Yunanistan Başpiskoposu II. Ieronymos’un Ocak ayında yaptığı İslam’ı hedef alan beyanatları üzerine, Kababir Müslüman Ahmediye Cemaatinin Başkanı Muhammad Şerif Odeh, kendisine cevaben Kudüs Patriği III. Theophilos’a hitaben bir mektup kaleme aldı. Bu mektup daha sonra dünya çapında birçok Ortodoks Kilisesine ve onların liderlerine hitaben gönderildi.
Bu mektubun Türkçe tercümesini burada sizlerle paylaşıyoruz.
27 Ocak 2021
Bismillahirrahmanirrahim
Kudüs Patriği III. Theophilos Hazretleri,
Yunan Ortodoks Başpiskoposu açıklamasında şöyle beyan etmiştir: “İslam bir din değildir ve Müslümanlar her zaman savaş yanlısıdır. İslam bir din değildir; bu bir siyasi parti ve politik bir harekettir. İslam’ın takipçileri savaş insanlarıdır, yayılmacı insanlardır. Bu İslam’ın özelliği olup, Muhammed’in öğretilerinin istediği şeydir.”
Kendisine cevaben ben de diyorum ki: Yazıklar olsun! Eğer İslam din değilse, o zaman din nedir? O halde inançları, ritüelleri ve muamelesi bakımından kapsamı ve mükemmelliği ile İslam’ın benzeri din nerededir?
İslam bize Allah’ın, Müslüman olsun ya da olmasın, tüm insanların Rabbi olduğunu ve Onun geçmiş, bugün ve geleceğin de tüm insanlarının Rabbi olduğunu öğretir, çünkü o, diğer bütün dinleri ve inançları kabul eden, keza herkese inanmak ve inkâr etmek bakımından seçme hakkı tanıyan bir dindir. İnançsızlık bile İslam tarafından bir inanç olarak kabul edilir ki, o bize inanmayanlara şunu söylememizi emreder: ‘Sizin için sizin dininiz, benim için benim dinim vardır.’ (109:7)
İslam bize, kendilerini bilsek de bilmesek de, Allah tarafından gönderilen tüm peygamberlere inanmayı öğretir. Keza o bize öğretir ki, Allah hiçbir kavmi Peygamberlikten mahrum bırakmamıştır ve eğer biz bu peygamberleri tanırsak, inanmamız gerekir ki, ‘Kendilerine bir uyarıcı gelmemiş bir ümmet yoktur’ (35:25). Öyleyse, Başpiskoposun öğretileri, Yüce İslam’ın öğretileri ile nasıl benzeşebilir ki?
İslam bize Allah ile kalıcı bir bağ kurmak üzere türlü ibadet biçimleriyle Yüce Allah’a nasıl yaklaşılacağını öğretir: Günlük beş vakit namaz, yılda bir ay oruç tutmak, zekât vermek ve gerek bedenen gerekse maddi imkânı olanlar için Kâbe’ye hac. Ve her kim buna kendi isteği ile ilavede bulunursa, bu onun için daha hayırlıdır. Öyleyse, hangi din İslam’ın bu ibadetlerinin onda birine sahiptir?
İslam bize yüce ahlakları ve güzel değerleri nasıl elde edeceğimizi öğretir; ‘Adaleti, başkalarına iyilik etmeyi ve (onlara) akraba gibi yardım etmeyi emreder’ (16:91). Öyleyse bizler adaletin yollarını takip edip, insanlara karşı olan sorumluluklarımızı yerine getirmeliyiz. Ardından adaletten iyilik yapmaya ilerlemeliyiz. Bunun anlamı, insanlara sorumlu olduğumuzun ötesinde vermek, onların hata ve suçlarını affetmek, keza kendilerini akrabamız olarak görmektir ki, bu sayede hiçbir ödül ya da övgü beklemeden kendilerine doğal bir şekilde iyilik yapmış olalım. O halde bu yüce öğretiler, takipçilerinin diğerlerinden daha iyi olduğunu düşünen ve kendilerine özel haklar tanıyan, keza adaletsizliği ve saldırganlığı emreden öğretiler ile hiç kıyaslanabilir mi?
Aslında İslam bize, ayırım yapmadan Allah’ın tüm yarattıklarına iyilikte bulunmayı öğretmektedir.
Bu vesileyle Ey Başpiskopos, sizi, İslam’ın genel olarak tüm dinlerin takipçilerine ve özellikle de Hıristiyanlara nasıl hayırlı muamelede bulunduğunu incelemeye davet ediyorum:
- İslam, İsa ve annesini Yahudilerin iftirasından akladı ve onların kutsallıklarına şahitlik etti. Oysa o, sizin yolunuzu takip ederek, haksız bir şekilde diyebilirdi ki: ‘Hıristiyanlık bir din değildir, yalan üzerine kurulmuştur!’ Ancak İslam, İsa’nın düşmanlarına karşı hakikatin ve adaletin yanında yer almıştır. Öyleyse, ‘İyiliğin karşılığı, iyilikten başkası olmamalıdır’ (55:61).
