Ahmediler de İslam ve iman şarlarına inanırlar
Cemaatimizin inançlarını, anlaşılsın diye, tek tek sayacağım:
Allah’ıncc varlığına inanırız. O’nun var olduğu inancına bağlanmak, en büyük ve en önemli hakikati kabul etmek olup, bir hayal veya batıl inanç peşinde koşmak değildir.
Allah’ıncc tek olduğuna inanırız. O’nun ne yeryüzünde, ne de gökyüzünde bir ortağı yoktur. Her şey O’nun yarattığıdır ve O’nun yardımı ile desteğine muhtaçtır. O’nun ne oğlu, ne kızı, ne babası, ne anası, ne de kardeşi vardır. O tektir ve benzeri yoktur.
Allah’ıncc kutsiyetine, tüm kusurlardan münezzeh ve her türlü mükemmelliğe de sahip bulunduğuna inanırız. O’nda asla kusur olmadığı gibi, her güzelliğe de sahiptir. O’nun kudreti de bilgisi de sınırsızdır. O, her şeyi kuşatmaktadır, ancak O’nu kuşatan hiçbir şey yoktur. İlk de sonuncu da, açık da gizli de ancak O’dur. O, Yaratandır ve tüm kâinatın da sahibidir. O’nun hükmü geçmişte olduğu gibi bugün de sürmektedir ve gelecekte de sürecektir. O, diridir ve ebedidir. Asla ayıbı ve noksanı yoktur. O’nun yaptıkları kendi iradesi sonucudur ve zorla yapılmış değildir. Dünyayı evvelce nasıl idare etti ise bugün de etmektedir. Sıfatları ebedidir, her an kudretini göstermektedir.
Meleklerin, Allah’ıncc mahlûkatından olduğuna inanırız. Onlar, Kuran-ı Kerim’de zikredilmiş olan kanuna uyarlar.
…يَفْعَلُونَ مَا يُؤْمَرُونَ ۞
Yani “Kendilerine buyrulanı yaparlar.[1]” Belirlenmiş vazifeleri yerine getirmek üzere Allah’ıncc hikmeti ile yaratılmışlardır. Onların varlığı gerçektir ve Kuran-ı Kerim’de onlarla ilgili buyrulan beyanlar mecazi değildir. Aynen insanlar ve diğer mahlûkat gibi, melekler de Allah’acc muhtaçtır. Allahcc, kudretinin tecellisi için meleklere asla muhtaç değildir. İsteseydi, kâinatı melekler olmaksızın da yaratırdı. Ancak O, mükemmel hikmetinin sonucu meleklerin yaratılmasını istedi. Böylece onlar vücuda geldiler. Allahcc, göz için ışığı ve açlık için ekmeği yarattı. Işığı ve ekmeği, Kendisinin ihtiyacı olduğundan değil, insanların ihtiyacı için yarattı. Benzer şekilde Allah meleklere muhtaç değildir. Melekler Allah’ın bazı iradelerinin ortaya çıkması için vasıtadırlar.
Allah’ıncc seçkin kulları ile konuştuğuna ve iradesini onlara vahyettiğine inanırız. Allah’ıncc vahyi, kelimeler şeklinde nazil olur. Vahyin manasını veya kelimelerini vahyi alan hazırlamaz. Her ikisi de ona Allah’tancc gelir. Vahiy insan için gerçek gıdadır. İnsan vahiy ile yaşar ve o yolla Allahcc ile ilişki kurabilir. Allah’ıncc vahiy kelimeleri, kuvvet ve ihtişamları bakımından eşsizdir. Hiçbir insanın düşünemeyeceği bu kelimeler, irfan ve hikmet hazineleridir. Onlar, öylesi bir maden ocağıdır ki, ne kadar derin kazarsanız, o kadar kıymetli cevherler çıkarırsınız. Vahiy hazineleri maden ocağı ile karşılaştırıldığında çok üstündür. Çünkü maden ocağı tükenir, fakat vahyin hikmeti tükenmek bilmez. Vahiy, yüzeyi güzel kokulu ve içi paha biçilmez incilerle dolu bir denize benzer. Yüzeyde duranlar güzel kokusundan zevk alırlar, derine dalanlar ise inciler bulurlar. Vahyin muhtelif çeşitleri vardır. O, bazen şeriat emirlerini içerir, bazen ise bir öğütten ibarettir. Bazen gayba dair, bazen manevi gerçekler hakkında bilgi getirir. Bazen Allah’ıncc hoşnutluğunu, bazen hoşnutsuzluğunu, bazen sevgi ve saygısını, bazen ise ihtar ve azarlayışını iletir. Bazen ince ahlâkî meseleleri bildirir, bazen de gizli kötülüklerden haberdar eder. Özetle bizler, Allah’ıncc kullarıyla konuştuğuna inanırız. Bu kelam, onları alanın manevi durumuna ve şartlara göre değişir. Bütün İlâhî kelamlar içinde ise, en mükemmel ve en kapsamlı olanı Kuran-ı Kerim’dir. Kuran-ı Kerim ile nazil olunan şeriat ve hidayet kıyamete kadar geçerlidir. Gelecekte hiçbir kelam, onu ortadan kaldıramaz.
