Hz. Resulüllah (S.A.V.) Kâbe’den döndükten sonra, Yahudiler ve müşrikler tarafından kışkırtılan Suriye sınırındaki Hıristiyan kabilelerinin Medine’ye hücum için hazırlanmakta olduğuna dair haberler gelmeğe başlamıştı. Bunun üzerine, Hz. Resulüllah (S.A.V.) durumu yerinde tahkik etmek üzere on beş kişiden ibaret bir heyet gönderdi. Bunlar Suriye sınırında bir ordu toplanmakta olduğunu gördüler. Derhal geri dönüp gördüklerini haber verecekleri yerde, yolda geciktiler. İslâmiyeti yaymak için faaliyete geçtiler. İslâmî gayret ve hamiyetleri muhakemelerine üstün geldi. Fakat yolda iyi niyetle gösterdikleri gayret, istediklerinin ve beklediklerinin tamamıyla aksi olan bir netice verdi.
Biz bugün o hadiselere göz attığımızda, düşman tahriklerine kapılarak Medine’ye saldırmayı aklına koymuş olanlardan başka türlü bir davranış beklenemeyeceğini kolayca anlayabiliriz. Suriye sınırı yakınlarında oturan Hıristiyan kabilelerinin mensupları İslâmiyet hakkında vaaz eden bu on beş kişilik Müslüman grubu üzerine ok yağdırmaya başladılar. Mamafih, bu Müslümanlar niyetlerinden ve azimlerinden dönmediler. İleri sürdükleri delillere oklarla cevap verildi. Fakat, binlerce kişiye karşı duran on beş Müslüman bir adım dahi geriye gitmedi. Hepsi de dövüşerek şehit düştü. Hz. Resulüllah (S.A.V.) Suriyelilerin bu sebepsiz ve haksız zalimliğini cezalandırmak için sefere çıkmayı tasarladı. Fakat bu arada, toplanan kuvvetlerin çoğunlukta olduğuna dair haberler gelmesi üzerine bu teşebbüsünü başka bir zamana bıraktı.
Mamafih, Hz. Resulüllah (S.A.V.) Bizans İmparatoruna (veya Bizans adına Basra’yı idare eden Gassan kabilesi reisine) bir mektup yazdı. Bu mektupta, Suriye sınırındaki hazırlıklardan ve sınırdaki duruma dair bilgi edinmek için gönderdiği on beş Müslümanın alçakça ve sebepsizce öldürülmesinden her halde şikâyet etmiş olsa gerektir. Bu mektubu sahabelerden El-Hars (R.A.) götürmüştü. Yolda Muta denilen yerde konakladı ve orada Bizansın bir memuru olan Gassan reislerinden Şurahbil ile karşılaştı. Bu reis ona “Sen Muhammed’in postacısı mısın?” diye sordu. “Evet” cevabını alınca onu tevkif etti; elini ayağını bağladı ve öldürünceye kadar dayak attı. Büyük bir ihtimalle bu Gassan reisi İslâmiyet hakkında vaaz etmekten başka bir şey yapmamış olan on beş Müslümanla dövüşüp onları öldüren kuvvetlerin komutanı idi. El-Hars’a “Muhammed’in postacısı mısın?” diye sormuş olmasından anlaşılacağı veçhile, Hz. Resulüllah (S.A.V.)’ın Bizansa tâbi kabileler tarafından Müslümanlara karşı girişilen tecavüz hakkındaki şikayeti Kayserin kulağına gider diye korktu. Hz. Resulüllah (S.A.V.)’ın habercisini öldürmekle kendi emniyet ve selâmetinin sağlanabileceğini sandı. Hz. Resulüllah (S.A.V.) cinayeti haber aldı. Hem bu cinayetin ve hem de daha evvelki cinayetlerin intikamını almak üzere, üç bin kişilik bir ordu topladı ve azatlısı Hz. Zeyd (R.A.) bin Haris’in komutası altında Suriye’ye gönderdi. Zeyd ölürse yerine Cafer (R.A.) ibn Ebi Talib’in, ve Cafer (R.A.) de ölürse yerine Abdullah (R.A.) bin Ravaha’nın komutayı ele almasını emretti. Abdullah (R.A.) bin Ravaha da ölürse, Müslümanlar istediklerini komutan seçeceklerdi. Bunu işiten Yahudi: “Ya Ebul Kasım! Sen gerçek bir peygambersen komutan olmalarını söylediğin bu iç subay muhakkak surette öleceklerdir. Çünkü Allah bir peygamberin söylediği doğru çıkarır” dedi ve ondan sonra Hz. Zeyd (R.A.)’e dönüp ilâve etti: “Benim sözüme inan. Muhammed (S.A.V.) gerçek bir peygamberse muharebeden sağ çıkamayacaksın.” İmanı kavi bir Müslüman olan Hz. Zeyd (R.A.) “Ben sağ çıkmasam da Muhammed (S.A.V.) Allah’ın gerçek bir peygamberidir” cevabını verdi (Halbiyya, Cilt 3,Sayfa 75)
