Uhud savaşı - Müslüman Ahmediye Cemaati

Uhud savaşı

Mekke ordusu Bedir’den kaçtıktan sonra, Medine’ye tekrar saldıracaklarını ve Bedir’in intikamını Müslümanlardan alacaklarını ilân ettiler. Gerçekten, bir sene sonra var güçleriyle Medine’ye tekrar saldırdılar. Mağlubiyetlerinden o kadar küçük düşmüşler ve rezil olmuşlardı ki, Mekke reisleri, sağ kalan akrabaların muharebede ölenler için ağlamasını ve yas tutmasını menetmişlerdi. Keza, ticarî kervanların kârlarından bir harp fonu meydana getirilmesine de karar vermişlerdi. Böylece, Ebu Süfyan’ın komutası altında iyi hazırlanmış üç bin kişilik bir ordu Medine’ye hücum etti. Hz. Peygamber (S.A.V.) bir harp meclisi topladı ve düşmanla Medine’nin içinde mi yoksa dışında mı karşılaşmak istediklerini sahabelerden sordu. Kendisi birinci şıkkı tercih ediyordu. Müslümanların Medine içinde kalmasını ve düşmanın ta şehre kadar gelip onlara yerlerinde yurtlarında saldırmasını istiyordu. Hz. Peygamber (S.A.V.)’a göre, böyle bir hareket saldırganlık sorumluluğunu düşmana yükleyecekti. Fakat, harp meclisinde birçok Müslümanlar vardı ki, Bedir muharebesine katılmak fırsatını bulamamışlardı ve şimdi Allah yolunda dövüşmeye istekli idiler. Müstahkem mevki içinde değil de açıkta dövüşmek ve dövüşerek şehitlik mertebesine erişmek için ısrar ettiler. Hz. Peygamber (S.A.V.) umumî tavsiyeyi kabul etti. (Tabakat)

Mesele münakaşa edilirken, Hz. Peygamber (S.A.V.) gördüğü bir rüyayı nakletti. “Rüyamda bir inek gördüm. Kılıcımın ucunun da kırılmış olduğunu gördüm. İneği boğazlıyorlardı ve ben de elimi zırhlı ceketin içine sokmuşum. Keza, kendimi bir koça binmiş olarak gördüm” dedi. Sahabeler Hz. Peygamber (S.A.V.)’tan rüyasının tâbir olunmasını istediler.

Hz. Peygamber (S.A.V.) rüyayı şöyle tâbir etti: “İneğin boğazlanmasını, sahabelerimden bir kısmının şehit düşeceğini gösterir. Kılıcımın kırılmış ucu, akrabamdan mühim bir ferdinin şehit olacağına veya belki de benim yaralanacağıma ve incineceğime dalâlet eder. Elimi bir zırhlı ceketin içine sokmam, Medine’de kalmamızın bizim için daha iyi olacağına işarettir, kendimi bir koç üzerine binmiş olarak görmem, müşriklerin komutanının mağlup olacağını ve elimizde can vereceğini gösterir.” (Buhari, Hişam ve Tabakat)

