Bizi tanımayanlar, Ahmedi’lerin “La ilahe illallah Muhammedün Resulüllah” yani, kelime-i tevhîde inanmadıklarını ve Ahmediyet’in yeni bir din olduğunu zannederler. Bu kişiler, Ahmediyet hakkında bazı kimseler tarafından kasten aldatılmışlardır. Veyahut ta böyle bir düşünce kendi kafalarının mahsulüdür. Yani “Her dinin bir kelime-i tevhide ihtiyacı vardır. Ahmediyet yeni bir dindir. Onun için kendine mahsus yeni bir kelime-i tevhidi de mutlaka vardır,” diye düşünmelerinin gerçekle hiçbir alakası yoktur. Gerçek şudur ki, Ahmediyet ne yeni bir dindir, ne de yeni bir kelime-i tevhide ihtiyacı var. Hatta ben daha da ileri gideceğim ve kelime-i tevhidin İslâmiyet’ten başka hiçbir dinin sembolü olmadığını söyleyeceğim. Nasıl ki, İslâmiyet, kendi kitabı, Peygamberi ve cihan şümûl bir din olduğundan dolayı diğer dinlerden farklı ve imtiyâzlı bir din ise, onun gibi İslâmiyet, kelime-i tevhidiyle de diğer dinlerden farklı ve üstündür.
Başka dinlerin kutsal kitapları da mevcuttur. Fakat baştanbaşa tamamen Allah’ın sözleri (kelâmullah) olan semavi kitap yalnız Müslümanlara ihsan edildi. Kutsal kitap demek yalnız konular demektir, farzlar demektir, hükümler demektir. Fakat kitaptaki her sözcüğün Allah’ın sözü olması kitap kavramına asla girmez. Ancak İslâm kitabına “Kelâmullah” adı verildi. Yani İslâm kitabının ihtiva ettiği her sözcük ve konu, Cenab-ı Hakkın sözleridir. Hz. Musa’nın kitabı, Allah’ın buyurduklarının ancak mevhumunu anlatır. Hz. İsa’nın insanlara verdiği talimat da kendisine Allah tarafından verilmişti. Ancak onun her sözü Allah’ın sözü değildi. Bunlar, Allah’ın kullandıkları sözlerin mefhumunu dünyaya anlatmışlardır. Eğer biri bu hususu göze alarak Tevrat, İncil ve Kuran’ı inceleyecek olursa, sadece on dakika da Tevrat ve İncil’in kapsadığı mevhum ve konuların Allah tarafından olduğu, ancak sözcüklerininse O’nun olmadığını hemen anlar. Aynı zamanda Kur’ân-ı Kerim’in ihtiva ettiği hem ihtiva ettiği hem mevhum, hem kelimeler, hepsi Allah’ın sözüdür. Diğer bir ifadeyle, Tevrat, İncil ve Kur’ân-ı Kerim’e inanmayan bir kimse, bu üç kitabı birkaç dakika okursa, Tevrat ve İncil’e inananların bu kitapların Allah tarafından olduğuna inandıklarını, ancak bu eserlerin kelimesi kelimesine Allah’ın sözü olduğunu iddia etmediklerini hemen anlar. Yalnız Kur’ân-ı Kerim’i inceleyeceği zaman bu yüce kitaba inananların sadece bunun mefhumunun Allah tarafından değil, onun her harfi ve her kelimesinin Allah’ın sözü olduğunu da iddia ettiklerini ifade etmek zorunda kalır. Onun için Kur’ân-ı Kerim kendine “Kitâbullah (Allah’ın Kitabı)”ndan başka “Kelâmullah (Allah’ın Sözleri)” de der. Fakat Tevrat ve İncil kendileri için Kelâmullah demez. Onun için İslâmiyet başka dinlerden bu açıdan da farklı ve imtiyâzlıdır. Başka dinlerin kutsal kitapları “Kitâbullah”tır, fakat “Kelâmullah” değildir. Ama Müslümanların kitabı sadece “Kitâbullah” değil, aynı zamanda “Kelâmullah”tır.
