9.06.2017 - Takvaya ulaşmanın yolları - Müslüman Ahmediye Cemaati

9.06.2017 – Takvaya ulaşmanın yolları

Huzur-i Enver (Atba) kelime-yi şehadet, taavvuz ve Fatiha suresinden sonra şöyle buyurdu:

Geçen hutbemde, orucun ve ramazanın maksadının, Allah’ın açıkladığına göre, kalplerde takva yaratmak olduğunu anlatmıştım. Bu konu ile ilgili olarak, bunun nasıl elde edileceğine dair Hz. Mesih-i Mevud’un (as) bazı yazılarını sunmuştum. Hz. Mesih-i Mevud (as) bu konuyu kalplerimize yerleştirmek için bir çok yerde onun ayrıntılarını açıkladı ki böylece kalplerimizde bunun önemi kökleşmiş olsun; Bizim  her amelimizde ve ahlakımızda takva görünmeye başlasın. Çünkü eğer takva yoksa hiçbir iyilik de olamaz.

Gelip geçici iyilikleri, bir vakitteki coşku ve herhangi bir sebeple her insan yapar. Fakat iyilikte devamlı olmak, ancak gerçek takva olduğunda nasip olur. Hz. Mesih-i Mevud (as), şöyle buyurur: Takvanın birçok kısımları vardır; kendini beğenmek, haram maldan sakınmak ve kötü ahlaktan kaçınmak da takvadır. İyi ahlak sergileyen birinin, düşmanı bile dost olur. Allah-u Teala “idfağ billeti hiye ahsen”  (Sen (kötülüğe,) en iyi (amel) ile karşılık ver, fussilet 35) buyurdu. Eğer muhalif küfrediyorsa bile ona küfür ile cevap vermeyin, aksine sabredin. Bunun sonucu muhalif, sizin faziletli olduğunuzu kabul ederek kendisi pişman olup utanacak. Ve bu, sizin ona intikam olarak verebileceğiniz cezadan daha üstün olacaktır. Ahlak kelimesinden sadece yumuşak davranmak anlaşılmamalıdır. “Halk” ve “hulk” birbirine benzer manada kullanılan iki ayrı kelimedir. Halk, zahiri yaratılış demektir. Mesela kulak, saç vesaire hepsi halk’a (yani zahiri yaratılışa) dahildir. Ve hulk ise batınî (iç kuvvetler bakımından) yaratılışın adıdır ki insan ve insan olmayanlar arasında fark yaratan herşey hulk’tur. Akıl, fikir ve sair bütün kuvvetler hulk’a dahildir. Ahlaktan murat, Allah’ın rızasını elde etmektir. Bu yüzden kendi hayatını, hz. Resulüllah’ın (sav) hayat tarzına uygun olarak geçirmeye çalışmak gereklidir.  Allah-u Teala hz. Resulüllah’ın (sav) yüce şanı hakkında “inneke leala hulugin azim” (hiç şüphesiz sen çok yüce bir ahlak üzerindesin) buyurdu. Ve hz. Resulüllah (sav) hayatın her alanında benzeri olmayan bir örnek sergiledi. Kendi kuvvet ve yeteneklerine uygun olarak bu örnek üzerinde hareket etmek her mümine farzdır.

