Müslümanlar, batı toplumlarına uyum sağlayabilir mi?

Baitur-Rasheed Camii Hamburg, Almanya, 2012

Bismillahir-Rahmanir-Rahim—Sonsuz Kerem ve Rahmet eden Allah’ın adıyla,

Bütün seçkin misafirlerimiz—esselamu aleyküm ve rahmetullahu ve berekatuhu—Allah’ın Selamı ve Rahmeti üzerinize olsun.

Öncelikle davetimizi kabul edip, bu toplantımıza katılan tüm misafirlerimize şükranlarımı belirtmek isterim. Birçoğunuz, ya cemaati yakından tanımaktasınız yahut da Ahmedi Müslümanlar ile eski dostluk bağlarınız bulunmaktadır. Ahmediye Cemaati ile çok yakın zamanda tanıştırılanlarınızın kalplerinde de, cemaat hakkında daha çok bilgi edinme arzusu geliştiğine eminim. Buraya katılanların tamamı, kendilerinde Ahmedi Müslümanlar ile beraber olmak ve onlarla ilişki kurmak, keza onların camilerine gitmekte hiçbir tehlike ve tehdit bulunmadığına inandıklarını da ispatlamaktadır.

Doğrusu, günümüz ortamında Müslümanlar ile ilgili yapılan haber ve duyuruların çoğu son derece olumsuzdur. Aranızdan Müslüman olmayanlar, bir Ahmedi camiini ziyaret etmenin sizi zor durumda bırakabileceği, hatta size önemli ölçüde zarar verebileceği hakkında endişelenebilir. Buna rağmen toplantıya katılmanız, sizlerin Ahmedi Müslümanlar karşısında herhangi bir korkunuzun olmadığını ve onlarda sizler için bir tehdit unsuru da bulunmadığını kanıtlamaktadır. Bu, sizlerin Ahmediler’e değer verdiğinizi ve onların, sizin ve halkın çoğunluğu gibi, samimi ve iyi terbiyeli olduklarına da inandığınızı göstermektedir.

Bunu ifade ederken, aranızdan bir kısmınızın, burada bulunurken bir olumsuzluğun olabileceği hakkında halen bir çekingenlik ve endişe taşıyor olabileceği ihtimalini de göz ardı etmiyorum. Belki aşırı eğilimleri veya düşünceleri bulunan kişilerle yan yana bulunacağınızdan dolayı endişe taşıyor olabilirsiniz. Eğer aranızda böyle bir korkusu olan varsa, böyle bir duyguyu kalbinden derhal çıkarsın. Bizler bu konuda son derece duyarlıyız. Böyle bir durumda, eğer aşırılık gösterenler, tesadüfen de olsa camiye veya bölgemize girmeye kalkışırlarsa, onları binadan hemen uzaklaştırmak üzere çok sıkı önlemler uygularız. Onun için emniyetli ellerde olduğunuzu bilin.

Doğrusu Ahmediye Cemaati, herhangi bir üyesi, ne zaman ve nerede olursa olsun, aşırı eğilimler gösterip, kanunlara karşı gelirse veya huzuru bozarsa, onun derhal cemaatten çıkarıldığı bir topluluktur. Anlamı barış ve emniyet olan İslam’a kesin saygımızdan dolayı, böylesi sıkı önlemleri almak zorundayız. İslam kelimesinin gerçek anlamıyla temsili, sadece cemaatimiz tarafından sergilenmektedir. İslam’ın bu gerçek tanımının gelişi, 1400 yıldan daha uzun bir süre önce, İslam’ın kurucusu Resulullahsav tarafından önceden bildirilen büyük bir habere binaen gerçekleşmiştir. Bu gaybi haberde Resulullahsav, zaman gelecek Müslümanların çoğu İslam’ın gerçek ve temiz talimatlarını unutacaklar, diye buyurmuştur. Önceden verilen habere göre böyle bir dönemde Allah, bir kimseyi Islahatçı, Mesih ve Mehdi olarak, dünyada gerçek İslam’ı yeniden tesis etmek üzere gönderecektir.

