Buraya kadar huşu haleti olan ruhani vücudun ilk aşamasının cismani vücudun ilk aşaması olan spermle birebir bir münasebette olduğunu gösterdik. Şimdi ise her iki vücudun ikinci aşamaları arasındaki benzerliğini göstermek de uygun olacaktır. Daha önce de anlattığımız gibi ruhani vücuduna şekil veren ikinci mertebe şu ayette beyan edilmiştir.
Yani mümin odur ki abes gereksiz ve amaca uygun olmayan konuşmalar, işler, hareketler, meclis veya toplantılar, sohbetler ve alakalardan geri çekilirler, bağlarını koparırlar. Buna karşılık cismani vücuduna şekil veren ikinci aşama Kuran-ı Kerimde şöyle beyan edilmiştir;
Yani sonra Biz spermi alaka[1]’ya çevirdik. Yani onu beyhude bir şekilde zayi olmaktan kurtarıp rahmin cezp edici gücüyle ikisinin arasında bir alaka kurduk.
Bundan önce sperm son derece tehlikeli bir durumdaydı ve çocuğa dönüşüp dönüşmeyeceği malum değildi. Ama şimdi rahimle kurulan yeni alakası yüzünden korunaklı hale geldi ve daha önceki halinden farklı bir şekil aldı. Bu yeni şekil rahme yapışmış bir kan pıhtısına benzer. Biraz daha kıvama geldi, yoğunlaştı ve rahimle olan alakası yüzünden adı “Alaka” kondu. İşte kadın da ancak o aşamada hamile denmeye hak kazanır ve yeni kurulan bu alaka yüzünden rahim o kan pıhtısının kayırıcısı ve hamisi ve gözeticisi oluverir ve onun sayesinde sperm gelişmeye başlar. Ama dikkat ederseniz o kan pıhtısı her ne kadar rahme yapışıp korunaklı hale gelse de çok da temiz ve pak bir varlık sayılmaz. Sadece rahimle olan alakası yüzünden sperm gibi zayi olmaktan korunmuştur; sperm gibi beyhude şekilde akıp giden, zayi olan ve insanın elbiselerini bile kirleten bir şey değildir ama ne de olsa pak olmayan bir kan pıhtısıdır; hala gizli pisliklerle doludur. Eğer rahimle bir alaka kurulmasaydı kadının vücuduna girdikten sonra bile sağlam bir yer bulamayıp abes bir şekilde akıp gidebilirdi ama rahmin tedbiri onu kolladı ve bir kan pıhtısına dönüştürerek “alaka” haline getirdi. Oysaki bu aşamadan önce rahim ona özel bir ilgi göstermemişti. Ancak bu yeni ilgi onu kurtardı ve artık kıvamı da sperm sıvısı gibi akıp giden sulu bir kıvam olmaktan çıkıp nispeten daha yoğun hale geldi.
Cismani vücudunun ikinci mertebesi olan “alaka” seviyesine karşı gelen ruhani vücudun ikinci mertebe ise yukarıda da anlattığımız gibi şu ayette ifade edilmektedir;
Yani kurtulan müminler ancak onlardır ki abes ve beyhude ve asıl amaca uygun olmayan işlerden ve konuşmalardan ve hareketlerden ve sohbetlerden ve alakalardan sıyrılıp bir kenara çekilirler. İmanları bunu onlar için kolaylaştıracak kadar gelişir ve bu imansal ilerleme yüzünden Rahim olan Allah ile bir bağı oluşur. Nasıl ki kan pıhtısı haline gelen sperm de rahimle kurduğu yeni ama zayıf ilişkisi yüzünden beyhude olarak zayi olmaktan veya akıp gitmekten çok özel durumlar haricinde kurtulur; aynı şekilde ruhani vücudun ikinci aşaması da Rahim olan Allah ile bir alaka kurar ve “alaka” denilen o kan pıhtısıyla bir benzerlik kazanmış olur. Nasıl ki ruhani vücudun ikinci mertebesine ulaşılmadan birçok huşu haleti boşa gider; heba olur ve abes ve beyhude alışkanlıklar ve alakalardan kurtulmak nasip olmaz; aynı şekilde sperm sıvısı ki cismani vücudun ilk aşamasıdır “alaka” yani rahme yapışmış bir kan pıhtısına dönüşmedikçe binlerce kez beyhude bir şekilde zayi olur. Ama İlahi irade onu abes şekilde zayi olmaktan kurtaracak yönde olunca O’nun emri ve izniyle aynı sperm “alaka” oluverir ve cismani vücudun ikinci mertebesine çıkmış olmanın şerefine nail olur. Aynen bu şekilde ruhani vücudunun ikinci aşaması ki her tür abes ve amaçsız alışkanlıkları ve alakaları ve coşmalarından vazgeçerek bir kenara çekilmenin adıdır ancak Rahim Allah’ın izniyle ve Onunla bir alaka kurulunca nasip olur. Gerçek şudur ki mevcut bağları koparabilmek için yeni ve daha güçlü bir bağ şarttır ve bu yeni bağdır ki insanı zayi olmaktan kurtarır. Salt huşu istediği kadar nasip olsun, abes alışkanlıklardan ve beyhude meyillerden kurtaramaz; bu ancak Allah ile oluşan yepyeni bir alakanın gücüyle mümkün olur. Bir insan ister her gün karısıyla birlikte olsun; spermi rahimle bir alaka kurmadıkça hamilelik söz konusu değildir.
