Bugünlerde Müslümanlar namazı ellerinden geldiğince çabuk kılarlar. Ama namaz bittikten sonra uzun uzadıya duaya dalarlar. Bu (dua şekli) bir bidattir. Tazarru, rûcu, rikkat ile edilen duadan boş olan namaz zaten, bozulmuş bir namazdır.
Gerçek namaz ise, duasının tadı damağınızda kalan namazdır. Nitekim bu tada varabilmeniz için namaza durduğunuzda, öyle bir teveccühle Allah (c.c.) huzuruna giriniz ki, rikkat her tarafınızı sarmış olsun. Yani idam cezasıyla yargılananın, davasının karara bağlanacağı gün, hâkimin karşısında durduğu gibi, Allah (c.c.) huzurunda durunuz. Dil namaz kelimelerini söylerken, kalp ve zihin başka yerlerde ise, namaz kabul olmaz. Böyle bir namaz insana geri gönderilen bir lânettir. Nitekim Kur’an-ı Kerim:
“namaz hakikatinden gafil olanlara lânet vardır” buyurmaktadır. Biliniz ki, tadı damağınızda kalan namaz gerçek namazdır. Sadece böyle bir namaz, insan içinde günaha karşı nefret uyandırır. “Namaz müminin miracıdır” diye Allah (c.c.) Resulü’nün (s.a.v.) övdüğü namaz da işte bu namazdır. Müminin (her çeşit) ilerlemesi namazla gerçekleşir. Günahların affedilmesi de namazla mümkündür.
Namazdayken kendi dilinizde Allah’a (c.c.) dua edin. Secdede, her oturuşunuzda, rükû ve kıyam[1] esnasında, kısacası namazın her yerinde dua edeniz.
Ana dili Arapça olmayan veya Arapçayı anlamayan, Kur’an sureleri ve diğer namaz dualarının Arapça okunması dışında, namazdayken kesinlikle kendi dilinde dua etmeli. Ayrıca Arapça olarak okuduğu duaların ve surelerin ne anlama geldiğini de öğrenmeli. Namaz kelimelerini okus pokus okunur gibi okumayın. Tersine onun manaları ve gerçeğini öğrenip irfanı elde edin. Namaz içinde Allah’a (c.c.): Ey Rabbimiz! Biz Sen’in günahkâr kullarınız. Nefsimiz bize galip gelmiştir. Sen bizi bağışlayıp dünya ve ahiret afetlerinden koru!” diye dua ediniz. Bugünlerde Müslümanlar namazı ellerinden geldiğince çabuk kılarlar. Ama namaz bittikten sonra uzun uzadıya duaya dalarlar. Bu (dua şekli) bir bidattir. Tazarru[2], rûcu[3], rikkat[4]ile edilen duadan boş olan namaz zaten, bozulmuş bir namazdır. Gerçek namaz ise, duasının tadı damağınızda kalan namazdır. Nitekim bu tada varabilmeniz için namaza durduğunuzda, öyle bir teveccühle Allah (c.c.) huzuruna giriniz ki, rikkat her tarafınızı sarmış olsun. Yani idam cezasıyla yargılananın, davasının karara bağlanacağı gün, hâkimin karşısında durduğu gibi, Allah (c.c.) huzurunda durunuz.
Dil namaz kelimelerini söylerken, kalp ve zihin başka yerlerde ise, namaz kabul olmaz. Böyle bir namaz insana geri gönderilen bir lânettir. Nitekim Kur’an-ı Kerim: yani “namaz hakikatinden gafil olanlara lânet vardır” [5] buyurmaktadır. Biliniz ki, tadı damağınızda kalan namaz gerçek namazdır. Sadece böyle bir namaz, insan içinde günaha karşı nefret uyandırır. “Namaz müminin miracıdır” diye Allah (c.c.) Resulü’nün (s.a.v.) övdüğü namaz da işte bu namazdır. Müminin (her çeşit) ilerlemesi namazla gerçekleşir. Günahların affedilmesi de namazla mümkündür.
Çünkü Kur’an-ı Kerim: “İyilikler günahları yok eder” [6] buyurmaktadır. Bir dilenci insanların en cimrilerinden durmaksızın dilendiğinde, bir gün o cimri adamın merhamet duyguları da harekete geçer. O vermek istemediği hâlde dilencinin (ısrarı karşısında) ona bir şeyler vermek zorunda kalır. Durum böyleyken (çok merhamet eden) Allah (c.c.): “Benden isteyin! Ben size vereceğim!” dediği hâlde neden vermesin. Nitekim Peygamber Efendimiz (s.a.v.) her sıkıştığında hemen abdest alıp namaza dururdu ve namaz içinde dua ederdi. Namaz içinde dua Allah (c.c.) Resulü’nün (s.a.v.) sünnetidir.
