdi. Suheyb (R.A.), Medine’ye gitmesine engel olunmadığı takdirde, bütün malını ve servetini Mekkelilere vermeyi teklif etti. Mekkeliler teklifi kabul ettiler.Suheyb (R.A.) parasız pulsuz Medine’ye vardığında Hz. Peygamber (S.A.V.) gördü ve vaziyetini ona anlattı. Hz. Peygamber (S.A.V.) kendisini tebrik etti ve “Hayatında yaptığın en hayırlı alışveriş budur,” dedi.
Bu Hak yolu benimsemiş kölelerden çoğu hem dıştan hem içten imanlarına çok bağlı kalmışlardı. Lâkin, bazıları zayıf ve metanetsizdi. Bir kere, Hz. Peygamber (S.A.V.), Ammar (R.A.)’a ağrılar ve sızılar içinde inlerken ve gözyaşlarını silerken rastladı. Hz. Peygamber (S.A.V.) yanına geldiğinde, Ammar (R.A.) kendisini dövdüklerini ve dinden dönmeye zorladıklarını anlattı. Hz. Peygamber (S.A.V.) Ammar (R.A.)’a “Kalben imanına bağlı kaldın mı?” diye sordu. Ammar (R.A.) “Evet” cevabını verince, Peygamber gösterdiği zaaf ve metanetsizliği Allah’ın affedeceğini ona söyledi.
Müşrikler Ammar (R.A.)’ın babası Yasir (R.A.)’e ve anası Samiye (R.A.)’ye de işkence yapmışlardı. Böyle bir işkence esnasında, Hz. Peygamber (S.A.V.) tesadüfen civardan geçiyordu. Kalbi üzüntü ile doldu ve “Ey Yasir ailesi! Metanetle sabrediniz, zira Allah sizin için bir cennet hazırladı,” dedi. Bu mübarek sözler çok geçmeden gerçekleşti. Yasir (R.A.) işkenceler altında can verdi ve biraz sonra yaşlı karısı Samiye (R.A.)’yi de Ebu Cehil bir mızrakla öldürdü. Zinnira (R.A.) isminde bir kadın köle müşriklerin zâlimane işkenceleri neticesi gözlerini kaybetti. Safvan bin Umeyye’nin kölesi Ebu Fukayh (R.A.) kızgın kumların üstüne yatırıldı, ve acısından dili dışarıya sarkana kadar göğsüne ağır, sıcak taşlar konuldu.
Başka köleler de buna benzer işkence ve eziyetlere maruz kalmışlardı. Bu zulüm ve işkenceler çekilmez bir durumda idi. Lâkin, ilk müminler, onların hepsine metanetle göğüs gerdiler; çünkü her gün Allah’tan aldıkları teminatla kalplerine kuvvet ve cesaret gelmişti. Hz. Peygamber (S.A.V.) Kur’an-ı Kerim indiği gibi, bütün müminlere de Allah’ın güven telkin eden sesi inmişti. Böyle olmasaydı, müminler, kendilerine yapılan eziyet ve işkencelere dayanamazlardı. Kendi hemcinsleri, dostları ve akrabaları onlardan yüz çevirmişti ve Allah’tan başka kimseleri yoktu. Fakat Allah’tan başka kimseleri yok diye endişelenmiyorlardı. Allah’ın inayeti ile zulüm onlara hiç gibi, savrulan küfürler iltifat gibi, taşlar kadife gibi geliyordu.
Hür müminlere yapılan zulüm, köle müminlere yapılan zulümden aşağı kalmıyordu. Mekke’nin ileri gelenleri ve reisleri onlara başka şekillerde eziyet ediyorlardı. Osman (R.A.) kırk yaşında idi ve zengin hâli vakti (yerinde) bir adamdı. Fakat, Kureyş, Müslümanlara eziyet edilmesini ve cefa yapılmasını kararlaştırdığı vakit, amcası Hakem onu bağlayıp dayak atmıştı. Sonraları büyük bir İslâm kumandanı olan cesur delikanlı Zubeyr bin El-Avam’ı dayısı bir hasırın içine sardı ve altından yaktığı ateşin dumanı içinde onu boğmakla tehdit etti. Fakat Zubeyir bin El-Avam dininden dönmedi. Çünkü hakkı bulmuştu ve haktan ayrılamazdı.
