12 Rebiül-evvel günü, Allah-u Teala’nın “Sirac-ı Münir” dediği nurun dünyaya geldiği gündür. O, dünyaya manevi nur verecekti, verdi. O, dünyada Allah’ın egemenliğini kuracaktı, kurdu. O, asırlardır ölü olanlara manevi hayat verecekti, verdi. O, dünyaya barış ve selamet getirecekti, getirdi. Allah-u Teala kendisi hakkında “ve ma erselnâke illa rahmeten lil âlemin” Biz seni dünya için sırf rahmet olarak gönderdik, buyurdu. Sadece insanlar için değil, bütün canlılar için rahmet. Sadece Müslümanlar için değil, gayri müslimler için de rahmetti, rahmettir. Ve onun öğretisi kıyamete kadar herkes için rahmettir.
Onun hakkında, kendisine inananlara Allah-u Teala şöyle buyurdu:
لَقَدْ كَانَ لَكُمْ فٖى رَسُولِ اللّٰهِ اُسْوَةٌ حَسَنَةٌ لِمَنْ كَانَ يَرْجُوا اللّٰهَ وَالْيَوْمَ الْاٰخِرَ وَذَكَرَ اللّٰهَ كَثٖيرًا
Şüphesiz Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı ümit eden ve Allah’ı çok zikreden için Allah’ın Resulünde çok güzel örnek vardır.
İşte bu örneğe göre hareket etmeksizin Müslüman, Müslüman olarak anılamaz.
Peygamber Efendimiz (sav) tevhidi kökleştirmek konusunda da bizim için örnek oldu, ibadetlerde de örnek oldu. Yüksek ahlakın örneğini de kökleştirdi ve kul hakları konusunda da örnek oldu.
Fakat ne yazık ki bugünkü Müslümanların çoğu onu sevme iddiasında bulunurlar ama davranışları, Peygamber Efendimiz hz. Muhammed Resulüllah’ın (sav) öğrettiklerinin ve bizzat kendisinin uygulayarak gösterdiklerinin tersidir. Müslüman ülkelerin çoğunda fitne fesat vardır. Pakistan’da, fitne fesat ateşi bir yerden başka bir yere sıçramasın korkusuyla cep telefonu servisleri kapatıldı. Çok sayıda polis timi her köşede ve her sokağın başında beklemektedir. Acaba o peygamberin doğumunu kutlamanın yolu, her efendi insanı ürküten bu yol mudur? Sevgili Peygamberimiz hz. Muhammed (sav) adına, Ahmedilere şiddet uygulamak ve küfür etmek öteden beri süregelen sıradan şeylerdir, ancak bugün bu da artmıştır.
Birkaç gündür Pakistan’ın bir çok şehrindeki kuşatma, şehirdeki her efendi insanı perişan etti, alışveriş ve hayatı durdurdu. Hiçbir hasta hastaneye gidemedi, okullar kapatıldı, hatta dükkanlar bile kapatıldı. Evinde yiyecek içecek olmayan kimse çocukları için yiyecek içecek getiremedi, halkın milyonlarca liralık maddi zararı da oldu. Bütün bunlar, o sözde ulemanın “resul sevgisi” naraları yüzünden oldu. Halbuki o resul (sav) rahmetün lil âlemindir ve o bize yolların hakkını yerine getirin talimatı verdi. Ama bunlar namus-i risalet adı altında yolları kapatarak insanları sıkıntıya soktular. Hz. Resulüllah’ın (sav) öğretileri ve yüce karakterinin bu gibi şeylerle uzaktan dahi alakası yoktur. Onlar ne istiyorlarsa yapsınlar ama biz Ahmediler hz. Resulüllah’ın (sav) güzel ahlakının her yönünü dikkate alacağız ve ona göre davranmak için bütün gücümüz ve yeteneklerimizle tam olarak çaba sarf edeceğiz. Bu bizim sorumluluğumuzdur.
