Namaz; Zirvede dalgalanması gereken Sancak

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) Peygamberliğin ilk on üç senesini Mekke’de geçirdi. Bu dönem sıkıntılarla dolu bir dönemdi. “Gözümün serinliği namazdadır[1]” diye haykıran Peygamberlerin Peygamberi için en büyük sıkıntı ve eziyet Kendisini namazdan alıkoymalarıydı. Mekkeli kâfirler ise O’nu en büyük zevkinden mahrum etmek için her türlü kötülüğe başvurup, kendilerini tatmin etmeye çalışırlardı. Allah (c.c.) bu durumdan bahsederken şöyle buyurmaktadır: “Namaz kılarken bir kulu (yani Peygamberimi) menedeni gördün mü?[2]”

Abdullah bin Mesud’un (r.a.) rivayetine göre, Peygamber Efendimiz (s.a.v.) Kâbe yakınlarında Rabbi huzurunda secdeye kapanmışken, bedbahtlardan Ukbe bin ebi Muit boğazlanmış olan bir dişi devenin rahmini getirip kâinatın Efendisi’nin üzerine attı. Ta ki Hz. Fatıma (r.a.) gelip onu üzerinden aldı.

Ebu Cehil bir kaç kere O’nu ibadetten uzaklaştırmak için tehdit edip, “bütün vadiyi toplayıp sana eziyet vereceğim” demişti. Ama bunların hiç birisi Peygamber Efendimiz’i (s.a.v.) gözünün serinliği olan namazdan uzaklaştıramadı.

Urve bin Zübeyr’in rivayetine göre, günün birinde kendisi, Abdullah bin Amr bin As’a “İslamiyet’in ilk günlerinde Peygamber Efendimiz’e Mekkeliler tarafından çektirilen eziyetler hakkında bana bir şeyler anlattı.” dediğinde o şunları anlattı: “Bir gün Peygamber Efendimiz (s.a.v.) Kâbe avlusunda namaz kılarken Ukbe bin Ebi Muit geldi. Gelir gelmez mübarek omzundan yakalayıp boynuna bir bez yahut kumaş bağlayarak boynunu öylesine sıktı ki neredeyse O’nu öldürecekti. O zaman Hz. Ebu Bekir (r.a.) ilerleyip,  bedbahtı omzundan tutup şöyle dedi “Ey zalim! Rabbim sadece Allah’tır deyip apaçık delillerle geldiği için mi onu öldürmek istiyorsun.”

Bedir savaşında o kendisinin veya cemaatinin ölümünden değil ibadetin ve namazın yok olacağından endişe edip Rabbine şöyle yalvarmaktaydı: “Sana iman eden bu ufacık cemaat bugün yok olursa kıyamete kadar sana ibadet eden olmayacak?”  Bu en tehlikeli anda dahi Peygamberimizin düşündüğü ibadet ve namaz idi. O’nun bu yalvarış şekli öylesine Allah’ın hoşuna gitti ki, Mekkeliler o gün güvendikleri erlerin hepsinin yok olduğuna ama ibadetin yok oluşundan endişe duyan bu küçücük taifenin yenilmez olduğuna tanık oldular.

Sona ermeyi bilmeyen uzun bir eziyet ve sıkıntı dönemi yaşamış olmasına rağmen, hiç bir eziyet O’nu ibadetten vazgeçiremedi. Mübarek vücudu yorgun olsa dahi, ibadet O’na öylesine lezzet veriyordu ki O Rabbin huzurunda secdelere kapanmaktan hiçbir zaman yorulmadı ve son nefesine kadar ibadet sancağını hep zirvede dalgalandırmaya devam etti. Kendisi ömrünü ibadetle geçirdi. İbadete olan aşkı etrafındakileri öylesine etkiledi ki, O daha hayattayken, bitmez tükenmez bir ibadet okyanusu onlarla meydana geldi. Onların her birisi Peygamberleri gibi zorluk ve refahta, fakirlik ve zenginlikte, barışta ve savaşta, yuvalarında ve yolculukta ibadet sancağının hep zirvede dalgalanmasını sağladılar.  Peygamber Efendimiz’in be’setinin[3] tek hedefi buydu. Vefat vaktinde ashabın namazda olduğunu öğrenince çok sevinmişti. Çünkü be’setinin amacı gerçekleşmiş olduğundan artık Sevgilisine kavuşma zamanı gelmişti. Nitekim büyük bir huzur, teskin ve rahatlık içinde gözünü kapadı ve Rabbiyle mulaki oldu.

Bugün de namaz ve ibadet sancağının zirvede dalgalanması bizden bir fidye istemektedir. O da Peygamber Efendimiz’le ashabının fedakârlıklarının aynısının gösterilmesidir. İbadet sancağının yeniden zirvede dalgalanması ve Tevhid fidanlarının bütün dünyada ekilmesi için Allah (c.c.), vaatlere uygun olarak Müslüman Ahmediye Cemaatini kurdu. Kuran-ı Kerim Nur Sure’sinde salih amel işleyen mümminlerin cemaatine hilafet sözü vermektedir. Allah’a şükürler olsun ki, O bizlere hilafet nimetini verdi. Ama hilafet sözünü veren ayetten hemen sonra o “hepiniz namaz kılın, zekât verin ve Peygambere itaat edin ki, rahmet edilesiniz” diye bizi uyarmıştır.

Eğer biz hilafet nimetinden faydalanmak ve rahmet edilmek istiyorsak, o zaman namaza Peygamber Efendimiz ve ashabı gibi önem vermemiz, Vâdedilen Mesih (a.s.) ve halifelerinin yolunu izlememiz gerekir. Allah bize bunu nasip eylesin. Âmin.

Yazan: Raşit Paktürk

Maneviyat Dergisi 2. Sayı

[1] Eş-şifa, Kadı Eyaad, c.1, s.86

[2] Alak Suresi, a.10-11

[3] Gelişinin gayesi

Önceki

Ramazan ve Kadir Gecesi

Sonraki

Namaz nedir?