24.10.2025 – Tebük Gazvesi ışığında Peygamber (sav) Efendimizin sireti

Emir’ül Müminin 5. Halifetü’l Mesih hazretleri, 24 Ekim 2025 (24 İha 1404 Hicri Şemsi) tarihinde Mübarek Camii, İslamabad, Tilford, İngiltere’de bir Cuma hutbesi irad etti. Bu hutbe, MTA televizyonu aracılığıyla tüm dünyaya yayınlandı. Teşehhüd, Teavvuz ve Fatiha suresinin okunmasından sonra Huzur-i Enver şöyle buyurdu:

Bugün de Tebük Seferi olaylarının daha fazla detayını anlatacağım.

Cedd bin Kays adında bir kişinin olayı anlatılmıştır. Bu kişi de münafıklardan biriydi ve Abdullah bin Übey’den sonra münafıkların ikinci büyük lideriydi. Hudeybiye Barış anlaşması sırasında da biat etmeyen kişi de buydu. Bu kişi de Resûlullah’ın (s.a.v.) huzuruna gelerek savaşa katılmamak için bir mazeret ileri sürdü.

Şöyle yazılmıştır: Tebük Seferi sırasında Resûlullah (s.a.v.), Benû Seleme’nin reisi olan Cedd bin Kays’a hitaben “Ey Cedd! Bu yıl Benû Asfar yani Rumlar ile cihada gidecek misin?” diye sordu. O da dedi ki: “Yâ Resûlallah! Bana izin verin ve beni fitneye düşürmeyin. Allah’a yemin ederim ki, kavmim benim hakkımda benden daha çok kadınları seven kimse olmadığını çok iyi bilir ve korkarım ki, eğer Benû Asfar’ın yani Rumların kadınlarını görürsem sabredemem.” Bunun üzerine Resûlullah (s.a.v.) bu anlamsız cevabı işitince ondan yüz çevirdi ve “Peki, git, sana izin verilmiştir” buyurdu.

Bedir Ashabından ve çok samimi bir Sahabe olan oğlu Hz. Abdullah bin Cedd (r.a.), babasının yanına geldi ve Resûlullah’ın (s.a.v.) davetini reddetme sebebini sordu. O da başka mazeretler ileri sürerek, adeta süper güç olan Roma ile savaşmanın akıllıca bir iş olmadığını söyledi. Bütün bunları dinleyen samimi oğlu sinirlendi ve şöyle dedi: “Hayır, Allah’a yemin ederim ki, bu, savaşa gitmemene sebep olan münafıklıktır. Allah’a yemin ederim ki, senin hakkında Resûlullah’a (s.a.v.) mutlaka Kur’an nazil olacaktır.” Bir rivayette, Cedd bin Kays hakkında şu ayetin indiği belirtilir: “Ve onlardan öylesi de vardır ki: ‘Bana izin ver ve beni fitneye düşürme’ der.”

Denilir ki, daha sonraki zamanlarda bu kişi tövbe etmiş ve güzel bir tövbe yapmış, sonrasında da Hz. Osman’ın (r.a.) hilafeti döneminde vefat etmiştir.

Medine’deki münafıklar ve Yahudiler, yalan söylentiler yayarak Müslümanların moralini bozmaya çalışıyorlar, Müslümanları savaşa gitmekten alıkoymak için yoğun çaba gösteriyorlar ve bunun için türlü türlü taktikler kullanıyorlardı. Onlar kendilerine bir merkez (üs) kurmuşlardı. Hazreti Peygamber (s.a.v.) bu merkezin ortadan kaldırılması emrini verdi.

Her ne kadar Hazreti Peygamber (s.a.v.), rahmeti ve şefkati nedeniyle bu insanları affetse de, nizama (sisteme) karşı tehlikeli bir komplo olduğunda, bu durumu büyük bir hikmetle ama aynı zamanda sert bir şekilde sona erdirmek için de harekete geçilirdi.

Şu temel ilke unutulmamalıdır ki, eğer nizama karşı bir durum söz konusu olursa, o zaman sertlik de gösterilir, orada yumuşaklığın yeri yoktur.

Nitekim buna benzer bir operasyon bu olayda da gerçekleştirildi. Ancak Hazreti Resulüllah’ın (s.a.v.) rahmeti ve affı yine de öyle üstün geldi ki, o, bunlardan hiçbirinin tutuklanmasını emretmediği gibi, herhangi bir ek ceza da vermedi. Sadece, komploların bu yuvası ı ortadan kaldırıldı.