Müslüman Ahmediye Cemaati olarak bizler, cemaatimizin kurucusu olan Mirza Gulam Ahmed Kadiyani’nin, önceden verilen bu büyük haberin gerçekleştirilmesi için gönderilen, aynı kişi olduğuna inanmaktayız. Allah’ın lütfu ile bu cemaat gelişerek, dünyanın 202 ülkesine yayılmış bulunmaktadır. Bu ülkelerin her birinde, değişik geçmiş ve ırktan yerel insanlar da Ahmediyeti kabul etmişlerdir. Müslüman Ahmedi olmak dışında, bu ülkelere bağlı vatandaşlar olarak onlar, kendi sorumluluklarını

yerine getirmeye devam etmektedirler. Onların İslam’a olan sevgileri ile vatan sevgileri arasında hiçbir tezat veya uyumsuzluk yoktur. Aslında bu iki bağ, iç içe geçmiş ilişkilerdir. Müslüman Ahmediler, nerede olurlarsa olsunlar, ülke kanunlarına en fazla uyan vatandaşlar arasındadır. Şüphesiz bu vasıfların, cemaatimizin üyelerinin büyük bir çoğunluğunda bulunduğunu kesinlikle söyleyebilirim.

Bu özelliklerinden dolayıdır ki, bir Müslüman Ahmedi, bir ülkeden bir başkasına göç eder veya yerel halktan birileri Ahmedi olursa, bu durumda onlar, ne yeni toplumlarına nasıl uyum sağlayacakları hakkında, ne de yeni edindikleri vatanlarında ileriye dönük geniş kapsamlı ülke çıkarları açısından oynayacakları rol bakımından, hiçbir endişe taşımazlar. Her nereye giderlerse gitsinler, doğuştan vatandaşlar gibi Ahmediler de vatanlarını sever ve ülkelerinin iyiliği için ve onu ileriye taşımak üzere, hayatlarını etkin olarak geçirirler. İslam bize hayatımızı bu şekilde yaşamamızı öğretir ve aslında sadece bunu önermekle de kalmayıp, yaşadığımız ülkeye tamamen bağlı ve vefalı olmamızı da emreder. Gerçekten de Resulullahsav, kişinin ülkesini sevmesinin, gerçek bir Müslüman için imanın bir parçası olduğunu vurgulamıştır. Vatan sevgisi İslam’ın temel bir unsuru olduğu için, gerçek bir Müslüman’ın hainlik veya ihanet etmesi ve bu şekilde dininden vazgeçmesi mümkün olabilir mi? Müslüman Ahmediler bakımından ise, önemli toplantılarımızda onlar, kadın, erkek, çocuk, yaşlı demeden, bulunulan her yerde tüm cemaat mensupları olarak ayağa kalkıp, Allah’ı şahit göstererek ant içerler. Bu yeminle onlar, hayatlarını, varlıklarını, zamanlarını ve onurlarını, sadece dinleri için değil, kendi vatan ve ulusları için de feda etmek üzere söz verirler. Bundan dolayı, dini, vatanı ve ulusu için her türlü fedakârlığa daima hazır olduğuna sıklıkla söz verenlerden ve kendilerine daima uluslarına hizmet etmeleri hatırlatılanlardan daha çok, vatanına ve ulusuna sadık bir vatandaş olduğunu, kim ispat edebilir ki?