Bu rüya ve onu tefsiri, Müslümanlar için Medine içinde kalmanın daha iyi olacağını belirtmişti. Mamafih, Hz. Peygamber (S.A.V.) bu hususta ısrar etmedi; çünkü rüyanın tabiri kendisine aitti. Vahyedilmiş bir tebliğ değildi. Çoğunluğun tavsiyesini kabul edip, düşmanla karşılaşmak üzere, Medine dışına çıkmaya karar verdi. Hz. Peygamber (S.A.V.) çıkarken, sahabelerinden aşırı hamiyet ve gayret gösterenler hatalarını anladılar ve onun yanına gelip “Ya Resul Allah! Senin tavsiyenin daha hayırlı olduğu anlaşılıyor. Medine’de kalmalıyız ve düşmanla sokaklarımızda çarpışmalıyız” dediler. Hz. Peygamber (S.A.V.) “Artık bu olmaz. Allah’ın Resulü zırh takımını giyindi, kuşandı. Ne olursa olsun, şimdi ilerleyeceğiz. Sebat ve metanet gösterirseniz, Allah size yardım eder” cevabını verdi. (Buhari ve Tabakat) Bunu dedikten sonra, bin kişilik bir kuvvetle ileride yürüyüşe geçti. Medine’den biraz uzakta geceyi geçirmek için ordugâh kurdular. Düşmanla karşılaşmadan evvel askerlerini dinlendirmek Hz. Peygamber (S.A.V.)’ın âdeti idi. Sabah namazı vakti, ordugâhı teftişe çıktı. Bazı Yahudilerin İslâm ordusuna katılmış olduğunu gördü. Bu Yahudiler, Medine kabileleri ile ittifak anlaşmaları bulunduğu bahanesini ileri sürdüler. Hz. Peygamber (S.A.V.) Yahudi entrikalarından haberdar olduğu için, Yahudileri defetti. Bunun üzerine,  münafıkların reisi Abdullah bin Ubay bin Salul üçyüz taraftarı ile birlikte İslâm ordusundan ayrıldı. Bu ordunun artık düşmanla baş başa çıkamayacağını, muharebeye iştirak etmenin şimdi muhakkak ölüm demek olduğunu ve kendi müttefiklerini kovmak suretiyle Hz. Peygamber (S.A.V.)’ın hata ettiğini söyledi.

Son dakikada bu ihanet neticesi olarak, Hz. Peygamber (S.A.V.)’ın komutası altında bulunan kuvvetlerin sayısı yedi yüze düştü. Bu yedi yüz kişi, sayıca ve teçhizatça kendilerinden dört beş misli üstün bir düşman karşısında bulunuyordu. Mekke ordusunda yedi yüz zırhlı piyade vardı; İslâm ordusundaki zırhlı piyade ise sadece yüz kişiden ibaretti. Mekkelilerin süvari kuvvetleri iki yüzdü; Müslümanların ise iki idi. Hz. Peygamber (S.A.V.) Uhud’a vardı. Orada dar bir dağ geçidine elli kişilik bir muhafız kuvveti yerleştirdi. Düşmanın buraya vâki olacak her hangi bir hücumunu veya burayı ele geçirmeye matuf her hangi bir teşebbüsünü defetmek görevi bu muhafız kuvvetine verildi. Hz. Peygamber (S.A.V.) bu muhafızlara vazifelerini açıklamıştı. Onlar bulundukları yerde duracaklar ve öteki Müslümanlara ne olursa olsun, emir almadıkça bulundukları yerden ayrılmayacaklardı. Hz. Peygamber (S.A.V.) geri kalan altıyüz elli kişi ile, beş misli daha kalabalık bir orduya karşı harp etmek üzere yürüyüşe geçti. Lâkin, Allah’ın inayetiyle, kısa bir zamanda altı yüz elli kişiden ibaret İslâm ordusu üç bin kişilik talimli ve tecrübeli Mekke askerini bozguna uğrattı. Müslümanlar düşmanı kovalamaya başladı. Üzerine elli kişilik İslâm muhafız kuvveti yerleştirilen dağ geçidi geride kalmıştı. Muhafızlar komutanlarına “Düşman mağlup oldu. Bizim için de gazaya katılmak ve âhirette mükâfata nail olma vakti geldi” dediler. Komutan, Hz. Peygamber (S.A.V.)’ın açık olan emrini kendilerine hatırlatarak, onları durdurmak istedi. Fakat, muhafızlar, Peygamberin emrinin kelimesine değil ruhuna bakılması gerektiğini söylediler.düşman can kaygısıyla kaçıyorken geçidi muhafazaya devam etmekte mana yoktu.

