Emir’ül Müminin 5. Halifetü’l Mesih hazretleri, 12 Aralık 2025 (12 Fetih 1404 Hicri Şemsi) tarihinde Mübarek Camii, İslamabad, Tilford, İngiltere’de bir Cuma hutbesi irad etti. Bu hutbe, MTA televizyonu aracılığıyla tüm dünyaya yayınlandı. Huzur-i Enver, teşehhüd, Teavvuz ve Fatiha suresinden sonra Nahl Suresinin 126. Ayetini ve tercümesini sundu: “Rabbinin yoluna hikmet ve güzel öğütle çağır. Onlarla, en güzel delil ile tartış. Senin Rabbin, O’nun yolunu şaşırmış olanları da, doğru yola gelenleri de çok iyi bilir.”
Huzur-i Enver daha sonra şöyle dedi: Kur’an-ı Kerim’de Allah-u Teâlâ, hem bu ayette hem de diğer birçok ayette, tebliğ yapmayı teşvik ettiği yerlerde, en güzel şekilde tebliğ yapma ve nasihat yapma talimatını vermiştir ta ki başkaları üzerinde etkisi olsun ve ondan fayda görülsün.
Bugünlerde, sosyal medya sayesinde insanlar tebliğin çok kolay olduğunu düşünüyor. Bu işe ilgi duyanlar, bu görevi büyük bir şevkle yerine getirmeye çalışıyorlar. Bu ülkelerde bazı kimseler izin verilen yerlerde, halka açık mekânlara giderek tebliğ yapma şevkini gideriyorlar.
Bu iyi bir şeydir, ancak tebliğ için de her zaman göz önünde bulundurulması gereken bazı şartlar ve adaplar vardır. Aksi takdirde, ters etki oluşur. Bu hususu anlayın ve sonra tebliğ yapın. Çünkü bazı insanlar yaptıkları tebliğiyle başkaları üzerinde olumsuz bir etki bırakırlar ve pozitif etki yerine ters etki meydana gelmiş olur. Bazen de başkalarına, Cemaat hakkında ve Cemaatin öğretileri hakkında, gerçeklerden uzak olan itirazlar yapma fırsatı doğar.
Ayrıca, bu alana yeni girmiş ve ellerinde çok güçlü deliller olduğunu düşünen bazı kişiler, delilleri yetersiz kaldığında ve sağlam delil sunamadıkları için muhaliflerini ikna edemediklerinde hayal kırıklığına uğrarlar. Oysaki, hayal kırıklığına düşülecek bir durum yoktur.
Huzur-i Enver şöyle buyurdu: “Allah-u Teâlâ’nın lütfuyla bizim elimizde deliller vardır. Tabi ki, birisinin bunu anlamamış veya ifade edememiş olması ayrı bir konudur.
Ahmediye Cemaati, Allah-u Teâlâ’nın lütfuyla, hikmetle ve delillerle konuşur ve bunları, Allah-u Teâlâ’nın Kur’an-ı Kerim’de Hz. Resulüllah’a (sav) verdiği ve Peygamber Efendimizin de bizzat uyguladığı öğretiye uygun olarak sunmaktadır.
O halde, yapacağımız tebliği en güzel şekilde yapmamız gerektiğini her zaman aklımızda tutmalıyız.
Bir keresinde hz. Mesih-i Mev’ud (as), tebliğ hakkında çok önemli bir talimatta bulundu. Hz. Mesih-i Mev’ud (as) şöyle buyurdu: “Bana, ‘Amerika ve Avrupa’da İslam öğretisini yaymak için ne yapılması gerekir, İngilizce konuşan bazı Müslümanların Avrupa ve Amerika’ya giderek vaaz ve tebliğ yoluyla İslam’ın amaçlarını o insanlara açıklamaları uygun mudur?’ diye soruldu.”