Dolayısıyla Allah’ın demesi şu anlamdadır ki gerçek müminler ancak beyhude dünyevi alışkanlıklardan kenara çekilen kimselerdir her abes dünyevi alandan geri adım atmak Allah ile bir bağın oluşmasına sebep olur[2]. Kalbini beyhude alışkanlıklardan kopartan kimse kalp boş kalamadığına göre onu Allah’a çevirmiş olur. İnsan ebediyen ibadet etmek için yaratılmıştır ve dolayısıyla bu aşk kıvılcımı onun kalbinde zaten vardır. İnsanın ruhu yaratıldığından beri Allah ile olan bu alakayı hamurunda taşımaktadır.
[3] ayeti de bu ezeli bağa işaret etmektedir. Doğrusu Rahim olan Allah’ın himayesinin altına girip ibadetlerle takviye edilen bağ ki ilk aşaması iman edip her tür abes ve beyhude iş ve hareket ve meclis ve sohbet ve alaka ve duygudan kenara çekilmektir Allaha ve insanın ruhu arasında ezelden beri var olan o kıvılcımı ortaya çıkartmaktan başka bir şey değildir. Daha önce de anlattığımız gibi ruhani vücudun ilk aşaması olan huşu haleti ve ağlamalar vs. sadece bir tohumun atılmasını temsil eder; herhangi bir sonucu garantilemez. Huşu haleti nasip olan kimsenin dünyevi abesliklerden de kurtulmuş olması veya başka temel ahlaklarla süslenmiş olması şart değildir. Hatta huşu haletini ve ağlayıp sızlamalarını başkalarını dahi etkileyebilecek seviyede gösteren kimsenin bile kalbi beyhude alışkanlıklar ve sevgiler ve hareketler ve sohbetler ve nefsani coşmalardan münezzeh olmayabilir. Bir taraftan ağlarken diğer taraftan günahlara batmış da olabilir. Sebebi de şudur ki huşu haletinin nasip olup haz ve lezzet vermesi başka şeydir; nefsin paklığı ve tertemizliği ise başka. Salikin[4] huşusu ve alçak gönüllülüğü ve haykırışı şirk ve bidatlerin katışıklılığından arınmış bile olsa ikinci mertebeye ulaşmamış birisi daha sadece yönünü düzeltmiştir, kıbleye dönmüştür; henüz yolun başındadır ve ikinci mertebeye varmadan daha nice deli ormanlar ve çöller ve kırlar ve beyabanlar ve dağlar ve dikenli yollar ve azgın denizler ve vahşi hayvanlar yolunda mevcuttur.
Yine söylüyorum; huşu haleti Allah ile gerçek bir bağ kesinlikle gerektirmez. Bazen şer dolu insanlar bile İlahi kahrın bir numunesini görünce huşu bulurlar ve korkarlar. Oysaki daha Allah ile hiçbir alakaları yoktur ve onlarca beyhude alışkanlıklar onların ayaklarının bağıdır. Örneğin 4 Nisan 1905 depreminden sonra yüzbinlerce kalp öyle huşu bulmuştu ki Allah’a haykırmak ve ağlamaktan başka hiçbir şey yapamaz hale gelmişlerdi. Hatta koyu ateistler bile o anın dehşetiyle ateistliklerini unutup yakarmaya başlamışlardı. Ama o zor an geçince ve yeryüzü sakinleşince tüm o huşu haletleri yavaş yavaş eridi gitti ve depremde fikirlerini değiştirip Allah’ın varlığını kabul eden ateistler bile tam bir utanmazlıkla ve cüretle “hata yaptık; depremin dehşeti bizi etkiledi. Yoksa tanrı falan yoktur” demeye başladı. Dolayısıyla daha önce de tekrar tekrar yazdığımız gibi huşu haletiyle birlikte birçok pisliğin barınması mümkündür ama yine de bu halet geleceğin her tür gelişimi için tohum gibidir. Bu haleti her şey sanmak kendi kendini kandırmaktan başka bir şey değildir. Gerçek şudur ki bu haletten sonra aranması gereken bir mertebe daha vardır ve o elde edilene kadar tembellik yapılmamalı; dinlenmek için durulmamalıdır. O mertebe ise İlahi kelamda