Huzur-i Enver şöyle dedi: Şimdi ben, hz. Resulüllah’ın (sav) ahlakı ile ilgili olarak onun hayatının bazı yönlerini anlatacağım. Peygamber Efendimizin (sav) Allah’a olan aşkını anlatarak hz. Mesih-i Mevud (as) bir yerde şöyle der: Resulüllah (sav) bir Zat’a (cc) aşık ve mest oldu ve bunun sonucu dünyada hiç kimseye nasip olmayanı buldu. O (sav) Allah’ı o kadar severdi ki insanlar, Muhammed (sav) Rabbine aşık oldu, derlerdi.
Yine hz. Mesih-i Mevud (as), Hz. Resulüllah’ın (sav) Allah aşkı ve sevgisini açıklayarak şöyle der: Müşrikler pistir, şerrül beriyye (yaratıkların en şerlisidir), aptaldırlar, şeytanın soyudurlar, onların tanrıları vegudün nar (ateşin yakıtı) ve cehennemliktirler, ayetleri indiği zaman, Ebu Talip hz. Resulüllah’ı (sav) çağırarak şöyle dedi: Ey benim yeğenim! Şimdi millet çok şiddetli bir şekilde sana küfürler savurmakla meşguldürler ve seni de seninle beraber beni de helak etmeleri pek yakındır. Sen onların akıllı insanlarına aptal dedin, onların ileri gelenlerine şerrül beriyye dedin ve onların hürmetli putlarının adını cehennem odunu ve vegudünnar koydun ve genel olarak onları kötü, şeytanın nesli ve pis diye niteledin. Ben senin iyiliğini isteyerek diyorum ki diline sahip çık sövmekten vazgeç. Aksi takdirde ben millete karşı koyma gücüne sahip değilim. Bunun üzerine hz. Resulüllah (sav) cevaben şöyle dedi: Ey amca! Bu sövmek değil, aksine gerçeğin ortaya konması ve hakikatin yerli yerinde ifadesidir ve ben tam da bu iş için gönderildim. Eğer onlar beni öldürmeye niyetliyseler ben bu ölümü mutlulukla kabul ederim. Ben hayatımı bu yolda vakfettim, ölüm korkusuyla gerçeği açıklamaktan geri duramam. Ey Amca! Eğer sen güçsüzlüğün ve sıkıntıya girmenden endişe ediyorsan beni himayende tutmaktan vazgeç. Vallahi ben sana hiç muhtaç değilim. Ben, Allah’ın hükümlerini ulaştırmaktan asla vazgeçmeyeceğim. Mevlamın hükümleri benim için canımdan azizdir. Vallahi, eğer ben bu yolda öldürülürsem isterim ki tekrar tekrar dirilerek bu yolda ölmeye devam edeyim. Bu korkulacak bir durum değil, O’nun yolunda sıkıntılara katlanmak benim için son derece lezzetlidir. Hz. Resulüllah (sav) bu konuşmayı yapıyordu ve yüzünde doğruluk ve nur ile dolu bir ciddiyet görünüyordu. Hz. Resulüllah’ın (sav) konuşması bitince, hakkın aydınlığını görüp gayriihtiyari Ebu Talib’in gözyaşları akmaya başladı ve şöyle dedi: Ben senin bu yüce durumundan habersizdim. Sen bambaşka bir şan, bambaşka bir durumdasın. İşine devam et, hayatta olduğum müddetçe gücüm yettiği kadar sana destek olacağım.
Anlattığım bu olayı biz tarihte okuruz ve duyarız. Ancak hz. Mesih-i Mevud’un (as) bunu gayriihtiyari ve kalpten anlatmasından, onun hz. Muhammed’e (sav) olan aşkı belli olmaktadır. Ve bu suretle, kendisinin bize gösterdiği Allah aşkının yolu da görülmektedir.