ZAFER YENİLGİYE DÖNÜYOR

Bu münakaşadan sonra, muhafızlar harp meydanına atıldılar. Sonraları büyük bir İslâm komutanı olan Halid bin Velid kaçan Mekke ordusunda bulunuyordu. Onun keskin gözü müdafaasız kalan geçidi derhal gördü. Şimdi burayı koruyan muhafızlar sadece birkaç kişiden ibaretti. Halid, Mekkeli komutanlardan Amr bin el-Âs’aseslendi ve gerideki geçide bir göz atmasını söyledi. Amr, Halid’in dediğini yaptı ve orada her zaman ele geçmez bir fırsat bulunduğunu anladı. Her iki Mekkeli komutan kaçan askerlerini durdurup tepeye tırmandılar. Tepedeki geçidi müdafaa etmek için hâlâ orada duran birkaç İslâm muhafızı öldürdüler ve bu yüksek noktadan aşağıdaki Müslümanlara hücuma geçtiler. Onların harp naralarını duyan mağlup Mekke askerleri yeniden toplandılar ve muharebe meydanına döndüler. Müslümanlara karşı yapılan saldırı çok âni oldu. Mekkelileri kovalarken, Müslümanlar her tarafa dağıldıklarından, bu yeni saldırıyı karşı durabilmek için derlenip toplanamamışlardı. İslâm askerlerinin düşmanla ancak münferiden dövüştüğü görülüyordu. Bunlardan birçoğu dövüşürken şehit düştü. Diğerleri geri çekildi. Sayısı yirmiyi geçmeyen bir grup Müslüman askeri Hz. Peygamber (S.A.V.)’ın etrafında bir halka oluşturmuşlardı. Mekke ordusu bilhassa bu halkaya çok şiddetle saldırdı. Halkayı teşkil eden Müslümanlar Mekkelilerin kılıç darbeleriyle bir bir şehit oldu. Tepeden düşman okçuları ok yağmuru yağdırmakta idi. O sırada, Kureyş’e mensup olan muhacirlerden (yani Medine’ye iltica eden Mekkeli Müslümanlardan) Talha (R.A.), düşman okçularının hep Hz. Peygamber (S.A.V.)’ın yüzünü hedef tuttuklarını gördü. Oklara kaşı elini kaldırıp siper etti ve Hz. Peygamber (S.A.V.)’ın yüzünü korudu. Eli oklarla delik deşik olduğu halde, Talha yine de elini aşağı indirmedi. En sonunda eli tamamen sakatlandı ve bütün hayatı boyunca çolak kaldı. Dördüncü halife zamanında dahilî tefrika ve ihtilâller baş gösterdiği vakit, bir düşmanı Talha (R.A.) ile “çolak Talha” diye alay etmeye kalkışmıştı. Talha’nın bir dostu “Evet, doğru. O çolaktır. Fakat bilir misin nerede çolak oldu? Hz. Peygamber (S.A.V.)’ın yüzünü korumak için elini düşman oklarına karşı siper ettiği Uhud gazvesinde” diye cevap verdi.

Uhud muharebesinden çok zaman sonra, dostları Talha (R.A.)’ya “İsabet eden oklarla elin acıdı mı ve bu acı seni bağırttı mı?” diye sordular. Talha şöyle cevap verdi: “Evet acı duydum ve az kalsın can acısı ile bağıracaktım; fakat tahammül ettim. Çünkü elim azıcık sarsılsa, Hz. Peygamber (S.A.V.)’ın yüzünün düşman oklarına açık kalacağını biliyordum.”

