Başkalarının Kusurlarını Hoşgörme - Müslüman Ahmediye Cemaati

Başkalarının Kusurlarını Hoşgörme

Hz. Resulüllah (S.A.V.) başkalarının kusur ve kabahatlerini asla  açığa vurmaz, ve halka kendi kusurlarını açıkça söylememelerini tembih ederdi.  Her zaman “Bir insan başkasının kusurlarını örterse, Allah (C.C.) ta  kıyamet gününde onun kusurlarını örter” derdi. Bundan başka:  “Ümmetimden olanların hepsi işledikleri hataların mesuliyetinden (tövbe  etmek ve nefislerini ıslah eylemek suretiyle) kurtulacaklardır; fakat kendi  kabahatlerini ve kusurlarını aleme yaymağa devam edenler bunun dışında  kalacaktır” demiş ve bunu şöyle bir misal ile açıklamıştı: “Bir adam  geceleyin bir günah işler ve Allah (C.C.) onu (zulmetle) perdeler ve gizler;  sabah olunca o adam dostlarıyla karşılaşır ve onların önünde, ben dün gece  şunu yaptım; ben dün gece bunu yaptım, diye övünerek Allah’ın (C.C.)  gizlediğini açığa vurur.” (Buhari ve Muslim).Bazı kimseler, yanlış olarak, günahı itiraf etmenin tövbe ve pişmanlığa  yol açtığını sanırlar. Halbuki, gerçekte itiraf, arsızlığı ve yüzsüzlüğü teşvik  eder. Günah kötü bir şeydir. Günaha sürüklenen ve nedamet ve pişmanlık  duyan bir kimse tövbe vasıtasıyla salâh ve necat yoluna çıkmak fırsatını bulabilir. Kötülük onu ayartmıştır. Fakat salâh onun peşini bırakmamıştır; ve bir fırsat çıkar çıkmaz kötülük mağlûp olacak ve günahkâr salâha dönecektir. Lâkin, günahlarını ve kusurlarını âleme yayanlar ve bundan gurur duyanlar iyilik kötülük duygusunu kaybederler ve tövbe ve istiğfara mütemayil olmazlar.

Bir gün bir adam Hz. Resulüllah (S.A.V.) a gelip “Zina işledim” dedi. Bu suç gerekli delil ile sâbit olunca şer’an cezayı gerektirirdi. Hz. Resulüllah (S.A.V.) bu adamın itirafını işitince yüzünü başka tarafa çevirdi ve bir şeyle meşgul olmağa başladı. Bu vaziyette yapılması gereken şeyin alenî itiraf değil, tövbe ve istiğfar olduğunu Resulüllah o hareketi ile anlatmak istemişti. Fakat bahis konusu adam bunu anlamadı ve, Hz. Resulüllah’ın (S.A.V.) onun söylediklerini işitmediğini sanarak, karşısına dikilip itirafını tekrarladı. Hz. Resulüllah (S.A.V.) yine yüzünü başka tarafa çevirdi. Fakat adam yine Peygamberin yanına varıp onunla yüzyüze geldi ve itirafını tekrar etti. Adam aynı şeyi dört kere yaptıktan sonra, Hz. Resulüllah (S.A.V.) “Allah (C.C.) bu adam hakkındaki iradesini bildirmeden önce, kendisi işlediği günahı açık olarak söylemesin diye temenni ediyordum. Fakat itirafını dört kere tekrarladıktan sonra harekete geçmeye mecburum” dedi (Tirmizi). Ondan sonra şu sözleri ilâve etti: “Bu adam bizzat itirafta bulundu ve itirafıyla ilgili olan kadın tarafından itham olunmadı. Kadın da sorguya çekilmeli. Suçunu inkâr ederse ona dokunmamalı ve yalnız bu adam itirafı gereğince cezalandırılmalı. Fakat kadın itirafta bulunursa, o da cezalandırılmalı.”Kur’an-ı Kerim’in bir hüküm ileri sürmediği meselelerde Tevrat kanununa göre hareket etmek Hz. Resulüllah’ın adeti idi; Tevrat zina yapanların bellerine kadar toprağa gömülüp taşlanmak suretiyle idamını emrettiği için Resulüllah (S.A.V.) de bu adama aynı cezayı verdi. Ceza infaz edilirken adam kaçmaya teşebbüs ettiyse de, halk peşinden koşup yakaladı ve cezayı infaz etti. Hz. Resulüllah (S.A.V.) bunu haber alınca doğru bulmadı, ve “Adama kendi itirafına göre ceza verilmişti. Kaçmaya teşebbüs etmesi, hakikatte, itirafından geri döndüğü manasına geliyordu. Ondan sonra, sırf itirafından ötürü verilen cezaya tâbi tutulmaması gerekirdi” dedi.

