Şimdi şeytanın nasıl yoldan saptırmaya çalıştığını inceleyelim. Hatırlamaya değerdir ki iyiliği fazla olan ve meleklerle güçlü bir bağı olan birisine şeytan da sözde iyilik önererek yoldan saptırmaya çalışır. Ama yavaş yavaş kötülüklere doğru kayınca ve elini şeytanın eline verince artık doğrudan kötülükler önererek saptırır. Bunun detaylarını birazdan anlatacağım ama şimdilik bunu biliniz ki şeytanın tahriki iki türlüdür. Birisinde iyiliğe çağırır ve ikincisinde kötülüğe. Denilebilir ki eğer şeytan bile iyiliğe davet ediyorsa bu durumda insan nasıl kendini kurtarsın? Eğer şeytan iyiliğe bile davet edebiliyorsa insan nasıl anlasın. Söz konusu kötülük olunca ayırt etmek kolaydır ama iyilik tahriki nasıl ayırt edilsin? Bu sebeple şimdi her iki iyilik önerisini kıyaslayarak farklarını anlatacağım.
İlk bilinmesi gereken şey şudur ki melek tarafından gelen öneri hep iyi sonuçlar doğuran öneri olacaktır. Birçok zaman bir iş kendi başına iyi olur ama sonuç olarak kötü neticeyi doğurur. Bazen ise bir iş hem kendi başına iyi olduğu gibi son neticesi de iyi olur. Bu sebeple zihinde oluşan fikre kulak asmadan önce insan neticesini düşünmelidir. Örneğin insanın aklına “şu kardeşim namaz kılmıyor; buna nasihat edeyim” diye bir fikir gelir ve bir gün herkesin önünde ona “namaz kılmamak münafıkların işidir; sen en iyisi bu münafıklığını bırak ve namaz kıl” der. Şimdi özde doğruyu söylemiş olmasına rağmen herkesin önünde söylendiği için karşı taraf tamamen namazdan nefret etmeye başlayacak. “Böyle şeylere gerek yok” demeye başlayacak.
Vadedilen Mesih’in Birinci Halifesi olan Mevlevi Nuruddin’inra damatlarından birisi Vahabiydi[1]. Bir seferinde zengin birisi onu görmeye geldiğinde damadı elindeki misvak parçasını zenginin ayak bileğine vurdu ve “bu şekilde kesilmiş şalvarı giydiğine göre cehennemliksin” demiş. Bu kaba davranışı görünce o da küfretmiş ve “Allah ve peygamber de kim oluyorlar. Ben zaten onlara inanmıyorum” demiş. Mevlevi Bey damadına “sen iyi nasihat ettin. Adamı kâfir hale getirdin bu nasihatinle” demiş.
Yani bazen bir şey doğru gibi durur ama kötü sonuç doğurur. Öyle şeyler meleğin önerisi veya tahriki sayılmaz çünkü meleğin tahriki Allah’ın emrine uygun olur ve Allah kötü sonuç veren emirler vermez. Bu yüzden her öneriye kulak asmadan insan neticesini değerlendirmelidir. Kötü bir sonuç ufukta görünürse bilsin ki bu meleğin işi olamaz; şeytanın hilelerinden birisidir ama eğer hem kendisi hem sonucu hayırlı ise melek tarafındandır.
Şeytan ve meleğin tahriklerini ayırt etmekte işe yarayan ikinci prensip şudur ki meleğin tahrikleri hep seçeneklerin arasındaki en iyi olanını tavsiye eder. Şeytan bir iyiliği sunarsa asıl amacı daha büyük bir iyilikten alıkoymaktır. Örneğin farz namazı cemaatle beraber kılınmak üzeredir ve akla gelen fikir “şimdi nafile namaz kılalım ve Allah’a yakın olalım” şeklindedir. Bu fikre kulak asan şeytana uymuş olacaktır çünkü daha önemli olan farz namazından vazgeçmek zorunda kalacaktır. Seyyid Ahmed Bey’e ne zamanki “neden namaz kılmıyorsunuz” diye sorulduysa “bu yaptıklarım da zaten dinin işidir; ibadet sayılır” demiştir. Gerçekten de yaptıklarına bakılırsa kendisini o yönde helak etmiştir. Bu sebeple yaptığının iyilik olduğuna inandığı kesindir ama yanlış olduğu da aynı şekilde barizdir çünkü daha önemli olanını feda ederek alt seviyeli bir iyiliği seçiyordu. Onu bu işlere yönlendirenin melek olduğu söylenemez.
