2.02.2017 - Ramazan, takva ve sebat - Müslüman Ahmediye Cemaati

2.02.2017 – Ramazan, takva ve sebat

Huzur-i Enver (Atba) kelime-yi şehadet, taavvuz ve Fatiha suresinden sonra Bakara suresinin 184. ayetini okudu.

يَا اَيُّهَا الَّذٖينَ اٰمَنُوا كُتِبَ عَلَيْكُمُ الصِّيَامُ كَمَا كُتِبَ عَلَى الَّذٖينَ مِنْ قَبْلِكُمْ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ

Tercümesi şöyledir: Ey inananlar, oruç tutmak siz¬den öncekilere farz kılındığı gibi (her tür¬lü manevi ve ahlâki fenalıklardan) korunasınız diye, size (de) farz kılınmıştır.

Bundan sonra Huzur-i Enver şöyle dedi: Elhamdülillah, hayatımızda bir başka Ramazan ayını daha geçirmek bize nasip oluyor. Hz. Resulüllah (sav) şöyle buyurdu: Cennet, ramazan ayı için yılın başından sonuna kadar süslenir. Aynı şekilde bir kimse ramazan orucunu iman ile ve kendi nefsinin muhasebesini yaparak tutarsa, onun geçmiş günahları affedilecek. Eğer siz, ramazanın hangi faziletleri olduğunu bilseydiniz, kesinlikle bütün yılın ramazan olmasını arzu ederdiniz.

Hz. Resulüllah (sav) açık bir şekilde buyurdu ki bu makam, iman ile oruç tutmak ve kendi nefsinin muhasebesini yaparak ramazanı geçirmek suretiyle nasip olur. Ve durum bu olursa o zaman geçmiş günahlar da affedilir, insan imanda da ilerler.

Kendi nefsini muhasebe ederse, kendi zaaflarına bakarsa, kendi amellerine bakarsa, Allah’ın haklarına ve Allah’ın kullarının haklarına dikkat ederse, amellerini Allah’ın rızasına uygun hale getirmeye çalışırsa, işte o zaman günahlar affolunur. Ramazan orucunu tutmakla elde edilecek bu maksadı, Allah-u Teala Kuran-ı Kerim’in demin okuduğum ayetinde de açıkladı. Buyurdu ki, takva edinmeniz için oruç size farz kılındı. Ve her işin Allah’ın rızası için yapılması takvadır. İşte o zaman siz orucun feyzlerini elde eden birisi olabilirsiniz, şeytanın saldırılarından korunabilirsiniz. Aksi takdirde şeytan açıkça meydan okumuştur ki, insan birazcık Allah’ın korumasından uzaklaşırsa derhal şeytan onu ele geçirir.

Velhasıl, insan ancak imanda ilerlemek ve nefis muhasebesi yapmakla Allah’ın korumasına girebilir ve bu da insan takva üzerinde yürüdüğü zaman olabilir.

İmanın durumu ve ölçüsü ne olmalı, takvanın durumu ve ölçüsü ne olmalı ve bu nasıl elde edilebilir? Bununla ilgili hz. Mesih-i Mevud (as), Allah-u Teala’yı tanımadıkça iman durumu olmaz, buyurdu. Şöyle dedi: Kat etmemiz gereken büyük aşama, Allah’ı tanımaktır. Eğer Hüdaşinasi (Allah’ı tanımak) eksik, şüpheli ve bulanık olursa, imanımız asla aydın, ışıltılı ve parlak olamaz. Hüdaşinasi nasıl olacak? Bu, Allah-u Teala’nın rahimiyet sıfatının zuhuru ile olacak. Yani Allah-u Teala ile böyle bir alaka kurduğumuzda, Allah’ın rahimiyet, fazıl ve kudret sıfatlarını tecrübe ettiğimizde olacaktır. Bunlar ise ancak, Allah’a ibadet ve O’nunla bağ kurmayı olağanüstü bir şekilde gösterdiğimizde tecrübe edilebilir.

Allah’ın rahimiyeti, fazl ve kudret sıfatları müşahede edildiğinde, nefsani duygular giderilir. Nefsani arzular, iman ve yakîn zayıflığı yüzünden meydana gelir. Eğer iman zayıf olmazsa, Allah-u Teala’ya tam bir yakin (kesin inanç) olursa nefsani arzular oluşmaz. İnsan, bu dünyanın rahatlığı, mal-mülkü, zenginliğini sevdiği kadar, ahiret hayatının nimetlerini sevmez. Çünkü eğer onun için ahiret hayatının nimetleri de o kadar sevimli olsaydı, o zaman onları elde etmek için de, bu dünyanın nimetlerini elde etmek için çabaladığı kadar çabalar, hatta ondan daha fazla çaba sarfederdi. Bellidir ki Allah’ın kudretine, rahimiyetine ve vaatlerine gerçek iman yoktur ve bu konunun muhasebe edilmesi şarttır.