Bir vakit var ki Hz. Resulüllah’ın (sav) fesahat dolu beyanı karşısında bir grup şaşkınlıktan donup kalırdı. Bir vakit gelirdi ki ok ve kılıç alanında ilerleyerek yüksek cesaret gösterirdi. El açıklığı sahasına geldiğinde dağ gibi altın bağışlardı. Yumuşaklıkta şanını gösterdiğinde, katledilmesi vacip olanları bırakırdı. Kısacası Allah-u Teala bize hz. Resulüllah’ın (sav)  benzersiz ve mükemmel örneğini göstermiştir. Bir vakit geldi, hz. Resulüllah’ın elinde o kadar koyun keçi vardı ki belki de kayser ve kisrada bile o kadarı yoktu ve o, onların hepsini bir adama verdi. Hulk’un göstergesi işte budur. Sonra başka bir rengi vardır. Eğer hükümet şeklinde bir imkanı olmasaydı, katledilmesi vacip olan kafirleri, öç alma imkanı olmasına rağmen affettiği nasıl ispatlanabilirdi? Ki o kafirler, ashab-ı kirama, hz. Resulüllah’a (sav) ve Müslüman kadınlara en sert eziyet ve sıkıntıları vermişlerdi. Onlar Peygamber Efendimizin (sav) önüne geldiklerinde o, “la tesribe aleyküm elyevm” bugün size hiçbir ceza yoktur, buyurdu. İşte bu mükemmel örnektir ki bununla ilgili Allah-u Teala buyurdu ki, bu peygamberin örneğini, siz de mümkün olduğu kadar, gücünüz ve kabiliyetiniz ölçüsünce benimseyin. Bunun için çaba ve gayret göstermek gerekir.  Nitekim bununla ilgili kendisi buyurur ki, insan çaba sarfetmedikçe, duaya sarılmadıkça, kalpte ortaya çıkan karanlık uzaklaşamaz. Nitekim Allah-u Teala şöyle buyurmuştur:

اِنَّ اللّٰهَ لَا يُغَيِّرُ مَا بِقَوْمٍ حَتّٰى يُغَيِّرُوا مَا بِاَنْفُسِهِمْ

Yani, Allah-u Teala bir kavime inen afet ve belaları, kavim onu uzaklaştırmak için kendisi çabalamadıkça, uzaklaştırmaz. Bu, “Ve len tecide lisünnetillahi tebdila,” ayetinde buyurduğu gibi Yüce Allah’ın değişmez bir sünnetidir.  Kısacası ister bizim cemaatimiz olsun, ister diğerleri olsun, bu ahlaki değişimi ancak çaba ve dua ile yapabilir, aksi takdirde mümkün değildir.

İnsanın ahlakı ne kadar bozulmuş olursa olsun, eğer düzeltmek isterse düzelebilir. Hz. Mesih-i Mevud (as) bu konuyu açıklayarak şöyle buyurdu: Bunun için çaba sarfetmek şarttır. Asıl olan şudur ki tembellik olmazsa değişim olabilir.  Ahlakın değiştirilmesinin mümkün olmadığını söyleyenler yanlışlık içindedirler. Biz görürüz ki, rüşvet alan memurlar, gerçekten tövbe ettiğinde, ondan sonra ona altın dağı verilse yine de ona bakmaz.

Sonra hz. Mesih-i Mevud (as) ahlakı düzeltmeye dikkat çekerek şöyle buyurur: Unutmayın, yaşlılık iki türlüdür; Biri tabii, diğeri gayri tabii. Tabii, zahiri bedenin ihtiyarlaması, yaşlanmasıdır. Ve gayri tabii ise birinin hastalığını umursamamasıdır. Eğer birisi hastaysa ve hastalıklarını umursamıyorsa onlar onu zayıflatarak vaktinden önce ihtiyarlatacaktır. Batınî (içsel) ve manevi nizamda da aynısı olur. Eğer birisi kötü ahlaklarını güzel ahlak ile değiştirmeye çalışmazsa, onun  ahlakî durumu tamamıyla bozulacaktır. Hz. Resulüllah’ın (sav) açıklamaları ve Kuran-ı Kerim’in talimatından ispatlanmıştır ki her hastalığın çaresi vardır. Fakat tembellik insana galip gelirse mahvolmaktan başka ne olacaktır?

Huzur-i Enver şöyle dedi: Bu tembelliği gidermek için Allah-u Teala bugünlerde imkan sunmuştur. Bu ayda, ahlak güzelliğine de herkesin dikkatini çevirmesi lazım ve zaaflardan, günahlardan kurtulmaya da odaklanması gerekir. Eğer buna dikkat çevrilmezse, bu müsait ortama rağmen, hz. Mesih-i Mevud’un (as) dediği gibi yaşlılık halinde çekip  gideceksiniz ve bu da hayatın sonudur. Ve Allah’ın huzuruna takvasız bir insan olarak çıkacaksınız.

