Huzur-i Enver (Eyyedehullahu binasrihill aziz) Kelime-yi şehadet ve Fatiha suresinden sonra şöyle dedi:
Kendine Ahmedi diyen kadın yahut erkek herhangi birinin, sadece “biz hz. Mesih-i Mevud’a ve onun iddialarına inanıyoruz,” demesi onu gerçek Ahmedi yapmaz. Aksine hz. Mesih-i Mevud (as) gerçek bir Ahmedi olmak için bazı şartlar koydu, bazı sorumluluklar yükledi ve bazı görevlere dikkat çekti. Eğer bunlara göre davranırsanız, onları yerine getirirseniz işte o zaman gerçek anlamda benim cemaatime dahil olacaksınız, buyurdu. Fiilî Ahmedi olmak için bütün yetenek ve güçlerinizle, hz. Mesih-i Mevud’un (as) bir Ahmediden beklediği konulara göre amel etmek şarttır. Kendisi şöyle buyurdu: Biatten kastedilen canını Allah’a teslim etmektir. Bu kolay bir şey değildir, biz herhangi bir şeyi birine sattıktan sonra artık onun üzerinde bir hakkımız kalmaz. Velhasıl, üzerimizi kaplaması gereken hal budur ve canımızla ilgili aklımızda tutmamız gereken işte bu düşüncedir.
Hz. Mesih-i Mevud (as), biat edenin ilk olarak tevazu ve alçakgönüllülüğü benimsemesi, bencillik ve nefsaniyeti bırakması gerekir, buyurur. Huzur-i Enver şöyle dedi: Bunlar hz. Mesih-i Mevud’un (as) kelimeleridir: Bencillik ve nefsaniyetten ayrılması gereklidir. Bazı kimselerde bencillik ve nefsaniyet o derecede ki, bir görevli diğer görevliye kızarak, bir yerde benim mevcut olmama rağmen camiye namaz kılmaya gelmedi. Sebebi sadece şu ki onun diğer görevli ile ilişkileri iyi değilmiş. Bencillik ve nefsaniyet öyle bir seviyeye varmış ki hilafete biat iddiası var, ama iddiasına uygun hiçbir şey yok. Vaktin Halifesi oradadır, onun arkasında namaz kılınması gerekir, bir görevli yüzünden camiye gelmemezlik etmek değil ve üstelik kendisi de görevlidir. Durum böyle olursa Ahmedi olmanın hiçbir faydası yoktur. Velhasıl benliği yok etmek, bencillik ve nefsaniyetten uzaklaşmak gerekir.
Hz. Mesih-i Mevud (as) şöyle buyurdu: Eğer biat ederken verdiğiniz söz başka ve ameliniz başka ise bu ne büyük ayrılıktır. Sizin işlerinizde ne büyük tezat vardır. Eğer siz Allah ile aranıza ayrılık koyarsanız O da sizinle arasına ayrılık koyacaktır. İmanınızı ve amellerinizi muhasebe edin, acaba siz, kalbiniz Allah’ın arşı olacak ve siz O’nun korumasının gölgesi altına girecek derecede değişiklik ve paklık meydana getirdiniz mi. Ben size sık sık nasihat ediyorum ki, Ashab-ı Kiram’ın kendini değiştirdiği gibi siz de pak ve tertemiz olun. O sahabeler yıllardır, hatta nesillerdir süren düşmanlıkları, sırf Allah-u Teala’nın hatırı için muhabbet, sevgi ve kardeşlikle değiştirdiler. Onlar şirkten tövbe ettikten başka en gizli şirklerden korunmak için de çaba sarfettiler.
Gizli şirkin ne olduğunu açıklayarak hz. Mesih-i Mevud (as) şöyle buyurdu: şirk sadece taşlar vesaireye tapınmak demek değildir; sebeplere bel bağlamak da şirktir. Bir kimse dinin emirlerini arkaya atıp dünyevî arzularını yerine getirirse şirke yakalanır. Tevhit, ağzıyla “La ilale illallah” deyip kalbinde binlerce put barındırmanın adı değildir. Bilakis, bir kimse kendi işine, planına, kurnazlığına, önlemlerine, sanki bunlar Allah imiş gibi önem verirse, yahut Allah’a bağlaması gereken güveni bir insana bağlarsa, yahut Allah’a gösterilmesi gereken saygınlığı kendine gösterirse, bu durumlarda o Allah indinde putperesttir.