Hz. Resulüllah (S.A.V.), Şeriat Kanununun yalnız bir kasıt ve niyete dayanılarak işlenen açık fiillerle alâkası olduğu prensibini koymuştu. Bir muharebe esnasında, bir Müslüman askeri birliği, tenha yerlere saklanıp yalnız bulduğu Müslümanlara saldıran ve öldüren bir gayrı müslim ile karşılaştı. Birlikten Hz. Usame bin Zeyd (R.A.) bu gayrı müslimi kovaladı; yakaladı ve onu öldürmek için kılıcını çekti. Bu adam kaçma ihtimali kalmadığını görünce Kelimeyi Şehadetin birinci kısmını. yani (Allahtan başka ibadet edilmeye lâyık olan yoktur) ibaresini, dil ile ikrar etti ve bu suretle İslâm’a geldiğini anlatmak istedi. Hz. Usame (R.A.) buna aldırış etmedi ve adamı öldürdü. Muharebenin diğer olayları arasında bu olay da Hz. Resulüllah’a (S.A.V.) nakledildiği vakit, Hz. Resulüllah (S.A.V.) Usame’yi (R.A.) çağırtıp sorguya çekti. Hz. Usame (R.A.) olayı doğrulayınca, Hz. Resulüllah (S.A.V.) sordu: “O gayrı müslimin getirdiği Kelimeyi Şehadet kıyamet günü onun lehinde şahitlik ettiği vakit ne yapacaksın?” Hz. Usame (R.A.) şu cevabı verdi: “Ya Resul Allah! O adam bir Müslüman katili idi, ve İslâm’a geldiğini ikrar etmesi sırf hakettiği cezadan kurtulmak için başvurduğu bir hileydi.” Resulüllah (S.A.V.) tekrar sordu: “Ya Usame! O adamın getirdiği Kelimeyi Şehadet kıyamet günü senin aleyhinde şahitlik ettiği vakit ne yapacaksın?” Hz. Resulüllah (S.A.V.) bununla, o gayrı müslimin öldürülmesinden Allah’ın (C.C.) Usame’yi (R.A.) mesul tutacağını kastetmişti. Çünkü, söz konusu gayrı müslim her ne kadar Müslümanları öldürmekten suçlu idiyse de, Kelimeyi Şehadet getirmesi o kötü fiillerinden pişmanlık duyduğunu gösteriyordu. Usame (R.A.), cevaben, o adamın Kelimeyi Şehadet getirmesinin ölüm korkusundan ileri geldiğini ve pişmanlığa delâlet etmediğini söyledi. Bunun üzerine Hz. Resulüllah (S.A.V.): “Onun doğru söyleyip söylemediğini anlamak için kalbini açıp içine mi baktın?” dedi, ve tekrar sordu: “O adamın getirdiği Kelimeyi Şehadet kıyamet günü senin aleyhinde bir delil olarak irâd edildiği zaman ne cevap vereceksin?” Hz. Usame (R.A.) diyor ki: “Hz. Resulüllah (S.A.V.) bu suali tekrar tekrar sorunca, keşke İslâm’a o anda gelmiş olsaydım da bana yüklenen suçtan sorumlu olmasaydım, diye düşündüm.” (Muslim, Kitab el-İman)Hz. Resulüllah (S.A.V.) insanların kabahatlerini ve tecavüzkârlıklarını affetmeğe her zaman meyilliydi. Zevcesi Ayşe (R.A.) hakkındaki iftira olayı ile ilgisi olanlardan biri Hz. Ebu Bekir’in (R.A.) (Ayşe’nin (R.A.) babasının) sadakası ile geçiniyordu. Hz. Ayşe (R.A.) hakkındaki isnadın yalan olduğu kesin olarak belli olunca, Hz. Ebu Bekir (R.A.) ona yaptığı yardımı kesmişti. Bu bile, Hz. Ebu Bekir’in (R.A.) ne kadar nefsine hâkim ve ne kadar babacan bir insan olduğunu gösteren takdire şayan bir hareketti. Normal bir insan, kendi sadakası ile geçindiği halde kızı aleyhinde böyle çirkin iftiralarda bulunan birine karşı en şiddetli tedbirlere başvururdu. Hz. Resulüllah (S.A.V.) Ebu Bekir’in (R.A.) yaptığından haberdar olunca, onunla görüştü; ve o adam kusur etmiş olmakla beraber bundan dolayı kendisini geçim imkânından mahrum etmenin Hz. Ebu Bekir (R.A.) gibi bir adama yakışmadığını anlattı. Bunun üzerine Hz. Ebu Bekir (R.A.) o adamı tekrar himaye etmeğe başladı (Buhari, Kitab el-Tefsir).

Bir Öncekini Oku

Ahmediyet Yeni Bir Din Değildir!

Bir Sonrakini Oku

İyi İnsanlarla Görüşüp Konuşma