ayetinde anılmıştır. Yani mümin sadece huşu haletini bulup ağlayıp sızlayan kimse değildir. Bu mertebenin üstünde bir mertebe daha vardır ve o mertebede mümin huşu ve yakarışların yanı sıra her tür abes ve beyhude işlerden ve sohbetlerden kenara çekilir. Böylece huşu haletini abes ve asıl amaca ters düşen şeylerle karıştırıp zayi olmaktan kurtarır. Doğal bir meyil gibi her tür beyhude alışkanlıktan uzaklaşırlar ve kalpleri bunlara karşı bir nefret ve iğrenme duygusuyla dolar. Bu iğrenme duygusu Allah ile yeni bir alakanın kurulduğunun ispatıdır çünkü bir taraftan yüz çevirmek ancak başka bir tarafa dönmekle mümkündür. Her tür dünyevi eğlence ve asıl amaçtan saptıran alışkanlıkları ve beyhude sohbetlerine karşı müminin kalbinin soğuması ancak Rahim olan Allah ile bir alaka kurulunca ve O’nun yüceliği ve heybeti kalbin diğer meyillerine galip gelince mümkündür. Sperm de ancak rahimle bir bağ kurunca ve rahmin etkisi galip gelince abes bir şekilde heba olmaktan kurtulur ve “alaka” denmeye hak kazanır. Aynı şekilde ruhani vücudun ikinci aşaması olan abes ve beyhude işlerden kenara çekilmek işi de ruhani dünyada bir kan pıhtısıdır. Bu aşamada Allah’ın heybeti ve İlahi yüceliği müminin kalbini etkileyip onu abes ve amaca uygun olmayan işlerden uzaklaştırır ve sürekli bu abesliklerden uzak durabilmek İlahi bağ ve alakanın kesin göstergesidir. Ama unutmayın ki sadece abeslikler ve beyhude işlerden uzak durarak elde edilen alaka son derece zayıf bir alakadır. Sebebi de şudur ki daha sadece beyhude şeylerden yüzünü çevirmiştir ve nefsin gerekli ihtiyaçları ve hayatını sürdürebilmesi için lazım olan parasal ve iktisadi arzularından daha tamamen ayrılamamıştır; kalbi hala onlara bağlıdır ve bu kalbinin tertemizliğine ters düşen ve engelleyen bir durumdur. Daha hala pis sayılır ve pisliğin bir kısmını kendi içinde taşır. İşte bu sebeple Allah da onu kan pıhtısına benzetmiştir ve kan pıhtısı içinde donmuş kan içerdiği için tertemiz değildir; hala pis sayılır. Bu eksikliğin arkasında yatan ana sebep şudur ki bu mertebedeki insanlar daha tam olarak Allah’tan korkmazlar ve Allah’ın heybeti ve yüceliği tüm gücüyle kalplerinde oturmaz. Bu sebepten ancak abes ve sıradan beyhude işleri bırakmaya kudretli olabiliyorlar; diğer daha zor işleri değil. İster istemez diğer konularla olan pislik onların noksan nefsinin içinde kalır ve her ne kadar basit konulardan kenara çekilip hafif ve zayıf bir alaka kursalar da nefisleri için esas zor olan konulardan sıyrılamazlar. Örneğin nefisleri için zaruri olan lezzetleri Allah için bırakamazlar. Dolayısıyla sadece abes ve beyhude işlerden yüz çevirmek o kadar da övünülecek bir konu değildir. Her ne kadar salt huşu haletinden üstün olsa da hala edna ve alt bir seviye sayılır.
[1] Arapçada Alaka kelimesi vardır. Türkçede de bu kelime var ve bağlantı anlamında kullanılır. *
[2] Her abes alandan geri çekilmek Allah ile bir bağın oluşmasına bu yüzden sebep olur ki bunun vaadi aynı ayetlerin başında “eflaha” kelimesinde mevcuttur. Yani Allah’a amaçlayıp yapılan her amel karşılığını görecektir ve bir bağ oluşturacaktır. İşte bu sebeple beyhude alışkanlıklarını terk eden kimse Allah ile zayıf bir bağ kurmuş olur. Neden zayıf? Çünkü daha kendisinin yaptığı da büyük bir şey değildir. Sadece bazı beyhude alışkanlıkları terk etmiştir. Unutmayın ki “eflaha” kelimesi bu ayetlerin başında vardır ve her aşamasıyla ilgilidir. Yani karşılık her aşamada aşamanın zorluğunun seviyesine göre vardır.
[3] A’raf suresi 173 ayeti
[4] Bir yola koyulan kimse. Genelde ruhani yolculuğa giren birisi için kullanılır.*