Kimilerinin zihninde şu soru canlanabilir. Burada, yani Müslümanların çoğunluğunun Pakistan, Türkiye ve diğer Asya ülkelerinden gelen Almanya’da, kişilerin vatan ve ulusları için fedakârlık yapma zamanı geldiğinde, onlar Almanya yerine geldikleri vatanlarını mı tercih edecekler? Bu nedenle sizlere şunu açıkça belirtmem gerekir. Bir kimse, Alman vatandaşlığı veya başka bir ülkenin vatandaşlığını aldığında, o ülkenin tam bir vatandaşı olur. Bunun cevabını, bu yılın başlarında Koblenz Alman Ordu Karargâhında yaptığım konuşmada vermiştim. Almanya’ya iltica edip, Alman vatandaşlığı alan bir kimsenin, geldiği ülke ile Alman hükümeti arasında bir savaş söz konusu olursa, İslam’ın talimatlarına göre ne yapması gerektiğine açıklık kazandırmıştım. Eğer göçmen kimse, asıl vatanına sevgi duyup, Almanya’ya karşı zarar verme arzusunu taşıyor ve zarar verebileceğini düşünüyorsa, o takdirde böyle bir kimsenin derhal vatandaşlıktan veya göçmen durumundan feragat edip, doğduğu ülkesine geri dönmesi gerekir. Buna rağmen orada kalmaya karar verirse, İslam onun hiçbir yolla o ülkeye ihanet etmesine izin vermez. Bu kesin ve açık bir talimattır. İslam isyankâr davranışın hiçbir şekline izin vermez yahut da, ister sonradan edinilmiş bir vatandaşlık olsun, isterse başka türlü, bir vatandaşın kendi ulusuna karşı plan kurmasına ve ona zarar vermesine de müsaade etmez. Eğer kişi vatan edindiği yer aleyhinde çalışır veya ona zarar verirse, o zaman o, vatan düşmanı ve haini olarak muamele görür ve o ülkenin kanunlarına göre de cezalandırılır.

Bu, Müslüman göçmenler açısından duruma açıklık kazandırmaktadır. İslam’a dönen yerel bir Alman yahut da herhangi bir ülke vatandaşı hakkında aşikâr olan ise, onun için vatanına bağlılık göstermekten başka bir yolun bulunmadığıdır. Kimi zaman sorulan diğer bir soru da şudur. Batılı bir ülke, Müslüman bir ülke ile savaşa girecek olsa, orada yaşayan Müslümanlar nasıl davranmalıdır? Bunu cevaplamak için öncelikle bahsetmem gereken, cemaatimizin kurucusu Vadedilen Mesih’inas açıkladığı gibi, şimdilerde dini savaşların tamamen sona erdiği bir dönemde bulunduğumuzdur. Tarih boyunca Müslümanlar ile diğer dinlerin mensupları arasında çatışma ve savaşların meydana geldiği dönemler vardır. O savaşlar esnasında gayrimüslimlerin amacı, Müslümanları öldürmek ve İslam’ı sona erdirmekti.

İlk dönemlerdeki savaşların birçoğunda, önce gayrimüslimler ilk saldırıda bulunmuşlar ve Müslümanlar için ise kendilerini ve dinlerini savunmaktan başka bir seçenek de kalmamıştır. Ancak Vadedilen Mesihas böylesi şartların artık bulunmadığını açıklamıştır. Çünkü günümüzde, İslam’ı sona erdirme gayretiyle savaş ilan eden veya sürdüren hükümetler yoktur. Bunun aksine, Batılı ve gayrimüslim ülkelerin büyük çoğunluğunda, muazzam bir dini özgürlük bulunmaktadır. Böylesi bir özgürlüğün bulunması sonucunda cemaatimiz, gayrimüslim ülkelerde İslam’ın tebliğini yapabilmekten dolayı son derece minnettardır. Bundan dolayı bizler, Batı dünyasına, bizzat barış ve uyum olan İslam’ın doğru ve güzel talimatlarını tanıtabilmekteyiz. Hiç şüphesiz dini özgürlük ve hoşgörü sebebiyle ben, bugün, burada, sizlerin önünde bulunup, gerçek İslam’ı tanıtabilmekteyim. Açıkçası bu nedenle, günümüzde din savaşları söz konusu değildir. Ancak bundan başka ortaya çıkabilecek yegâne durum, çoğunluğu Müslüman olan bir ülke ile çoğunluğu Hıristiyan olan bir ülkenin ya da herhangi başka bir ülkenin, dini olmayan bir savaşa tutuşmalarıdır. Hıristiyan da olsa, başka bir dinden de olsa, bu ülkelerden birinde yaşayan Müslüman bir vatandaş, böylesi koşullar altında nasıl tepki vermelidir? Buna cevaben İslam, altın bir prensibi ortaya koymuştur. Bu da, bir kimsenin asla zulme ve baskıya yardımcı olmaması gerektiğidir. Bu nedenle, eğer zulmü ve baskıyı yapan bir Müslüman ülke ise, o zaman, o durdurulmalıdır. Eğer zulüm, Hıristiyan bir ülke tarafından yapılmış ise, o takdirde o da durdurulmalıdır.