Tebük yolculuğu için herkes hazırlıkla meşguldü. Yolculuk masraflarını karşılamak üzere mali fedakârlıklar da devam ediyordu. Fakir ve yoksul Sahabîler (r.a.) Hazreti Peygamber’in (s.a.v.) huzuruna geldiklerinde, hazırlık yapmaları için kendilerine yardım ediliyordu.

Aynı şekilde, durumu iyi olan kimseler, kendilerinde binek bulunmayan Sahabîlere de binek sağlıyorlardı. Zira binek olmadan bu yolculuk zaten mümkün değildi. Hazreti Peygamber’in (s.a.v.) de şöyle bir buyruğu vardı: “Bizimle ancak güçlü olan, yolculuğun meşakkatine dayanabilecek olan ve bineği ile yol azığı bulunan kişi gelsin.”

Bu sırada bazı Sahabîler ağlayarak Hazreti Peygamber’in (s.a.v.) huzuruna geldiler. Kendisinden binek talep ettiler, zira ihtiyaç sahibiydiler. Resûlullah (s.a.v.) onlara şöyle buyurdu: “Sizi bindirebileceğim hiçbir şeyim kalmadı.” Bunun üzerine ağlayarak geri döndüler.

O Sahabîlerin samimiyetini, vefasını ve çaresizliğinin bu halini, Allah Teâlâ, Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle ifade etmiştir:

“Savaş ilan edildiğinde onlara bir binek sağlayabilmen için senin yanına geldiler. O zaman sen, ‘Sizi bindireceğim bir şeyim yok’ diye cevap verdin. Bu cevabı duyunca, Allah yolunda harcayabilecekleri hiçbir şey olmadığı için gözyaşları içinde geri döndüler. İşte bu kimselere hiçbir suçlama yoktur.”

Bu, Tövbe Sûresi’nin bir ayetidir. Daha sonra bu Sahabîlere yol azığı temin edildi ve onlar da Hz. Resulüllah’ın (s.a.v.) maiyetinde yola çıktılar.

Hz. Ebû Mûsâ el-Eş’arî’nin (r.a.) kabilesinden olan kişiler de Resûlullah’ın (s.a.v.) huzuruna gelerek binek için talepte bulundular. Bunlar altı kişiydi. Onlar, Hz. Ebû Mûsâ el-Eş’arî’yi (r.a.) kendilerine vekil tayin edip Hz. Resûlullah’ın (s.a.v.) huzuruna göndermişlerdi. Peygamber Efendimiz onlara da “Sizlere verebileceğim hiçbir şeyim yok” buyurdu. Bunun üzerine o kişiler ağlayarak oradan geri döndüler.

Fakat tam bu sırada Hazreti Peygamber (s.a.v.) Hz. Sa’d bin Ubâde’den (r.a.) develer satın aldı ve Hz. Ebû Mûsâ el-Eş’arî’yi (r.a.) çağırıp “Bu develeri al ve kendine ve arkadaşlarına ver” buyurdu.

Bu sefere çıkılırken Medine’de vekil bırakılması konusunda farklı rivayetler bulunmaktadır.

Bir görüşe göre, Peygamber Efendimiz (s.a.v.) Medine’ye kendi emiri olarak Hz. Muhammed bin Mesleme’yi (r.a.) bırakmıştır. Bunun yanı sıra Hz. Sibâ’ bin Urfuta (r.a.), Hz. Ali (r.a.) ve Hz. Abdullah bin Ümm-i Mektûm’un (r.a.) isimleri de geçmektedir. Rivayetlerdeki bu farklılığı şöyle çözebiliriz: Bu dört kişi de vekil olarak tayin edilmişti, ancak sorumluluklarında farklılıklar vardı.

