Bir itiraza göre: “Ahmedi Müslümanlar cihadı reddediyorlarmış!” Bir insanın bu kadar yalan söyleyebileceği insanı hayrete düşürür. Zira cihadı inkâr ettiğimizi söylemek apaçık bir yalandır. İnancımıza gelince, cihat olmaksızın iman mükemmelleştirilemez. Bugün her tarafta İslâmiyetin ve Müslümanların zaafa düşmüş olduğu, iman ve itikadın ortadan kalktığı veya gerilmeye yüz tuttuğu görülmektedir. Bunun sebebi cihat konusunda tembellik göstermeleridir. Kuran-ı Kerim birçok yerinde cihattan söz etmektedir. Şimdi Kuran’a can-ü gönülden bağlı olan Müslüman Ahmediye Cemaati Kuran tarafından ileri sürülen bir inancı nasıl reddedebilir? Biz sadece kan döken, fitne ve fesadı teşvik edip nizam ve asayişi bozan ve bunların hepsini İslâm adına gerçekleştirenlere karşıyız. Böyle bir davranışla İslâmiyetin güzel ve temiz yüzü lekelenir. Biz cihada karşı değiliz. Bizim karşı çıktığımız şey, nefsânî istekler ve kişisel çıkarların elde edilmesi için İslâmiyetin alet edilmesidir. Biz zulüm ve isyana cihat süsü verilmesini kesinlikle kabul etmiyoruz.
Herkesin bildiği gibi seven bir kimse sevdiğine kusur isnat edilirse fena halde hiddetlenir. Aynı şekilde, sözleri veya hareketleri ile İslâmiyetin adını kötüleyenlere biz de hiddetleniriz. Dünyada umumiyetle herkes İslâmiyet’e barbar bir din ve İslâmiyetin peygamberine harp kundakçılığı yapan vahşi ve militarist bir hükümdar nazariyle bakmaktadır. Onlar Peygamber Efendimiz’in (sav) hayatında böyle bir ithamı haklı gösteren, takva ve fazilet kaidelerine aykırı düşen bir şey mi buldular? Hayır. Müslümanlar bizzat kendi hareketleriyle bütün dünyayı İslâmiyet aleyhinde nefret ve husumet beslemeye sevk eylemişlerdir. Artık başkalarının bu görüşünü değiştirmek pek kolay olmayacaktır. Peygamber Efendimiz’e yapılan haksızlıklar arasında, bizzat Müslümanların onu yanlış tanıtmak ve başkalarına onun hakkında yanlış fikir vermek suretiyle yaptıkları haksızlık vardır. Peygamber Efendimiz (sav) şefkat ve merhamet timsali idi. Allah’ın (c.c.) en naçiz mahlukunu bile incitmek istemezdi. Buna rağmen, onu o şekilde dünyaya takdim etmişlerdir ki, başkaları ondan uzaklaşmış ve dimağları ona karşı zehirlenmiştir.
Zaman zaman ötede beride cihat sesleri yükseliyor. Ancak, Allah ve Peygamber müminleri nasıl bir cihada davet etmişlerdi? Bugün bizi katılmaya davet ettikleri cihat nasıl bir cihattır? Allah’ın bizi çağırdığı cihat Kuran-ı Kerim’de şöyle anlatılıyor:
“Kâfirlere itaat etme ve Kuran-ı Kerim vasıtasıyla onlara karşı büyük cihat et.”[1]
Bundan dolayı, en büyük cihat Kuran’ın yardımıyla yapılan cihattır. Müslümanlar bugün böyle bir cihada mı çağrılıyor? İmansızlara karşı mücadele etmek için ellerinde yalnız Kuran olduğu halde ortaya çıkan kaç kişi var? İslâmiyet ve Kuran bugün asli güzellikleriyle insanoğlunu kendine çekemezlerse, İslâmiyetin gerçekliğine dair elimizde ne delil var? Bir insanın sözü bile kalpleri değiştirirken Allah’ın (c.c.) sözü kalpleri değiştiremez mi? Allah’ın (c.c.) Kelamı kılıcın yardımı ile mi dünyada değişiklik yaratabiliyor? Kılıcın kalplerde değişiklik yaratmadığı tarihi bir gerçektir. İslâmiyet korku veya dünyevî bir istek sonucu din değiştirme düşüncesini lanetler. Allah Kuran-ı Kerim’de:
“Münafıklar sana geldikleri vakit “Senin gerçekten Allah’ın Resulü olduğuna şahadet ederiz” derler. Allah, senin kendi resulü olduğunu bilir. Fakat münafıkların yalancı olduklarına da şahadet eder”[2] dememiş midir?