Bu açıklamalardan sonra, imanın sıradan bir şey olmadığı iyi bir şekilde anlaşılabilir.  Bu çok büyük bir şey, bize verilmiş olan büyük bir hedeftir. Hz. Mesih-i Mevud (as) bir yerde şöyle buyurur: Allah’a iman iki türlüdür; birisi sadece laf ile sınırlı olan iman, bunun davranışlara ve amellere hiçbir etkisi olmaz. Allah’a imanın ikinci şekli ise, o iman ile birlikte fiilî şahitlik de mevcuttur. İşte bu ikinci türlü iman oluşmadıkça ben bir adamın Alah’a iman ettiğini söyleyemem. Bir kimsenin hem Allah’a imanı olmasını hem de günah işlemesini anlamıyorum.  Dünyanın büyük bir kısmı birinci şekilde inananlardır. Bunların, biz Allah’a iman ederiz dediklerini, fakat bununla birlikte dünyanın pisliklerine ve günahlara boğulmuş olduklarını bilirim. Peki bu nasıl bir şeydir ki, Allah’ı hazır ve nazır kabul ederek bile Allah’a imanın özellikleri ortaya çıkmaz? İnsanın fıtratında şu vardır ki o bir şeye kesin olarak inanırsa onun zararlarından korunmak ve faydalarından istifade etmek ister. Bakınız, arsenik bir zehirdir ve insan onun bir damlasının bile helak etmeye kafi olduğunu bildiğinde, asla onu yemeğe cesaret edemez. Çünkü bilir ki onu yemek helak olmak demektir. Peki neden Allah’a iman ettiği halde, Allah’a imanın neticeleri ortaya çıkmaz? Eğer arseniğe olduğu kadar bile Allah-u Teala’ya imanı olsa, onun nefsani arzuları ve coşkuları ölür, ama bu yoksa tabii ki hayır.

Kısacası insanın ilk vazifesi, Allah’a olan imanını düzeltmektir. Yani imanını davranışlarıyla ispat ederek göstermek, Allah’ın yüceliğine ve emirlerine aykırı hiçbir davranışta bulunmamaktır.

Huzur-i Enver şöyle dedi: Bir müminin kendini muhasebe etmesinin yolu budur.  Ramazan ayında özel bir ortam oluşur ve ibadet ve iyilik yapmaya ilgi uyanır. Böyle bir ortamda ibadetlere ve iyiliklere ilgimizi çevirerek, kendi amellerimizle ilgilenerek, Rabbimizin huzurunda eğilerek, geçmiş günahlarımızın bağışlanmasını dilememiz gerekir. Ve sonra da ramazanı, gelecek hayatımızın bir parçası yapmalıyız. Hz. Resulüllah (sav) iman ile ve nefis muhasebesi ile ramazanı geçirin buyurduğunda, bunun anlamı şudur ki takvada ilerleyerek, kendi durumunuzu Allah’ın rızasına tabi kılarak bu günleri geçirin, ve eğer o günlerden başarı ile geçtiyseniz o zaman takva hayatınızın bir parçası olacak.  İnsan kendi amelî durumunu sadece ramazanda düzeltmeyecek, aksine bu feyzler devamlı feyzler olacak.

Hz. Mesih-i Mevud (as) dikkatimizi bu yöne çekerek şöyle buyurdu: Kuran’ın ve İslam’ın talimatının maksadı takva yaratmaktı, biz bugün onu görmüyoruz. Oruçlarını tutuyorlar, namazlarını kılıyorlar, ancak takvadan uzak olmak yüzünden o namaz ve oruçlar onları günahkar yapıyor.

Huzur-i Enver şöyle dedi: Bugünlerde görmekteyiz ki İslam adına terör olayları yapılıyor, masum insanlar öldürülüyor. Bunların sebebi takvanın kalmamış olmasıdır. Takvadan uzak olan o gibi insanlara ramazan nasıl fayda verebilir? Allah-u Teala ve O’nun Resulü (sav) adına zulüm yapanlar asla ramazanın feyzlerinden istifade edemezler, tam tersine Allah’ın azabına yakalananlardan olurlar. Böyle zulüm ve barbarlık olaylarını duyduğumuzda yahut gördüğümüzde, biz Ahmedilerin eskisinden daha fazla istiğfar ederek, Allah bizi bu zalim insanlardan ayırarak hz. Mesih-i Mevud’a (as) inanmayı nasip ettiği için Allah’a hamd ederek, kendi amellerimize dikkatimizi çevirmemiz gerekir, kendi imanımızın güçlü olmasını dert edinmemiz gerekir.