Bu uzun bir yolculuk olduğu için, Hazreti Resulüllah (s.a.v.) ailesinin bakımı ve ev ihtiyaçlarının karşılanması için Hz. Ali’ye (r.a.) Medine’de kalmasını emretmişti. İşi gücü kınama ve kötüleme olan münafıklar, bunun üzerine laf üretmeye başladılar ve “O, Peygamber Efendimiz (s.a.v.) için bir yüktü, bu yüzden onu yanına almadı” gibi sözler söylediler. Bu kınamaları işiten veya etrafındaki münafıkları gören Hz. Ali (r.a.), kendi kendine endişelenerek ve telaşlanarak silahını aldı ve Hazreti Peygamber’in (s.a.v.) huzuruna geldi. Peygamber Efendimiz henüz Medine’den üç kilometre uzaklıktaki Cürf mevkiinde bulunuyordu. Hz. Ali (r.a.) endişesini ve telaşını dile getirince, Hazreti Peygamber (s.a.v.) onun gönlünü almak için öyle bir cümle söyledi ki, bu cümle Hz. Ali’nin (r.a.) büyüklüğüne ve şanına belirtmektedir.

Peygamber Efendimiz Hz. Ali’ye şöyle buyurdu: Ey Ali! Musa için Harun’un yeri neyse benim için de senin yerin odur, tek bir farkla ki sen benden sonra peygamber değilsin. Peki bu seni mutlu etmeye yetmez mi?

Tebük için Müslümanların sayısıyla ilgili olarak şöyle yazılmıştır:

Hz. Resûlullah (s.a.v.), savaş hazırlığı için her türlü maddi tedbirleri yerine getirdikten sonra duaya yöneldi ve hazırlığın başlangıcından Tebük’e doğru yola çıkışa kadar şu duayı etmeye devam etti:

اَللّٰهُمَّ اِنْ تُهْلَكْ هٰذِهِ الْعِصَابَةُ فَلَنْ تُعْبَدَ فِیْ الْاَرْضِ

Yani: “Ey Allah’ım! Eğer bu küçük cemaat helak olursa, artık bu yeryüzünde Sana ibadet eden kimse kalmayacaktır.”

Şu ilginç bir tesadüftür ki, Hz. Resulüllah’ın (s.a.v.) ilk gazvesi olan Bedir Gazvesi’nde de bu duadan bahsedilmektedir ve onun bu en son gazvesinde de aynı duadan bahsedilmektedir.

Velhasıl, şiddetli yaz sıcağı, uzun yolculuk ve diğer pek çok soruna ve münafıkların propagandasına rağmen otuz bin kişilik çok büyük bir ordu hazırlandı. Bu orduda on bin süvari (atlı asker) vardı. Bu, Hazreti Resulüllah’ın (s.a.v.) hayatındaki herhangi bir gazve için hazırlanan en büyük orduydu.

Hz. Resulüllah (s.a.v.) Tebük Gazvesi’nde en büyük sancağı Hz. Ebû Bekir’e (r.a.) verdi. Bunun yanı sıra, Hz. Zübeyr (r.a.), Hz. Üseyd bin Hudayr (r.a.), Hz. Ebû Dücâne (r.a.) veya bazı rivayetlere göre Hz. Hubâb bin Münzir’e (r.a.) de sancaklar verildi.

Resûlullah (s.a.v.), Tebük Gazvesi sırasında rehber (yol gösterici) olarak yolları iyi bilen ve en kısa zamanda doğru yoldan götürebilecek olan Alkame bin Fağvâ’ el-Huzâ’î’yi ve babasını seçti.

Hz. Ka’b bin Mâlik (r.a.) şöyle anlatır: Peygamber Efendimiz (s.a.v.) Tebük Gazvesi için Perşembe günü yola çıktı ve o perşembe günü sefere çıkmayı severdi.

Hutbe-yi Saniye’den önce Huzur-i Enver şöyle buyurdu:

Şimdi ben vefat eden bazı kişilerden de bahsetmek istiyorum. Cenaze namazlarını daha sonra kıldıracağım.

İlk olarak Endonezya’da mürebbi olan değerli Gulam Muhyiddîn Süleyman Bey‘den bahsedelim. Kendisi geçtiğimiz günlerde 67 yaşında vefat etti. İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râci’ûn

Onun dedesi, 1932 yılında merhum Mevlânâ Rahmet Ali Bey’in elinde biat etmişti.

Merhum, ilk eğitimini aldıktan sonra daha fazla eğitim almak üzere Rabvah’a gitti. Orada Câmia’da Fasl-ı Hâs sınıfına kabul edildi.

