02.02.2018 – Allah’ın korumasını sağlayan yollar

Huzur-i Enver (Atba), 2 şubat 2018 tarihinde Londra Beytül-Futuh Camiinden verdiği Cuma hutbesinde Kelime-yi şehadet ve Fatiha suresinden sonra Mümin suresinin 1 ila 4. Ayetlerini ve Bakara suresinin 256. Ayteini (Ayet-el Kürsi) okudu;

Tercümesi: Sonsuz kerem ve rahmet eden Al­lah’ın adıyla. O, hamid (her türlü hamda layık olan) ve mecid (ve her türlü yüceliğe sahip olan) dır. Bu Kitab’ın indirilişi, (her şeyden) üstün ve son­suz bilgi sahibi olan Allah tarafındandır. O, günahları bağışlayan ve tevbeyi kabul edendir. O, ceza vermekte şiddetli olup, çok ih­san edendir. O’ndan başka hiçbir İlah yoktur. Ancak O’na dönülecektir.

Ayet-el Kürsi’nin tercümesi: Allah, kendisinden başkası ibadete lâyık olmayandır. O, daima diri­ (ve) Kendi kendine kaim olan (ve tüm yaratıkları) ayakta tutandır. O’nun ne uyuklamaya, ne (de) uykuya (ihtiyacı vardır). Göklerde ve yerde ne varsa, hepsi O’nundur. O’nun izni olmadan huzurun­da, kim şefaat edebilir? (Yaratıklarının) önünde ve ardında ne varsa, hepsini bilir. (Kulları,) O’nun dilediği dışında ilminden hiç bir şeyi kavrayamazlar. O’nun hükümranlığı gökleri (de,) yeri (de) kapsamaktadır. (Gökleri ve yeri) gözetmek, O’nu asla yormaz. O, Ulu ve Yücedir.

Bu ayetlerde Allah-u Teala’nın bazı sıfatları, O’nun şanı ve azameti beyan edilmiştir. Bu ayetlerin önemi hakkında hz. Resulüllah’ın (sav) nasihati vardır. Hz. Ebu Hüreyre (ra) şöyle rivayet eder: Hz. Resulüllah (sav) buyurdu ki, kim sabahleyin hamim’den ileyhilmasir’e kadar okursa ve ayet-el kürsi’yi de okursa, bunlar vasıtasıyla akşama kadar korunacaktır; Kim bunları akşamlayin okursa bunlar vasıtasıyla sabaha kadar korunacaktır. Hamim, Mümin suresinin ikinci ayetidir ve hamim mukattaat harfleri, hamid ve mecid kelimeleridir. Hamid, yani övgüye layık ve gerçek övgü yalnız onun özelliğidir, yani ancak Allah-u Teala hamd sahibidir. Hz. Mesih-i Mevud (as) hamd kelimesini açıklayarak şöyle der: Bilinmeli ki hamd, övgüye değer birinin güzel fiili üzerine yapılan övgüye denir, ayrıca kendi iradesi ile nimetler veren ve kendi isteği ile ihsan eden nimet vericiyi methetmenin adıdır. Hakiki hamd, gerçek manada sadece, bütün feyiz ve nurların kaynağı olan ve şuursuzca ya da mecburi olarak değil basiret gözü ile ihsan edenin hakkıdır.  Hamdın bu anlamı sadece Habir ve Basir olan Hüda Teala’nın zatında bulunur. Muhsin (ihsan eden) ancak O’dur, evvelde ve âhir’de  bütün ihsanlar O’nun tarafındandır, bu dünyada da öbür dünyada da bütün övgüler O’nun içindir ve O’ndan başkaları için yapılan her övgünün mercii de O’dur.

Hamd kelimesinde başka bir işaret daha vardır, Allah-u Teala buyurur ki, Ey benim kullarım! Benim sıfatlarımla Beni tanıyın ve Benim kemalatım ile Beni tanıyın. Benim, bütün kamil sıfatları ve bütün yücelikleri  kendi zatında toplamış olduğuma kesin inanan, her nerede mükemmellik görürse ve düşüncelerinin son sınırına kadar gördüğü her azameti Bana atfedenler; İşte bunlar, Benim marifet yollarımda yürüyen kimselerdir. Hak onlar ile birliktedir ve onlar başarıya ulaşanlardır.

Allah-u Teala size afiyet versin, kalkın ve celal sahibi Allah’ın sıfatlarını araştırmaya koyulun. Akıllılar ve düşünerek hareket edenler gibi derin bir bakış ile bakın. Çünkü Hamd sıfatını anlamakla diğer bütün sıfatlar idrak edilir yahut edilebilir. İyice dikkat verin, kemalatın her yönüne derinlemesine gözatın, O’nu, hırslı bir insanın arzularının peşine büyük bir ilgi ile düştüğü gibi arayın. Kısacası siz O’nun eksiksiz kemalatına ulaştığınızda ve kokusunu aldığınızda O’nu buldunuz demektir. Bu öyle bir sırdır ki sadece hidayete talip olanlara açılır.