Velhasıl bazen şeytanın tahriki de iyi yönde olur ama hep büyük olan iyiliği unutturarak yapılır. Şah Veliyyullah Bey kendi ailesinden namaz dışında çok zikir yapan bir kızın örneğini vermiştir. Kardeşi ona “namazın önceliği vardır” derdi ama o “böyle çok haz alıyorum” deyip umursamazdı. Kardeşi de “bu şeytani bir vesvesedir; böyle giderse önce sünnetler sonra da farz ibadetlerden olacaksın” demiş. Çok geçmemişti ki kız ona “gerçektende öyle olmuş. Yavaş yavaş sünnet ibadetlerden de zevk almamaya başladım; ne olur bir çözüm önerin” deyince o da özel bir şekilde “La havle” duasını okumasını söylemiş. Birkaç gün sonra kız rüyasında şeytanı görmüş ve o da ona “böyle yapmasaydın farz ibadetlerden de koparacaktım seni” demiş.
Yani şeytanın iyi tahrikleri göreceli büyüklükleri dikkate almaz. İslamiyet’in ana prensiplerinden birisi büyük için küçüğü feda etmektir. Şeytanın prensibi ise küçük için büyüğü feda etmek şeklindedir. Ne zaman böyle olursa biliniz ki şeytandır.
Bu yöntem şeytanın çok sıklıkla kullandığı bir yöntemdir. Birçok insan “dini olmayan klasik eğitim olmadan bir hiçiz. Bu sebeple önce bunu sağlamalıyız, sonra tebliğ yaparız” derler. “Biriken tüm malı dünyevi eğitimde harcayalım” derler. Şimdi bu sorunun muhatabı “eğitim kötüdür” diyemeyeceğine göre genellikle etkilenir; susar. Oysa bu sadece bir vesvesedir. Dünyevi eğitim muhakkak ki önemlidir ama dini eğitimin üstünde bir süs mahiyetindedir. Süs olmadan da yaşanabilir. Muhakkak çok gereklidir ama eldeki tüm malı buna harcamak on kişiyi hayatta tutabilmek için hazırlanması gereken yemeği hazırlamayıp bir kişiyi tıka basa doyurmak için pilav hazırlamaya benzer. Bu durumda kalan dokuzu ölecektir ve bu doğru olmaz. Hepsinin ayakta kalması şarttır. Tüm malı dünyevi eğitime harcama yerine onların ruhani hayatını önce garantiye almak daha mantıklıdır. Bu dünya fani olduğu için fani olmayan ruhun peşinde koşmak daha akıllıcadır. Mecburi bir durum varsa büyük için küçüğü feda etmek tam isabetli karardır. İki şey arasında kalınca çözüm bulmak için Peygamber Efendimiz son derece ince bir gerçeği beyan etmiştir.
[2]
Yani bu durumda insan kendi kalbine sormalıdır. Tüm mollalar “haramdır” deseler bile eğer kalp “helaldir” diyorsa öyledir. Ama unutmamak gerekir ki bu şeriatın kesin dille haram kıldığı konularla ilgili değildir. Sadece gri bölgelere düşen; bir açıdan bakınca haram gibi ve diğer açıdan bakınca caiz gibi duran konularla ilgilidir. Böyle konularda eğer insanın kalbi çok meyilli değilse yapmamalıdır. Örneğin zikir vardır. Bir Mevlevi’ye sorarsanız “iyi bir şeydir” diyecektir ama nafile namazları feda ederek yapılması hala iyi midir? Bunu en iyisi ilgili adamın kalbi bilecektir. Ya da “birisine hediye vermek iyi midir?” diye sorarsanız elbet ki cevap “evet” şeklinde olacaktır ama kalbinin her hangi bir köşesinde “bu aslında hediye değil; rüşvettir” geçiyorsa bunu ancak kendisi bilecektir ve bu durumda vermemesi doğru karar olacaktır. Böyle durumlarda genel fetvaları değil, kalbinin fetvasını dinlemelidir.