Sonra ahlakı elde etmek için tövbeye dikkat çekerek hz. Mesih-i Mevud (as) şöyle buyurur: Tövbe aslında ahlakı elde etmek için büyük bir muharrik (harekete geçirici) ve müeyyid (yaptırıcı şey)dir ve insanı mükemmelliğe götürür. Yani kötü ahlakını değiştirmek isteyen birisinin dürüst kalp ve güçlü irade ile tövbe etmesi şarttır. Şunu da unutmamak lazım ki tövbenin üç şartı vardır; bunlar tamamlanmadan, tövbe-tün nasuh denilen gerçek tövbe gerçekleşmez. Bu üç şarttan birincisi, Arapçada iklağ denilen, kötü düşünceleri terk etmektir. Mesela birisinin bir kadın ile caiz olmayan bir ilişkisi varsa, bundan tövbe etmek için önce onun çirkin olduğunu kabul etmesi ve onun bütün kötü vasıflarını kalbine yerleştirmesi gerekir. Çünkü düşüncelerin etkisi çok güçlüdür. Sufilerin yazılarında okuruz ki onlar düşüncelerini, insanı maymun ve domuz olarak görecek noktaya kadar götürdüler. Gayesi şudur ki nasıl tasavvur edilirse o şekle bürünür. Kısacası kötü zevklere sebep olduğu anlaşılan düşüncüleri yok edin. Bu ilk şarttır.

İkinci şart nedamet yani pişmanlıktır. Günah ve kötülüğe düştüğünüzde pişmanlık gösterin ve bu zevklerin geçici ve birkaç günlük olduğunu düşünün. Şunu da düşünün ki her aşamada o zevkler ve hazlar gitgide azalacak ve nihayet yaşlanıp kuvvetleriniz zayıfladığında bütün o dünya zevklerini ister istemez terk edeceksiniz. Velhasıl daha hayattayken bütün bu zevkler terk edilecek şeyler ise o zaman o kötülükleri işlemekle elde edilecek olan nedir ki?

Üçüncü şart azimdir, iradedir. Yani, gelecekte bir daha o kötülüklere dönmeyeceğine dair kuvvetli kesin karar vermektir. Hz. Mesih-i Mevud (as), bizim cemaatimizde kuvvetli ve pehlivan gücüne sahip olanlara ihtiyaç yoktur. Aksine, ahlaklarını değiştirmeye çalışanlar, bu güce sahip olanlar gereklidir. Şu bir gerçektir ki asıl güçlü ve kuvvetli olan dağları yerinden sökebilen değildir; Asıl güçlü pehlivan, ahlakını değiştirme gücüne sahip olandır. Kısacası hatırınızda olsun ki, bütün gayret ve kuvvetinizi ahlakınızı düzeltmeye sarf edin, çünkü gerçek güç ve cesaret budur.

