Resulüllah (s.a.v.) Mekke'ye giriyor - Müslüman Ahmediye Cemaati

Resulüllah (s.a.v.) Mekke’ye giriyor

Bu tedbirlerin hepsi de isabetli idi. Mekke’de Müslümanlara eziyet yapıldığı günlerde, çok zulüm ve işkenceye maruz kalan Hz. Bilâl (R.A.)’i elleri ve ayakları iple bağlı olarak sokaklarda sürüklemişlerdi. Mekkeliler Bilal (R.A.)’e aman vermemişler, ona hakaret ve eziyet etmişlerdi. Bilâl (R.A.)’in, bu kurtuluş günü, içinde taşıdığı intikam hissi her halde şiddetli idi. Mekkede maruz kaldığı barbarca, zulümlerin intikamını almasına müsaade etmek lâzımdı. Fakat bu, İslâmiyetin tayin ettiği hudutları aşmamalı idi. Binaenaleyh, Bilâl (R.A.)’e kılıcını çekip eski düşmanlarının boynunu vurmasına izin vermedi. Böyle bir davranış Müslümanlığa aykırı idi. Onun yerine, Hz. Resulüllah (S.A.V.) Bilâl (R.A.)’in kardeşine Sancağı Şerifi teslim etti ve Bilâl (R.A.)’e kardeşinin taşıdığı Sancak altında bütün eski düşmanlarına aman vermek vazifesini de ona verdi. Bu intikam şeklinde hem güzellik ve hem de cazibe vardı. Kardeşinin önünde yürüyen ve eski düşmanlarını aman çağıran Bilâl (R.A.)’in tablosunu hayalimizde canlandırabiliriz. Onun intikama susamışlığı her halde çok devam etmemiş, ve Mekkelileri kardeşinin yüksekte tuttuğu Sancak altında amana çağırarak yürürken zail olmuştu.

Müslümanlar Mekke’ye doğru ilerlerken Hz. Resulüllah (S.A.V.), Ebu Süfyan ile arkadaşlarının Müslüman ordusunu ve Müslüman ordusunun davranışını kolayca seyredebilecekleri bir yere götürülmesi için, Abbas (R.A.)’a talimat vermişti. Abbas (R.A.) bu emri yerine getirdi; ve Ebu Süfyan ile arkadaşları, yüksek bir yerden, Mekkelilerce İslâmiyete karşı bir fesat aleti olarak kullanılan arap kabilelerinin geçişini seyrettiler. Fakat, o kabileler, bugün, küfrün değil, imanın askerleri olarak geçiyorlar; ve putperestlik günlerinin harp nidalarını değil, İslâmiyetin harp nidalarını yükseltiyorlardı. Onlar, yürüyüş nizamında, Hz. Resulüllah (S.A.V.)’ın hayatına son vermek niyetiyle değil, bilâkis onun uğrunda hayatlarını feda etmek niyetiyle ilerliyorlardı. Bugün onların gayesi, Hz. Resulüllah (S.A.V.)’ın tebliğine karşı koyup kabileler arasındaki sathi ve zahirî dayanışmayı korumak değil, bilâkis şimdiye kadar karşı koydukları o tebliği bütün dünyaya yaymaktı. Gayeleri insanlar arasında birlik ve dayanışma yaratmaktı. Yürüyüş kolları birbirini takip etti ve bir aralık Eşca kabilesi Ebu Süfyan’ın gözüne ilişti. Kabile efradının yüzlerinde ve söyledikleri savaş türküleri ile savurdukları harp naralarında İslâmiyete karşı bağlılıklarının ve fedakâr ruhlarının nişanesi görülebiliyordu.

Ebu Süfyan sordu: “Bunlar kim?”

“Eşca kabilesi”

Ebu süfyan hayrette kaldı ve “Bütün Arabistan da Muhammed’e bunlardan daha fazla düşman olan yoktu” dedi.

Hz. Abbas (R.A.) “Bunu Allah’ın lütfuna borçluyuz. Allah, münasip gördüğü anda, İslâmiyet düşmanlarının fikrini değiştirdi” karşılığını verdi.

