Bir Tanrıya inandıktan sonra insanın hali
Allah’ın varlığını ispatlayan deliller ve bu delillerin maruz kaldıkları itirazları anlattıktan sonra biz “Makam-ı Hayret”[1] adı verilen yere gelmiş bulunuyoruz. “Beni birisi yarattı” konusunda emin olan bir kişinin kalbinde doğal olarak bazı sorular oluşur. O kimdir? Nasıl birisidir? Benim O’nunla bir bağım var mıdır? O’na karşı nasıl davranmalıyım? Onlarca soru ve beklentiler hemen kalbinde belirir ve bunlara bir cevap bulmadan insan konuyu kapatamaz. Bu yüzden ben bu sorulardan bazı önemli olanları ele alacağım.
O’nun adı nedir?
Bir şeyin varlığı konusunda haberdar olunca insan ilk olarak onun adını merak eder. Bu yüzden Tanrının bir kişisel adı var mıdır sorusunu ele alacağım. İnsanın fıtratı[2] dikkate alınırsa bu önemli bir sorudur. Adı olmayan bir şeyi zihnimizde tasvir etmek tam olarak mümkün değildir. Oysa ne ilginçtir ki İslamiyet dışında Tanrının kişisel adını açıklayan bir din yoktur. Ne Yahudilerde, ne Hıristiyanlarda, ne Budistlerde, ne Hindularda, ne Zerdüştlerde ne de başka bir dinde. Hep sıfatsal isimler vardır. Örneğin Hindularda Parmatma ve Parmişver isimleri vardır. Bunlardan anlaşılıyor ki Hindular Tanrının, büyük olsa da dünyanın bir parçası olduğunu düşünüyorlar. Zerdüştlerin dininde de bütün isimler sıfatsaldır. Her isim ancak lügatin verdiği anlam kadar bilgi vermektedir. Hıristiyanların durumu da aynı şekildedir. Yahudiler Tanrıya Yehova diyorlar ama araştırmalar bunun da sıfatsal bir anlamı olduğunu gösteriyor. Deniliyor ki Yehova, anlamı alçalan veya düşen olan Yehvi kelimesinden türemiştir. Yani insana nüzul eden varlık Yehova oluyor. Ama bu sadece Tanrının konuşma ve nüzul sıfatını anlatır. Kişisel bir isim değildir. Benim fikrime göre Yehova aslında Yaho demektir. Yani “Ey var olan.” Yine adını bilmediğimiz birisi. Adını bilmediğimiz uzaktan geçen birisini çağırmak istersek “Ey! Bakar mısınız” dediğimiz gibi bu da “Ey” kelimesinin eşanlamlısıdır. Yani bunda O’nun sadece var olduğuna dair bilgi vardır. Sıfatsal bile değildir.
İslamiyet’ten önce kimseye Tanrının kişisel ismi söylenmedi
Gerçek şudur ki İslamiyet’ten önce kimseye Tanrının kişisel ismi söylenmedi ve bunda büyük hikmet vardır. Kişisel isim bütün sıfatlarını içeren isimdir ve bütün sıfatları ancak Peygamber Efendimize sallallahü aleyhi vesellem tam olarak gösterildi. Bu sebepten Tanrı o zamana kadar kimseye özel ismini açıklamadı.
Yahudilerde “Yehova” ismine hürmet
Yahudiler “Yehova” ismine fevkalade hürmet gösterirler. Onlara göre herkes her yerde bu ismi ağzına almamalı. Bu edepsizliği, saygısızlığı doğurur. Sadece ulemalar bu ismi kullanırlar ve doğru telaffuzu da sadece onlar bilirler. Başkası bu ismi kullanırsa Tanrı’nın gazabına uğrar. Tam din adamı statüsü olmayan birisi ağzına alırsa vefatından sonra ulemalar merasimlerine katılmazlar. Onun necatının (kurtuluşu) olmayacağına inanırlar. Hatta sıradan insanların önünde ulemalar bu adı söylemek zorunda kalırlarsa telaffuzunu bozarak söylerler. Bu isim etrafında örülen gizlilik perdesi ve Yahudilerin onlara galip gelmelerinin arkasında bu ismin gücünün yattığına inandıkları için Mısırlılar büyük çabalar sonucunda bu ismi keşfetmişlerdir. Sonra kendi sihirlerinin içine bu ismi de koymuşlardır. Bu yüzden Mısırlıların bütün sihirlerinde bu isim muhakkak bulunur.
İslamiyet’te Tanrının kişisel ismi
Müslümanlar da benzer yanılgıya düşmüşlerdir. Sadece özel insanların bildiği ve halkın önünde telaffuz edilmeyen bir isim olduğunu sanırlar. Özel insanlar da bunu herkesten saklarlar. Tanrı’nın isteği de bu yöndedir. Müslümanlar buna İsm-i Azam[3] derler. Şeyhe hizmet edince bu ismi öğrenebileceklerini sanırlar. Kaldı ki onlara göre bu ismi bilenin artık başka bir şeye ihtiyacı yoktur.
Oysa gerçek şudur ki Yahudilere zaten kişisel ismi anlatılmamıştı (anlatılanların hepsi sıfatsal isimlerdi) ve Müslümanlara anlatılan ismiyse o kadar zahirdir ki saklanması mümkün değildir. Bu isim:
اللّٰه “Allah”
dır. Bu saklanması gereken değil, sergilenmesi gereken isimdir. Bu yüzden ezanda ve namazlarda yüksek sesle “Allahü Ekber” dememiz istenmiştir. Velhasıl İslamiyet’te Tanrının kişisel ismi vardır ve bu isim Allah’dır.
Allah kelimesi ne bir şeylerden türemiştir ne de bir anlamı vardır. Bu sadece bir isimdir. Bazıları “La İlaha” nın İlaha kısmı hemzesini düşürüp Allahkelimesini doğurmuştur diyorlar ama bu tamamen yanlıştır. “La İlaha” nın içindeki İlaha ister gerçek ister suni her tür ilah için kullanılmaktadır. Oysa Araplarda Allah kelimesi hiçbir zaman suni ilahlar için kullanılmamıştır. Öyle olsaydı putlarına da Allah demezler miydi? Kuran-ı Kerim’de de bu hep kişisel isim olarak kullanılmıştır. Sıfatlar hep bu isme bağlanmaktadırlar. Yani Kuran-ı Kerim’e göre de bu sıfatsal bir isim değil kişisel bir isimdir.
Allah’ın “Al” ve “İlah” (yani en yüce olan ilah) kelimelerinin birleşimi olabileceğine dair iddialara gelince diyebiliriz ki eğer “Al” öneki övmek için olsaydı yine Arapça gramer kurallarına göre O’nu çağırırken “Ya Eyyuhallah” dememiz gerekirdi ama sadece “Allah” deniliyor. Dolayısıyla “Allah” kelimesinin başındaki “Al” övmek veya yüceltmek için eklenen “Al” değildir; kelimenin bir parçasıdır.
[1] İnsanın şaşkınlık içinde olduğu bir yer
[2] Yaratılışı; hamuru; her şeyin değişmesine rağmen insanın içindeki değişmeyen kısmı
[3] Büyük isim
“Hasti-e Bari Teala” adlı kitaptan alıntıdır.
Hz. Mirza Beşiruddin Mahmud Ahmed
Halifetü’l Mesihi-s Sani