Kur’an-ı Kerim, Allah (C.C.) ile tam bir manevî birleşme için bize iki vasıta gösteriyor. “İslâm” isminin ifade ettiği gibi İlâhî iradeye tam teslimiyet, ve Fatiha Suresinde öğretildiği şekilde devamlı dua ve ibadet.
İman ve inancımıza ilişkin dinî kural ve prensiplerin özü “İslâm”da ve “Fatiha”dadır. Bunlar necat ve kurtuluş pınarına ulaşan iki yol, bizi Allah’a götüren yegâne güvenilir iki kılavuzdur. Arzu edilen en yüksek ruhanî mertebeye ulaşmak ve en sonunda Allah ile birleşmek için yegâne vasıta bunlardır.
İslâmiyet’e dahil olmak suretiyle İslâm’ın gerçek manasını gereği gibi anlayanlar ve Fatihada öğretildîği gibi ibadet edenler Allah’ı bulabilecekler, fakat başkaları bulamayacaktır.
İslâm nedir?
Alevli bir ateştir ki, bütün aşağılık arzuları tutuşturup yok eder, ve sahte tanrıları yıkıp canımızı, malımızı ve namusumuzu Allah’a bir takdime olarak sunar.
Bir çeşmedir ki, ondan yeni bir hayatın suyunu içeriz. İçimizdeki ruhanî kuvvetler bir zincirin halkaları kadar sağlam şekilde ötekisi ile birleşirler. Şimşeği andıran bir ateş içimizden fışkırır, ve gökten bir ateş iner. Bu iki ateş birleşerek bütün adi sebepleri, dünyevî arzuları ve dünya sevgisini yakıp kül eder.
Daha önceki hayatımızın üstüne bir nev’i ölüm çöker. Bu hali İslam kelimesi ifade eder. İslâm bedeni ve nefsanî duyguların ölümüne yol açar ve bize yeni bir hayat bahşeder. Yeniden doğma ve hidayete erme işte budur. Allah’ın kelâmı, bu merhaleye varmış olana vahyedilir. Bu merhale, ittihat, birleşme tabir edilir. Çünkü Allah’ın cemalini, insan o zaman müşahede eder. Böyle bir insanın Allah ile irtibatı o kadar sıkıdır ki, Allah’ı, sanki kendi gözleri ile görür. Allah tarafından ona kuvvet verilmiştir, iç kabiliyetleri ve kuvvetleri ışıklanmıştır ve saf ve semavî bir hayatın cazibesi onun üzerinde kuvvetle tesir etmektedir.
Bu merhaleye vardığında, Allah onun görmek için kullandığı gözüdür, konuşmak için kullandığı dilidir, haksızlığı defetmek için kullandığı elidir, işitmek için kullandığı kulağıdır, ve yürümek için kullandığı ayağıdır. Allah-u Teâlâ bununla ilgili olarak şöyle buyurmuştur:
” Onların ellerinden üstün olan Resulün eli Allah’ın elidir.” (Fetih Suresi, 11)
” Elinle her ne attınsa atan sen değilsin, Allah’tır.” (Enfal Suresi, 18)
Özetle bu, insanın mükemmeliyet ve Allah ile birleşme merhalesidir. İlâhî irade her arzuya hakimdir, ve bedeni ve nefsanî duygulara karşı başlangıçta müdafaa gücü olmayan ruhanî ve manevî haller, her tecavüze dayanacak kadar kuvvetlenmiştir. Bu kutsal değişim ile birlikte akıl ve kavrayış da saf ve nezih olmuştur.
“Ve Allah onlara Kendinden bir ruh ile yardım etti” (Mücadele suresi, 23)
ayeti kerimesi bu durumu ima etmektedir. Böyle bir kimsenin Rabbine karşı sevgisi sınırsızdır. Allah yolunda ölmek, zulüm ve işkenceye maruz kalmak veya küçük düşmek başkalarına tuhaf gelse bile, onun için tabiî bir şeydir. Duyduğu cezb ile Allah’a doğru koşar, fakat kendisini neyin cezbettiğini bilmez. Görünmez bir el her türlü şartlar altında onu destekler ve Allah’ın iradesini yerine getirmek hayatının esas gayesini teşkil eder.
” Biz ona kendi şahdamarından daha yakınız.” (Kâf Suresi, 17)
ayeti kerimesinde belirtildiği gibi, Allah’a yakın olduğunu hisseder.
Olgunlaşmış meyve ağaçtan kendi kendine nasıl düşerse, böyle bir insanın bayağı arzu ve bağları da öylece kendiliğinden kopar ve düşer. Allah ile sıkı münasebeti vardır ve dünya sevgisinden uzaklaşmıştır. Allah ile konuşur ve Allah’tan ona hitabı izzet vâki olur. Bu aşamaya ulaşmak isteyenler için kapı geçmişte olduğu gibi ardına kadar açıktır. Allah bu nimeti hulûsu kalp ile tâlip olanlardan bugün de esirgemez.
Tersine, öylelerine bu nimeti şimdi de, geçmişte olduğu gibi, bol bol ihsan eder. Ancak, dilden çıkan böbürlenmeler insanı bu istikamete götürmez; sadece övünme ile bu kapı açılmaz. Bu nimeti isteyenler çok, fakat elde edenler azdır. Çünkü temiz kalp ile gayret göstermeden ve büyük fedakârlıklarda bulunmadan ona erişilemez. Yol çetin ve tehlikelidir, ve başkalarının çekindiği ve kaçındığı yakıcı ateşin üstüne gerçek bir samimiyetle basmadıkça bu yolda yürüyemezsiniz. Bu işte ciddiyet ve gayret gerek; övünmeden ve boş laflardan fayda gelmez. Kur’an-ı Kerim’in şu ayetine kulak veriniz:
” Kullarım senden beni sorarlarsa, pek yakınlarında olduğumu söyle. Bana dua ve niyaz edenlerin dualarına ve niyazlarına icabet ederim. Onun için dua ve ibadetle Bana ulaşmağa gayret etsinler ve Bana iman etsinler ki, doğru yolda ilerleyerek dileklerine erişsinler.” (Bakara Suresi, 187).