Hz. Mesih-i Mevud (as) şöyle der: Güzel ahlak öyle bir keramettir ki kimse ona itiraz edemez. İşte bu yüzdendir ki bizim Peygamber Efendimiz’e (sav) verilen en büyük ve en güçlü mucize ahlaktır. Nitekim Kuran-ı Kerim’de “İnneke le ala hulugin azim,” hiç şüphesiz sen çok yüce bir ahlaka sahipsin, buyruldu. Ben düşünüyorum ki bir şahıs kötü ahlak ve alışkanlıklarını terk edip güzel vasıflar edinirse, bu onun kerametidir. Mesela eğer çok sert mizaçlı ve öfkeli birisi bu kötü adetini terk edip yumuşaklık ve affı benimserse hiç şüphesiz bu bir keramettir. Yahut cimriliği terk edip cömertliği, veyahut haset yerine dert ortaklığı vasfını elde ederse şüphesiz bu bir keramettir. Aynen bunun gibi kendini beğenmişliği bırakıp tevazu ve alçakgönüllülüğü benimserse bu alçakgönüllülük keramettir. Peki aranızdan keramet sahibi olmak istemeyen var mıdır? İyi bilirim ki herkes bunu ister. İnsan ahlaki durumunu düzeltmeli, çünkü bu, etkisi asla yok olmayacak bir keramettir, hatta onun faydaları uzaklara kadar gider. Müminlerin halk ve Halik (yaratılmışlar ve Yaratan) nezdinde keramet sahibi olması gerekir. Bir çok ayyaş insanın, herhangi bir olağanüstü mucizeye inanmadıkları görüldü ama onlar bile yüce ahlakı görünce boyun eğdiler ve ikrar ve kabul etmekten başka bir yol bulamadılar. Bir çok insanın hayat hikayesinde, ahlakî kerameti görerek hak dini kabul ettiklerini bulacaksınız.

Sonra imana gelmenin sebeplerinden bahsederek hz. Mesih-i Mevud (as) şöyle buyurur: Peygamberlere karşı çıkan fasık adamlar, özellikle de bizim Peygamber Efendimize (sav) karşı çıkanların imana gelmeleri mucizelere bağlı değildi. Mucizeler ve olağanüstü olaylar onları ikna etmiyordu, fakat onlar Hz. Resulüllah’ın (sav) yüce ahlakını görünce onun doğruluğuna inandılar. Birçok farklı mucizeyi görerek bile tatmin ve ikna olmayan insanları bile güzel ahlak etkiler. Gerçek şudur ki bazı insanlar zahiri mucizeler ve olağanüstü hadiseleri görerek iman eder; bazıları ise manevi gerçekleri ve irfanı görerek imana gelir.  Fakat insanların çoğunun hidayete kavuşmasının sebebi güzel ahlak olur.

Huzur-i Enver şöyle dedi: Bugünlerde de cemaate katılan sayısız insan, bir Ahmedi Müslümanın ahlakından etkilenerek yahut cemaat olarak bizim ahlakımızdan etkilenerek Ahmedi olmaktadır. İşte her Ahmedinin bu konuyu göz önünde tutması lazım ki güzel ahlak sadece kendini takvada ilerletmek için değildir; bilakis bu hem dini bir sorumluluktur hem de başkalarının ıslahına vesile olur. Bu yüzden her Ahmedinin kendi ahlakî durumuna dikkatini çevirmesi gerekir.

İmanın yolu nedir? Bu konuyu açıklayarak hz. Mesih-i Mevud (as) şöyle buyurur: Yüce Allah’tan ıslah olmayı istemek ve kendi gücünü de harcamak; işte imanın yolu budur. Hadis-i Şerifte bildirilmiştir: Kim kesin inanç ile dua için ellerini açarsa, Allah onun duasını reddetmez. Nitekim Allah’tan dileyin; kesin inanç ve düzgün niyet ile isteyin. Bir kere daha benim nasihatim şudur ki güzel ahlak sergileyin ve kendi kerametinizi gösterin. Bakınız! Yeryüzünün muhtelif yerlerinde görülen milyonlarca Müslüman, acaba kılıç zoruyla ve baskı ile mi Müslüman olmuşlardı? Hayır, bu kesinlikle yanlıştır. Onları çekip getiren, İslam’ın etkili kerameti idi. Büyük İngiliz araştırmacıları kabul etmek zorunda kaldılar ki İslam’ın doğruluk ruhu öyle bir kuvvettir ki diğer milletleri İslam’a gelmeye mecbur bırakmaktadır.