Burada zahirde iman edip kalben münafık olanlardan söz edilmektedir. İslâmiyeti kılıçla yaymak doğru olsaydı, zahiren İslâmiyeti kabul ettikleri halde içleri yine imansız olanlardan bu şekilde Kuran’ın söz etmesi doğru olmazdı. Çünkü bu durumda onlar Kuran öğretisinin gerçek ürünü olacaklardı. Sopa zoruyla iman ve ihlas dolu bir cemaatin kurulmasının imkânsız olması bir gerçektir. İnsanları zorla İslâmiyete sokmak isteyen büyük bir yanılgı içindedir. Çünkü böyle bir düşünceyi İslâmiyet kesinlikle reddetmektedir. İslâmiyetin din hürriyetini kabul eden ilk din olması unutulmamalıdır. Allah (c.c.):
“Dinde zorlama yoktur. Muhakkak ki, doğru yanlıştan ayrılmıştır”[3] buyurmaktadır.
İslâmiyet’e göre bir fert inanmakta veya inanmamakta serbesttir. İslâmiyet aynı zamanda şunu da öğretiyor:
“Sizinle savaşanlarla Allah yolunda savaşın, fakat haddi aşmayın. Muhakkak ki Allah haddi aşanları sevmez.” [4]
Burada din savaşlarının kanunu açıkça bildirilmiştir. Bir dinî savaş, din meselesi yüzünden Müslümanlara savaş açanlara ve onları zorla dinlerinden döndürmeye çalışanlara karşı yapılacaktır. Fakat böyle bir savaşta bile İslâmiyet haddin aşılmasını menetmiştir. Müslümanları zorla dinlerinden döndürmeye çalışan bu teşebbüslerinden vazgeçerlerse, Müslümanlar da aynı şekilde vazgeçmeye mecburdur. Böyle bir öğreti karşısında hiç kimse İslâmiyetin yayılması için insanları savaşa tahrik ettiğini söyleyemez. İslâmiyetin önerdiği savaş herhangi bir dini yok etmek veya ona zarar vermek için değil, aksine din hürriyetini sağlamak ve ibadet yerlerini korumak içindir. Kuran-ı Kerim’ açıkça şöyle der:
“Kendilerine karşı savaş açılanlara, zulme uğradıklarından, dövüşmek için izin verildi; ve Allah onlara yardıma gerçekten muktedirdir. Onlar sırf “Rabbimiz Allah’tır dedikleri için, haksız olarak yurtlarından sürülmüşlerdi. Allah bir takım insanları diğer bir takım insanlarla defetmeseydi, manastırlar, kiliseler, havralar ve içinde Allah’ın adı çok anılan camiler yıkılırdı. Allah kendi davasına yardım edenlere muhakkak yardım eder. Allah kuvvet ve kudret sahibidir.” [5]
Kuran-ı Kerim’in bu ayetleri hiçbir şüpheye yer bırakmayacak şekilde şunu gösteriyor: İslâmiyet ancak başka bir milleti dininden dönmeye, mesela Müslümanları İslâmiyet’ten vazgeçmeye zorlayan bir millete karşı “cihadı” önermektedir. Cihat, ancak bir dine müdahale vaki olduğu zaman haklı gösterilebilir. İslâmî cihat, bir milleti dininden dönmeye zorlamak, ibadet yerlerine hürmetsizlik edip onları yıkmak ve insanları öldürmek maksadını gütmez. Amacı din hürriyetini sağlayıp bütün dinleri eşit derecede korumak, hangi dine ait olursa olsun bütün ibadet yerlerini saygısız muameleden ve tahrip edilmekten kurtarmaktır. İslâmiyette cihat ancak böyle bir amacı gütmektedir.
Kısacası, İslâmiyetin müsaade ettiği cihat, insanları İslâm dinine girmekten zorla meneden, halkı zorla İslâmiyetten döndürmek isteyen ve insanları Müslüman oldukları için katleden bir millete karşı yapılır. İslâmiyetin müsaade ettiği cihat işte budur. Bu suçları işlemeyenlere savaş açmak cihat değildir. Bu şartlara uymayan bir savaş, bir memleket ile başka bir memleket veya bir millet ile başka bir millet arasında siyasî bir savaş olabilir. İki Müslüman millet arasında da savaş çıkabilir, fakat bu savaşların İslâmiyetin müsaade ettiği cihatla hiçbir ilgisi yoktur.