Bir vatandaş, ülkesini zulüm ve adaletsizlikten nasıl alıkoyabilir? Bunun cevabı çok basittir. Günümüzde demokrasi, tüm Batı dünyasında hâkimdir. Eğer adalet fikrine sahip bir vatandaş, kendi ülkesinin baskıcı bir şekilde hareket ettiğini görürse, buna karşı çıkmak üzere sesini yükseltip, ülkesini doğru yola getirmek üzere çabalamalıdır. Hatta bir grup insan da bu nedenle ayaklanabilir. Eğer bir vatandaş, ülkesinin başka bir ülkenin egemenliğini ihlal ettiğini görürse, o zaman hükümetinin dikkatini çekerek, endişesini belirtmelidir. Ayağa kalkıp, barışçıl bir şekilde endişeleri ortaya koymak, isyankâr bir eylem yahut da başkaldırı değildir. Aslında bu, kişinin ülkesine olan gerçek sevgisini ifade etmesidir. Adil bir vatandaş, ülkesinin itibarının uluslararası toplum nezdinde lekelenmesine ve hatta gözden düşmesine tahammül gösteremez. Bu nedenle, ülkesine hesap sormak yoluyla o, ona karşı bağlılık ve sevgisini açıkça göstermektedir.

Uluslararası toplum ve kurumlar söz konusu olduğunda ise, İslam şunu öğretmektedir. Her nerede bir ülke haksızca saldırıya maruz kalırsa, diğer ülkeler bir araya gelip, saldırganı durdurmak üzere yol aramalıdırlar. Eğer saldırgan ülke durumu anlayıp, geri çekilirse, o zaman intikam için yahut da durumdan bir fayda sağlamak adına, ona karşı acımasız cezalar ve haksız hükümler uygulanmamalıdır. Bu nedenle İslam, her türlü duruma göre cevap ve çözümleri sunmaktadır. İslam’ın öğretilerinin özünde, barışı yaymak vardır. Bunun ölçüsü, Resulullah’ınsav bir Müslüman’ı tanımladığı gibidir. O kimsenin elinden de, dilinden de, diğer tüm barışçıl insanlar güvendedir. Yine belirttiğim gibi İslam, asla zulme ve baskıya yardımcı olmamayı öğretir. Bu güzel ve akılcı öğreti, nerede yaşarsa yaşasın, gerçek bir Müslümanı onurlu ve haysiyetli bir konumda tutar. Hiç şüphesiz bütün onurlu ve samimi insanlar da, toplumlarında böylesi barışçıl ve saygılı insanların bulunmasını arzu eder.