Son olarak, Muhacirin ve Ensarın teşkil ettiği yürüyüş kolları arasında, Hz. Resulüllah (S.A.V.) gelmişti. Bu kollarda  yiğit Ömer (R.A.)’in kumanda ettiği iki bin kadar zırhlı asker vardı. Öteki kollara nazaran çok daha heybetli bir manzara arzediyordu. Bu Müslümanların gayret ve hamiyetleri ve sadakatları yüzlerinde parlıyordu. Şahit olduğu bu manzara Ebu Süfyan’a çok tesir etti ve “Bunlar kim?” diye sordu.

Abbas “Resulüllah’a refakat eden Muhacirin ve Ensar” cevabını verdi.

Ebu süfyan “dünyada hiçbir kuvvet bu orduya karşı duramaz” dedi, ve abbas (R.A.)’a dönerek, daha kesin bir ifadeyle “Yeğenim, dünyanın en kudretli kralı oldu” diye ilâve etti.

Hz. Abbas (R.A.) “Hakikatı hâlâ anlayamadın, Ebu Süfyan! O, bir kral değil, bir peygamberdir. Allah’ın bir elçisidir” cevabını verdi.

Ebu Süfyan, “Evet, evet. Dediğin gibi olsun. O, bir kral değil bir peygamberdir” diye mırıldandı.

İslâm ordusu Ebu süfyanın yanından geçerken, Ensara komuta eden Saad bin Ubade (R.A)’ın gözü tesadüfen Ebu Süfyana ilişti. Saad (R.A.), Müslümanların o gün cebren Mekke’ye girmelerine Allah’ın izin verdiğini ve Kureyşlilerin hakkından gelineceğini söylemekten kendini alamadı.

Hz. Resulüllah (S.A.V.) yaklaşınca, Ebu Süfyan yüksek sesle Resulüllah’a hitaben şunları söyledi: “Kendi yakınlarının ve akrabalarının kılıçtan geçirilmesine müsaade ettin mi? Ensarın komutanı Saad’dan ve arkadaşlarından böyle işittim. Onlar bu günün bir katliam günü olacağını söylediler. Ya Resul Allah! Sen insanların en hayırlısı, en merhametlisi ve en saygılısısın. Kavminin yaptıklarını unutmayacak mısın ve affetmeyecek misin?”

Ebu Süfyan’ın yalvarışı tesirli oldu. Vaktiyle Mekke sokaklarında dövülen ve hakaret gören, malları ellerinden alınıp evlerinden atılan Mekkeli Müslümanlar düşmanlarına acımaya başladılar. Hz. Resulüllah (S.A.V.)’a “Ye Resul Allah! Ensar Mekkelilerin evvelce bize reva gördüğü taşkınlıklar ve eziyetler hakkında çok şey işittiler ve bu yüzden intikam almaya kalkabilirler. Davranışlarının ne kadar ifrata kaçacağını bilemeyiz” dediler.

Hz. Resulüllah (S.A.V.) bunu biliyordu. Ebu Süfyan’a dönerek “Saad’ın söyledikleri doğru değil. Bu gün bir katliam günü değildir. Eskiden yapılanların affedileceği bir gündür. Allah Kâbe’nin ve Kureyşin şerefini yükseltecektir” dedi.

Ondan sonra, Hz. Resulüllah (S.A.V.) Saad (R.A.)’ı çağırttı ve Ensarın sancağını kendi oğlu Kays (R.A.)’a teslim eylemesini emretti (Hişam, Cilt 2). Ensar komutanlığı böylece Saad (R.A.)’a geçti. Bu, isabetli bir tedbirdi. Mekkelilerin hatırını hoş ettiği gibi Ensarı da hayal kırıklığına uğramaktan kurtardı. İmanı kavi bir delikanlı olan Kays (R.A.)’a Resulüllah’ın tam güveni vardı. Ömrünün son günlerinde geçen bir hadise onun ne derece dindar ve müttaki bir karakteri olduğunu göstermektedir. Kays (R.A.) ölüm döşeğinde yatıyorken dostlarının ziyaretini kabul ediyordu. Dostlarından bazısı ziyarete gelmiş, bazısı da gelmemişti. Bunun sebebini anlayamadı ve birisinden sordu. Aldığı cevap şu idi: “Çok hayırsever bir insansınız. Muhtaç olanlara borç vererek yardım ediyorsunuz. Şehirde çoklarının size borcu var. Bazıları, borcun ödenmesini istersiniz diye, ziyaretinize gelmekten çekinmiş olabilirler.”