Şiddet, soygunculuk ve kanunsuzluktan öte bir şey ifade etmeyen bugünkü cihat düşüncesinin İslâmiyetle bir ilgisi yoktur. Bu düşünce diğer din ve milletlerden Müslümanlara geçmiştir. İnsana belki de tuhaf gelir, ama bu bir gerçektir. Böyle bir cihat düşüncesinin Müslümanlar arasında yayılmasından en çok Hıristiyanlar sorumludurlar. Bugün bu konuda İslâmiyeti en çok topa tutanın da Hıristiyan âlemi olması ne ilginçtir. Orta çağlarda din savaşları günlük hayatın bir parçası haline gelmişti. Bütün Avrupa bu savaşlara katılırdı. Bugünlerde yarı özerkliğe sahip olup sınır bölgelerinde yaşayan kabilelerin Hindistan hudutlarına saldırdıkları gibi, o zamanki Hıristiyan militanlar ile Haçlı Orduları da Müslüman memleketlerinin hudutlarına aynı şekilde saldırırlardı. Ayrıca daha Hıristiyanlaşmamış olan diğer Avrupa memleketlerine de saldırmaktan geri kalmazlardı. Onlar bu saldırılarıyla tanrılarının rızasını kazanabileceklerini sanırlardı. Anlaşıldığına göre, Hıristiyanların sebepsiz tecavüzleri ile şiddet hareketlerinden canları yanan Müslümanlar da onlardan etkilendiler. Dengeli tutumlarını sürdüremeyip Hıristiyanların yolunu izleyerek diğer millet ve memleketlerin hudutlarına saldırmaya başladılar. Sonuç olarak zaman içerisinde bu konuyla ilgili İslâmiyetin öğretilerini unuttular. Bir zamanlar Müslümanlara bu tür savaşlarla örnek olanların bugün hiç suçları yokmuş gibi öğrencilerini eleştirmeye başlamaları gülünçtür. Her şeye rağmen Müslümanlar yine de akıllanmıyorlar. Bugün bütün dünyada İslâmiyete karşı bu itiraz silah olarak kullanılmaktadır. Lâkin Müslümanlar gözlerini açmıyorlar. Onlar farkında olmadan düşmanın ekmeğine yağ sürmektedirler. Bugünkü Müslümanlar kendi elleriyle Hıristiyan âlemine kılıç verip “hadi İslâmiyet’e saldır” demektedir. Cihat adı verilen bu zalimane savaşların İslâmiyet’e verdiği zararı neden görmüyorlar acaba? Zafer sadece silah ve sayı üstünlüğüyle değil; maharet, teşkilat, gerekli hazırlık, bilgi, manevî güç ve başka milletlerin manevî ve maddi desteğiyle sağlanır. Bu şartlar bir milletin lehine oluşunca, bazen pek küçük bir millet büyük bir orduya karşı zafer kazanır. Ama bu şartlar mevcut olmazsa, en büyük ordulardan bile hiçbir fayda sağlanamaz. Keşke Müslümanlar cihadı yanlış yorumlayıp İslâmiyetin güzel yüzüne leke sürmek ve menfaatlerini baltalamak yerine, kendilerini korumak için gerekli hazırlıkları yapmış olsalardı. Bir millet din maskesi altında politik savaşlara düşkün olursa, milletleri kendine karşı birleşmiş bir cephe kurmaya sevk eder. Din maskesi altında, din ihtilafları yüzünden savaş açan bir millettin fesadından en âdil bir devlet bile korunmuş değildir ve her millet: “Ben bunlara karşı ne kadar iyi niyet beslersem besleyeyim, kendimi şerlerinden korunmuş hissedemem. Çünkü bunların savaşı zulüm ve haksızlığa karşı değil, din ihtilafı yüzündendir” diye düşünmektedir.
Kısacası, biz cihadı reddetmiyoruz. Biz bu çağda İslâmiyete büyük zarar veren cihadın yanlış algılanmasını ve uygulanmasını reddediyoruz. Müslümanların geleceği, bize göre cihadın gerçek manasını kavramalarına bağlıdır. Müslümanlar cihadın en büyüğünün kılıç ile değil Kuran’ı Kerim ile yapılan cihat olduğunu[6] din farkının başkalarının canına, malına ve namusuna tecavüze cevaz vermediğini[7] kavrarlarsa, kafalarında ve görüşlerinde hayırlı bir değişlik meydana gelecek ve bu değişiklik onları doğru yola daha çok yaklaştıracaktır.
O zaman “Evlere arka tarafından girmeniz iyilik değildir. Gerçek iyilik insanın Allah’tan korkmasıdır. Evlere kapılarından girin ve Allah’tan korkun ki, saadet ve selamete erişesiniz.”[8]
Diyen Kuran ayetine uygun şekilde hareket etmiş olacaklar ve başarıdan başarıya ulaşacaklardır.
Allah indinde sorumluluğumu yerine getirmek için gerçeği açıkladım. Allah’tan (c.c.) bu gerçeği öğrenen herkesin doğru olanı uygulamasını ve rızasını kazanmasını niyaz ederim.
[1] Furkan Suresi; Ayet 53
[2] Munafikûn Suresi; Ayet 2
[3] Bakara Suresi; ayet 257
[4] Bakara Suresi; Ayet 191
[5] Hac Suresi; Ayet 40-41
[6] Furkan Suresi; a.53
[7] Bakara Suresi; a.191/Nisa Suresi; a.91/Mümtahıne; a.9
[8] Bakara Suresi; a.190