Yine bildiğiniz gibi bütün dinlerin kurucuları peygamberlerdir. Ancak İslâmiyet’ten başka hiçbir din kendi peygamberinin dinî işlerde her şeyin hikmet ve felsefesini de anlattığını, onun bütün insanlık için en iyi örnek olduğunu iddia edemez. Şu Hıristiyanlığı ele alalım. Bir kere bu din Hz. İsa’nın tanrı oğlu olduğunu iddia etmekle insanoğlunun bu dine uymasını imkânsızlaştırır. Çünkü insanoğlu Allah gibi olamaz. Tevrat ise Hz. Musa’nın tüm insanlık için örnek bir peygamber olduğunu iddia etmez. Aynı zamanda ne Tevrat, ne de İncil, Hz. Musa ve Hz. İsa’yı dinî ahkâmın felsefe ve hikmetini anlatan birer peygamber olduğunu söylemez. Fakat Kur’ân-ı Kerim, Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) hakkında,
“…Yuallimükümül kitabe vel hikmete…” [1] der.
Yani bu Peygamber size ilâhî ahkâmla birlikte onun felsefe ve hikmetini de açıklar ve İslâm Peygamberi bütün insanlık için en iyi örnektir. Bu açıdan da İslâmiyet diğer dinlerden imtiyâzlı ve üstündür. İslâm Peygamberi dinî ahkâmı kabul ettirmek için zora başvurmaz. Kendisine inananların imânını daha fazla perçinleştirmek için, gönülleri coşturmak için verdiği ahkâmın kendi ümmeti için ne gibi milli menfaatler taşıdığını, diğer insanlar için ne gibi yararları hâiz olduğunu uzun uzadıya anlatır. Yine İslâmiyet kendi talimatıyla da diğer dinlerden üstündür. İslâm Peygamberi dinî ahkâmını kabul ettirmek için zora başvurmaz. Kendisine inananların imanını perçinleştirmek için, gönüllerini coşturmak için verdiği ahkâmın kendi ümmeti için ne gibi milli menfaatler taşıdığını, diğer insanlar için ne gibi yararları hâiz olduğunu uzun uzadıya anlatır.
Yine İslâmiyet kendi talimatıyla da diğer dinlerden farklı ve üstündür. İslâmiyet, küçük büyük, zengin fakir, kadın erkek, doğulu batılı, güçlü güçsüz, hükümdar ve halk için, efendi ve hizmetçi için, komşular ve yolcular için, barış, güven, kalkınma ve ilerleme mesajıdır. İslâmiyet, insanlardan hiçbir tabaka veya toplumu kendi hitabı dışında bırakmaz, kendi talimatından mahrum bırakmaz. Bu din, gelmiş ve gelecek bütün milletlere yol gösteren bir kılavuzdur. Nasıl ki, gaibi bilen Yüce Allah, koskoca yalçın kayalar altındaki zerrecikleri dahi görür. Gökyüzünde ışıldayan yıldızlar O’ndan gizli değilse onun gibi İslâmiyet de insanlardan ister fakir olsun, ister zengin, ister güçlü olsun, ister güçsüz herkesin ihtiyacını karşılar. İslâmiyet sadece geçmiş dinlerin kopyası değildir. Bu kutsal din, dinler zincirinin son halkasıdır. Mânevi nizamın parlayan güneşidir. Onu hiçbir şekilde başka dinlerle karıştırmak uygun değildir. Gerçi bütün dinler bir din olarak ortaktır. Tıpkı kömür ve elmas gibi! Her ikisi de karbondur. Fakat elmas elmastır, kömür kömürdür. “Taş” sözcüğü hem çakıl için, hem mermer için kullanılır. Ama çakıl başkadır, mermer taşı daha başka. Onun için, “çünkü İslâmiyet’in bir kelime-i tevhidi vardır, dolayısıyla diğer dinlerin de muhakkak bir kelime-i tevhidi vardır” diye düşünmek bilgisizlik ve Kuran-ı Kerim üzerine düşünmemekten ileri gelir. Hatta bazı kimseler İslâmiyet’in kelime-i tevhidi gibi birçok kelime-i tevhidi uydurmuşlar. Bu da zulmün en büyüğüdür doğrusu. Örneğin;
Allah’tan başka ilah yoktur. Hz. İbrahim Allah’ın dostudur.
Allah’tan başka ilâh yoktur. Hz. Musa Allah’ın kelâmına mazhar olan peygamberdir.
Allah’tan başka ilah yoktur. Hz. İsa O’nun ruhudur.
gibi kelime-i tevhidleri yakıştırmışlar. “Bunlar eskiden geçmiş dinlerin kelime-i tevhidiymiş” diye iddia edenler de var. Hâlbuki ne Tevrât, ne İncil, ne de Hıristiyan eserlerinde, hiç birinde adı geçen kelime-i tevhidin sözü bile geçmez.
