Müslümanların tek ümmet olmaları için telkin
Hz. Halifetü’l Mesih 5 (Allah yardımcısı olsun) 19 Ocak 2024’te İslamabad Mübarek camisinde Cuma Hutbesi verdi. Hutbe çeşitli dillerde tercüme ile MTA televizyonunda canlı olarak yayınlandı. Huzur-i Enver (aba) Teşehhüd ve Fatiha Suresini okuduktan sonra şöyle buyurdu: Uhud savaşıyla ilgili biraz daha ayrıntı beyan edeceğim. İbni Kamia, hz. Resulüllah’ı (sav) şehit ettiğini zannedince, Muhammed (sav) şehit oldu diye bağırmaya başladı. Şu da söylenmektir ki duyuru yapan şeytan idi ve Cuayil bin Suraka’nın şekline bürünmüştü. Kimin ilan ettiği konusunda birçok görüş vardır.
Hz. Mirza Beşir Ahmed (ra) Siret Hatemünnebiyyin Kitabında şöyle yazdı: O zaman Müslümanlar üç kısma ayrılmıştı. Bir grup, Hz. Resulüllah’ın (sav) şehit olduğunu duyunca meydandan ayrılmıştı. Bunlar arasında hz. Osman bin Afvan (ra) da vardı; Ancak Kur’an-ı Kerim’de zikredildiği gibi o andaki özel durum ve insanların kalplerindeki iman ve ihlaslarını göz önünde tutarak Allah-u Teala onları affetti. Onlardan bazısı Medine’ye kadar vardılar ve bu yüzden hz. Resulüllah’ın (sav) şehit olduğuna dair yanlış haber ve İslam ordusunun hezimeti Medine’ye de ulaştı ve şehrin her yerine bir kargaşa yayıldı. Müslüman erkekler, kadınlar, çocuklar, yaşlılar, Uhud’a yöneldiler. Bazıları koşarak savaş meydanına vardı ve Allah’ın ismini anıp düşman saflarına atıldı.
İkinci grup insanlar Hz. Resulüllah’ın (sav) şehit olduğunu duyunca artık savaşmanın faydasız olduğunu zannederek bir tarafa çekildi ve başları eğik üzgün üzgün oturdular. Üçüncü grup, savaşmaya devam ediyordu, onlardan bazısı Peygamber Efendimizin etrafında toplanmıştı ve benzeri olmayan cansiperane bir fedailik cevheri sergiliyorlardı.
İnsanlar, hz. Resulüllah’ın hayatta olduğunu öğrendikçe divaneler gibi savaşarak Peygamber Efendimizin etrafında toplanıyordu. Canını ortaya koyan o fedailer hz. Resulüllah’ın mübarek bedenini kendi vücutlarıyla çevrelediler. Ama yine de ne zaman bir saldırı dalgası gelse bu sınırlı sayıdaki adam oraya buraya savruluyordu ve böyle durumlarda bazı vakitlerde hz. Resulüllah (sav) neredeyse tek başına kalıyordu. O durumlardan birinde hz. Saad bin Ebi Vakkas’ın (ra) müşrik kardeşi Utbe bin Ebi Vakkas, Peygamber Efendimizin münevver çehresine bir taş attı. O taş yüzünden Peygamber Efendimizin bir dişi kırıldı ve dudağı da yaralandı. Abdullah bin Şihab’ın attığı başka bir taş Peygamber Efendimizin alnını yaraladı ve kısa bir süre sonra İbni Kamia’nın attığı üçüncü taş Peygamber Efendimizin mübarek yüzüne isabet etti. Bunun yüzünden Peygamber Efendimizin miğferinin, yani zırhının iki halkası Efendimizin yüzüne saplandı.
Saad bin Ebi Vakkas (ra) kardeşi Utbe’nin bu yaptığından dolayı o kadar kızgındı ki şöyle diyordu: Uhud günü Utbe’yi öldürmek istediğim kadar başka hiçbir düşmanı öldürmeyi o kadar arzulamadım.
