(Va’dedilen Mesih ve Mehdi (a.s.)ın dördüncü Halifesi Mirza Tahir Ahmed Hazretlerinin 2 Eylül 1994 Cuma hutbesinin metnidir.)
Cuma Suresinde Allah cc. Peygamber Efendimiz (s.a.v.)in ashabına kavuşmamış olup onlardan sonra zuhur edecek olan bir cemaatten sözetmekte ve bu cemaati “ahirin” ismiyle isimlendirmektedir. Kur’an-ı Kerimin dediğine göre Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ahirin denilen bu cemaate de gönderilecektir. Ahirin diye adlandırılan bu cemaat Mehdi a.s.ın cemaatidir. Kur’an-ı Kerim’in ifadesine göre ahirin denilen bu cemaat evvelin, yani ashabın cemaatine katılacak yahut onlarla birleşecektir.
İşte bugünlerde dizi şeklinde devam etmekte olan hutbelerim ile Cuma Suresinin verdiği bu müjde arasında derin bir bağ vardır. Hutbelerimle benim size anlatmak istediğim, bu birleşmenin nasıl gerçekleşebileceğidir. (Biat edip ahlakını değiştirmeyen bu müjdeye nail olamayacaktır.) Çünkü Ahirin yani Mehdi’nin cemaatinin evvelin yani ashabın cemaatiyle birleşmesi aynı ahlakı paylaştıklarından dolayı olacaktır. Nitekim onları birbirine bağlayan ipin ismi Muhammedi ahlaktır. Yani her ikisinin ahlakı tıpa tıp aynı olup dünya bu birleşmenin gerçekleştiğine şahadet edecektir.
Peygamber efendimiz (s.a.v.) gece gündüz çaba harcayıp ashabın ahlakını düzeltti. Bazen O hiç çaba harcamadan birçok kimse O’na aşık olup kendi kendine O’nun ahlakıyla ahlaklanırdı. Onda bulunan bu fitri güzellik Allah vergisiydi ve Muhammedi nur bu şekilde insanoğlunun gönlünü cezbetmekteydi.
Bu devirde Allah cc. Va’dedilen Mesih ve Mehdi Hazretlerini Muhammedi ahlakı yeniden canlandırsın diye göndermiştir. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) Cuma Suresinde, ahirin denilen güruhda zuhur edecek olan Mehdiden söz ederken: “İman yeryüzünden yok olup süreyya yıldızına çıkmış olsa bile bu kişi onu yeniden yeryüzüne indirecektir” buyurmaktadır. Aslında imanın yeniden canlanması yahut Muhammedi ahlakın gönüllerde yerleşmesi bir şeyin iki ismidir.
Bu nedenle Peygamber Efendimiz (s.a.v.)in nasihatları ve güzel ahlakını esas alan hutbelerimi dikkatle dinleyip üzerinde düşünün. Dua, sabır ve namaz yardımıyla O’nun ahlakıyla ahlaklanın.
Hz.Ebu İmame’nin (r.a.) rivayet ettiğine göre Peygamber Efendimiz (s.a.v.): “Zulümle Müslüman’ın hakkını çiğneyene cennet haram kılınır ve Allah cc. Onu cehenneme gönderir” buyurdu.
Bu ahlaksızlık bu çağda normal karşılanmaktadır. Çağı yakalamış milletler diğer milletlerin haklarını çiğnemektedirler. Bunlar milletçe diğer milletlere haksızlık etmek konusunda dünyanın hiçbir kavminden geri kalmamışlardır. Ama kişisel ahlak söz konusu olunca doğu milletlerine göre batılıların ahlak üstünlüğü kesindir.
Diğer taraftan dinlerine bağlılıklarını sık sık vurgulayan ve sadakatlerini hiç dillerinden düşürmeyen doğulu milletler, din adına her türlü haksızlığı yapmakta, kişisel çıkarlarını dini, milli ve manevi çıkarlarından üstün tutmaktadırlar. Özellikle alış-veriş söz konusu olunca bu çirkin ahlakları baş göstermektedir. Doğu toplumlarının çoğunda bulunan ticari haksızlıkları görünce, insan onların bir dine mensup olduğuna inanmakta zorluk çekmektedir.