Hz. Mesih-i Mev’ud (as) şöyle buyuruyor: “Ben genellikle buna ‘evet’ cevabını asla vermem.”
Hz. Mesih-i Mev’ud (as) buyurdu ki: “Sadece İngilizce bilmekle veya herhangi bir dili bilmekle dinin ilme sahip olunmaz; aksine bunun başka birçok gereklilikleri vardır. Bu işte ilmi artırma ihtiyacı vardır.”
Huzur-i Enver, şu nasihatte bulundu: Öyleyse, öncelikle dâî ilellah (Allah’a davet eden) ve tebliğ yapma hevesi taşıyan her kişi kendi bilgisini artırmalıdır.
İtirazları toplayın, genellikle cemaat literatüründe bunların cevapları mevcuttur. Eğer yoksa, o zaman ülkede oluşturulmuş olan tebliğ ekibiyle iletişime geçin, onlardan faydalanın ve bu ekibin içindeki bilgi sahibi kişilerden yardım alın.
Hazreti Mesih-i Mev’ud (as) şöyle buyuruyor: “İslami öğretiden tam olarak haberdar olmayan, onun en yüksek seviyedeki güzelliklerinden tamamen bilgisiz olan, ayrıca günümüz eleştirilerinin cevaplarına tam olarak hâkim olmayan ve Ruhu’l-Kudüs’ten bilgi edinmeyen kimselerin tebliğ yapmasını asla uygun görmüyorum.”
Bu da çok önemli bir husustur: Bir mübelliğin, yani tebliğ yapan kişinin Ruhu’l-Kudüs’ten bilgi edinmesi ve Allah-u Teâlâ ile bir bağının olması gerekir.
Tebliğ hakkında aklımızda tutmamız gereken ilk şey şudur: İslam, dünyadaki tüm insanlar için Allah-u Teâlâ’nın mesajını getiren tek dindir ve hz. Muhammed (sav), tüm dünya için gönderilen tek peygamberdir.
Allah-u Teâlâ, hz. Resulüllah’ı (sav) tüm insanlar, tüm dünya ve tüm milletler için beşir (müjdeleyici) ve nezir (uyarıcı) ve de nebi olarak göndermiştir. Ancak bugüne kadarki tarihe bakarsak, Müslümanların toplam nüfusu bugün bile dünya nüfusunun dörtte birinden daha azdır. Bunun sebebi nedir? Bunun sebebi şudur ki, tebliğ hikmetle yapılmamıştır ve o mesaj doğru bir şekilde ulaştırılamamıştır.
Bazı insanlar iyi niyetle çalışırlar; ancak yeterli bilgiye sahip değildirler ya da bir dâî ilellah’ın (Allah’a davet eden kimsenin) Allah ile kurması gereken bağı kuramamışlardır. Bunun sonucunda da hayal kırıklığı yaşarlar.
Huzur-i Enver, şöyle dedi: Şu husus her zaman akılda tutulmalıdır ki, hz. Resulüllah (sav) de tebliğ için emirler vermiştir ve bazı talimatlarda bulunurdu.
İbn-i Abbas’tan (R.A.) bir rivayet şöyledir:
“Bize, insanlarla akılları nispetinde konuşmamız emredildi.”
İlk olarak, kişinin aklı ne kadarsa, ilmi ne kadarsa veya mizacı ve dini ne ise, ona göre konuşulmalıdır.
Örneğin, eğer Müslümanlara hz. Mesih-i Mev’ud’un (as) gelişini bildirmek gerekiyorsa, onlara Kur’an, Hadis ve kendi büyüklerinin kitaplarından delillerle anlatılmalıdır.
Hz. Resulüllah (sav), tebliğ yapanlara şunu da buyurmuştur: “Mazlumun bedduasından sakının.”