Hz.Resulullahsav Müslümanlara, hayatlarında uygulamaları için bir başka güzel öğreti daha sunmuştur. O, gerçek bir müminin, daima iyi ve temiz şeylerin peşinde olmasını öğütlemiştir. O, nerede olursa olsun, bir Müslüman hikmetli bir söz yahut da asil bir şey ile karşılaştığında, onu kişisel mirası olarak görmelidir, diye de öğretmiştir. Bu nedenle, kişinin hakkı olan mirası elde etmek için araştırdığı aynı kararlılıkla, Müslümanlara da, bulunduğu her yerde akılcı bilgiyi ve iyilikleri elde etmek ve onlardan yararlanmak üzere çaba göstermeleri gerektiği öğretilmiştir. Göçmenlerin bütünleşmesi ile ilgili bu kadar endişenin var olduğu bir zamanda, bu ne denli güzel ve mükemmel bir temel ilkedir. Müslümanlara, kendi yerel toplumları ile bütünleşmeleri ve karşılıklı saygının gelişmesi için, her topluluk, her bölge, her şehir ve her ülkeye ait iyi yönler hakkında bilgi edinmeye çalışmaları öğretilmiştir. Böyle değerleri basitçe öğrenmek yeterli olmayıp, Müslümanların bütün bunları özel yaşamlarında benimsemeleri gerekmektedir. Bu, beraberlik ile karşılıklı güven ve sevgiyi gerçek

anlamda aşılayan rehberliktir. Şüphe yok ki, kendi dininin gereklerini yerine getirmenin yanında, ait olduğu veya herhangi bir başka toplumun güzel taraflarını edinmeye çalışandan daha fazla barışsever kim olabilir ki? Ondan daha fazla, kim barış ve emniyeti yayabilir ki?

Günümüzde var olan haberleşme olanakları sebebiyle şimdilerde dünya, bilindiği üzere küresel bir köydür. 1400 sene önce Resulullahsav bunu, öyle bir zaman gelecek ki, dünya birleşecek ve mesafeler kısalmış gibi görünecek, diyerek bildirmiştir. O, hızlı ve modern haberleşme araçları nedeniyle, insanlar bütün dünyayı görebilecekler diye ileri sürmüştür. Aslında bu, onun ayrıntılı olarak açıkladığı, Kuran-ı Kerim tarafından önceden bildirilmiş bir haberdir. Bununla ilgili olarak Resulullahsav şunu öğretmiştir. Böyle bir zaman geldiğinde insanlar, kayıp eşyalarını arayıp buldukları gibi, birbirlerinin iyiliklerini de arayıp benimsemelidirler. Diğer bir deyişle şöyle söylemek mümkündür. Tüm kötü şeylerden uzak durulurken, bütün yararlı şeyler benimsenmelidir. Kuran-ı Kerim bu emri açıklarken demiştir ki, gerçek bir Müslüman, iyiliği emredip, kötülükten men edendir. Bütün bunları göz önünde bulundururken, hangi ülke veya toplum, böylesi barışsever Müslümanlar’a ya da İslam’a, katlanamayacağını veya onları kabul edemeyeceğini söyleyebilir? Geçen yıl Berlin Belediye Başkanı ile görüşme fırsatı buldum ve kendisine İslam’ın, bir ülkenin her güzelliğine, sanki kendi malınız gibi muamele edin diye öğrettiğini anlattım. O da, eğer bu öğretiye uyulursa, şüphesiz tüm dünya el ele birleşerek sizi destekler diye cevap verdi.

Almanya’da bazı kişilerin, Müslümanların da, İslam’ın da Alman toplumuna uyum sağlayacak yetenekte olmadıklarını iddia ettiklerini öğrendiğimde, oldukça şaşırdım ve üzüldüm. Şüphe yok ki, aşırılık gösterenler ve teröristlerce tanıtılan İslam’ın, Almanya şöyle dursun, hiçbir ülke ve toplumla bütünleşemeyeceği bir gerçektir. Böylesi aşırı düşüncelere karşı muhalif seslerin, Müslüman ülkelerde bile yükseleceği bir dönem mutlaka gelecektir. Her şeye rağmen, Resulullahsav tarafından getirilen gerçek İslam, kesinlikle samimi ve iyi insanları daima kendine cezb edecektir. Bu devirde, asıl öğretileri yeniden canlandırmak üzere Allah, Resulullah’asav tabi bir şekilde Vadedilen Mesihias göndermiştir. Bundan dolayı onun cemaati, İslam’ın gerçek mesajını uygular ve tebliğ eder.