- Peygamberimiz Hz. Muhammedsav, Necran’dan gelen Hıristiyan heyeti, mescidinde sadece nezaketle karşılamakla kalmayıp, ibadetlerini özgürce yapabilmeleri için oradakileri de göndermiştir. Kendilerine ‘Sizin dininiz de yok, ibadetiniz de,’ dememiştir.
- Müslümanlara karşı saldırılar şiddetlendiğinde ve Hicret öncesi Mekke’de uzun yıllar zulüm görmelerinin ardından Medine’de de düşmanları tarafından istilaya uğrayınca, dinlerinden dolayı zulüm gören diğer dinlerin takipçilerini korumak ve kiliseleri, manastırları ve keşişhaneleri muhafaza etmek şartıyla, kendilerine savunma amaçlı savaş izni verilmiştir. “Kendilerine savaş açılanlara, onlara zulüm edilmesinden dolayı (savaş) izni verilmiştir. Şüphesiz Allah onlara yardım etmeye gücü yetendir. Onlar, Rabbimiz Allah’tır dedikleri için evlerinden çıkarılanlardır. Eğer Allah (bu kâfirlerden) bazılarının (kötülüklerini) diğerleri ile gidermeseydi, manastırlar, kiliseler, havralar ve içinde Allah’ın adı çok anılan camiler alaşağı edilirlerdi. Allah kendisine yardım edene, mutlaka yardım eder. Şüphesiz O, çok güçlüdür (ver her şeyden) üstündür” (22:40-41).
Müslümanlar bu nedenle verdikleri sözlerini tutarak, kiliseleri, manastırları, Hıristiyan ve Yahudileri korudular. Yönetimleri altında onlar da özgürlüğün, emniyet ve güven içinde olmanın tadını çıkararak yaşadılar.
- Bu meseleden haberdar değilseniz, ceddinize Müslümanların sözlerini nasıl tuttuklarını bir sorun. Barış anlaşması gereğince Kudüs’ün anahtarını teslim aldıktan sonra kilisede ibadet etmeyi reddeden Raşid Halife, Hz. Ömer bin Hattab hakkında sizi bilgilendireceklerdir. O, Müslümanlar tarafından camiye çevrilmesine bahane olmasın diye orada değil, onun karşısında ibadet etmiştir. Ayrıca Patrik Sophronius, Kutsal Kabir kilisesinin anahtarlarını da kendisine vermiştir. Bugüne kadar onları koruyup muhafaza eden bir Müslüman ailede bulunmaktadırlar.
Ortodoks manastırlarına da bir sorun, neden hala duvarlarında ‘Ömer’in Güvencesi’ asılı bulunmaktadır? Bu, Hıristiyanların haklarını koruyan ve onların saygı ve uyum içinde yaşamalarını garanti eden sözleşme maddelerinin tanınması değil midir?
Bu güvence, siyasi hırsı olan yayılmacı bir dinin takipçilerinin eylemi midir? Lütfen adil olun, Sayın Patrik.
- Hıristiyanlar tüm hizipleri, eski tarihi kiliseleri ve yenileri ile İslam’ın başlangıcından bugüne hala Müslüman ülkelerde yaşamaktalar. Onlar dini özgürlüğün, emniyet ve güven içinde olmanın tadını çıkarmaktadırlar. İspanya’da engizisyon sırasında Hıristiyanların İslam’a yaptığı gibi, Müslümanların da Hıristiyanlığı ortadan kaldırması mümkün değil miydi?
Derin bir üzüntüyle söylüyorum ki, Müslüman ülkelere karşı yapılan yüzyıllar boyu süren Haçlı Seferleri’nden, Avrupa’nın iç çatışmalarına ve İslam’da dengi bulunmayan diğer savaşlara kadar, (her yerde) kilisenin kışkırttığı saldırganlık ve kan dökülmesi (bulunmaktadır.) Yine de Başpiskopos bizi saldırganlık ve siyasi hırsları olmakla suçlamaktadır. Ama gözler kendilerini görmemektedir!
Bu ifadeler sorumsuzca ve akla aykırıdır. Bunların gerçekle ve adaletle hiçbir ilgisi yoktur. Daha doğrusu bunlar, anlaşmazlıkları körüklemekte ve daha da çalkantılı bir iklim yaratmaktadır. Umuyoruz ki, bilgelik topluluğu olan Hıristiyan din adamları, bunları inkâr etsinler ve hepimiz dünyanın bir barış ve emniyet ortamı olacağı bir durumda birlikte çalışalım.
Allah’ın Selamı ve Bereketi üzerinize olsun.
Saygılarımla,
Muhammad Şerif Odeh
Kababir Müslüman Ahmediye Cemaatinin Başkanı