Huzur-i Enver şöyle dedi: “Tebliğ yaparken bazen öfkelenip muhalifin kullandığı dili kullanmaya başlayan kişiler şunu hatırlamalıdır ki, bizim tebliğimiz ahlak çerçevesi içinde olmalıdır. Onların (muhaliflerin) ellerinde delil olmadığı için uygunsuz bir dil kullanıyorlar, ancak biz de uygunsuz bir dil kullanırsak, bu durum bizim de elimizde delil olmadığı anlamına gelecektir.
Hz. Mesih-i Mev’ud (as), çeşitli kitaplarında, tebliğ bağlamında sert kelimeler kullanmaktan cemaatini menetmiştir ve şöyle buyurmuştur: “Ben, bazı yerlerde bu kelimeleri bazı mecburiyetlerden dolayı kullandım, ancak sizler yumuşak davranmalısınız, sizler sert kelimeler kullanmamalısınız.”
Daha sonra Huzur-i Enver, hz. Muslih Mevud’un Tefsir-i Kebir’de
اُدۡعُ اِلٰی سَبِیۡلِ رَبِّکَ بِالۡحِکۡمَۃِ
Ayetinde yaptığı tefsirden bazı noktalar sundu.
Hz. Mesih-i Mev’ud (as) şöyle buyurdu: “Benim sözümü dinleyin ve iyi hatırlayın ki, eğer insanın konuşması samimi bir kalpten değilse ve içinde ameli bir güç yoksa, etkili olmaz. İşte bu durumdan, bizim yüce Peygamberimiz’in (sav) doğruluğunun ne kadar yüksek olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü onun elde ettiği başarı ve kalpler üzerindeki tesirin bir benzeri insanlık tarihinde bulunmamaktadır. Ve bunların hepsi, onun sözü ile fiili arasında tam bir uyum olduğu için gerçekleşmiştir.”
Huzur-i Enver şöyle buyurdu: O halde, eğer biz tebliğ görevini yerine getirecek ve mesajı ulaştıracaksak, bu yönteme uymamız, Peygamber Efendimizin (sav) öğretisini uygulamamız ve Allah-u Teâlâ ile özel bir bağ kurmamız gerekmektedir.
Yine hz. Mesih-i Mev’ud (as) şöyle buyurdu: “İslam’ın korunması ve doğruluğunu ortaya koymak için, her şeyden önce şu husus önemlidir: Sizler, Müslümanların samimi bir örneği olarak kendinizi gösterin.”
‘Biz Ahmedi olduk, tebliğ yaptık ve dâî ilellah (Allah’a davet edenler) listesine adımız yazıldı’ diye övünülmemelidir. Hayır! Aksine Hazreti Mesih-i Mev’ud (as) şöyle buyurdu:
“Her şeyden önce, sizler samimi Müslümanların bir örneği olarak kendinizi gösterin.”
Ve ikinci husus şudur: İslam’ın güzelliklerini ve mükemmelliklerini dünyaya yayın.”
Yine hz. Mesih-i Mev’ud (as) şöyle buyuruyor: “Kısacası, hakikat mesajını yavaş yavaş ulaştırmaya devam etmeli ve yorulmamalıdır.”
Bize düşen yorulmamaktır. Bir gün bir kamp veya stant kurup tebliğ yaptıktan sonra işin bittiğini düşünmemelidir.”
Bu yüzden zannetmeyin ki amacımız, belli bir hocayı ya da belirli bir âlimi tebliğ ederek onu ikna etmek ya da belli bir tartışmacıya veya itiraz edene tebliğ yapmaktır. Aksine, amacımız, hakiki İslam mesajının bütün dünyaya ulaşmasıdır. Hedefimiz, dünyayı şu hususta ikna etmektir: ‘Bu zamanda hz. Mesih-i Mev’ud’un (as) gelmesi gerekiyordu ve o gelmiştir.’ Bunun için çaba göstermeliyiz.
Sadece tartışmalara ve uzun münazaralara dalmak yerine, tebliğ yoluyla hakikat mesajını en fazla sayıda insana nasıl ulaştırabileceğimizi ve onların ıslahını (düzelmelerini) nasıl sağlayabileceğimizi düşünmemiz gerekir.