Açık olalım ki, hiç kimse, gerçek İslam herhangi bir toplumla bütünleşemez diye, haklı bir iddiada bulunamaz. Doğruluğu ve iyiliği yayan ve her türlü kötülük ve yanlışlıktan da sakınan, ancak gerçek İslam’dır. Gerçek İslam Müslümanlara, nerede olursa olsun, kötülüğü ve zulmü durdurmayı öğretir. Bu sebeple, bütünleşmekte başarısız olacağı hakkındaki herhangi bir sorudan ziyade gerçek İslam, toplumu, doğal bir şekilde mıknatıs gibi kendine çeker. İslam, bir kimsenin sadece kendisi için barışı elde etmek ya da arzu etmek üzere çabalaması gerektiğini değil, içindeki aynı özlemle diğer insanlara da barış ve huzuru yaymak üzere tam gayret sergilemesini öğretmektedir Bu özverili tavır, dünyada barışı sağlamanın da yoludur. Acaba böyle bir yaklaşım ve öğretiden memnun kalmayacak ve onaylamayacak bir toplum var mıdır? Şüphesiz iyi bir toplum, ahlaksızlık ve kötülüğün içinde yayılmasını hiçbir zaman arzu etmez. Keza o, iyilik ve barışın desteklenmesine de asla karşı çıkmaz.

“İyiliği” tarifleyecek olduğumuzda, dindar birisi ile dindar olmayan birisinin tanımında farklılıklar bulunması muhtemeldir. İslam’ın sözünü ettiği iyilik ve fazilet bakış açılarında, iyiliğin tüm diğer biçimlerinin yayıldığı, her şeyi kapsayan iki önemli erdem bulunmaktadır. Birisi, Yüce Allah’a karşı yerine getirilmesi gereken haktır, diğeri ise, insanoğluna karşı yerine getirilmesi gereken haktır. Tanım olarak ilki açısından, dindar birisi ile dindar olmayan birisi arasında fark vardır. Ancak insanoğlunun hakkı ile ilgili olan diğer yönden, bu durum söz konusu değildir. Allah’a karşı yerine getirilmesi gereken haklar, ibadetle ilgili olup, tüm dinler takipçilerine bununla alakalı yol gösterirler. İnsanlara karşı yerine getirilmesi gereken haklar ise, hem dinlerin, hem de toplumların insanları eğittikleri bir alandır. İslam bizlere, insanlığın haklarını derinlemesine ve detaylı bir şekilde öğretir. Bu sebeple, mevcut vaktimiz içinde onun tüm öğretilerine değinmek imkânsız olacaktır. Yine de, İslam’ın ortaya koyduğu ve toplumda barışın gelişmesi için gerekli olan birkaç önemli haktan bahsetmek istiyorum.

İslam, başka insanların düşüncelerine saygılı olmak ve onları önemsemek gerektiğini öğretir. Buna, dini düşünceler ile diğerlerinin genel sosyal meseleler hakkındaki duyguları da dâhildir. Bir keresinde Peygamber Efendimizsav, bir Yahudi’nin dini hassasiyetlerini korumak üzere, onun bir Müslüman ile yaptığı tartışmanın kendisine bildirilmesinin ardından, Yahudi’nin tarafını tutmuştu. Yahudi’nin duygularını incitmemek adına Resulullahsav, en son şeriat içeren Kitabı kendisinin getirdiğini bilmesine rağmen, Müslüman’a çıkışarak ona, Peygamber Efendimizinsav Musa’danas daha üstün olduğu iddiasında bulunmamasını söylemişti. İşte bu, Resulullah’ınsav başkalarının duygularına özen gösteren ve toplumda barışı tesis eden tavrıdır.