Cuma Suresinde zikredilen Ahirin cemaati eğer biz isek o zaman ahlakımız Muhammed Resulullah’ın ahlakına tıpatıp benzemeli. Değil ahlakımızı, bütün insanoğlunun ahlakını düzeltmekten biz sorumluyuz. Bundan dolayı cemaat içinde gözüken en ufak ahlaki zaaf bile beni rahatsız eder. Siz: “Diğer Müslümanlara göre ahlaki durumumuz daha iyidir” diyerek kendinizi kandırmayın. Gırtlağına kadar kötülüğün içine saplanmış olanlara göre iyi olmanız bir marifet değildir. Bu durum körler içinde şaşının padişah olmasına benzer. Halbuki şaşı olmak bizzat bir ayıp ve zaaftır. Allah cc. Sizi Ashab-ı Kiramla mukayese etmiştir. Bu nedenle siz kendinizi daima Ashab-ı Kiramla mukayese edip kendi eksikliklerinizi tamamlamaya çalışın. Çünkü onlarla kendinizi mukayese edince, her güzelliğinizde bile kusur bulacaksınız.
Siz bu konunun önemini bu açıdan anlayıp Muhammedi ahlaka sıkıca sarılın. Sizler benim söylediklerimi alelade bir ders zannetmeyesiniz diye ben her sefer bunun önemini vurgulamaktayım. Allah cc.nin mukadder kıldığı zaferi elde etmeniz için birkaç adım ilerlemeniz ve Muhammedi ahlak ile ahlaklanmanız gerekmektedir. İşte bu yüce amacı göz önünde bulundurarak benim sözlerime daima dikkat ediniz.
Hadiste Müslüman’ın hakkını çiğneyen cehennemliktir denmiştir diye aldanmayınız. Çünkü kafir olan bir insanın hakkını çiğneyen Müslüman’ın da cehennemlik olacağı hadislerde beyan edilmiştir. Bu hadisten, Müslüman’ın malını yemeyip diğer insanlarınkini yiyebilirsin diye bir anlam çıkarmak yanlıştır. Bu durumda biz de Yahudilere benzemiş oluruz. Yahudi milleti Yahudi olanın hakkını yemeyip diğer insanların haklarını istediği gibi çiğnerdi. Kur-an’ı Kerim Yahudilerin bu alışkanlıklarını kınamakta ve onları lanetlemektedir. Bugünlerde Pakistan’da bazı hocalar: “Ahmedilere borçlu olan borcunu geri ödemesin. Çünkü Ahmedinin malı artık borçluya helaldir” diye fetva vermektedirler. Bu durumda bu uygulama Kur’ana göre Müslüman’ın değil Yahudilerin ahlakına uygundur.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.)in “Müslüman Müslüman’ın hakkını çiğnemez” ifadesiyle kastettiği, kendi kardeşinin malını bile yemekten çekinmeyen insan diğer insanlar için daha da tehlikelidir anlamındadır. Çünkü iki Müslüman arasında bulunan sevgi ve kardeşlik bağı, bir Müslüman ve gayrimüslim arasında yoktur.
Hekim Bin Hizam (r.a.)nın rivayetine göre Peygamber Efendimiz (s.a.v) bir hadis-i şeriflerinde: “Alış-veriş yapanlar birbirlerinden ayrılana kadar alış-verişlerini feshetme hakkına sahiptirler. Alış-veriş yapanlar doğru söyleyip mallarında bulunan kusurlardan birbirlerini haberdar ettikleri takdirde Allah alış-verişlerini bereketlendirecektir. Ama yalan söyleyip mallarının kusurunu gizlemeye çalıştıkları takdirde alış-verişin bereketinden mahrum kalacaklardır.” Buyurmaktadır. (Buhari Kitab-ül Buyu)
Bu hadis-i şerifte iyice anlaşılıp, hiç tereddüt edilmeden uygulanması gereken alış-veriş ile ilgili iki üç nasihat vardır. Birincisi, alış-veriş yapanlar aralarında anlaşmalarına rağmen, alış-veriş gerçekleşen oturumdan kalkmadan önce bu anlaşmayı fesh etme hakkına sahip olmalarıdır. Ama oradan ayrıldıktan sonra o anlaşmayı fesh etme hakları yoktur.
İkincisi mal sahiplerinin müşterilerine mallarındaki kusurları söylemeleri hakkındadır. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ve halifeleri daima kalitesi düşük olan malı kaliteli olanların altında saklayıp satmamalarını emrederlerdi. Onlar bunu engellemek için pazarlardaki malı denetlerlerdi.
Bizim ülkelerimizde genellikle kötü mal güzel malın altına saklanarak satılmaktadır. Manav zerzevatın güzel olanını kandırmak için yığının üstüne ve çürük olanı altına yerleştirerek satmaktadır. Bu hastalık toplumun her kısmını etkisi altına alıp toplumda bir güvensizlik yaratmıştır.