Hz. Mesih-i Mevud (as) şöyle buyurur: İmanın kökü takva ve taharet (kalbin ve nefsin tertemiz oluşu)dur. Bununla iman başlar, bununla beslenir ve nefsani arzular yok olur. İşte Hz. Mesih-i Mevud’un (as) bu nasihatiyle daha da açık hale geldi ki takva olmadıkça iman oluşamaz. İmanın kökü takvadır evet, ama sadece bu da değil, imanın korunması ve geliştirilmesi de takva olmadan sağlanamaz. Takva olursa ameller iyi olacaktır ve ameller iyi olunca ve Allah’ın rızasına uygun olunca o zaman imanda da ilerleme sağlanacaktır. Bundan şu da anlaşıldı ki ramazanın fazilet meyveleri de takvada ilerleme olmadıkça elde edilemez. Takva artacak ki iman da artacak, kendini muhasebe etmeye ilgi olacak, bu ilgi olduğunda insan kendi kendini hesaba çekecek, böylece nefsani arzularını bastıracak. Ve nefsani arzuları bastırmak, Allah’ın emirlerine göre hareket ederek Allah’ın yakınlığını sağlar.

Hz. Mesih-i Mevud (as) şöyle buyurur: Asıl takva, ki onun sayesinde insan yıkanıp tertemiz olur ve peygamberler onun için gelirler, işte o asıl takva dünyadan kalktı. İç temizliği, taharet çok yüce bir şeydir. İnsan pak ve mutahhar (tertemiz kılınmış) olursa melekler onunla tokalaşırlar. İnsanoğlu bunun değerini bilmez. Bunu bilse lezzet aldıkları her şey onlara helal yollarıyla bağışlanır. Hadiste bildirilmiştir ki hiçbir hırsız mümin olduğu halde hırsızlık yapmaz. Bu, kesinlikle doğru bir sözdür. Eğer keçinin başında aslan olursa o keçi, başkasının tarlasına gitmek şöyle dursun,  helal yiyeceği bile unutur.  Aynen bunun gibi Allah korkusu olursa, birinin günah işlemesi mümkün değildir. Asıl kök ve maksud takvadır. Kime bu nasip olursa ona herşey nasip olur. Bu olmaksızın insan ne küçük günahlardan ne büyük günahlardan korunamaz.  İnsan kendini yalnız zannederek günah işler. Kendini yalnız zannedince, açıktır ki o, Hüda Teala’nın kendisini görmediğini zanneder. Anlamı şu ki o, o anda  ateist olur ve Rabbinin onunla birlikte olduğunu ve onu görmekte olduğunu düşünmez. Aksi takdirde o bunu bilse asla günah işlemez. Her şey kesinlikle takvaya bağlıdır. Kuran-ı Kerim bile bununla başladı. “İyyake nağbüdü ve iyyake nestain”den kastedilen dahi takvadır. Şöyle ki insan bir amel yaparsa, Allah korkusundan dolayı onu kendine mal etmeye cüret edemez. Bunu Allah’ın yardımı olarak görür. Ve “iyyake nestain” bu ibadet bile Senin yardımın sayesinde olmaktadır, der. Ve gelecek için de yardım talep eder ki gelecekte de Allah nasip etsin ki ibadete muvaffak olabileyim. Velhasıl takvanın ölçüsü işte budur… İkinci sure dahi “Hüden lil muttakin” kelimeleriyle başlar. Namaz, oruç, zekat vesaire ancak, insan muttaki olduğunda kabul olur. Kısacası takva olursa bütün bunlar kabul olacak, eğer takva olmazsa bunlar kabul edilmeye layık değildir.

Kuran-ı Kerim’de ayet vardır:

اِنَّ الَّذٖينَ قَالُوا رَبُّنَا اللّٰهُ ثُمَّ اسْتَقَامُوا تَتَنَزَّلُ عَلَيْهِمُ الْمَلٰئِكَةُ اَلَّا تَخَافُوا وَلَا تَحْزَنُوا …

Bundan kastedilen de muttaki (takva sahibi)dir. Yani, Allah bizim Rabbimizdir diyenler sonra bu inanç üzerinde sebat ile duranlar; Allah bizim Rabbimizdir, bizim bütün ihtiyaçlarımızı karşılayan ancak O’dur, sahip çıkan O’dur, diyenler; Bu insanlar üzerine melekler inecek ve diyecekler ki korkmayın, geçmiş amellerinizden dolayı da endişeye kapılmayın, çünkü şimdi siz takvayı benimsediniz. Sonraki ayette şöyle dendi:

نَحْنُ اَوْلِيَاؤُكُمْ فِى الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا وَفِى الْاٰخِرَةِ

Dünya ve ahirette biz sizin dostunuzuz.