Yani Peygamber Efendimizinsav söylemek istediği şey şudur ki eğer birisi bir konuda fetva verse bile kalbin “hayır” diyorsa yapma.
Melek ve şeytanın iyi tahriklerinin arasındaki üçüncü fark da şudur ki meleğin tahrikleri hep bir sırayı takip eder; küçükten büyüğe doğru yavaş yavaş götürür. Anne önce çocuğu kucağında taşır, sonra parmağıyla tutup yürütür ve böylece çocuk adım adım yürümeyi öğrenir. Şeytani bir yaklaşım söz konusu olsaydı çocuğu alıp bir yere atardı. Ya da örneğin çocuğu seven bir hoca öncelikle basit olan konulardan başlayıp her şeyi öğretecektir ama çocuktan nefret eden bir hoca birden bire öyle zor konulara dalacaktır ki çocuk derslerden sıkılıp tamamıyla bırakacaktır. Meleğin tahriki de seven bir hoca gibi adım adım tedrici bir şekilde olur. Hiçbir zaman kaldıramayacağı bir yük insana bindirilmeyecektir. Hiçbir şey aceleye getirilmeyecektir. Eğer böyle değilse; eğer birden bire büyük bir yük bindiriliyorsa bilin ki bu şeytanın önerisidir. Örneğin şeytan “sen bugün içinde veli oluver” der. “Tüm gün namaz kıl; sene boyunca oruç tut” der. Bunu yapmaya kalkışan kimse çok geçmeden sıkılacaktır; kalbi nefretle dolacaktır ve bırakacaktır. Bu sebeptendir ki bir seferinde Peygamber Efendimizsav bazı sahabelerin gece boyunca namaz kılıp gün boyunca oruç tuttuğunu öğrenince hoşnutsuzluğunu ifade etmiş; “iyilik bu değildir” demiş. “Böylece başkalarının haklarını yiyorsunuz” demiş. İyilik tedrici bir şekilde ilerlemek demektir. Önce bir adım sonra iki sonra da üç; işte bu meleğin işidir. Şeytanın önerisi birden bire bir yük bindirmeye çalışır. Örneğin hayatı boyunca din için bir kuruş vermeyen birsine “bu ay varını yoğunu ver” der. Şimdi bu o kişinin gerçek isteği ve arzusu olmayacağı için verdikten sonra pişman olacaktır ve şeytan da bu pişmanlığından faydalanarak onu iyice saptıracaktır.
Sözün özü şeytan hep işleri aceleye getirir; çok yük bindirir. Önce “ne yap et; bugün içinde Allah ile bir ol” der. Sonra böyle bir hedef gerçekleşmeyince insanın kalbine umutsuzluk yerleştirir. Birçok insan bir hafta namaz kılar ve “bir şey olmadı” der. Bazıları bir iki gün namaz kılıp Peygamber Efendimizisav rüyada görmek isterler. Bunların hepsi şeytani vesveseden başka bir şey değildir. İnsan Allah’ıcc veya Peygamber Efendimizisav ancak görme kabiliyetini kazanınca görür, daha önce değil. Öylesine nasıl görsün! Bunun gibi aceleci tahrikler şeytanidir ve hep umutsuzluğu doğururlar. Bu umutsuzluk daha sonra tam ayrılıklara sebep olur.
Dördüncü farkı şudur ki hem net hem net olmayan bazı unsurlar içeren konularda melek sadece kesin ve net olan kısmıyla ilgili tavsiyede bulunur; teşvik eder. Şeytan ise net olmayan kısmıyla ilgili de “ne zararı var ki; yap hadi” der ve böylece yaptırır. Yaptırdıktan sonra ise “madem buraya kadar geldin; şimdi şuraya kadar da yürü artık” der ve daha da ileri götürür. Bu şekilde yavaş yavaş ilerlerken insanı inanılmaz büyük kötülüklere götürür.