Dünyayı karanlık istila ettiğinde, insanların günah ve kötülüğe saplanarak, şeytanın etkisinden Allah’ıncc yardımı olmaksızın kurtulmaları güçleştiğinde, O’nun kerem ve rahmeti sonucu salih ve sadık kullarından seçtiklerine dünyayı uyarma ve doğru yolu gösterme görevini verdiğine de inanırız. Allahcc, “Kendisine bir uyarıcı gelmemiş olan bir ümmet de yoktur[2]” buyurmaktadır. Yani Allahcc dünyanın bütün milletlerine uyarıcılarını göndermiştir. Bu peygamberlerin tertemiz ve nezih hayatı başkaları için daima mükemmel bir örnek ve rehber olmuştur. Onlar vasıtasıyla Allahcc, iradesini ortaya koyar. O elçilerden yüz çevirenler helak olurlar, fakat onları sevenler ise Allah’ıncc sevgisine mazhar olurlar. İlâhî nimetlerin kapıları da kendilerine açılır. Onlar kendilerinden sonra gelenlere önder olurlar. Dünya ve ahiretteki hayırlar da onlara mukadder kılınmıştır.
Yine bizim inancımıza göre, geçmişte insanlığı karanlık ve kötülükten aydınlığa çıkaran İlâhî elçiler, muhtelif mertebe ve makamlara sahiptiler. Onların en yücesi Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’dirsav. Allahcc kendisini, “İnsanların efendisi ve tüm insanlık için gönderilmiş bir resul,” diye nitelendirmiştir. Allahcc ona, mükemmel bilgiler vahyetti. Kendisine öyle heybet ile yardım etti ki dünyanın en kudretli hükümdarları bile onun korkusuyla titrediler. Bütün yeryüzü onun için bir mescit kılındı ve onun ümmeti dünyanın her noktasında ortağı ve benzeri olmayan Allah’a secde ettiler. Haksızlık ve adaletsizliğin yerine hak ve adalet, zulmün yerine ise iyilik ve şefkat hüküm sürmeye başladı. Ondan önceki peygamberler, Peygamber Efendimiz’insav devrinde yaşamış olsalardı, ona itaat etmeye ve onun izinden gitmeye mecbur kalırlardı. Kuran-ı Kerim şöyle buyurmaktadır:
وَاِذْ اَخَذَ اللّٰهُ مٖيثَاقَ النَّبِيّٖنَ لَمَا اٰتَيْتُكُمْ مِنْ كِتَابٍ وَحِكْمَةٍ ثُمَّ جَاءَكُمْ رَسُولٌ مُصَدِّقٌ لِمَا مَعَكُمْ لَتُؤْمِنُنَّ بِهٖ وَلَتَنْصُرُنَّهُ
“Hani Allah bütün peygamberlerden sağlam bir söz almıştı. “Size Kitap ve hikmet verdikten sonra, elinizde bulunan (kelâmı) gerçekleştiren bir peygamber gelince, ona mutlaka inanacaksınız ve ona mutlaka yardım edeceksiniz,” demişti…[3]”
Peygamber Efendimizsav ise şunu söylemişti:
لَوْ كَانَ مُوسٰى وَ عِيسٰى حَيَّيْنِ لَمَا وَسِعَهُمَا اِلَّا اتِّبَاعِى
“Musa ve İsa bugün hayatta olsalardı, bana itaat etmekten başka çareleri olmazdı.[4]”