Hz. Resulüllah (sav) aşkı ile vadedilen Mesih ve Mehdi hazretleri şöyle der: “Adı Muhammed olan (üzerine binlerce salât ve selâm) bu Arabî Peygamber’in ne kadar yüce mertebeli olduğunu dâima hayranlıkla müşahede etmişimdir. O’nun yüksek mertebesinin zirvesi bilinemez ve onun tesir-i kudsisini (pak manevi tesirini) yoklayıp tahmin etmek hiçbir insanoğlunun kârı değildir. Yazık ki onun yüce mertebesi gereği gibi tanınamamıştır. O yüzden kalbinin sırrına vâkıf olan yüce Allah kendisine, bütün peygamberlere ve ilk ile son bütün insanlara nazaran üstünlük bahşetti ve onun bütün dileklerini onun kendi hayatında gerçekleştirdi. Dünyadan kaybolmuş Allah’ın birliğini tekrar dünyaya getiren tek pehlivan odur. O, Rabbini son derece sevdi ve insanoğlunun iyiliği için son derece içi yandı. O, her feyzin membaıdır ve onun yüceliğini ikrar etmeksizin fazilet iddiasında bulunan, insan değil, şeytanın neslidir, çünkü her faziletin anahtarı ona verilmiştir. Her irfan hazinesi ona bahşedilmiştir. Bu hazineye ulaşmak için onu vesile edinmeyen ancak ezelden mahrum olan kimsedir. Biz neyiz ki ve bizim hakikatimiz nedir ki? Biz gerçek tevhidi bu Peygamber (sav) vasıtasıyla bulduk, diri Hüdayı tanımak, bu kamil Peygamber ve onun nuru vasıtasıyla nasip oldu, Hüda Teala ile mukalemat (karşılıklı konuşmak) ve muhatab olmak şerefi -ki bunun sayesinde biz O’nun çehresini görürüz- bu ermiş Peygamber (sav) vasıtasıyla nasip oldu. Eğer biz bunu dile getirmezsek nimete nankörlük eden oluruz. Bu hidayet nurunun ışıkları güneş gibi üzerimize vurmaktadır ve biz ancak onun önünde durduğumuz müddetçe münevver (aydınlanmış olarak) kalabiliriz.
Hz. Mesih-i Mevud (as) şöyle buyurur: Ben büyük bir ısrarla diyorum ki, ne kadar katı düşman olursa olsun, ister Hıristiyan olsun ister Hindu, o, Hz. Resulüllah’tan (sav) önceki Arapların durumunu ve sonra da Hz. Resulüllah’ın (sav) öğretisi ve tesiri ile meydana gelen değişikliği gördüğünde, Hz. Resulüllah’ın (sav) doğruluğuna gayriihtiyari şahitlik etmek zorunda kalacaktır. Kuran-ı Kerim, onların önceki durumunu şöyle sergilemiştir:
“Hayvanların yediği gibi yerlerdi, hayvanlarınki gibi bir durumda idiler.” Bu, onların kafirlik durumuydu. Sonra hz. Resulüllah’ın (sav) pak tesiri onları değiştirdiğinde durumları şöyle oldu: yani onlar Rablerinin huzurunda secde ederek, kıyamda durarak gecelerini geçirirler.
Huzur-i Enver şöyle dedi: Velhasıl, evvelin ile buluşacak olan ahirin’in, yani bu cemaatin fertlerinin de sorumluluğudur ki, bu yüce örneğe tabi olarak, ashab-ı kiramın kendi ibadetlerinin seviyesini yükselttikleri gibi biz de ibadetlerimizin kalitesini yükseltelim ve dünyaya dalmayalım. Cemaatlerimizin yan kuruluşları ve cemaat nizamı, namaz kılanların sayısı, yüzde kırk, yüzde elli yahut yüzde altmış oldu diye raporlar göndermektedirler. Biz bunu yüzde yüz yapmadıkça huzur içinde oturmamamız gerekir. Sadece cemaat nizamı değil herkes ne durumda olduğunu muhasebe etmelidir.