Velhasıl, Allah-u Teala kararlılıkla iyilik üzerinde daim olanların günahlarını affeder. Sadece bu kadar da değil, onlara dünya nimetleri de lütfeder ve ahirette de veli ve kefil olur. Aramızdan, ramazanda kendi durumunu değiştirerek kararlı bir şekilde Allah’ın hükümlerine uygun olarak hayatlarını geçirenler, geçirmeye çalışanlar ne kadar şanslı insanlardır.

Huzur-i Enver şöyle dedi: Allah-u Teala bizi muttaki yapmak ister, ta ki O’nun hadsiz hesapsız lütuflarının kapısı üzerimize açılsın. Allah, ramazanda lütuflarının kapısını özellikle takvayı benimseyenlere açar. Muttaki olmak için sadece kötülükleri bırakmak yetmez, iyilikleri edinmek de gerekir. Bunu açıklayarak hz. Mesih-i Mevud (as) şöyle buyurdu: Muttaki olmak için, zina, hırsızlık, hakka tecavüz, kendini beğenme, hakaret, cimrilik gibi kaba şeyleri sağlam bir şekilde terk ettikten sonra düşük ahlaklardan uzak durarak buna karşılık üstün ahlakta ilerlemek şarttır. İnsanlara efendilikle, güzel ahlak ile dert ortağı olarak davranmak, Allah’a gerçek vefa ve sıdk göstermek, hizmet etmekte en üstün makama ulaşmaya çalışmak; Bunlar vasıtasıyla insana muttaki denilir ve bu özelliklerin hepsini birden edinen kimse gerçek muttaki olur. Yani eğer bu ahlaklar topluca değil de teker teker birisinde bulunursa, bunların hepsi birlikte onda toplanmadıkça böyle birisine muttaki denmez. İşte (güzel ahlakları kendinde toplamış) öyle insanlar için “la havfün aleyhim ve la hüm yahzenun”  (onlara korku yoktur ve onlar üzülmeyecekler) müjdesi vardır. Bundan sonra artık ne lazım? Allah-u Teala’nın “ve hüve yetevelles salihin” (O, Salihlerin dostudur, Araf suresi, 197) buyurduğu gibi, O, öylelerinin dostu olur.

Hz. Mesih-i Mevud (as) şöyle buyurur: sadece biat ederek Allah’ın yakalamasından korunmak isteyen insanlar yanlış yapmaktadırlar, onların nefsi onları yanılgıya düşürmüştür. Bakınız, eğer hasta, doktorun içirmek istediği ölçüde ilaç içmezse, onun şifaya kavuşma ümidi boş bir hayaldir. Velhasıl, Allah’ın gazabından kurtaracak kadar temizlik ve takva edinmelisiniz. Allah-u Teala rücu’ edenlere (Allah’a dönenlere) rahmet eder. Çünkü eğer böyle olmasaydı dünya karanlığa gömülürdü. İnsan muttaki olduğunda Allah-u Teala onunla diğerleri arasında furkan yaratır. Cemaatimizin dikkat etmesi lazım, kimde Allah’ın istediği takva varsa o kurtarılacaktır. Allah-u Teala bu cemaati takva için kurdu, çünkü takva meydanı tamamıyla boştur.

Huzur-i Enver şöyle dedi: Bir ramazana daha kavuşmamız; Allah’ın “ramazan, takva edinmeniz için gelir,” buyurması; Hz. Mesih-i Mevud’un (as) “bu cemaat, takva gayesiyle kurulmuştur,” buyurması; Bunlar bizim üzerimize büyük bir sorumluluk yükler. Bizler her an durumumuzu muhasebe etmeliyiz. Yüce Allah’ın Kendi özel lütuflarının günleri olarak tayin ettiği bu günlerde, kendi içimizde öyle bir değişiklik yaratalım ve takva seviyemizi öyle yükseltmeye çalışalım ki Allah-u Teala’nın bizden beklediği şekilde olsun.  Ayrıca bu, sadece ramazan ile sınırlı kalmasın, bilakis bunları hayatımızın bir parçası yapalım. Yüce Allah hepimizi buna muvaffak kılsın. Amin

Huzur-i Enver, hutbenin sonunda, Kadiyan dervişlerinden Hâca Ahmed Hüseyin beyin gaip cenaze namazını kıldıracağını bildirdi ve merhumun güzel vasıflarını anlattı.

Kaynak: https://www.alislam.org/friday-sermon/2017-06-02.html

https://www.youtube.com/watch?v=JLVhtmAFevs
Print Friendly, PDF & Email

Bir Öncekini Oku

26.05.2017 – Hilafet Allah’ın vaadidir

Bir Sonrakini Oku

9.06.2017 – Takvaya ulaşmanın yolları