Huzur-i Enver şöyle dedi: Birisi bana dedi ki, vaktin halifesine o kadar yüksek makam veriliyor ki, neredeyse şirk seviyesine varmıştır. Bilinsin ki hz. Mesih-i Mevud (as), Peygamber Efendimizin (sav) kölesi olarak şirki dünyadan yok etmeye gelmişti. Onun gerçek hilafetinin herhangi bir şirki artırması yahut öyle bir hava vermesi, hiçbir şekilde mümkün değildir. Hilafetin temel görevi şirki yok etmek ve tevhidi yerleştirmek ve bu işi tamama erdirmektir. Hz. Mesih-i Mevud (as) bunun için gönderildi. Elbette hilafetin saygınlığını kökleştirmek, zamanın halifesinin işidir ve o bundan sorumludur, bunu yapacaktır. Bunu, Allah’ın vaatlerine ve hz. Resulüllah’ın (sav) verdiği gaybî haberlere uygun olarak dünyaya tevhit mesajını yaymak ve dünyadan şirki yok etmek için yapacaktır. Velhasıl, eğitim eksikliği sebebiyle bazı ham beyinlerde oluşan böyle düşünceleri zihinlerinizden çıkarın.
Tevhidin yerleştirilmesi için çabalamak ve kendisine inananların kalbini şirkten temizlemek işinden sonra hz. Mesih-i Mevud’un (as) dikkatimizi çektiği ve biat aldığı bir konu da yalandan ve kötü ahlaktan kaçınmaktır. Allah-u Teala Kuran-ı Kerim’de şöyle buyurur:
فَاجْتَنِبُوا الرِّجْسَ مِنَ الْاَوْثَانِ وَاجْتَنِبُوا قَوْلَ الزُّورِ
putların pisliğinden korunun ve yalan söylemekten kaçının.
Hz. Mesih-i Mevud (as) der ki, Kuran-ı Kerim yalanı da bir necaset ve pislik olarak bildirmiştir. Bakınız burada yalanı put ile bir tutmuştur ve gerçekten de yalan, kesinlikle bir puttur. Yoksa niye doğruluk bırakılıp diğer tarafa gidilsin ki. Yalan da bir puttur, yalana güvenen birisi Allah’a güvenmeyi bırakır ve yalan söylemek yüzünden Allah’ı kaybeder. Velhasıl eğer tevhit iddiasındaysanız, Allah’a ibadet iddiasındaysanız, hakiki Müslüman olduğunuz iddiasındaysanız, o halde yalanı içinizden çıkartmanız gerekecek. Bazı kimseler sıradan konularda yanlış beyanda bulunurlar, bu bir müminin şanına yakışmaz. Bazı küçük küçük yanlış beyanların yalan olmadığını zannetmeyin. Hz. Resulüllah (sav) buyurdu ki, birisi küçük çocuğa, “buraya gel bir şey vereceğim,” derse ve sonra bir şey vermezse bu da yalan sayılacaktır. Yani şakadan söylenen yalan da yalandır. Yine buyurdu ki, yalan günaha, günah da cehenneme götürür.
Hz. Mesih-i Mevud (as) bir kötülükten uzak durmak konusunda özellikle nasihat etti, hatta biat şartlarına da koydu; o da zinadır. Kendisi şöyle dedi: Allah-u Teala “ve la tagrab-üz zina” zinaya yaklaşmayın, buyurdu. Yani, kalpte bu günahın düşüncesini oluşturabilecek toplantılardan ve yollardan bile uzak durun. Huzur-i Enver şöyle dedi: Bugünlerde televizyon var, internet var. Bunlarda öyle yanlış filmler gösterilir ki açıkça zinaya teşvik eder. İşte bunlardan kaçınmak bir Ahmedinin görevidir. Baba oturup öyle filmler seyreder, yahut internette oturup yanlış düşünceler oluşur. Bir çok evlerde bu yüzden kavgalar olur, bir çok aileler bunlar yüzünden dağılır yahut dağılmıştır. Birçok genç bu yüzden bozuluyor ve yanlış sohbetlere dalıyor, çünkü çıplak ve yanlış filmleri seyretme alışkanlığı vardır. Velhasıl bir Ahmedinin böyle şeylerden özellikle sakınması gerekir.