Gaffar kabilesinden Ebu Zer Hz. Peygamber (S.A.V.) hakkında haberler işitmiş ve bunları tahkik etmek için Mekke’ye gitmişti. Mekkeliler, Muhammed’i çok iyi bildiklerini ve başlattığı cereyanın çirkin bir tertipten başka bir şey olmadığını söyleyerek, Ebu Zer’i fikrinden vazgeçirmeye çalıştılar. Fakat Ebu Zer bu telkinlere kulak asmadı; Hz. Peygamber (S.A.V.)’a gitti, İslâmiyet’in tebliğini doğrudan doğruya onun ağzından işitti, ve iman getirdi. Ebu Zer, imanını kabilesinden gizli tutsun mu tutmasın mı diye sordu. Hz. Peygamber (S.A.V.) birkaç gün gizli tutabileceğini söyledi. Lâkin Mekke sokaklarından geçerken Mekke reislerinin bir toplantısında Hz. Peygamber (S.A.V.)’a dil dil uzattıklarını ve küfrettiklerini işitti. İmanını saklamayıp derhal haykırdı: “Şahadet ederim ki Allah’tan gayrı yoktur; ve Allah’ın benzeri yoktur; ve Muhammed O’nun kulu ve Resulüdür”. Bir müşrik kalabalığı içinde böyle bir bağırma onlara hakaret gibi geldi. Fena halde hiddetlenerek, onu bayıltıncaya kadar dövdüler. Henüz İslâma gelmemiş olan Hz. Peygamber (S.A.V.)’in amcası Abbas tesadüfen oradan geçiyordu. Eziyet edenleri azarlayarak “Yiyecek kervanlarınız Ebu Zer’in kabilesine ait topraklardan geçer; bu yaptığınız muameleye kızarlarsa, sizi aç bırakıp öldürürler,” dedi. Ebu Zer ertesi gün evden dışarı çıkmadı. Fakat bir gün sonra yine aynı toplantının yapıldığı yere gitti ve eskisi gibi Hz. Peygamber (S.A.V.)’a küfrettiklerini işitti. Daha sonra Kâbe’ye uğradı ve halkın aynı şekilde konuştuklarına şâhit oldu. Kendisini tutamadı ve yüksek sesle Kelime-i Şahadet getirdi. Onu yine fena halde dövdüler. Aynı şey üçüncü defa başına geldikten sonra, Ebu Zer kabilesine döndü.Hz. Peygamber (S.A.V.)’in kendisi dahi müminlere yapılan zalimane muameleden kurtulamamıştı.
Hz. Peygamber (S.A.V.) bir gün ibadet ederken bir takım müşrikler onun boynuna bir harmani dolayıp kendisini sürüklemişlerdi; ve gözleri adeta dışarı fırlamıştı. Ebu Bekir yetişip onu kurtardı ve müşriklere “Allah benim Rabbimdir, dediği için mi kendisini öldürmeye uğraşıyorsunuz?” dedi. Başka bir defa, bir sokaktan geçerken bir çok sokak çocuğu onun peşine takıldı. Ensesine şamar attılar ve gelip geçenlere onu gösterip, bu adam peygamberliğini ilân etti, diye alay ettiler. İşte herkes onun hakkında bu kadar nefret ve kin besliyordu ve o da buna karşı aciz ve çaresizlik içinde bulunuyordu.
Civarda oturanlar Hz. Peygamber (S.A.V.)’in evini taşlarlar ve mutfağına çöp, süprüntü ve kesilen hayvanların artıklarını dökerlerdi. Çok defa ibadet esnasında üstüne toprak atarlardı ve ibadet için emin bir köşeye çekilmek mecburiyetinde kalırdı.
Mamafih, zayıf ve masum bir zümreye ve onun namuslu, iyi niyetli ve fakat âciz bir önderine karşı yapılan bu zulümler ve haksızlıklar tepki yaratmaktan boş kalmamıştı. Temiz ve dürüst insanlar bunları görüyor ve İslâmiyet’e çekiliyorlardı. Bir kere, Hz. Peygamber (S.A.V.) Kâbe’ye yakın Safa tepesinde oturmuş dinleniyordu. Hz. Peygamber (S.A.V.)’ın baş düşmanı olan Mekke reisi Ebu Cehil yanından geçti ve ona ağız dolusu küfürler savurmaya başladı. Hz. Peygamber (S.A.V.) cevap vermedi ve evine gitti. Hz. Peygamber (S.A.V.)’ın ev halkından bir kadın köle bu can sıkıcı hadiseye şâhit olmuştu. Mekkilerin çekindiği cesur bir adam olan Hazma –ki Hz. Peygamber (S.A.V.)’in amcası idi – aynı gün öğleden sonra avdan dönmüş ve yayı omzunda asılı olduğu halde kibirli bir şekilde eve girmişti. Sabahki hadiseyi unutamayan kadın köle Hamza’nın bu şekilde eve girmesinden tiksinti duydu, onu ayıpladı, ve “Kendini cesur sayıyorsun ve elinde silah etrafta caka satıyorsun amma sabahleyin Ebu Cehil’in masum yeğenine yaptığından haberin yok,” dedi. Hazma sabahki hadisenin detaylarını dinledi. Henüz iman getirmemiş olmakla beraber asîl bir karaktere sahipti. Hz. Peygamber (S.A.V.)’in tebliği onun üzerinde belki de tesir yapmıştı, fakat bu tesir onu açıktan açığa müminler zümresine katılmaya sevk edecek kadar kuvvetli olmamıştı. Ancak Ebu Cehil’in bu çirkin tecavüzünü işitince, kendini tutamadı. Yeni tebliğ hakkındaki kararsızlığı kayboldu. O zamana kadar yeni tebliğe karşı kayıtsız ve lâubali davrandığının farkına varmaya başladı. Doğruca Mekke reislerinin buluştuğu ve görüştüğü Kâbe’ye yollandı. Yayını çıkarıp Ebu Cehil’e şiddetli bir darbe indirdi ve “Bugünden itibaren beni Muhammed’in yandaşlarından say. Sana karşılık vermedi diye ona bu sabah küfür savurdun ha! Cesaretin varsa çık meydana ve benimle dövüş” dedi. Ebu Cehil küçük dilini yutmuştu. Dostları ona yardıma koşsalar da, Hamza’dan ve kabilesinden korkan Ebu Cehil, açıktan açığa çatışmanın çok pahalıya oturacağını düşünerek, onların önüne geçti; sabahki hadiseden ötürü gerçekten kendisinin suçlu olduğunu söyledi. (Hişam ve Tabari)