Avrupalılar alış-verişte hiçbir zaman kandırmazlar. Bu ülkelerde üste konulan mal neyse alttaki de odur. Avrupalıların bu davranışlarının kaynağı herhangi bir dini inanç değil, ticari sahadaki uzun tecrübeleridir. Temelde dine bağlı olmayan toplumların ahlaki görünen bu uygulamaları iktisadi buhran dönemlerinde çökmeye mahkumdur. Ama gerçek anlamda dine bağlı olan milletler kritik zamanlarda dahi yüce ahlaklarını değiştirmezler.
Cemaatimizin tüccarları diğer insanlar için örnek olmalıdırlar. Onlarla alış-veriş yapan aldatılmayacağından kesinlikle emin olmalıdır. İnsanlar Peygamber Efendimiz (s.a.v.)in bu nasihatini, ister mantıkları gereği isterse Allah rızası için yapsınlar ikisinin sonucunda da berekete ulaşacaklardır. Çünkü malının kusurunu örtmeyen tüccarın ticareti sonsuza dek parlayacaktır. Ama sadece mantığı gereği hareket eden bir dünyadar ile mümin arasında büyük fark vardır. Mümin ticarette zarar göreceğini bile bile, Allah rızasını dünyevi kârına tercih eder. Çünkü Allah rızası paha biçilmez bir nimettir. Bundan dolayı siz alış-verişinizde dünyevi kâr için değil Allah rızasını kazanmak için doğruyu söyleyiniz.
Değişen durumlarda ahlaklarından taviz vermeyen milletler, eninde sonunda diğer milletlere galebe çalarlar. Allah cc. Kur’an-ı Kerim’de “Liyüzhirahu Aleddini Küllihi” buyurup Muhammed Resulüllah’ (s.a.v.)ın dininin diğer bütün dinlere galip geleceğini bildirmektedir. Din aslında ahlak demektir. Siz eğer ahlaktan yoksun iseniz o zaman hangi İslam galip gelecektir? Sizin sayıca çoğalmanızla İslam ahlakı değil sadece İslamiyet’in ismi galip gelecektir. Ama bu bir şeyi değiştirmez. Sadece İslamiyet’in isminin galip gelmesi Allah’ı ilgilendirmez. Çünkü O, Peygamber Efendimiz (s.a.v.)e “Sadece İslamiyet’in isminin kalacağı bir dönemden haber verip o dönemdeki Müslümanların bedbaht, hocaların ise gök kubbe altında en kötü yaratıklar olacağını bildirmiştir.
Bundan da anlaşıldığı gibi sadece isim bir şeyi değiştirmez. Gönüllerde ahlaki Muhammediyeyi yerleştirmeyen İslamiyet’in galebesi Allah’ı ilgilendirmez. Bu nedenle ahlakınızı titizlikle korumalısınız. Allah rızasını kazanmak isteyen gibi ticarette kazanmak isteyen de dizlerini Muhammed Resulüllah’ın önünde çökmek zorundadır. Her iki yolda da ilerlemek için Muhammed (s.a.v.)ın bize öğrettiği kuralları anlayıp kalbimize yerleştirirsek biz yani ahirin, evvelin yani Resulüllah’ın ashabı ile birleştirileceğiz. Evvelin ile ahirinin birleştirileceği konusundaki Allah’ın sözü kesinlikle gerçekleşecektir. Çünkü bu gerçekleşmediği takdirde Va’dedilen Mesih’in gelişinin bir anlamı kalmaz. Siz Ahmediyetin İlahi bir cemaat olduğunu ahlakınızla ispatlamaktan sorumlusunuz. Siz amellerinizle bu gerçeği ortaya koymadığınız takdirde sizi ortadan kaldırıp yerinize diğer insanları getirecektir. Bu insanlar ahlak-ı Muhammediyeyi sahipleneceklerdir. Onlar ahirin ve evvelinin birleştiğinin canlı bir delili olacaklardır. Bu nedenle dediklerimi hafife almayın. Çünkü milletlerin kaderinin değişip değişmeyeceği Allah’ın Resulü (s.a.v.)nin bu sözlerine bağlıdır.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.): “Bir hanım bir erkekle ilk hanımını boşamak şartıyla evlenmesin” buyurdu.
Bu ahlaki zaaf ülkemizde genellikle mevcuttur. Kadınlar bir erkekle evlenirken birinci hanımını boşamasını isterler. Bazı bedbaht erkekler yeni bir hanım alacağım diye birinci hanımını boşamakta veya onu muallakta bırakmaktadırlar.