Yine gerçek Ahmedi olmak için her türlü zulümden sakınmaya hz. Mesih-i Mevud (as) özel olarak dikkat çekti. Kendisi şöyle dedi: eğer bana mensup olacaksanız, o zaman her türlü yaramazlık, zulüm, fesat ve fitnenin düşüncesini bile kalbinize getirmeyin. Hz. Resulüllah’a (sav) en büyük zulüm nedir diye soruldu. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz (sav) şöyle buyurdu: birinin, kardeşinin hakkı olan topraktan bir avuç bile gasp etmesi en büyük zulümdür. Velhasıl birinin hakkını çiğnemek çok büyük zulüm ve günahtır. Yabancılara İslam’ın güzelliklerini anlattığımızda deriz ki insanların haklarının ödenmesinin en yüce seviyesi İslam öğretisindedir. İslam hak almak yerine hak vermeye dikkati çeker, deriz. Biz halka üstüne basa basa bunları söyleyip de kendi fiili durumumuz buna aykırı olursa o zaman biz günahkar oluruz, yalan konuşmuş oluruz. Bunu da her Ahmedinin ince ince muhasebe etmesi lazım.
Huzur-i Enver şöyle dedi: Allah’a ibadet etmek, mümin olmanın önemli bir şartıdır. Hatta Yüce Allah insanın yaratılışının gayesinin de ibadet olduğunu belirtmiştir. Hz. Mesih-i Mevud (as) şöyle buyurur: Ey kendini benim cemaatimden sayan bütün insanlar! Siz ancak takva yollarına adım attığınızda gökte (Allah indinde) benim cemaatimden sayılacaksınız. Bu yüzden beş vakit namazı, sanki Allah-u Teala’yı görüyormuşçasına korku ve huşu ile eda edin. Namaz her Müslümana farzdır. Hz. Resulüllah’ın (sav) önünde bir kavim İslam’ı kabul etti ve şöyle arzettiler: Ya Resulallah! Bizi namazdan muaf tutun, bizim elbiselerimiz de kötü durumda oluyor ve fırsat ta bulamıyoruz. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz (sav), eğer namaz olmazsa geriye ne kaldı, içinde namaz olmayan bir din, din değildir, buyurdu. Hz. Mesih-i Mevud (as) der ki, namaz nedir? Namaz, acziyetini, zayıflıklarını, Allah-u Teala’nın huzuruna arzetmek ve ihtiyacını ancak O’ndan istemektir. Kendisi açık bir şekilde dedi ki, hayvan ve insan arasında fark yaratan ancak Allah’a ibadet ve namazdır.
Huzur-i Enver şöyle dedi: Ben bir çok defa dikkatinizi çektim ki eğer namaz merkezi yahut cami uzak ise o zaman birbirine yakın olan birkaç ev birleşerek bir yer belirlesin, orada namaz eda edilebilir. Böylece bir yandan namazı cemaatle kılma sevabı elde edilirken öbür yandan namaza ilgi de korunmuş olur ve gelecek neslin terbiyesi de sağlanmaya devam eder. Namazın önemi konusunda hz. Resulüllah’ın (sav) bir emri gerçekten kalplerimizi titretir. Peygamber Efendimiz (sav) şöyle buyurdu: Kıyamet günü insanların hesaba çekileceği ilk şey namazdır. Eğer bu hesap düzgün çıkarsa o başarıya ulaştı ve necata kavuştu, eğer bu hesap bozuk çıkarsa o başarısız oldu ve hüsrana uğradı. Allah-u Teala her Ahmediyi bu hakkı eda etmeye muvaffak kılsın.
Huzur-i Enver şöyle dedi: Teheccüd ve nafile namaz kılmaya da dikkat edilmeli. Hz. Resulüllah’ın (sav) nasihatidir ki, Allah-u Teala sizin farzlarınızdaki eksikliği nafileleriniz vasıtasıyla tamamlar.
Her Ahmedinin göz önünde tutması gereken son derece önemli bir diğer konu, günahlarının bağışlanması için düzenli olarak Allah-u Teala’dan af dilemektir. Hz. Resulüllah (sav) şöyle buyurdu: Allah-u Teala, istiğfar eden kullarına azap veren değildir. Hz. Mesih-i Mevud (as) şöyle dedi: bu devirde Kuran-ı Kerim’in şu duasını hep okumak gerekir:
رَبَّنَا ظَلَمْنَا اَنْفُسَنَا وَاِنْ لَمْ تَغْفِرْ لَنَا وَتَرْحَمْنَا لَنَكُونَنَّ مِنَ الْخَاسِرٖينَ
Biz kendi canımıza zulmettik. Bizi bağışlayıp rahmet etmezsen, şüphesiz hüsrana uğrayanlardan oluruz.