4. Halîfetü’l-Mesîh (rahmetullâhi aleyh) döneminde, Temmuz 1985’te, Câmia’dan mezun olup Endonezya’ya geri döndü. Huzur, onu Endonezya’da Cakarta ve oranın farklı şehirlerinde görevlendirdi ve bölgesel mübelliğ olarak çalışmaya devam etti. Aynı şekilde merkez komitelerin de üyesi oldu. Hizmet süresi yaklaşık kırk yıldır. Geride iki oğlu ve bir kızı kalmıştır. Oğullarından biri olan Muslihuddîn Bey cemaatimizin mürebbisidir ve o da aynı yerde hizmet vermektedir.

İkinci olarak, Multan Bölgesi Emîri olarak görev yapmış ve daha sonra Tehrîk-i Cedîd Rabvah’ta Naib Vekîl’üt-Tasnîf olarak bulunmuş olan değerli Dr. Muhammed Şefîk Sehgal Bey‘den bahsetmek istiyorum. Kendisi de geçtiğimiz günlerde vefat etti. İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râci’ûn.

Merhum, Allah’ın lütfuyla Mûsî idi. Geride üç oğlu kalmıştır. Ailesine Ahmediyyet, İkinci Hilafet döneminde Ahmediyyeti kabul eden merhum babası Muhterem Miyân Muhammed Ömer Sehgal Bey vasıtasıyla girmiştir.

Kendisi doktora (PhD) sahibiydi. Ortaokuldan sonra kendini vakfetmiş ve Hz. Muslih-i Mev’ûd’un (r.a.) hizmetine arz etmiştir. O (r.a.) da “Eğitimine devam et” buyurmuştur. O zamanlar Fazl-ı Ömer Araştırma Merkezi’ni kurma programı vardı. Her neyse, eğitim almak için bilime ilgi duyduğu için önce oradan Kimya alanında Yüksek Lisans yapmış, ardından da burada, Birleşik Krallık’ta (UK) Kimya alanında doktora (PhD) yapmıştır. Ayrıca, hocalarından birinin Nobel Ödülü sahibi olması gibi bir onura da sahiptir.

Araştırma Enstitüsü hemen kurulamadığı için Hz. Muslih-i Mev’ûd (r.a.) onu oraya görevlendirmedi ve babasının ricası üzerine, Hz. Muslih-i Mev’ûd’un (r.a.) izniyle babasıyla birlikte iş hayatına katıldı. Ancak bununla birlikte, farklı pozisyonlarda cemaat hizmeti yapma fırsatını da buldu. Yaklaşık on dört, on beş yıl Multan Bölgesi Emîri olarak hizmet etme imkânı buldu. Aynı şekilde Furkan Bölüğü’ne de katıldı. Allah Teâlâ ona mağfiret ve rahmetle muamele etsin.

Üçüncü olarak, Amerika Birleşik Devletleri’nden Perviz Minhâs Bey’in eşi olan değerli Büşrâ Perviz Minhâs Hanım‘dan bahsetmek istiyorum. Kendisi de geçtiğimiz günlerde vefat etti. İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râci’ûn.

Kendisi, Kerimnagar Nusretâbâd Cemaat Çiftlikleri’nin eski müdürü olan Çaudri Fazl Ahmed Bey’in kızıydı. Evlenmeden önce de Haydarabad Sindh’de Lajna’da  çok hizmetlerde bulundu, daha sonra Ravalpindi’de kaldı, burada da hizmet etme fırsatı buldu ve Lajna başkanıydı. Ardından eşiyle birlikte Amerika’ya gitti ve orada da kendi meclisinde başkan yardımcısı olarak hizmet etme imkânı buldu. Oruç ve namaza düşkün, teheccüd namazı kılan, Allah’a tevekkül eden, Hilafet aşığı, misafirperver, sosyal, insanlara faydalı, fakirleri gözeten, çok iyi ve samimi bir hanımdı. Merhume Mûsî idi. Çocuğu yoktu ama başkalarının çocuklarına karşı çok şefkatli davranırdı. Allah Teâlâ ona mağfiret ve rahmetle muamele etsin.

٭…٭…٭

Önceki

17.10.2025 – Tebük Gazvesi ışığında Peygamber (sav) Efendimizin sireti, ayrıca Rabvah faciasındaki yaralılar için dua çağrısı

Sonraki

31.10.2025 – Tebük Gazvesi ışığında Peygamber (sav) Efendimizin sireti