Biz, Allah’ıncc Kendisine yalvaran kullarının dualarını kabul ettiğine de inanırız. O, onları güçlüklerden kurtarır. O diridir ve O’nun yaşadığını insan, her devirde ve her vakitte hisseder. Örneğin; O’nun varlığı, bir kuyu kazarken kurduğumuz ve kuyu tamamlandıktan sonra artık ihtiyaç kalmadığı için yıktığımız bir iskele gibi değildir. Aksine O nurdur ve O’nsuz her taraf karanlıktır ve her şey ölüdür. Kulları Kendisinden ayırdığınızda onlar cansız birer beden olurlar. Allah’ıncc dünyayı yaratıp, sonra da bir kenara çekildiği doğru değildir. O’nun her zaman kulları ile ilişkisi devam eder. Onlar acz ve tevazu gösterdiklerinde O da onlara yönelir. Hâlbuki kulları O’nu unuturlarsa, O Kendini onlara hatırlatır. Sonra da özel elçileri vasıtasıyla onlara şöyle der:
اِنّٖى قَرٖيبٌ اُجٖيبُ دَعْوَةَ الدَّاعِ اِذَا دَعَانِ فَلْيَسْتَجٖيبُوا لٖى وَلْيُؤْمِنُوا بٖى لَعَلَّهُمْ يَرْشُدُونَ
“…Ben onlara pek yakınım. Bana dua edenin duasını kabul ederim. Onlar doğru yolu bulsunlar diye, Benim emirlerime boyun eğsinler ve Bana inansınlar.[5]”
Bizim başka bir inancımız da, Allah’ıncc kendi özel takdirini dilediğinde harekete geçirdiğidir. Bu dünyanın olayları yalnız doğa kanunları ile idare edilmez. Bu kanunlar dışında özel kanunlar bulunur. Onlar vasıtasıyla Allahcc, gücünü ve şanını ortaya koyar ve böylelikle kudretini gösterir. Cehaletleri yüzünden bazılarının inkâr ettikleri işte bu kanunlardır. Bu gibileri doğa kanunlarından başkasına inanmazlar. Doğa kanunları tabii kanunlar oldukları halde, bu gibiler onları İlâhî kanun sayarlar. Hâlbuki onlara doğa kanunu denebilir, İlahî kanun denemez. İlâhî kanunlar öyle kanunlardır ki, onlar vasıtasıyla Allahcc sevdiği seçkin kullarına yardım eder ve Kendi dostlarının düşmanlarını küçük düşürerek yok eder. Böyle kanunlar olmasa, dostu bulunmayan zayıf Musaas zalim ve kudretli bir Firavun karşısında galip gelebilir miydi? Musaas zayıf ve Firavun kuvvetli iken Musaas başarı kazanır ve Firavun başarısızlığa uğrar mıydı? Eğer doğa kanunlarından başka kanun yoksa Peygamber Efendimizsav kendisini ve tebliğini yok etmeye ant içmiş bir Arabistan’a karşı zafer kazanabilir miydi? Her çatışmada Allah Peygamberinesav yardım etti ve düşmanlarına üstün gelmesini sağladı. Düşmanların her hücumu başarısızlıkla sonuçlandı ve sonunda, on bin mukaddes ile on sene önce hayatını kurtarmak için tek bir fedakâr dostu refakatinde göç etmeye mecbur olduğu vadiye tekrar girdi. Doğa kanunları bu gibi olayları izah edebilir mi? Doğa kanunları sadece kuvvetlinin zayıfa karşı başarısını, zayıfın ise kuvvetli karşısında helâkini garanti eder.