Velhasıl Allah-u Teala’nın hamd sahibi oluşunun idraki budur ve bizim bunu elde etmemiz gerekir. Ta ki Allah’ın diğer sıfatlarını da tanıyabilelim.

Sonra Allah-u Teala “mecid” olduğunu bildirir. Yani yücelik sahibi. Anlamı şudur ki O, çok övgüye değerdir ve yüce şan sahibidir ki o seviyeye hiç kimse varamaz. O’nun feyzinin bir sınırı yoktur, O feyiz verir ve vermeye devam eder asla yorulmaz. İşte, ayeti okurken Allah-u Teala’nın hamd sahibi oluşunun bu anlamını göz önünde tutmak gerekir. Önce hamd’ın manasını sonra mecid oluşunun anlamını.

Sonra, O azizdir buyurdu. Yani güçlerin sahibi olan, bütün güçlülerden daha güçlü, yenilgiye uğratılamaz, O’nu yenmek mümkün değildir. Bütün saygınlıklar O’na aittir, O’nun kıymeti ve değeri ölçülemez, O her şeyin üzerinde galiptir, O’nun gibisi asla olamaz. İşte bu aziz’in anlamıdır.

Sonra O alimdir buyurdu. Yani O her şeyin bilgisine sahiptir, olmuş olan şeylerin de gelecekte olacak olanların da. Hiçbir şey O’ndan gizli değildir. O’nun bilgisi tam olarak her şeyi kuşatmıştır. Velhasıl O, bu kitabı, yani Kuran’ı ve son şeriati indirmiş olan Hüda Tealadır. O, her devrin ihtiyaçlarının bilgisini bunda (Kuran-ı Kerim’de) sundu ve şimdi her türlü korunma ve galibiyet gerçek anlamda ona uygun hareket etmekle olacak.

Sonra, O, “gafir-iz zenbi” yani günahları bağışlayandır buyurdu. Velhasıl, O’nun önünde eğilerek günahların bağışlanmasını istemek gerekir. Hz. Mesih-i Mevud (as), daima günahların bağışlanmasını dilemek hakkında bir çok yerde açıklamalar yaptı. Bir defa şöyle buyurdu: İnsana nasip olan nur geçicidir, onun kalıcı olması için istiğfar gereklidir. İstiğfarın manası, Allah’tan elde edilen mevcut nur korunsun ve daha fazlası nasip olsun, demektir. Bunu elde etmek için beş vakit namaz da vardır, ta ki her gün kalbini açarak Allah’tan istensin. Basiret sahipleri bilir ki namaz bir miraçtır. Ve o namaz ancak yakarış ile dolu bir duadır ki onunla bu hastalıklardan kurtuluş elde edilebilir. Yani cismani ve manevi her türlü hastalıktan korunmak için dua gereklidir ve dualarda istiğfara gerek vardır ve namaz da bunun bir parçasıdır.

Hz. Resulüllah (sav) bu ayetlerin okunmasını emrettiğine göre sadece okumakla bir şey olmayacak, bilakis fiili durumunu da düzeltmek gerekecek. Nasıl istiğfar etmeliyiz, namazlarımızı nasıl korumalıyız ki biz de korunmuş olalım diye kendi durumuna da dikkatini çevirmek gerekecek.

Hz. Mesih-i Mevud (as) şöyle buyurur: İstiğfarın anlamı ancak şudur ki, zahirde hiçbir günah işlenmesin ve günah işleme kuvveti ortaya çıkmasın. İnsanın, gerçekten içtenlikle af dilemesi gerekir. Ki ondan ortaya çıkmış olan isyanlar ve suçların cezasını çekmek zorunda kalmasın. Gelecekte de, iyilikler yapmayı ve günahlardan kaçınmayı nasip etmesi için içtenlikle her zaman Allah-u Teala’dan yardım talep etmeli. Kalpte bir coşku olmalı. Ancak kalpten çıkan sözler Allah’a kadar ulaşır. Dil ile de Allah’a çok dua etmek gerekir, çünkü bunun kalp üzerinde etkisi olur.

Huzur-i Enver şöyle dedi: Velhasıl, istiğfar etmek ve bunun ruhunu anlama idraki yaratmak gerekir. Zikir ve dua ancak, bunlarla birlikte amelî durumunu düzeltmek için çaba da sarfedildiğinde işe yarar. İnsanlar, bize kısa bir dua söyleyin de bir onu okumaya devam edelim, derler. Kısa dualar bile ancak, onunla birlikte farzlar eda edildiğinde, namazlar vaktinde ve düzenli olarak ve istekli bir şekilde kılındığında işe yarayacak.