Peygamber Efendimiz(s.a.v.)in nasihatlerinin özünü yakalayıp hayatınızı ona göre düzenleyin. Çünkü bütün bereket ve toplumsal güzellikler bu nasihatlerle elde edilebilir. Bizim cemaatimiz bu ideal toplumu sergilemekten sorumludur. Siz bunu yapmadığınız takdirde Allah gözünde bir hiçsiniz. Bundan dolayı Ahmedi hanımlar evlenirken gayrı İslami şartlar koşmamalıdırlar. Erkeklere gelince, böyle bir şart öne sürüldüğünde onların buna uymamaları gerekir.
Hadis devam ediyor: “Biriniz sadece fiyatı yükseltmek için spekülasyon yaratmasın.”
Bugünlerde tüccarlar ihale yoluyla yapılan satışlarda malın fiyatını suni olarak yükseltmek için spekülatörlerle anlaşıyorlar. Spekülatörün amacı malları satın almak değil sadece fiyatı yükseltmektedir. Nitekim onlar anlaşma gereği fiyatı belli bir yere kadar tırmandırırlar. Böylece mal asıl değerinden çok yüksek bir fiyatla satılmış olur. Bu pazarlık Avrupa’da da mevcuttur. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) böyle bir sahtekarlıktan men edip şöyle buyurmuşlardır: “Sadece fiyatı tırmandırmak için spekülasyon yapmayın ve malınızı suni bir şekilde süsleyip satmayın.”
Ama Peygamber Efendimiz (s.a.v.)in bu nasihatleri göz ardı edilmektedir. Mesela süt veren hayvanı satmak istediklerinde belli bir müddet sağmayıp su içire içire onu şişirirler ve suni olarak sütünü çoğaltırlar. Bunun sonucunda satılan hayvan yeni sahibinin evine vardığı gün yirmi kilo ama ertesi gün birkaç gramdan fazla süt vermez.
Bir milletin ahlakı bu tür olaylardan dolayı alçalır ve her ferdin başı derde girer. Kısacası bizim derdimizin çaresi ahlak-ı Muhammediyyededir. Bunun neticesi olarak sadece hakkınız olan elinize geçecektir. Ama bu helal rızkınız bereketlenecektir. Çünkü Allah’ın Resulü (s.a.v.) böyle bir helal rızkın bereketleneceğini bize müjdelemiştir.
Diğer bir hadis Müsned Ahmed ve Ebu Davud hadis kitaplarından alınmıştır. Ümmü Seleme’nin (r.a.) rivayet ettiğine göre Peygamber Efendimiz (s.a.v.)e veraset yoluyla kendilerine kalanın nasıl dağıtılacağı konusunda anlaşamayan iki kişi gelir. Anlaşmazlıkları üzerinden çok uzun bir zaman geçmişti. Bu nedenle şahitleri de yoktu. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ikisini dinledi ve “Ben de bir insanım. Aranızdan biri haksız olduğu halde etkileyici bir konuşma yaparak beni etkileyebilir. Ben de onun lehine karar verebilirim. Ama böyle bir durumda kendisinin haksız olduğunu bilen benim kararımdan faydalanmasın. Çünkü söz konusu olan durumda ben ona ateşten bir parça vermiş olacağım. Beni yanıltıp alacağı mal kıyamet günü bir yılan şeklini alıp onun boynuna sarılacaktır” buyurdu. Peygamber Efendimiz (s.a.v.)in sözlerini dinlemekte olan bu iki kişi hüngür hüngür ağlamaya başladılar. Onlardan her biri: “Benim payımı da kardeşim alsın. Çünkü bir hatadan dolayı kararınızın lehimde olmasını istemem” dedi.
Bunun üzerine Peygamber Efendimiz (s.a.v.): “O zaman siz kur’a çekip malı paylaşın” buyurdu. Çünkü kur’ada bir kişi insaf ve adaletle malı böler ve diğeri kur’a çekme hakkına sahip olur. Onlar da buna razı oldular ve veraset aralarında eşit olarak dağıtıldı.