İsa (a.s.) dua meselesini çok güzel bir örnekle anlatmıştır. O şöyle der: “Ayyaş bir hâkim gece gündüz yiyip içmekle meşgul olduğundan dolayı hiç kimsenin davasını sonuçlandırmıyordu. Davasının insafla sonuçlanmasını isteyen bir kadın, gece gündüz bu hâkimin kapısında duruyor, oradan ayrılmıyordu. Onun bu ısrarlı yalvarışından usanan hâkim bir gün istemediği hâlde davasını sonuçlandırdı ve kadın hakkını aldı.” Acaba Rabbiniz bu hâkimin gösterdiği merhameti dahi gösteremez mi? Biliniz ki O, duanızı kabul edip muradınızı size verecektir. Fakat duanın kabul edilmesi için sebat şarttır. Sebat gösterdiğinizde bir gün duanız kesinlikle kabul edilecektir.[7]
İnsan (tartıda) iyilik tarafının ağır basması için daima çaba halinde olmalı. Ama gördüğüm kadarıyla o dünyaya öylesine düşkündür ki, iyilik tarafının ağır basması mümkün değildir. Gece gündüz, bu veya şu dünyevi sorunum nasıl çözülecek, istediğim araziyi nasıl ele geçireceğim, evim ne zaman tamamlanacak vb. şeklinde üzüntüye boğulmaktadır. Hâlbuki düşünceye daldığında dahi, din tarafı ağır basacak şekilde, dini dünyadan daha ziyade düşünmeli. Bir kişi Allah’ı her şeyden üstün tutmadığı müddetçe onun gece gündüz namaz, oruç vs. ile meşgul olması dahi onu kurtarmaz. Her sözünüzün ve fiiliyatınızın ülküsü Allah’ı (c.c.) kazanmak olmalı. Bu ülkü olmadığı müddetçe ameliniz boşa gidecektir. İnsanın koltuğunun altında saklanmış bir put vardır. İsmi de dünyadır. İnsan din ve dünya ikilisinden hangisini üstün tuttuğunu görmek istediğinde, bu meseleyi karşılaştırmalı olarak incelemeli. Her ikisini karşılaştırdığında o dünyaya ne kadar özen gösterdiğini, ama dini bir kenara ittiğini görecektir. Hâlbuki ömrün itibarı yoktur. İnsan bir saniye sonra ölüp ölmeyeceğini bilmemektedir.
Şu anda aramızdan hangisi “bir sene daha yaşayacağım” diyebilir? Biriniz hemen öleceğini öğrense, bütün dünyevi istekleri yok oluverir. Bundan dolayı insan iyilik yapabilmek için daima bahane aramalı. Allah (c.c.) Rahim ve Kerimdir. O sizin sıkıntıya düşmenizi kesinlikle istemez. Ama hiçbir zaman unutmayınız ki, bile bile Allah’tan (c.c.) uzaklaşan, bir gün onun gazabına yakalanır. Bu Allah’ın (c.c.) kanunudur. Nuh, Lut, Musa, Hz. Resulüllah ve diğer peygamberlerin devrinde, Allah’tan (c.c.) bile bile uzaklaşanların hangi duruma düştüğüne bir göz atınız. Onların arzuları onları yok etti. Allah Kur’an-ı Kerim’de:
“Birbirinizi geçme hırsı sizi gafil kıldı. Nihayet mezara gireceksiniz. Siz yakında anlayacaksınız. Asla! Yakında gerçek durumunuzu anlayacaksınız. Asla! Keşke siz gerçeği kesin bilgi ile bir bilseydiniz!”[8]
Bu ayetlerde şunlar anlatılmaktadır: Dünya sevgisi size Allah’ı unutturdu. Siz mezara girinceye dek Allah’a karşı olan bu tembelliğe devam ediyorsunuz. Ey insanoğlu pek yakında yanlışlığını öğreneceksin. İyi dinle ki, peşine düştüğün isteklerinin işine hiç yaramayacağını pek yakında öğreneceksin. Eğer “İlm-ül Yâkin”e sahip olsaydın, o zaman gece gündüz peşine takıldığın arzuların bir hiç olduğunu ve yaşamakta olduğun hayatının cehennemlik hayat olduğunu ilminle öğrenecektin. Ben, insanların gönlünde bu sözlerin yerleşmesi için, elimden geldiğince çaba sarf ediyorum. Ama bu sözlerin kalbinizde yerleşmesi elimde değildir. Çünkü kalbinizde bir vaiz Allah (c.c.) tarafından yaratılmadığı müddetçe bu sözler tesirli olamaz. İnsanın saadete ve hidayete kavuşacağı günleri geldiğinde, onun kalbinde kendiliğinden bir vaiz yerleşir. O zaman kalbine, başkasının sözünü işiten kulak bahşedilir.[9]
[1] Namaz içinde ayakta durma
[2] Kendi kusurlarını bilip, kibirden vazgeçip tevazu ile yalvarmak.
[3] Allah’a geri dönmek
[4] Kalp yumuşaklığı
[5] Mâûn Suresi; a.5–6
[6] Hud Suresi; a.115
[7] Malfuzat; (tab-ı cedid) s.44-45, c.5 (..)
[8] Tekâsür Suresi, a.2–6
[9] Malfuzat; s.286–288, c.7