İslam’ın bir diğer önemli öğretisi de, fakir ve muhtaç insanların haklarının karşılanmasını gerekli kılmaktadır. Bunu yapmak için insanlara öğretilen, toplumun muhtaç kesimlerinin sosyal durumlarının iyileştirilebileceği olanakların aranmasıdır. Bizler, özveriyle elverişsiz durumdakilere yardım etmeye çalışmalıyız ve onları asla, hiçbir yolla istismar etmemeliyiz. Günümüz toplumunda, görünüşte elverişsiz durumdakilere ‘yardım’ için oluşturulan proje ve fırsatlar bulunsa da, maalesef bunlar, çoğunlukla geri ödemenin faize tabi olduğu bir kredi sistemini esas almaktadır. Mesela öğrencilere, eğitimlerini tamamlamakta yardımcı olsun diye sıklıkla ödünç para verilir yahut da insanlar yeni iş kurmak için borç alırlar. Ancak bunları geri ödemek, onlar için yıllar sürer. Seneler boyu uğraşın ardından ya da bir mali krizin vurmasından sonra, onlar hala borcun asıl miktarı ile hatta büyük bir ihtimalle daha da kötü bir mali durumla baş başa kalırlar. Dünyanın birçok bölgesinde mali krizin musallat olduğu geçen birkaç yıl boyunca, bunun sayısız örneklerine tanık olduk ve duyduk.

İslam aleyhinde yaygın olarak yapılan suçlamalardan birisi, onun kadınlara eşit yahut adil davranmadığıdır. Oysa bu iddianın hiçbir dayanağı ya da temeli yoktur. İslam kadınlara haysiyet ve onur sunmuştur. Birkaç örnek vereyim. İslam kadına, kendisine sadece taşınır bir mal olarak bakıldığı bir dönemde, kocasının yanlış davranışı sebebiyle, onu boşama hakkını tanımıştır. Gelişmiş ülkelerde kadınlara bu hakkın tam olarak tanınması ise, ancak geçen yüzyılda olmuştur. Dahası İslam kadınlara, onların hiçbir mevki ve değerleri olmadığı bir dönemde, miras edinme hakkını tanımıştır. Avrupalı kadınlara bu hakkın verilmesi de, nispeten yakın bir zamanda olmuştur. Ayrıca İslam, komşuluk hakkından da bahseder.

Kuran-ı Kerim, komşularınız kimdir ve hakları nedir diye detaylı rehberlik sunar. Komşularınız, yakınınızda oturanları, tanıdık tanımadık civar evlerdekileri kapsarken ve aslında çevrenizde bulunan kırk evden müteşekkildir. Komşularınıza, beraber yolculuk ettikleriniz de dâhildir ve bundan dolayı bizlere, onlarla ilgilenmemiz emredilmektedir. Bu hak o denli vurgulanmıştır ki, Peygamber Efendimizsav belki de komşuların kurallarla belirlenmiş mirasçılar arasında yer alabileceklerini düşündüğünü söylemiştir. Aslında Peygamber Efendimizsav daha da ileri giderek, komşusunun kendisinden emniyette olamayacağı bir kimsenin, mümin veya Müslüman sayılamayacağını bildirmiştir.

Başkalarının iyiliği ile ilgili İslam’ın diğer bir emrinin gerekli kıldığı, zayıf ve savunmasızların durumlarını iyileştirmek ve düzeltmek görevini yerine getirirken, herkesin birbirine yardım ve destek vermesidir. Böylece rolünün gereğini yerine getirmek ve bu öğretileri uygulamak üzere Müslüman Ahmediye Cemaati, dünyanın fakir ve muhtaç bölgelerinde temel ve yüksek eğitim ihtiyacını karşılamaktadır. Bizler okullar açıp, işletmekte, cep harçlığı vermekte ve yüksek eğitim için burslar finanse etmekteyiz ki, imkânları olmayanlar böylelikle ayakları üzerinde durabilecek duruma gelebilsinler.

İslam’ın başka bir talimatı, verdiğiniz sözleri ve yaptığınız anlaşmaları yerine getirmenizdir. Bu, birbirinize verdiğiniz tüm sözleri kapsadığı gibi, ayrıca bir Müslüman’ın, vatandaş olarak ülkesi ile yaptığı bağlılık sözleşmesini yerine getirmesini de gerektirir. Bundan daha önce bahsetmiştim.