“Öyle ise, dostlarımın yanıma gelmemelerinin sebebi benmişim. Artık kimsenin Kays’a borcu olmadığını herkese ilân ediniz.”

Bu haberin ilân edilmesinden sonra, Kays (R.A.)’a son günlerinde o kadar ziyaretçi geldi ki, evinin merdivenleri çöktü.

İslâm ordusu yanlarından geçtikten sonra, Abbas (R.A.) Ebu Süfyandan acele Mekke’ye gitmesini, Hz. Resulüllah (S.A.V.)’ın geldiğini Mekkelilere duyurmasını ve aman ve barışa kavuşabileceklerini onlara anlatmasını istedi. Ebu Süfyan bu barış ve aman haberini alarak Mekke’ye vardı. Fakat, Müslümanlara düşmanlığı ile tanınmış olan karısı Hind karşısına dikildi. Koyu bir kâfir olmakla beraber, bu kadın çok da cesurdu. Ebu Süfyan’ı sakalından yakaladı ve korkak kocasını öldürmeleri için Mekkelileri teşvik etmeye başladı. Çünkü Ebu Süfyan Mekkelileri, kasabanın şerefi ve müdafaası uğrunda hayatlarını feda etmeye çağıracak yerde, barışa çağırıyordu.

Fakat, Ebu Süfyan Hind’in ne kadar budalaca hareket ettiğini biliyordu. Karısına “Artık o günler geçti. Eve gidip kapıları sımsıkı kapasan ve dışarı çıkmasan senin için daha iyi olur. Ben Müslüman ordusunu gördüm. Artık bütün Arabistan bile onlara karşı duramaz” dedi.

Ondan sonra, Hz. Resulüllah (S.A.V.)’ın hangi şartlarla Mekkelilere barış vaat ettiğini anlattı. Mekkeliler bu şartları öğrenince, Hz. Resulüllah (S.A.V.)’ın ilânında bildirilen yerlere sığınmak için koşuştular. Onbir erkek ve dört kadın bu barış ve aman ilânının dışında bırakılmıştı. Bunların işlediği suç çok ağırdı. Sorumlu tutuldukları bu suç İslâmiyeti kabulden uzak durmaları veya İslâmiyet aleyhindeki savaşlara katılmaları değildi; affedilmeyecek insaniyetsizlikler ve gaddarlıklar irtikâp etmiş olmaları idi. Mamafih, bunlardan ancak dördü idam edildi.

Allah’ın Habibi (S.A.V.) Müslümanlar saldırıya uğramadıkça ve kavgaya evvela Mekkeliler başlamadıkça, döğüşe müsaade etmemesini Halid bin Velid (R.A.)’e emreylemişti. Halid (R.A.)’in şehre girdiği semtte oturanlar barış şartlarını işitmemişlerdi. Bu semtte mevzilenen Mekkeliler Halid (R.A.)’e meydan okudular ve kendisini döğüşe davet ettiler. Bu yüzden vuku bulan çatışmada on iki veya on üç kişi öldü (Hişam,Cilt 2, Sayfa 217). Halid (R.A.) sinirli bir mizaca sahip olan ve çabuk kızan bir adamdı. Bu hadiseyi haber alan birisi hemen Hz. Resulüllah (S.A.V.)’a koştu ve Halid’i dövüşmekten alıkoymasını Peygamberden rica etti. bu adam, Halid (R.A.)’in önüne geçilmediği takdirde, bütün Mekkelilerin kılıçtan geçirileceğini söyledi.