Hz. Mesih-i Mevud (as) kendisine inananlar için şunu da temel bir şart olarak koydu: Allah’ın kullarının haklarını eda edin ve Allah’ın mahlukatına herhangi bir şekilde sıkıntı vermekten kaçının.
Huzur-i Enver şöyle dedi: Bugünlerde Müslüman Müslümana zulüm ederek canını ve malını mahvediyor, binlerce, yüzbinlerce çocuk yetim kalıyor, yüzbinlerce kadın dul kalıyor, yaşlılar ölüyor. Eğer bütün Müslümanlar bugün bu gerçeği anlasalar ve buna uygun hareket etseler, Müslüman hükümetler de buna uygun davransalar, bunların hiçbiri olmaz.
Sonra, kibir de çok büyük bir kötülüktür, Allah-u Teala Kuran-ı Kerim’de bundan kaçınmamızı telkin etmiştir. Hz. Resulüllah (sav) bunun üzerinde ısrarla durdu. Buyurdu ki, kalbinde buğday tanesi kadar kibir olan cennete gidemeyecek. Huzur-i Enver şöyle dedi: Her Ahmedinin bundan kaçınmaya çalışması lazım. İki değişik yerde kızlar tarafından toplantıda bana açıklandı ki cemaatte bir nevi nesle dayalı ayrıcalık vardır. Eğer herhangi bir şekilde genç nesilde böyle bir düşünce oluşursa bu son derece yanlıştır. Huzur-i Enver, bu konuda bilgilendirme yapmaları için cemaatin yan kuruluşlarının dikkatini çekti.
Huzur-i Enver, mali fedakarlık konusuna da dikkat çekerek şöyle dedi: Allah’ın lütfu ile dünya çapında cemaatler mal fedakarlığı konusunda ilerliyorlar. Ancak düzenli çanda sistemine bakıldığında çok eksiklik olduğu görülüyor. Buna dikkat edilmesi gerekir. Eğer şartlara uygun olarak çanda verilmeye başlanırsa öyle zannediyorum ki camilerin yapımı ve diğer cemaat işleri için ayrı ayrı çağrı yapmaya pek ihtiyaç kalmayacak. Bu bakımdan da kendinizi muhasebe edin ve genel çanda hesabınızı kontrol edip az yazdırdıysanız tekrar yazdırın.
Bugün son olarak dikkat çekmek istediğim konu itaattir. Bazı eğri karakterli yahut münafıkça düşünceler besleyen kimseler, maruf kararlara uymaya söz verilmiştir, deyip duruyorlar ve diyorlar ki bazen zamanın halifesinin kararları maruf olmaz. Vadedilen Mesih’in birinci halifesi bunu açıklayarak buyurur ki, bu kelime Resul-ü Kerim (sav) için de kullanıldı. Kuran-ı Kerim’de “ve la yağsîneke fî mârûf” yani, maruf konularda sana itaatsizlik etmeyecekler, ayeti vardır. Acaba öyle insanlar Hz. Resulüllah’ın (sav) ayıplarının bir listesini mi hazırlamışlardır ki hangi şeyi doğru söyleyecek, hangisini yanlış söyleyecek? Neuzü billahi min zalik (Böyle bir düşünceden Allah’a sığınırız)
Huzur-i Enver şöyle dedi: Anlaşıldı ki uyulması gereken maruf karar, Allah’ın ve O’nun Resulünün emirleridir. Velhasıl gerçek hilafet var olduğu müddetçe, Allah-u Teala ve Resulü’nün (sav) emirlerine aykırı bir karar olmayacak, Kuran’a ve sünnete uygun olacaktır. Zamanın halifesinin cemaatle ilgili verdiği nasihatlere göre amel etmek, kendini Cemaatin bir parçası sayan her şahsın sorumluluğudur. Hz. Mesih-i Mevud (as) der ki, bana tabi olanlar ve bana biat edenler ıslah olmuyorsa, o, Allah ve Resulü’nün (sav) talimatına uygun olarak hayatını geçirmiyorsa, o durumda o biat faydasızdır. Bu hakikati anlayıp buna göre amel etmeye çalışırsak, işte ancak o zaman Ahmedi olmanın faydası vardır. Allah-u Teala hepimizi, İslam’ın hakiki talimatlarını anlayarak ona göre davranmaya muvaffak kılsın. Amin