Ertesi sabah İslâm ordusu uzun sürecek olan bir sefer için yola çıktı. Hz. Resulüllah (S.A.V.) ve sahabeler bir müddet orduya refakat ettiler. Böyle büyük ve mühim bir kuvvet ilk defa olarak başında Hz. Resulüllah (S.A.V.) bulunmaksızın sefere çıkıyordu. Hz. Resulüllah (S.A.V.) askerlere veda etmek üzere yanlarında yürürken, aynı zamanda onlara öğüt ve talimat veriyordu. Medine halkının, Suriye’ye giden dostlarını ve akrabalarını uğurlarken, vedalaştıkları ve onlardan ayrılıp geri döndükleri bir yer vardı. Hz. Resulüllah (S.A.V.) bu yere varınca durdu ve askerlere şu şekilde hitap etti:
Allah’tan korkmanızı ve beraberinizde giden Müslümanlara insaflı ve hakkaniyetli davranmanızı isterim. Harbe Allah adına gidiniz ve hem sizin hem de Allah’ın düşmanı olan Suriye’deki düşmanla savaşınız. Suriye’ye gittiğiniz zaman, mabetlerinde Allah’ı çok zikredenlerle karşılaşacaksınız. Onlarla kavga ve münakaşa etmeyiniz ve kendilerine zahmet vermeyiniz. Düşman toprağında kadınları ve çocukları, körleri ve ihtiyarları öldürmeyiniz. Ağaçları kesmeyiniz ve evleri yıkıp tahrip etmeyiniz (Halbiye, Cilt 3)
Hz. Resulüllah (S.A.V.) sözünü bitirdikten sonra Medine’ye döndü ve İslâm ordusu ileri yürüyüşe devam etti. bu, Hıristiyanlarla dövüşmek için gönderilen ilk İslâm ordusu idi. Müslümanlar Suriye hududuna vardıklarında, Kayserin yüz bin Bizans askerinden ve yüz bin de Hıristiyan Arap kabileleri etrafından oluşan iki yüz bin kişilik bir ordu ile yolda bulunduğunu öğrendiler. Bu kadar muazzam bir düşman kuvveti karşısında Müslümanlar ileri yürüyüşe devam etmemeye ve durumu Hz. Resulüllah (S.A.V.)’a bildirmek için Medine’ye adam göndermeye mütemayil gibi göründüler. Çünkü, Hz. Resulüllah (S.A.V.) kendilerine yeni takviye kuvveti veya yeni talimat göndermek isteyebilirdi. Komutanlar meşveret için toplandıklarında Abdullah (R.A.) bin Ravaha heyecanla ayağa kalktı ve şunları söyledi: “Ey kavmim! Evlerinizden Allah yolunda şehit olmak için ayrılıp gazaya çıktınız ve şehitliğe tam yaklaştığımız bir anda çekingen gibi görünüyorsunuz. Bu güne kadar düşmanla, sayı ve malzeme bakımından üstün olduğumuz için dövüşmemiştik. Bizim desteğimiz imanımızdı. Düşman sayıca veya malzemece şu kadar üstünmüş, ne çıkar? İki mükâfattan birisi veya ötekisi bizim olacaktır: Ya kazanacağız veyahut da Allah yolunda şehit düşeceğiz.” Abdullah sözleri İslâm askerleri üzerinde çok büyük bir tesir yaptı. Hepsi de onu haklı buldular ve ordu yürüyüşe devam etti. bu sırada Bizans ordusunun kendilerine doğru ilerlemekte olduğunu gördüler. Bunun üzerine, Muta’da Müslümanlar mevzilendiler ve çatışma başladı. Çok geçmeden İslâm komutanı Hz. Zeyd (R.A.) şehit düştü; ve Hz. Resulüllah (S.A.V.)’ın yeğeni Hz. Cafer (R.A.) ibn Ebi Talib Sancağı Şerifi ve komutayı ele aldı. Düşman baskısının arttığını ve Müslümanların maddeten çok üstün kuvvetler karşısında mevzilerinde tutunamadığını gören Hz. Cafer (R.A.) atından indi ve hayvanın ayaklarını kesti. Bu, kendisinin muharebeden kaçmayacağını ve böyle bir şey yapmaktansa ölmeyi tercih edeceğini gösteriyordu.