Hz. Peygamber (S.A.V.)’ın yanında kalan birkaç kişi, karşılaştıkları düşmana mukavemet edemezlerdi. Bir düşman müfrezesi ilerledi ve Hz. Peygamber (S.A.V.)’ı koruyan birkaç kişiyi de gerilemeye mecbur etti. O zaman Hz. Peygamber (S.A.V.) tek başına bir kaya gibi yerinde durdu. Fakat bir taş alnına isabet etti ve derin bir yara açtı. Başka bir darbe ile miğferindeki halkalar yanaklarının içine battı. Hz. Peygamber (S.A.V.), ok yağmuru altında, yaralı vaziyette “Ya Rabbi! Kavmimi bağışla; çünkü ne yaptıklarını bilmiyorlar” diye dua etmekte idi (Muslim). Hz. Peygamber (S.A.V.) ölülerin, kendisini korurken hayatlarını feda eden ölülerin, üstüne yıkıldı. Başka Müslümanlar yeni hücumlardan Peygamberi korumak için ileri atıldılar. Onlar da şehit düştüler. Hz. Peygamber (S.A.V.) cesetlerin arasında kendinden geçmiş bir halde yatıyordu. Düşmanlar bunu gördüler ve Hz. Peygamber (S.A.V.)’ın öldüğünü sandılar. Zaferden emin olarak, geri çekilip saf halinde toplanmaya koyuldular. Hz. Peygamber (S.A.V.)’ı müdafaa eden ve ezici düşman sürüleri karşısında gerilemeye mecbur olan Müslümanlar arasında Ömer (R.A.) da vardı. Muharebe meydanında artık kimseler kalmamıştı. Bunu gören Ömer (R.A.) Hz. Peygamber (S.A.V.)’ın öldüğüne kanaat getirdi. Ömer (R.A.) cesur bir adamdı. Muazzam Bizans ve İran imparatorlukları ile aynı zamanda dövüşmek suretiyle ve başka vesilelerle, bunu defalarca ispat etmişti . Güçlükler karşısında yıldığı ve cesaretini kaybettiği vâki değildi. İşte bu Ömer (R.A.), hüzün ve yeis içinde bir taşın üstüne oturup çocuk gibi ağlamaya başladı. Bu sırada Enes bin Nadr (R.A.) adında başka bir mümin, Müslümanların muharebeyi kazandığı inancı ile Ömer (R.A.)’in yanına geldi. Düşmanın mağlup olduğunu görmüştü. Fakat bir gece evvelinden beri ağzına bir lokma yiyecek koymadığı için, elindeki birkaç hurma tanesi ile muharebe meydanından ayrılmıştı. Ömer (R.A.)’i ağlar vaziyette görünce şaştı ve sordu: “Ömer (R.A.), sana ne oluyor? Müslümanların kazandığı büyük zafere sevineceğin yerde niçin ağlıyorsun?”

Ömer (R.A.) şöyle cevap verdi: “Ya Enes! Olanlardan senin haberin yok. Sen muharebenin yalnız birinci kısmını gördün. Düşmanın tepedeki stratejik noktayı ele geçirip bize şiddetle hücuma geçtiğini bilmiyorsun. Müslümanlar muharebeyi kazandıklarını sanarak dağılmışlardı. Düşmanın bu hücumuna mukavemet gösterilemedi. Yalnız Hz. Peygamber (S.A.V.) ve bir avuç muhafız bütün düşman ordusuna karşı durdu ve hepsi de dövüşerek şehit düştü.”

Enes (R.A.) “Eğer söylediğin doğru ise burada oturup ağlamak ne işe yarar? Sevgili Efendimiz nereye gittiyse biz de oraya gidelim” dedi.

Ener (R.A.) avucunda tuttuğu son hurma tanesini ağzına atmak üzere idi. Fakat bunu yapacağı yerde, “Ey hurma tanesi! Cennet ile benim aramda duran tek engel sensin” diyerek onu yere fırlattı. Bundan sonra kılıcını çekip düşmanın üstüne atıldı. Bine karşı idi ve çok bir şey yapamazdı. Ancak, imanlı bir ruh taşıyan tek kişi çok kişiden üstündür. Kahramanca dövüşen Enes (R.A.) en sonunda yaralandı ve yere düştü. Fakat yine de dövüşmekten vazgeçmedi. Bundan sonra, düşman sürüsü barbarca onun üstüne üşüştü. Rivayete göre, muharebe bittiğinde ve ölülerin hüviyeti tespit edildiğinde, Enes (R.A.)’in yetmiş parça edilen naşı teşhis edilememişti. En nihayet Enes (R.A.)’in hemşiresi, kesilmiş bir parmağın yardımı ile onu teşhis etti ve “Kardeşimin naaşı budur” dedi. (Buhari)