Hz. Muslih Mevud (ra) ikinci dünya savaşı sırasında şöyle dedi: Eğer İngiliz milleti dosdoğru bir kalple tevhide gelirse ve sonra benden dua etmemi rica ederse o zaman onlara galibiyet nasip olacak. Bu, Allah-u Teala’nın kelamına ve bana gösterdiği rüyalara uygundur. Hz. Mesih-i Mevud (as) o millet için çok dua etti, fakat o millet Allah-u Teala’nın tahtına bir kulu oturttular. Bu yüzden Allah-u Teala onları sınanmalara sokuyor, yani onlar hz. İsa’yı Allah’ın oğlu yaptılar. Allah duaları kabul etmeye razı ise ve bir mucize vasıtasıyla Peygamber Efendimizin saygınlığını kökleştirmek isterse mutlaka duayı kabul eder. Hz. Resulüllah (sav) için bu kanun geçerliyse benim için ya da başkası için nasıl buna aykırı davranabilir. İran padişahı Hz. Resulüllah’ı (sav) yakalamaya karar vermişti. Fakat daha sadece Yemen valisinin adamı bu mesajı getirdiğinde Peygamber Efendimiz ona şöyle buyurdu: Gidip efendinize söyleyin ki biz gelmiyoruz. Sizin rabbinizi, bizim Rabbimiz öldürdü.
Allah-u Teala, o (İran) padişahının oğlunu harekete geçirdi ve o kendi babasını öldürdü. Ancak Uhud Savaşında Peygamber Efendimiz yaralandı ve sahabeler kendisinin şehit olduğunu zannettiler. Şimdi birisi diyebilir ki, Allah-u Teala, Peygamber Efendimizin hatırı için İran’ın padişahını o kadar uzakta öldürttü de Uhud meydanında olanlara neden izin verdi. Bu itiraz doğru değildir. Çünkü bu, Allah-u Teala’nın hikmetinden dolayı olmaktadır ve bazı durumlarda o küçücük bir sebeple cezalandırır ve bazı durumlarda bir hikmete binaen mühlet verir ki böylece insanın çaresizliği ve imkansızlığı ortaya çıksın.
Hz. Resulüllah’ın (sav) hayatta ve sağlıklı olarak bulunmasıyla ilgili değişik rivayetler var.
Hz. Ebu Ubeyde (ra) şöyle der: Ben hz. Resulüllah’ı (sav) gözlerinden tanıdım; Gözleri parlak ve nurlu görünüyordu. Müslümanlar haberdar oldukça hepsi Peygamber Efendimize doğru geldiler. Bütün Müslümanlar Peygamber Efendimizi görüp tanıdıklarında hepsi pervaneler gibi Peygamber Efendimizin etrafında toplandılar. Hz. Mirza Beşir Ahmed (ra) şöyle yazdı: Kureyşliler biraz geri çekilince meydandaki Müslümanlar Peygamber Efendimizi tanıyıp etrafında toplandılar. O zaman Peygamber Efendimiz sahabelerin topluluğu arasında yavaş yavaş dağın üstüne çıkıp güvenli bir geçide ulaştılar. Yolda Mekkeli bir reis olan Übey bin Half, Peygamber Efendimizi gördü ve buğz ve düşmanlıktan kör olup, “لَا نَجَوْتُ اِنْ نَجَا yani eğer Muhammed kurtulduysa demek ki ben öldüm,” diye haykırarak Peygamber Efendimize doğru koştu. Sahabeler onu durdurmaya çalıştılar ancak Peygamber Efendimiz, onu bırakın, yakınıma gelmesine müsaade edin, buyurdu. O, saldırmak düşüncesiyle Peygamber Efendimizin yakınına vardığında hz. Resulüllah (sav) mızrak ile ona hamle yaptı. Bunun neticesinde o şok içinde yere düştü ve sonra kalkıp çığlıklar atarak geri kaçtı. Gerçi yarası görünürde pek önemli değildi fakat daha Mekke’ye geri dönemeden geberdi.