Ayrıca Huzur-i Enver şöyle buyurdu: Bize, cihat etmediğimiz yönünde suçlama yöneltiliyor. Bunun üzerine tartışmalar yapılıyor. Biz cihad ediyoruz, ancak onun yöntemi değişmiştir. Gayr-i Ahmedi Müslümanlar, cihad etmediğimiz ve cihadı inkâr ettiğimiz yönünde bizi suçluyorlar; oysa bizim yaptığımız zaten cihaddır. Yani, tebliğ yaparak mesajı ulaştırıyoruz. Dünyada İslam’ın ve Ahmediyet’in tebliğini yapıyoruz ve Ahmediyet aracılığıyla insanları İslam’ın asıl öğretisinden haberdar ediyoruz.”
Evet, dediğim gibi, cihadın yöntemi değişmiştir. Hz. Mesih-i Mev’ud (as) şöyle buyurdu: “Artık bizim cihadımız kalem aracılığıyla yapılan cihaddır. Sizin kalemlerinizin uçları ve mürekkep uçları, kılıçların uçlarıdır. Öyleyse bunun aracılığıyla cihad edin. Bu, dinin yayılma işidir, ve tam da bunun zamanıdır. Bunun için kalemle cihad etmek zorunludur.
Huzur-i Enver, muhaliflerin hz. Mesih-i Mev’ud’un gelişiyle ilgili ihtilaflı görüşleri bağlamında şu vurguyu yaptı: Muhaliflerin kelime oyunlarına ve etimolojik tartışmalarına saplanıp kalırsak bunun hiçbir faydası yoktur.
Onlara şunu söylemek gerekir: Bizim asıl amacımız İslam’ı dünyaya hâkim kılmaktır. Çünkü hz. Resulüllah (sav) tüm dünya için bir Nebi ve Resul olarak gelmiştir. Bugün bizim sayımız dünya nüfusunun dörtte birinden bile daha azdır. Tüm dünyayı İslam sancağı altına getirmedikçe, ‘çok iş yaptık’ diyebilir miyiz? Bugün, bu tür bir cihad yapmak bizim görevimizdir. Ancak o zaman cihadımız başarılı olacaktır. Yoksa, Müslümanların yapmak istediği cihad faydalı bir cihad mıdır, bir sonuç veriyor mudur? Hiçbir şey çıkmıyor ve her yerde küçük düşürülüyorlar. O halde, her Ahmedinin yapması gereken cihad, hz. Mesih-i Mev’ud’un (as) bize öğrettiği işte bu cihaddır, kılıçla yapılan değil. Tebliğ araçlarını hikmetle kullanın. Allah Teâlâ ile bir bağ kurun.
Son olarak Huzur-u Enver, şu hususa dikkat çekti: Mürebbilerin de cemaat fertlerini eğiterek bu cihadı yapacak bir orduyu hazırlamaları gerekir.
Mürebbilere şunu söylüyorum ki, onların üzerinde çok büyük bir sorumluluk vardır. Onlar sadece cemaatin eğitimini yapmakla kalmamalı, bu eğitimin yanı sıra cemaat üyelerini Allah Teâlâ ile bir bağ kurmaya yönlendirmelidir. Hem bunu yapmalı hem de onların bilgilerini artırmalı ve onları bu cihad için hazırlamalıdırlar. Bunu yaptıklarında ancak sözlerini yerine getirmiş olacaklardır.
Huzur-i Enver, hz. Muslih-i Mev’ud’un (ra) mürebbilere farklı zamanlarda yaptığı nasihatlerden, “Tebliğ nasıl yapılmalıdır ve bir mürebbi nasıl olmalıdır?” konularını içeren gerekli hususların kısa bir özetini de sundu.