Sonra, Allah’ın “Kabilit tevbi” yani tevbeleri kabul eden sıfatı vardır. Tevbenin manası, günahlarının bağışlanmasını isteyerek Allah’a yönelmektir. İnsan, “ben gelecekte bir daha günah işlemeyeceğim, günahlardan kaçınmak için hep çabalayacağım” sözünü vererek Allah’ın huzuruna durursa, Yüce Allah bu irade ve duygu ile Kendine yöenlenin tövbesini kabul eder.  Hz. Mesih-i Mevud (as) şöyle buyurur: Cuma ve bayram gününden daha iyi ve mübarek olan gün hangisidir? Ben size söyleyeyim, bunların hepsinden daha iyi ve bayramdan daha büyük olan o gün, insanın tövbe ettiği gündür. Neden? Çünkü, insanı cehenneme yaklaştıran ve içten içe İlahî azaba götüren kötü ameller defteri o gün yıkanır ve günahları affedilir. Allah-u Teala’nın buyurduğu gibi; “İnnellahe yuhibbüt-tevvabine ve yuhibbül-mutatahhirin” Şüphesiz Allah-u Teala tövbe edenleri dost edinir ve temiz olmayı arzulayanları sever. Bu ayette sadece, Allah’ın tövbe edenleri mahbub edindiği bulunmaz, bilakis hakiki tövbe ile birlikte paklık ve iç temizliği de şarttır. Her türlü necaset ve pislikten ayrılmak gerekli şarttır. Yoksa dilde kalan tövbe ve tekrarlanıp duran kelimelerin bir faydası yoktur.

Allah-u Teala çok rahim (merhametli) ve kerim (lütfeden)dir, insan gibi, bir günahın karşılığında nesillerce peşini bırakmayan ve helak etmek isteyen katı kalpli birisi değildir. O rahim ve kerim Hüda yetmiş yıllık günahları bir kelime ile bir anda bağışlar.

Sonra, “zittavl” yani çok verendir buyrulmuştur. O, fayda vermekte sonuna kadar gider. O’nun lütfetmesinin bir sınırı yoktur. Çünkü O güçlüdür her şeyi verebilir. O’nun hazineleri sınırsızdır. Allah-u Teala, Benim bu sıfatımlarımı aklınızda tutarsanız daima feyz bulacaksınız. Bu kadar güce sahip olan O’ndan başka hiç kimse yoktur. Ve biz bu dünyada da öldükten sonra da O’na gideceğiz. Velhasıl eninde sonunda Hüda Teala’ya döneceğiz hissi oldukça, iyilikler yapma ve O’nun emirlerine göre hareket etmeye ilgi olacaktır. Ve durum bu olursa Allah-u Teala kesinlikle koruyacaktır.

Sonra Ayet-el Kürsi vardır. Bununla ilgili hz. Resulüllah (sav) şöyle buyurdu: Her şeyin bir zirvesi olur, Kuran-ı Kerim’in zirvesi Bakara suresidir ve onda öyle bir ayet vardır ki Kuran’ın bütün ayetlerinin lideridir, işte o Ayet-el Kürsidir. Bunun izahında hz. Mesih-i Mevud (as) şöyle der: Bu ayetin kelimesel manası şudur ki canlı olan ancak O Hüda’dır ve kendi kendine kaim olan ancak O Hüda’dır.  İşte, canlı olan ancak O Hüda ve kendi kendine kaim olan ancak O Hüda olduğuna göre bundan açıkça bellidir ki O’ndanbaşka canlı olarak görülen her şahıs, O’nun canlı oluşu ile canlıdır. Ve yeryüzünde ve göklerde var olanların her biri O’nun Zatından dolayı kaimdir. Sonra Ayet-el Kürside beyan edilen şefaat konusunu açıklayarak hz. Mesih-i Mevud (as) şöyle buyurur: Her insan başka bir insan için dua ettiğinde bu da bir şekilde şefaattir ve bu bir müminin sıfatı olmalıdır, her zaman bunu yapmalıdır. Dinin iki tam bölümü vardır; Biri Allah’ı sevmek, diğeri insanoğlunu sevmek. O kadar sevmek ki onun felaketini kendi felaketi saymak ve onlar için dua etmek ki başka bir deyişle buna şefaat denir. Sonra Ayet-el Kürsinin sonunda Allah-u Teala’nın iki sıfatı beyan edilmiştir; Son derece yüce şan sahibi, O’ndan yukarda hiçbir şan sahibi yoktur, işte O yeryüzünün ve göklerinin sahibidir ve o azimdir. O’nun azametinin, büyüklüğünün ve yüce şanlı oluşunun mertebesi şudur ki o seviyeye hiç kimse ulaşamaz. Huzur-i Enver şöyle dedi: Velhasıl, göz önünde tutmamız gereken işte bu konudur ki Hz. Resulüllah (sav) bu ayetleri okuyun, böylece Allah’ın korunmasında kalacaksanız, diye telkinde bulunmuştu. Ancak sadece ayetlerin okunması yeterli değildir; Aksine bu konular üzerinde yoğunlaşarak bunları benimsemek de şarttır. Hz. Resulüllah’ın (sav) bu ayetler hakkında buyurduklarını anlamak ve idrak etmek de gereklidir. Eğer böyle olursa işte o zaman insan Allah’ın lütfu ile O’nun korumasında kalabilir.  Yüce Allah bize buna uygun hayatlarımızı geçirmeyi nasip etsin. Amin

Önceki

09.02.2018 – Allah’ın gerçek bir hizmetçisi: Sahibzade Mirza Gulam Ahmed

Sonraki

26.01.2018 – Duanın gücü