Peygamber Efendimiz geçide ulaştığında, Kureyşli bir birlik Halid bin Velid’in komutasında dağın üstüne çıkıp saldırı yapmak istediler. Fakat hz. Resulüllah’ın (sav) emriyle hz. Ömer (ra) birkaç muhacir ile onlara karşı koydu ve onları geri püskürttü.
Bir rivayette şöyle geçmektedir: Hz. Resulüllah (sav) kayanın üzerine çıkmak istediğinde mübarek başındaki yaradan kan aktığı ve güçsüz olduğu için gücü yetmiyordu. Bunu görünce hz. Talha bin Ubeydullah (ra) Peygamber Efendimizi sırtına alıp kayanın üzerine çıkarttı. Peygamber Efendimiz (sav) o zaman, buna cennet vacip oldu, buyurdu.
Hz. Aişe (ra) şöyle buyurur: Hz. Ebubekir Uhud gününden bahsettiğinde derdi ki o gün tamamen Talha’nın günüydü.
Hz. Resulüllah’ın mübarek yüzüne zırhın iki halkası saplanmıştı. Hz. Ebu Ubeyde bin Cerrah (ra) onları eliyle çıkarmaya çalışırsa Peygamber Efendimize eziyet vereceği düşüncesiyle eliyle çıkartmak istemedi. Bu yüzden demir halkaları ağzıyla çıkartmaya çalıştı ve bu sırada onun öndeki iki dişi kırıldı. Ancak o, ön dişleri kırık insanların en güzeliydi.
Uhud Gazvesinde, hz. Resulüllah’ın (sav) aldığı yara ile ilgili Sahih-i Buhari’de şöyle bir rivayet vardır: Hz. Sehl Bin Sa’d (ra) şöyle dedi: Allah’a yemin ederim iyi bilmekteyim ki, hz. Fatıma yarayı yıkıyordu ve hz. Ali (ra) kalkanıyla su getirip döküyordu. Hz. Fatıma suyun kanın akmasını daha da artırdığını görünce bir hasır parçasını yakıp küllerini Resûlullah’ın yüzüne bastırmak suretiyle akan kanı durdurmayı başardı. Peygamber Efendimiz (sav) şöyle buyurdu: Kendi peygamberlerini yaralayan ve onun rubai dişlerini kıran bir kavim nasıl başarıya ulaşabilir ki halbuki o peygamber onları Allah’a çağırmaktadır.
Kalanı inşallah gelecek sefer devam edecek.
Huzur-i Enver Filistin için dua çağrısını yineleyerek şöyle buyurdu: Şimdi Müslüman ülkeler öyle bir duruma girdiler ki birleşip Filistin’i kurtarmayı düşünecekleri yere Müslümanlar kendi aralarında savaşmaya başladılar. Pakistan ve İran arasında da gerginlik başladı. Birbirlerine bomba attılar. Tehlikeli bir durum oluşuyor. Allah-u Teala Müslüman ülkelere akıl ve anlayış versin. Onlar için de dua edin ki Allah-u Teala onları gerçekten kendi maksatlarını anlamaya muvaffak kılsın ve tek bir ümmet olsunlar.
Huzur-i Enver sonunda aşağıdaki iki kişinin vefatından dolayı onları hayırla andı ve cemaat hizmetlerinden bahsederek Cuma namazından sonra gaip cenaze namazlarını kıldıracağını bildirdi.
1- Hz. Muslih Mevud (ra) ve hz. Seyyide Ümmü Tahir Hanımefendinin torunu; Sahipzade Emetü’l Hekim Hanım ve Seyyid Davud Muzaffer Şah Bey’in oğlu Seyyid Mevlüd Ahmed Bey. İnna lillahi ve inna ileyhi raciun.
2- Burkina Faso’nun Dori Bölgesinden, Mehdi Abad’ın Sadırı, Akmid A.G. Muhammed Bey. İnna lillahi ve inna ileyhi raciun.
٭…٭…٭