Paniği ve düşmanın önünden bozgun halinde kaçmayı önlemek üzere, bindikleri hayvanın ayaklarını kesmek Araplar arasında câri olan bir âdetti. Cafer sağ elini kaybetti ve Sancağı Şerifi sol eline aldı. Sol elini de kaybedince, bu defa Sancağı kesik kollarının geri kalan kısımlarıyla göğsüne bastırıp yere düşürmedi. Vâdine sadık kalarak, dövüşe dövüşe şehit oldu. Ondan sonra Abdullah (R.A.) bin Ravaha; Hz. Resulüllah (S.A.V.)’ın emri gereğince, Sancağı Şerifi ve komutayı ele aldı; ve o da dövüşerek şehit düştü. Müslümanların, böyle bir durum ortaya çıkarsa, bir komutan seçmek üzere toplanmaları ve istişarede bulunmalarını Hz. Resulüllah (S.A.V.) emretmişti. Fakat böyle bir istişare ve seçim yapacak vakit yoktu. Müslümanların çok üstün düşman kuvvetleri karşısında dağılmaları ihtimal dahilinde idi. Bunun üzerine Hz. Halid (R.A.) bin Velid, bir arkadaşının teklifine uyarak, Sancağı Şerifi aldı ve karanlık basıncaya kadar dövüşe devam etti. Ertesi gün Hz. Halid (R.A.) yorgun ve takati kesilmiş kuvvetleriyle tekrar savaşa girdi; fakat bir savaş hilesi kullandı. Askerlerinin yerlerini değiştirip ön tarafta bulunanları arka tarafa, arka tarafta, sağ kolda bulunanları sol kola kaydırdı. İslâm askerleri harp naraları da atmaya başladılar. Düşman Müslümanlara geceleyin imdat geldiğini sanarak korku içinde çekilmeye başladı. Hz. Halid (R.A.) geri kalan İslâm askerlerini böylece kurtardı ve Medine’ye döndü. Hz. Resulüllah (S.A.V.) bu hadiselerden bir vahiy ile haberdar edilmişti. Müslümanları mescitte topladı. Onlara hitap etmek üzere ayağa kalktığında gözleri nemli idi. Kendilerine şöyle dedi:Sizlere, Suriye’ye gitmek üzere buradan yola çıkan ordu hakkında bir iki söz söylemek istiyorum. Ordu düşmana karşı durdu ve dövüştü. Evvela Zeyd, Sonra Cafer ve ondan sonra da Abdullah (R.A.) Sancağı Şerifi taşıdılar. Her üçü de kahramanca dövüşerek birbiri ardınca şehit oldular. Onlar için dua ediniz. Onlardan sonra, Sancağı Halid (R.A.) bin Velid aldı. Kendini komutan tayin etti. O, Allah’ın kılıçlarından bir tanesidir. Böylece, Halid İslâm ordusunu kurtardı ve geri dönmek üzere yola çıktı (Zad el-Ma’ad, Cilt 1 ve Zurkani)
Hz. Resulüllah (S.A.V.)’ın Halid (R.A.) hakkında kullandığı tabir Müslümanlar arasında beğenildi ve rağbet kazandı ve bu büyük asker Allah’ın Kılıcı diye meşhur oldu.
Hz. Halid (R.A.) en son ihtida edenlerden olduğu için, öteki Müslümanlar çok kere kendisiyle alay ederlerdi. Bir gün Hz. Halid (R.A.) ve Hz. Abdurrahman (R.A.) bin Avf bir meseleden ötürü kavga etmişlerdi. Hz. Abdurrahman (R.A.) Hz. Halid (R.A.)’i Hz. Resulüllah (S.A.V.)’a şikayet etti. Hz. Resulüllah (S.A.V.) Halid’i azarladı ve “Ya Halid! Bedir Gazası zamanından beri İslâmiyete çok hizmeti geçmiş olan birini rahatsız ediyorsun. Sana söyleyeyim ki, İslâmiyete hizmet yolunda Uhud Dağı kadar altın harcasan bile, Abdurrahman kadar sevaba lâyık olamazsın” dedi.
Halid (R.A.) “Fakat, bana takılıyorlar ve ben de cevap vermeye mecbur oluyorum” karşılığını verdi.
Bunun üzerine Hz. Resulüllah (S.A.V.) ötekilere döndü ve “Halid’e takılmayınız. O, Allah’ın kâfirlere karşı çekilmiş keskin bir kılıcıdır” dedi. Hz. Resulüllah (S.A.V.)’ın bu sözü birkaç sene sonra harfiyen doğru çıktı.
Hz. Halid (R.A.)’in İslâm ordusu ile geri gelmesi üzerine, bazı Medineli Müslümanlar savaştan dönmüş olan askerleri bozguncu ve hamiyetsiz diye nitelendirdiler. Yöneltilen tenkitlerde, İslâm askerlerinin hepsinin döğüşerek şehit olması gerekirdi, deniliyordu. Hz. Resulüllah (S.A.V.) bu şekilde tarizde bulunanları azarladı. Hz. Halid (R.A.)’in ve askerlerinin hamiyetsiz veya bozguncu olmadıklarını tekrar tekrar hücuma geçmek için geri döndüklerini söyledi. Bu sözlerin satıhta görülebildiğinden çok daha derin bir manası vardı. Müslümanların Suriye’de girişeceği muharebeleri önceden haber veriyordu.