Beni Kureyza cezalandırılıyor - Müslüman Ahmediye Cemaati

Beni Kureyza cezalandırılıyor

Müslümanlar yeniden rahat bir nefes alabilmişlerdi. Fakat, Beni Kureyza ile görülecek bir hesapları da vardı. Bu Yahudi kabilesi Müslümanlarla yaptığı anlaşmayı bozmuştu ve buna müsamaha ile bakılamazdı. Hz. Peygamber (S.A.V.) yorgun düşmüş, tâkâtları kesilmiş askerlerini topladı ve onlar için istirahat zamanının henüz gelmemiş olduğunu kendilerine anlattı. Güneş batmadan evvel Beni Kureyza’nın müstahkem kalesine hücum edileceğini bildirdi. Ondan sonra, verdikleri namus sözünden niçin döndüklerini sordurmak için Hz. Ali (R.A.)’yı Beni Kureyza nezdine gönderdi. Beni Kureyza ne pişmanlık eseri ve ne de özür dileme temayülü gösterdi. Bilâkis, nezdlerine gönderilen Hz. Ali (R.A.)’ye ve öteki İslâm delegelerine hakaret ettikleri gibi, Hz. Peygamber (S.A.V.) ve Resulüllah’ın ailesine mensup kadınlara çirkin küfürler savurdular. Üstelik, Muhammed’e zerre kadar metelik vermediklerini ve ona karşı hiçbir taahhüde girmediklerini de söylediler. Hz. Ali (R.A.) Yahudilerin cevabını Allah’ın Habibi’ne iletmek için geri dönerken, yolda Yahudi kalesine doğru ilerleyen Hz. Peygamber (S.A.V.) ve sahabeleri ile karşılaştı. Yahudiler Hz. Peygamber (S.A.V.)’a ve Resulüllah’ın ailesine ve kızlarına küfrediyorlardı. Bunun Hz. Peygamber (S.A.V.)’ı üzmesinden endişe duyan Hz. Ali (R.A.), Hz. Peygamber (S.A.V.)’ın harekâta katılmasına gerek olmadığını, çünkü Müslümanların Yahudilerle başa çıkabileceğini ileri sürdü. Hz. Peygamber (S.A.V.) Hz. Ali (R.A.)’nin maksadını anladı ve “Yahudilerin küfürlerini işitmememi istiyorsun değil mi, Ali?” dedi.

Hz. Ali (R.A.) “Evet” diye cevap verdi.

Hz. Peygamber (S.A.V.) “Ne zararı var? Musa onların soyundandı. Bununla beraber, ona yaptıkları kötülük bana yaptıklarından çok daha fazla idi” diye karşılık verdi ve ileri yürüyüşe devam etti. Yahudiler müdafaa için tertibat aldılar ve dövüşe başladılar. Kadınları da buna katıldı. Birkaç Müslüman bir duvarın dibinde oturuyordu. Bir Yahudi kadını bunu görünce, üzerlerine bir kaya parçası bıraktı ve içlerinden Hallad isminde birisini öldürdü. Muhasara bir müddet devam etti. Bu müddetin sonunda, Yahudiler daha fazla dayanamayacaklarını anladılar. Reisleri Hz. Peygamber (S.A.V.)’a haber gönderdi ve Yahudilerle dost olan Eva kabilesinin ileri gelenlerinden Ebu Lubaba’nın gönderilmesini rica etti. Yahudiler bir uzlaşma için müşavere etmek istiyorlardı. Allah’ın Habibi (S.A.V.) Ebu Lubaba’yı Yahudilere gönderdi. Ebu Lubaba, teslim olmak ve Hz. Peygamber (S.A.V.)’ın vereceği karara boyun eğmek isteyip istemediklerini sordu. Kendilerine bu şekilde hareket etmelerini tavsiye etti. fakat, aynı zamanda parmağını gırtlağının üstünde gezdirip, bıçakla kesiyormuş gibi ölüm işareti yaptı. Hz. Peygamber (S.A.V.) kimseye böyle bir şey söylememişti. Fakat Ebu Lubaba, Yahudilerin suçunun ölümden başka cezası bulunmadığından endişelenerek, farkında olmaksızın, Yahudiler için neticede çok fena olan bu işareti yapmıştı. Yahudiler Ebu Lubaba’nın tavsiyesine uymadıkları gibi, Hz. Peygamber (S.A.V.)’ın vereceği kararı da reddettiler. Bu kararı kabul etselerdi, maruz kalacakları en şiddetli ceza Medine’den sürgün edilmeye inhisar edecekti. Fakat kötü talih eseri olarak, Hz. Peygamber (S.A.V.)’ın kararını kabulden çekindiler. Onun yerine, müttefikleri olan Evs kabilesinin reisi Sa’d bin Muaz’ın vereceği kararı kabul edeceklerini söylediler. Onun tayin edeceği cezaya, ne olursa olsun, boyun eğeceklerini bildirdiler. Bu arada Yahudiler arasında bir anlaşmazlık baş gösterdi. İçlerinden bazıları, Müslümanlarla yaptıkları anlaşmayı kendi dindaşlarının açıkça bozduğunu, halbuki Müslümanların davranışının dürüst ve namuskârane olduğu gibi dinlerinin de gerçek bir din olduğunu söylemeye başladılar. Bu şekilde düşünenler İslâmiyete dahil oldular. Yahudi reislerinden Amr bin Sa’di kendi dindaşlarını suçladı ve “Taahhüdünüze riayet etmediniz ve verdiğiniz sözü tutmadınız. Sizin için tek çıkar yol ya Müslüman olmak veyahut cizye vermektir” dedi.