Hz. Resulüllah’ın (sav) sıdk ve doğruluktaki örneği ne idi, kendisinin şiddetli düşmanlarından Nezir bin Haris’in şahitliğini dinleyin. Bir defa Kureyş’in reisleri toplandılar, aralarında Ebu Cehil ve Nezir bin Haris de vardı. Birisi Resulüllah (sav) hakkında, onun bir büyücü olduğu etrafa yayılsın veya yalancı olduğu bildirilsin deyince Nezir Bin Haris ayağa kalktı ve şöyle dedi: Ey Kureyş topluluğu! Öyle bir mesele ile karşılaştınız ki buna karşı koyabilmek için hiçbir şey yapamadınız. Muhammed (sav) sizin aranızda genç bir delikanlı idi ve o size herkesten aziz idi, en doğru sözlü idi ve aranızda en güvenilir idi. Şimdi siz diyorsunuz ki o büyücüdür, biz büyücüleri gördük onda hiçbir büyücü hali yoktur. Siz diyorsunuz ki o kahindir, biz kahinleri de gördük, o asla kahin değildir. Siz diyorsunuz ki o şairdir, biz şiirin her türlüsünü biliriz, o şair değildir. Diyorsunuz ki o divanedir, onda divaneliğin hiçbir belirtisi yoktur. Ey Kureyş topluluğu! İyice düşünün! Bu sizin için çok büyük bir meseledir.
Aynı şekilde Ebu Cehil, Peygamber Efendimizin (sav) doğruluğunu asla inkar edemedi. O dedi ki, ben sana yalancı demiyorum, ancak getirdiğin talimat yanlıştır, çünkü sen bizim putlarımız aleyhinde konuşuyorsun.
Ebu Süfyan da Herkül’ün huzurunda aynı şeyi söylemişti. Demişti ki, kendisi asla yalan söylemedi ve daima doğru konuşmayı telkin eder.
Velhasıl Peygamber Efendimizin (sav) en şiddetli düşmanları bile kendisine yalancı diyemediler. İşte bu, onun peygamberliğinin hak olduğunun en büyük delilidir. Yahudi alim, onun mübarek yüzünü görünce, bu bir yalancının yüzü olamaz demişti.
Huzur-i Enver şöyle dedi: Velhasıl, Peygamber Efendimizin (sav) güzel örneğine uygun hareket ederek, Ahmedilerin kendi doğruluklarının seviyesini yükseltmek için daima çaba sarfetmeleri gerekir. Ta ki İslamiyet’in güzel talimatlarının yayılmasında kolaylık meydana gelsin. Tebliğ için kavl ve amel (yani söz ve fiil) bir olsun. Eğer davranışlarda doğruluk yoksa insanlar dini öğretiyi de yanlış zannederler. Hüda Teala’nın zatı bir doğruluktur. İslam Dini bir doğruluktur. Bu doğruluğu yaymak ve bunu doğruluk vasıtasıyla yaymak bugün bizim işimizdir.
Kısacası bugün (yani 12 Rebiül Evvel günü) eğer gerçek kutlama yapılacaksa, Hz. Resulüllah’ın (sav) güzel örneğine göre hareket ederek kutlanabilir. Diğer yandan ibadetlerin seviyesi de yüksek olsun, öbür yandan tevhide kesin inanç da olsun ve ahlak seviyesi de yüksek olsun. Eğer bunlar yoksa, bizimle başkaları arasında hiçbir fark da yoktur. Eğer biz Hz. Resulüllah’ın (sav) güzel örneğine göre hareket etmezsek, bozulmuş olan ve geçici liderlerin ve sözde ulemanın peşine takılarak insanlara sıkıntı sebebi olanlarla aramızda hiçbir fark kalmayacak. Hz. Mesih-i Mevud’a (as) biat etmenin gereği, her işimizde Hz. Resulüllah’ın (sav) güzel örneğini göz önünde tutmaktır. Allah-u Teala hepimizi buna muvaffak kılsın.
Kaynak: https://www.alislam.org/friday-sermon/2017-12-01.html