Bir fark daha vardır. Melek ne zaman insanı iyi bir şeyle meşgul görürse devam etmesini ve iyice pekiştirmesini önerir. Örneğin namaz kılan birisine “şimdi daha da iyi bir şekilde kıl” der. Şeytan ise farklıdır. Ne zamanki insanı iyi bir şey yaparken görürse “tamam artık bunu bırak şunu yapalım” der. Amacı o anda ne yapıp edip o iyilikten alıkoymaktır. Çağırdığı diğer iyiliğe gelince ise “hele bunu bir bıraksın; ona sonra bakarız” der.
Altıncı farkı şudur ki şeytan diğer insanların ayıplarını ve eksikliklerini insanın önüne serer. Oysa melek diğer insanın iyi yanlarını gösterdiği için onlar hakkında sadece pozitif fikirlerin oluşmasına yol açar. Şeytan ise “o da ayıp; şu da eksik; ben ise ne kadar da ermişim” dedirtir. Böyle birisi de Hıristiyanlar gibi “Musa ve İbrahim günahkar idiler; nitekim Davut da öyleydi. Bu sebeple Mesih’in derecesi onlardan yücedir” der. Oysa böyle bir cümleyi sarf eden kimse aslında “ben şu ölmüş cesetlerden daha iyiyim” gibi anlamsız bir şey söylemiş olur. Şeytan da başkalarını insanın gözünde küçük düşürerek kendisinin ermiş veya çok iyi olduğunu sanmasına yol açar. Bu kibir ve kendini beğenmişliği doğurur ve eninde sonunda helak eder.
Yedinci farkı şudur ki iyiliklerden alıkoyarken her zaman küçük için büyüğü feda etmeyebilir. Bazen aynı seviyede olan iki iyilikten birini hep arka plana atar durur. Örneğin tebliğ yapan birisine “zaten bunu yapıyorsun ya; malını ayrıca feda etmene gerek yoktur” der. Mali fedakarlık yapan birisi olsaydı ona da “bu yeter de artar bile; tebliğ yapmaya gerek yoktur” der. Melek ise “tebliğ yapmak da iyiliktir; onu yap ama malını feda etmekte iyiliktir; onu da yap” der.
Sekizince fark çok tehlikelidir ve genellikle edna seviyeli müminlere karşı kullanılır. Böylelerine şeytan “bu yaptığın riyakârlıktır; yapma” der. Örneğin birisi namazını kılmak için camiye gitmeye karar verir ama şeytan “gidiyorsun ama herkes görecek ve bu riyakârlık olacaktır” diyerek onu kandırır; gitmesini engeller. “Camiye gitmenin ne lüzumu var” diyen şeytan böylece mümini cemaatle beraber namaz kılmaktan alıkoyar. Melek ise şeriatın bariz emirlerine karşı böyle bir edepsizlik yapamaz. Böyle bir tahrikle karşı karşıya gelince mümin kendisine “ne olursa olsun; şeriatın emirlerine karşı gelmeyeceğim” demelidir. Allah’ın emrini hatırlamalıdır, O’nun dediğini yapmalıdır.
Mümin eğer bir konuda bir türlü dikkatini toplayamadığını görürse bilsin ki bu şeytanın işidir ve o konuya özellikle yoğunlaşsın; tüm gücüyle onu yapmaya çalışsın. Örneğin çanda[3] veriyor ama tebliğ yapmıyor ise ve hatta zihninde “artık o kadarına da gerek yok” gibi fikirler geliyorsa üzerine gitsin özel bir çaba göstererek tebliğ yapsın. Öğrenciler zayıf oldukları konularda özellikle çabalarlar. Aynı şekilde siz de eksik olduğunuz konularda çabalarınızı artırın; hiçbir şeyi eksik bırakmayın.
Hz. Mirza Beşiruddin Mahmud Ahmed “Melaiketullah” adlı kitabından
[1] İslamiyet’in çeşitli mezheplerden birisi. Daha çok Suudi Arabistan’da yaygındır.
[2] Müsnad Ahmad bin Hambal
[3] Ahmediyye cemaatinin içerisinde mali fedakarlıklara verilen bir isim. Urdu diline ait bir kelimedir.*