Hz. Mesih-i Mevud (as), “ahlak da rızk gibidir ve onun göstergesi de Allah’ın verdiği rızkı Allah yolunda harcamak gibidir ve bu da takvanın fiili bir şeklidir,” diye açıklar ve şöyle buyurur: Sıradan halk rızktan, sebze, yiyecek vesaire anlarlar. Bu yanlıştır. Verilmiş olan her bir yetenek ve özellik de rızktır. İlim, fen ve sair  irfan ve manevi hakikatler, insana ihsan edilir. Maddi olarak maaş ve maldaki  bolluk olsun, insanların yetenekleri, ahlakları, mal mülkü olsun, hepsi rızktır. Yönetim yetkisi de rızka dahildir, güzel ahlak da rızka dahildir. Unutmayın ki, cimri sadece, kendi malından herhangi birine hiçbir şey vermeyen değildir; Allah’ın kendisine verdiği ilimi başkasına öğretmekten kaçınan kimse bile cimridir. Başkalarına öğrettiği takdirde kendi öneminin azalacağı yahut gelirinin düşeceği düşüncesi ile ilmini ve hünerini başkasına öğretmemek bir şirktir. Çünkü öyle bir durumda o, kendi Razık’ı ve Rabbi olarak kendi ilmi ve hünerini görür. Aynı şekilde kendi ahlakı ile fayda vermeyen bile cimridir. Ahlakından vermek şöyle olur ki, Allah-u Teala sırf Kendi Lütfu ile ona hangi güzel ahlakları nasip ettiyse, O’nun kullarına o ahlak ile davranmalıdır. Böylece o insanlar onun ahlakını görerek kendileri de aynı ahlakı yaratmaya çalışacaklardır.

Güzel ahlaktan murat, sadece dilde yumuşaklık ve kelimelerde yumuşak olmak demek değildir. Hayır, bilakis cesaret, mertlik, namusluluk ve ne kadar güçler insana verildiyse aslında hepsi ahlakî güçlerdir ve onların hepsini yerli yerinde kullanmak onu ahlaklı duruma getirir.

Hz. Mesih-i Mevud (as) şöyle buyurur: Şu kesindir ki eğer bir şahıs, kendi içinde,  kendi hemcinsi insanoğlu için bir dert ortaklığı hissi bulamıyorsa o cimridir. İçinde bir iyilik ve hayır olan bir yol gördüğümde, insanları çağırarak haber vermek benim sorumluluğumdur. Birisinin ona göre amel edip etmeyeceğini umursamamak gerekir.

Velhasıl, bizim hz. Mesih-i Mevud’a (as) biat ederek içimizde tertemiz ahlakî değişiklikler yarattığımız, bizim her davranışımızdan belli olmalı. Sonra bunu insanlara da anlatmalıyız ki tebliğin yolu da budur. Allah-u Teala nasip etsin ki bizler takva üzerinde yürüyerek ahlakında pak değişiklikler yaratan, hz. Resulüllah’ın (sav) güzel örneğini göz önünde tutan ve yüce ahlakı daima ortaya koyanlar olalım. Ve bizler Hz. Mesih-i Mevud’un (as) beklentilerine göre hayatlarımızı geçirenler olalım. Amin.

Hutbenin sonunda Huzur-i Enver şöyle buyurdu: Cuma namazından sonra iki gaip cenaze namazı da kıldıracağım. Birisi Amerika’dan Lütf-urRahman Mahmud beyin cenazesidir. O, Miyan Ata-ur Rahman Beyin oğlu idi, 27 mayıs 2017’de vefat etti.

İkincisi, azizim Mirza Ömer Ahmed beyin cenazesidir. Kendisi  merhum sahipzade doktor Münevver Ahmed beyin oğlu idi. 5 haziranda öğleden sonra Rabvah’ta Tahir Hart Enstitüsünde 67 yaşında vefat etti. İnna lillahi ve inna ileyhi Raciun.

Kaynak: https://www.alislam.org/friday-sermon/2017-06-09.html

https://www.youtube.com/watch?v=lp6oK4rpab8

Bir Öncekini Oku

2.02.2017 – Ramazan, takva ve sebat

Bir Sonrakini Oku

16.06.2017 – Manevi temizliğin yolu: Doğruluk ve tevazu