Allah’ın Habibi (S.A.V.) derhal Halid (R.A.)’i çağırttı ve “Seni dövüşten men etmedim mi?” dedi.

Halid (R.A.) “Evet, ya Resul Allah, menettin amma evvela bu adamlar bize saldırdılar ve üzerimize ok yağdırmaya başladılar. Bir müddet mukabelede bulunmadım ve dövüşmek istemediğimizi kendilerine söyledim. Fakat dinlemediler ve saldırıdan vazgeçmediler. Bunun üzerine karşı çıktım ve onları dağıttım” dedi.

Müslümanların Mekke’ye girişinde bundan başka aksi bir olay çıkmadı. Mekkenin fethi hemen hemen kan dökülmeksizin başarıldı.

Allah’ın Habibi (S.A.V.) Mekke’ye girdi. Nerede konaklamak istediğini kendisinden sordular.          Allah’ın Habibi (S.A.V.) “Akîl oturacağım bir ev bıraktı mı?” diye sordu. Akîl Hz. Resulüllah (S.A.V.)’ın amcazadesi idi. Hz. Resulüllah (S.A.V.) Medine’ye sığındıktan sonra, bütün mallarını akrabaları satmışlar ve oturacağı tek bir ev bile bırakmamışlardı. Bunun üzerine Hz. Resulüllah (S.A.V.) “Hif Beni Kinana’da konaklayacağım” dedi. Burası açık bir yerdi. Kureyş ve Kinana vaktiyle burada toplanmışlar ve Hz. Resulüllah (S.A.V.) diledikleri şekilde cezalandırılmak üzere, Beni Haşim ve Beni Abdul Muttalib tarafından kendilerine teslim edilmedikçe mezkûr iki kabile ile her türlü münasebeti kesmeğe ant içmişlerdi. Onlara hiçbir şey satmayacaklar ve onlardan hiçbir şey satın almayacaklardı. İşte bundan sonradır ki Hz. Resulüllah (S.A.V.) amcası, ailesi ve taraftarlarıyla birlikte Ebu Talib vadisine sığınmışlar ve üç sene süren şiddetli bir ablukaya ve boykota göğüs germişlerdi.

Binaenaleyh, Hz. Resulüllah (S.A.V.) orada konaklamaya niyet etmesi çok anlamlı idi. Mekkeliler vaktiyle aynı yerde toplanmışlar ve Hz. Resulüllah (S.A.V.) kendilerine teslim edilmedikçe onun kabilesi ile barış yapmamaya yemin etmişlerdi. Şimdi, aynı yerde, Hz. Resulüllah (S.A.V.) gelmiş bulunuyordu. Mekkelilere adeta şöyle demek istemişti: “Buraya gelmemi istemiştiniz. İşte geldim. Fakat, istediğiniz şekilde değil. Akıbeti tamamıyla insafınıza kalmış bir mağlûp gibi beni istiyordunuz. Lâkin, ben burada galip olarak bulunuyorum. Yalnız kendi kabilem değil, bütün Arabistan dahi şimdi benimle beraberdir. Kabilemin beni sizin elinize teslim etmesini istemiştiniz. Bunun aksine, onlar sizi benim elime teslim etti.” bu zafer günü bir pazartesiye rastlamıştı. Hz. Resulüllah (S.A.V.) ile Hz. Ebu Bekir (R.A.)’in Medine’ye gitmek üzere Sevr mağarasından yola çıktıkları gün de bir pazartesi günü idi. Hz. Resulüllah (S.A.V.) o gün Sevr tepesinde durarak Mekke’ye dönmüş ve şu sözleri söylemişti:

“Mekke! Seni her yerden çok severim. Fakat halkın burada kalmamı istemiyor.”

Hz. Resulüllah (S.A.V.) devesine binili olarak Mekke’ye girerken, Ebu Bekir (R.A.) üzengisinden tutup yanında yürüyor ve Mekke’nin fethini yıllarca evvel müjdeleyen Fetih suresini okuyordu.

Bir Öncekini Oku

Resulüllah (s.a.v.) düşmanlarını affediyor

Bir Sonrakini Oku

Mekke düşüyor