Bunlar, İslam’ın, nasıl, şefkat ve sevgi dolu bir din olduğunu ortaya koymak üzere sadece değindiğim birkaç noktadır. Ne yazık ki, İslam’ın yeryüzünde barışı öğretip öğütlediği kadar, İslam muhalifleri

yahut da onun gerçek talimatlarından habersiz olanlar da, onun aleyhinde asılsız iddiaları ileri sürmektedirler. Belirttiğim gibi, bu çağda Müslüman Ahmediye Cemaati, İslam’ın gerçek talimatlarını yaymakta ve sergilemektedir. Bunun ışığında, kimi azınlık Müslümanların davranışlarına dayanarak, İslam aleyhinde itirazlarda bulunanlardan, böyle haksız örnekleri kullanıp, gerçek İslam talimatlarını karalamak ve onları gözden düşürmeye çalışmak yerine, bu bireyleri muhakkak sorgulayarak, hesaba çekmelerini rica ediyorum.

Sizler, İslam’ın talimatlarını, ne Almanya ne de başka bir ülke için tehdit ya da tehlike olarak değerlendirmemelisiniz. Sizlerin, bir Müslüman’ın Alman toplumu ile bütünleşip bütünleşemeyeceği konusunda da endişe duymamanız gerekir. Belirttiğim gibi İslam’ın farkı, Müslümanlara, bütün iyi şeyleri benimsemelerini öğretmesidir. Bundan dolayı şüphe yok ki, Müslümanlar her toplumla bütünleşip, orada yaşayabilirler. Eğer birisi buna aykırı davranacak olursa, o ancak ismen bir Müslüman’dır ve gerçek İslam öğretilerinin takipçisi değildir. Eğer Müslümanlar’dan doğru olmayan bir şey yapmaları veya Kuran-ı Kerim’in, alçak gönüllülük ve dinin mukaddesliği hakkındaki talimatlarını göz ardı etmeleri yahut da takvaya aykırı hareket etmeleri istenirse, onların böyle davranmaları kesinlikle mümkün değildir. Her halükârda bu konular, bütünleşme ile ilgili değil, kişinin inanç özgürlüğü ile alakalıdır.

Dini özgürlüğün istismarı, sadece Müslümanların karşı durmaları gereken bir mesele değildir. Doğrusu, bütün samimi ve makul insanların ayağa kalkarak, bunun aleyhinde konuşması ve hiçbir hükümet veya toplumun kişisel dini haklara müdahale etmemesi gerektiğini açıkça ilan etmesidir. Duam, değişik milliyet ve kültürlerden insanlara vatan olmuş Almanya’nın ve hatta her ülkenin, hoşgörü ile karşılıklı duygu ve düşüncelere saygının en yüksek seviyesini göstermeleri içindir. Bu yolla da onlar, karşılıklı sevgi, şefkat ve barışı sergileyenlerin liderliğini yapabilsinler. Bu durum, karşılıklı hoşgörünün tamamen yitirilmesi sonucu, dünyanın yöneldiği felaketten onu kurtaracak olan kalıcı barış ve emniyetin garantisine de vesile olacaktır.

Korkunç yıkımın tehlikesi üzerimizde belirmektedir. Bizleri bu felaketten kurtarmak adına her ülkenin ve dindar olsa da olmasa da her ferdin, son derece dikkatli davranmaları gerekir. İnşallah dünyanın her yerindeki her insan, bu gerçeği fark edebilsin. Son olarak bir kez daha, bugün zaman ayırarak buraya gelip söylediklerimi dinlediğiniz için, hepinize şükranlarımı sunuyorum. Allah sizlerden razı olsun.

Çok teşekkür ederim.

Önceki

Bir rüyanın ilahi olup olmadığını nasıl anlarız?

Sonraki

İslam – Bir Barış ve Merhamet Dini