Bugün Müslümanlar da binlerce kötülükler baş gösterdiği halde acaba kendi kelime-i tevhidlerini unuttular mı? Asla! Öyleyse Yahudi ve Hıristiyanların zamanla kendi kelime-i tevhidlerini unuttukları nasıl iddia edilebilir. Mademki onlar bunu unutmuşlar, kutsal kitaplarından da silinip kaybolmuş mu? Peki ya Müslümanlara adı geçen kelime-i tevhidi kim öğretmiş? Gerçek şudur ki, Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.)’den başka hiçbir peygamberin kelime-i tevhidi yoktu. Bu, Hz. Peygamber Efendimizin özelliklerinden biridir. Yani bütün peygamberlerden yalnız kendisine kelime-i tevhid verildi. Başka hiçbir kimseye nasip olmadı. Bunun sebebi de kelime-i tevhid ikrarıyla tevhid ikrarının da yan yana bulunmasıdır. Tevhidi ikrar etmek ebedi bir gerçektir. Bu gerçek asla yok olmaz. Çünkü geçmişteki peygamberlerin peygamberlik devresi günün birinde sona erecekti. Onun için Cenab-ı Hak, onlardan hiçbirinin adını kendi adıyla birlikte zikretmedi. Bundan Cenab-ı Hakkın gayesi şu ebedi gerçeği ortaya koymaktı: Nasıl ki, “Lâ ilahe illallah” sözcükleri hiçbir zaman yok olmayacak bir hakikatse, “Muhammedürresulullah” kelimeleri de ebediyen silinmeyecek bir gerçektir. Fakat ne tuhaftır ki, hiçbir Yahudi “Hz. Musa (a.s.)’ın bir kelime-i tevhidi vardı” demiyor. Hiçbir Sâbi, “Hz. İbrahim (a.s.)’ın bir kelime-i tevhidi vardı” da demiyor. Nedense bir Müslüman ki, kelime-i tevhid ancak onun Peygamberine mahsustu. Yüce Allah ancak onun Peygamberini kelime-i tevhidle şereflendirmiş, onunla imtiyazlı kılarak diğer milletlere karşı üstünlük vermişti. Ne kadarda gönül rahatlığıyla kendi peygamberinin bu faziletini diğer peygamberlere paylaştırmaya kalkıyor! Hâlbuki bu peygamberlerin kendi ümmetleri bile, böyle bir kelime-i tevhide sahip olduklarını iddia etmiyorlar. Şu Müslüman denilen kimse kalkar, onların adına, “Yahudilerin, Hz. İbrahim’e mensup olanların ve Hıristiyanların şu veya bu kelime-i tevhidleri vardı”, diye iddia eder.
Kısacası her dinin bir kelime-i tevhidi olması gerekmez. Gerekli olsaydı bile, yine de Ahmediyet’in yeni bir kelime-i tevhidi olmazdı. Çünkü Ahmediyet yeni bir din değildir. Ahmediyet, yalnız İslâmiyet’in adıdır. Ahmediyet, Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.)’in dünyaya sunduğu kelime-i tevhide inanır. Yani Ahmediler’e göre bu dünyayı yaratan yalnız tek olan Allah vardır. O’nun hiçbir ortağı yoktur. O’nun güçleri sonsuzdur. O Rab’dir, rahmeti sınırsız ve esirgeyendir. Her amelin karşılığı verilecek günün sahibidir. Kur’ân-ı Kerim’de geçen kendisiyle ilgili tüm sıfatlara sahiptir. Her türlü eksiklikten arınmıştır. Ahmediler, Abdullah oğlu, Abdülmuttalib torunu, Mekke’li Hz. Muhammed (s.a.v.)’in Allah’ın peygamberi olduğuna ve kendisine son şeriatın nâzil olduğuna inanırlar. Kendisi, istisnasız bütün Arap olanlara ve olmayanlara, bütün milletlere ve nesillere peygamber olarak gönderildi. O’nun peygamberlik devresi, peygamberlik iddiasından başlayıp, yeryüzünde tek bir canlı var oluncaya kadar devam edecektir. Herkesin O’nun getirdiği talimata uyması gereklidir. İslâmiyet hakkında her türlü bilgiyi edindikten sonra, yine de kendisine inanmayan kimse Cenab-ı Hakkın azabından kurtulamaz. Yüce Peygamberin adını duymuş, O’nun doğruluğuyla ilgili nice deliller anlatılmış bir kimse artık O’na inanmaktan sorumludur. Kendisine inanmadan kurtuluş yoktur. Gerçek ruhi temizlik ancak O’nu izlemekle elde edilir.