Hz. Peygamber (S.A.V.)’ın etrafında bir halka teşkil eden ve fakat gerilemeğe mecbur bırakılan Müslümanlar, düşmanın çekilmekte olduğunu görünce, tekrar koşup geri geldiler. Hz. Peygamber (S.A.V.)’ın gövdesi ölülerin arasından kaldırdılar. Ebu Ubeyde bin el-Cerrah (R.A.), Hz. Peygamber (S.A.V.)’ın yanaklarına batmış olan miğfer halkalarını dişleriyle çekip çıkardı ve bunu yaparken bir dişini kaybetti. Bir müddet sonra Hz. Peygamber (S.A.V.) kendine geldi. Yanındaki muhafızlar etrafa haberci salarak Müslümanları tekrar toplanmaya çağırdılar. Bozulmuş İslâm askerleri tekrar bir araya toplanmaya başladı. Hz. Peygamber (S.A.V.)’ı tepenin eteğine götürdüler. Düşman komutanı Ebu Süfyan bu kılıç artığı Müslümanları görüp “Muhammed’i öldürdük” diye bağırdı. Hz. Peygamber (S.A.V.) Ebu Süfyan’ın bu övünmesini duydu. Fakat düşman gerçeği anlayıp yeniden hücuma geçmesin ve bitkin ve yaralı Müslümanlar bu barbar sürüye karşı yeniden dövüşmeye mecbur kalmasın diye, sahabelerini Ebu Süfyan’a cevap vermekten menetti. Müslümanlardan bir cevap alamayınca, Ebu Süfyan Hz. Peygamber (S.A.V.)’ın öldüğüne kesin olarak kanaat getirdi ve ikinci defa bağırarak “Ebu Bekir’i de öldürdük” diye böbürlendi. Hz. Peygamber (S.A.V.) cevap vermemesini Ebu Bekir (R.A.)’e emretti. Ebu Süfyan bundan sonra üçüncü defa olarak “Ömer’i de öldürdük” diye bağırdı. Hz. Peygamber (S.A.V.) Hz. Ömer (R.A.)’e de cevap vermemesini emretti. Bunun üzerine, Ebu Süfyan her üçünün öldürüldüğünü bir kere daha ilân etti. Ömer (R.A.) artık kendini tutamayıp “Hepimiz ve Allah’ın inayetiyle tekrar çarpışmaya ve kafalarınızı kırmağa hazırız” karşılığını verdi. Ebu Süfyan putperest Mekke Araplarının millî nidasıyla: “Hubal’a hamdolsun! Hubal’a şükürler olsu! Hubal Müslümanlığı yok etti” diye haykırdı. Hubal Mekkelilerin millî putu idi. Hz. Peygamber (S.A.V.) kendisinin ve Müslümanların, uğrunda her şeyi feda etmeye hazır oldukları tek Tanrı’ya, Allah’a karşı bu şekilde küçük düşürücü sözler söylemesine tahammül edemedi. Kendi ölümü hakkındaki yanlış beyanı yalanlamamıştı. Ebu Bekir (R.A.) ile Ömer (R.A.)’in öldürüldüğü hakkındaki beyanı da, askerî mülahazalarla, düzeltmekten çekinmişti. Küçük askerî kuvvetinden ancak cüz’i bir bakiye kalmıştı. Düşman kuvveti ise büyüktü ve zafer neşesi içinde idi. Fakat, düşman şimdi Allah’a dil uzatmıştı ve Hz. Peygamber (S.A.V.) böyle bir harekete tahammül edemezdi. Hz. Peygamber (S.A.V.) etrafını almış olan Müslümanlara hiddet ve gâdâpla göz attı ve “Allah’a, tek Tanrıya karşı yapılan bu hakarete niçin cevap vermiyorsunuz da susuyorsunuz” dedi.          Müslümanlar sordular: “Ya Resul Allah! Cevaben ne diyelim?”“Büyük ve kudretli olan yalnız Allah’tır. Celâl ve kerem sahibi olan yalnız Allah’tır. Celâl ve kerem sahibi olan yalnız Allah’tır, deyiniz.”

Müslümanlar Hz. Peygamber (S.A.V.)’ın bu sözlerini haykırdılar. Düşman şaşkına döndü. Hz. Peygamber (S.A.V.)’ın ölmemiş olmasına canları sıkıldı. Karşılarında bir avuç yaralı ve bitkin Müslüman vardı. Onların işini bitirmek çok kolaydı. Fakat yeniden hücuma kalkmayı göze alamadılar. Kazandıkları cinsten bir zaferle yetindiler ve büyük bir sevinç içinde geri döndüler.