Yine inancımıza göre, öldükten sonra insan tekrar kaldırılacak ve yaşamı sırasındaki amellerinin hesabını verecektir. İyi amellerde bulunanlar büyük mükâfatlara layık kılınacaklar. Ancak Allah’ıncc emirlerini hiçe sayanlar ise, ceza göreceklerdir. İnsanı, bu hesaptan hiçbir şey kurtaramaz. İnsan yakılıp kül edilebilir ve külleri havaya savrulabilir ya da kuşlar, hayvanlar veya kurtlar tarafından yenilip, toza ve o toz da başka bir şeye dönüşebilir, ama akıbeti her ne olursa olsun, ölümden sonra yine kaldırılacak ve amellerinin hesabını vermek üzere Yaratanın karşısına çıkacaktır. Allah’ıncc kudreti, insanın yeniden kaldırılması için onun maddi bedeninin sapasağlam olmasına asla ihtiyaç duymamaktadır. Allahcc, insanı ruhunun veya varlığının en küçük zerresinden tekrar hayata döndürme kudretine sahiptir ve bu da zaten böyle olacaktır. Beden kül olsa da onun hiçliğe dönüşüp kaybolması mümkün değildir. Keza beden içinde yerleşik bulunan ruh da, Allah’ıncc izni dışında asla hiçliğe dönüşemez.
Biz, Allah’ıncc sonsuz şefkat ve merhametinin sonucu olarak, Kendisini reddeden ve dinine (İslam) muhalefet edenleri bizzat affetmesine kadar, her birinin Cehennemde bir yerde kalacaklarıdır. Orada ceza olarak, son derece soğuk ve şiddetli sıcağa maruz bırakılacaklardır. Bunun maksadı Cehennemliklere eziyet çektirmek değil, onları bu yolla ıslah etmektir. Cehennemde onlar zamanlarını feryat ve figan içinde geçirecekler. Ardından bir gün gelecek ve her şeye galip olan Allah’ıncc rahmeti onları da içine alacaktır. Ondan sonra, Peygamber Efendimiz’insav ilan etmiş olduğu şu İlâhi vaat yerine gelecektir:
يَأْتِى عَلٰى جَهَنَّمَ زَمَانٌ لَيْسَ فِيهَا اَحَدٌ وَ نَسِيمُ الصَّبَا تُحَرِّكُ اَبْوابَها
“Bir zaman gelecek ve Cehennemde hiç kimse kalmayacak; rüzgârlar esecek ve Cehennemin kapı ve pencereleri esen rüzgârlarla çarpıp duracaktır.[6]”
Bizim başka bir inancımız göre, Allah’acc, peygamberlerine, meleklerine ve kitaplarına iman edenler, O’ndan gelen emirleri içtenlikle onaylayanlar, huşu ve huzur ile O’nun önünde secde edenler, zengin oldukları halde fukara gibi yaşayanlar, insanlığa hizmet edip, rahat ve huzurlarını başkaları için feda edenler, nefret, zulüm, tecavüz ve sair her türlü taşkınlıktan sakınanlar ve iyilikte örnek olanlar, Cennete gideceklerdir. Orada rahat ve sükûnet hüküm sürecek, ıstıraptan da eser bulunmayacaktır. Orada bulunanların hepsi Allah’ıncc rızasına mazhar olacak, Allahcc kendilerine cemalini gösterecek ve O’nun lütuf ve ihsanı da herkesi kuşatacaktır. Cennettekiler Allah’acc o kadar yakın olacaklar ki, O’nun sıfatlarını tam olarak aksettiren birer ayna haline gelecekler. İnsana ait olan bütün aşağılık arzular ortadan kalkacak, onların yegâne arzuları Allah’ıncc arzuları olacaktır. Hepsi ebedi bir hayata kavuşarak, Allah’ıncc sıfatlarının bir tecellisi haline dönüşeceklerdir.
Bizim inandıklarımız işte bunlardır. Bir insanın Müslüman olabilmesi için benimsemesi gereken inançlar da bunlardır. İslam uleması da, bizim bahsettiğimiz bu inançlardan bahsede gelmişlerdir. Biz kendileriyle tamamen aynı fikirdeyiz.
[1] Nahl Suresi, Ayet 51
[2] Fatır Suresi, Ayet 25
[3] Al-i İmran Suresi, ayet 82
[4] El-yavakit vel cevahir, c.2 s.22, H. 1321, Mısır
[5] Bakara Suresi, ayet 187
[6] Tefsir Maalamü’t Tenzil, Hud Suresi, ayet 107