Müslim Kitab-ül Bir Vessile’de Abdullah Bin Ömer’in Peygamber Efendimiz (s.a.v.)den şöyle rivayet ettiği bildirilmiştir: “Birbirinize hasetlik etmeyin. Müşteri kızıştırmayın. Birbirinize buğzetmeyin. Birbirinize sırt çevirmeyin. Biriniz diğerinin pazarlığı üzerine satış yapmasın. Kardeş olun ey Allah’ın kulları. Müslüman Müslüman’ın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu yardımsız bırakmaz, onu hakir görmez. (Ravi diyor ki, Peygamber Efendimiz (s.a.v.) üç defa kalbine işaret ederek “takva şuradadır” buyurdu. Ve şöyle devam etti: “Bir kişinin bedbaht olması için Müslüman kardeşini hakir görmesi kafidir. Bir Müslüman’ın her şeyi, kanı, malı ve ırzı diğer bir Müslüman’a haramdır.”
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bu hadiste toplumun günlük kötülüklerinden bizi menedip iyiliğe davet etmektedir. Kin ile haset arasında bir ilişki vardır. Mesela kardeşinin ticari başarısını hazmedemeyen birisi bir çok engel çıkararak veya ahlak dışı yollarla onu iflas ettirmeye çalışır. Başkasına verilen nimeti görüp sevinenlerin amelleri Allah’ın hoşuna gider. Nitekim Allah bazen onları aynı nimetle, bazen de ondan da değerli bir nimetle mükafatlandırır. Ama hased edenlerin iyilikleri öylesine yokolur ki, ruhları cüzzam hastalığına yakalanır. Va’dedilen Mesih’in ifadesine göre, kardeşi iyi durumda iken canı sıkılan ve kötü günlerinde sevinenin ruhu cüzzam hastalığına yakalanmıştır. Cüzzam hastalığına yakalanmış olanın vücudunun parçaları teker teker çürüyüp düşer. Bunun gibi ruhu cüzzam hastalığına yakalanmış insanın da iyilikleri yavaş yavaş çürüyüp yok oluverir. İşte bu hastalığa yakalananlar her manevi feyz ve bereketten mahrum kalırlar. Kardeşinin iyi günlerinde kalbiniz ne kadar rahatsızlık duyuyorsa cüzzam hastalığınız da o derece ilerlemiştir. Eğer kalbiniz bu durumda seviniyorsa o zaman siz Allah’a giden yolda ilerlemektesiniz demektir. Bu durumda en azından rahatsızlık veya sevinç hissetmeyenin ruh sağlığı pek iyi olmadığı gibi kötü de değildir.
Birbirini kıskanmak ve haset etmek hastalığı doğu ülkelerinde olduğu gibi batıda da vardır. Mesela batıda kafalarını sıfıra vurdurup kendilerine dazlak diyen gençler, güzel bir ev veya araba gördüklerinde onu taşlarlar. Böylece kendilerine hiçbir yarar sağlamadıkları gibi diğer insanlara da zarar verirler. Ev ve arabaların camlarını kırmakla ev veya araba sahibi olunmaz. Onlar dinsiz olduklarından dolayı yaptıklarının farkında değildirler. Ama bir mümin aynı işi yaptığında büyük zarar görür. Çünkü hasedinden dolayı onun iyilikleri yok olup Allah’ın gazabına uğrar.
Kanser hastalığı kendi hastasının dışında kimsenin etini yemez. Ama bu hastalığa yakalananın etini yiye yiye bitirir ve onu bir iskelete çevirir. İşte kıskançlık da aynen böyledir. Bu hastalık da kendi hastasının dışında kimseye zarar vermez ve bu hastalığa yakalanmış olanın ruh güzelliği git gide yok olur. Böyle bir insan ruhtan mahrum olan bir iskelete sahiptir ki, o da değersiz bir şeydir.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.)in “Kardeşine sırtını çevirme” sözü: “kendini kardeşinden üstün zannetme ve onu hor görme” anlamındadır. Bilindiği gibi bazı kimseler, zengin ve güzel giyinmiş insanlarla sohbet ederken fakir olup kendilerine yaklaşmakta olan eski bir dostlarını görünce, zenginler o fakirle samimi olduklarını anlamasınlar diye ona sırtlarını çevirirler. Fakir olan eski arkadaşları yaklaşıp samimi bir şekilde onlarla konuştuğu zaman ona çok sinirlenirler.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.)in hassas gözünden ümmetinin en ufak bir zaafı bile kaçmazdı. Bir çamaşırcı çamaşırın lekelerini temizlemek için onu iyice yıkar. Ama bazı çamaşırcılar sadece yıkamakla yetinmezler. Onlar çamaşırı yıkadıktan sonra tekrar gözden geçirirler ve en ufak bir leke izini gördüklerinde çeşitli ilaçlar sıkıp onu yok ederler.