Uhud gazvesinde Müslümanların zaferi mağlubiyete dönmüştü. Bununla beraber, bu muharebe Hz. Peygamber (S.A.V.)’ın gerçekliğine bir delildir. Çünkü, bu muharebede Hz. Peygamber (S.A.V.)’ın önceden haber verdiği olaylar gerçekleşmiştir. Müslümanlar başlangıçta galip gelmişti. Hz. Peygamber (S.A.V.)’ın sevgili amcası Hazma şehit düşmüştü. Düşman komutanı çatışmanın ilk anlarında öldürülmüştü. Hz. Peygamber (S.A.V.) bizzat kendisi yaralanmış ve birçok Müslüman şehit olmuştu. Bütün bunlar, Hz. Peygamber (S.A.V.)’a rüyası ile önceden haber verildiği şekilde cereyan etmişti.

Önceden haber verilen olayların gerçekleşmesinden başka, bu savaş Müslümanların samimî ve sadık olduklarına dair birçok deliller vermiştir. Onların davranışı, tarihte benzerine rastlanmayacak kadar mükemmeldi. Bunu destekleyen hadiselerden bazılarını esasen anlatmış bulunuyoruz. Sahabelerin sarsılmaz imanını ve bağlılığını gösteren bir hadiseyi daha anlatmak yerinde olur. Hz. Peygamber (S.A.V.) bir avuç Müslümanla beraber tepenin eteğine çekildiği vakit, sahabelerden bir kısmını savaş meydanında yatan yaralılara bakmaya göndermişti. Bir sahabe, savaş sahasını bir hayli aradıktan sonra, yaralı olan bir Medineli Müslümana rastladı. Bu yaralı Müslüman ölmek üzere idi. Sahabe, ona doğru eğilerek, selâm verdi. Yaralı titreyen eliyle ziyaretçinin elinden tuttu ve “Birinin gelmesini bekliyordum” dedi. Ziyaretçi yaralı askere durumunun ciddî olduğunu söyledi ve akrabalarına bildirilmesini istediği bir şey var mı diye sordu. Ölümü çok yakın olan Müslüman “Evet, evet. Akrabalarıma selâmımı ilet ve onlara de ki, ben burada ölürken kendilerine kıymetli bir emanet bırakıyorum. Bu emanet Allah’ın Resulüdür. Akrabalarımın, hayatları pahasına da olsa, onun şahsını koruyacaklarını ve bu son arzumu unutmayacaklarını ummaktayım” cevabını verdi. (Mur’atta ve Zurkani)

Ölüm halindeki insanların akrabalarına söyleyecek çok şeyi vardır. Fakat bu ilk Müslümanlar, ölüm anında bile, akrabalarını, evlatlarını, karılarını veya mallarını değil yalnız Hz. Peygamber (S.A.V.)’ı düşünürlerdi. Ölüme, dünyanın kurtarıcısının Hz. Peygamber (S.A.V.) olduğuna kesin surette inanarak, giderlerdi. Peygamberin şahsını korumak için ölmeye, hatta ailelerini bile feda etmeye, hem Allah ve hem de insanlığa bir hizmet sayarlardı. Ölümü kendi üzerlerine davet etmekle bütün insanlık için ebedî hayat sağladıklarını düşünürlerdi.

Hz. Peygamber (S.A.V.) ölüleri ve yaralıları toplattı. Yaralılara ilk sıhhî yardım yapıldı ve ölüler gömüldü. Hz. Peygamber (S.A.V.), sonra düşmanın Müslümanlara karşı son derece barbarca davrandığını şehit düşen Müslümanların gövdelerini parça parça edip kimisinin kulaklarını, kimisinin burunlarını kestiğini öğrendi. Parçalanan gövdelerden bir tanesi Hz. Peygamber (S.A.V.)’ın amcası Hz. Hamza (R.A.)’ya aitti. Hz. Peygamber (S.A.V.) müteessir oldu ve “Müşriklerin bu hareketleri şimdiye kadar kendilerine yapmayı doğru bulmadığımız şiddetli muamelelere artık müstahak olduklarını gösteriyor” dedi. Tam bu sözleri söylediği esnada, müşriklere eskisi gibi şefkatle muamele etmesi Hak Teâla (C.C.) tarafından kendisine emrolundu.

Bir Öncekini Oku

Hz. Resulüllah’ın öldüğü söylentisi Medine’de yayılıyor

Bir Sonrakini Oku

Büyük bir gaybî haber gerçekleşiyor