Yahudiler “Ne Müslüman oluruz, ne de cizye veririz” diye mukabelede bulundular. Bunun üzerine, Amr bin Sa’di “Öyle ise artık benden günah gitti” diyerek kaleden çıkıp gitti. Bir Müslüman koluna komuta eden Muhammed bin Maslama, Amr’ı gördü ve kim olduğunu sordu. Hüviyetini öğrenince ona emniyet içinde yoluna devam edebileceğini söyledi ve yüksek sesle şöyle duâ etti: “Yarabbi! Nezih ve iyi insanların hatalarını örtmek için her zaman bana kuvvet ver.” Bundan, öteki Yahudilerin davranışı karşısında bu Yahudi’nin pişmanlık ve üzüntü duyduğunu kastetmişti. Binaenaleyh, böyle adamları affetmek Müslümanlar için ahlakî bir vazife idi. Onun gitmesine müsaade etmekle iyi bir iş yapmıştı ve Allah’tan böyle iyi işler işlemek için kendisine yeni fırsatlar bahşolunmasını dilemişti. Hz. Peygamber (S.A.V.), Muhammed bin Maslaha’nın yaptığından haberdar olunca onu azarlamamış, bilâkis bu hareketini tasvip etmişti.

Yalnız tek tük birkaç Yahudi barışa ve Hz. Peygamber (S.A.V.)’ın vereceği kararı kabule temayül göstermişti. Genellikle Yahudiler Hz. Peygamber (S.A.V.)’ın hakem olarak vereceği kararı kabul etmediler ve onun yerine Sa’d bin Muaz’ın karar vermesinde ısrar ettiler. (Buhari, Tabari, Hamiz). Hz. Peygamber (S.A.V.) onların talebini kabul etti ve yaralı olarak yatmakta olan Sa’d’a Yahudilerin sözlerine riayetsizliği meselesinde hakem sıfatı ile karar vermeye gelmesi için, haber gönderdi. Hz. Peygamber (S.A.V.)’ın Yahudi talebini kabul ettiği herkese duyuruldu. Bunun üzerine, Beni Kureyza’nın uzun zamandan beri müttefiki olan Evs kabilesi mensupları derhal Sa’d’ın yanına koştular ve Beni Kureyza lehinde karar vermesi için onu zorlamaya başladılar. Hazrec kabilesi, müttefikleri olan Yahudileri kurtarmak için daima gayret göstermişti; ve binaenaleyh, kendi kabilesiyle ittifak halinde bulunan Yahudileri kurtarmak artık Sa’d’a düşüyordu, dediler. Sa’d bir ata binmiş olarak Beni Kureyzaya gitti. Sağında solunda kendi kabilesinin mensupları koşuyor ve Beni Kureyzayı cezalandırmaması için onu sıkıştırıyorlardı. Sa’d buna karşı sadece, hakem olarak karar verecek insanın, yanına bir emanet bırakılan bir şahsa benzediği ve emanete hıyanet edilmeyeceği şeklinde cevap verdi; ve “Binaenaleyh, kararımı her şeyi nazarı itibara alarak, tarafgirlik etmeyerek ve korkmayarak vereceğim” dedi. Sa’d Yahudi kalesine vardığı zaman, Beni Kureyzalıların, kale duvarı boyunca dizilmiş olarak, kendisini beklemekte olduklarını gördü. Karşı tarafta da Müslümanlar durmakta idi. Sa’d onlara yaklaşınca sordu: “Kararımı kabul edecek misiniz?” Onlar da “Evet” diye cevap verdiler.

SA’D’IN KARARI TEVRATA UYGUNDUR

Sa’d, Beni Kureyzalılara dönerek, Müslümanlara sorduğu suali onlara da sordu ve onlar da muvafakat cevabı verdiler. Bundan sonra Sa’d, çekingen bir tavırla Hz. Peygamber (S.A.V.)’ın oturmakta olduğu tarafa eliyle işaret etti ve o tarafta olanlar da vereceği kabul edecekler mi, diye sordu. Buna Hz. Peygamber (S.A.V.) “Evet” diye cevap verdi (Tabari ve Hişam) Bunun üzerine, Sa’d Kitab-ı Mukaddes’in aşağıdaki emrine uygun olarak kararını verdi. Tevrat şöyle diyor:

Bir şehre karşı cenk etmek için ona yaklaştığın zaman, onu barışıklığa çağıracaksın. Ve vâki olacak ki, eğer sana sulh cevabı verirse ve kapılarını sana açarsa, o vakit vâki olacak ki, içinde bulunan bütün kavim sana angaryacı olacaklar ve sana kulluk edecekler. Ve eğer seninle musalâha etmeyip cenk etmek isterse, o zaman onu muhasara edeceksin ve Allah’ın Rab onu senin eline verdiği zaman, onun her erkeğini kılıçtan geçireceksin; ancak kadınları ve çocukları ve hayvanları ve şehirde olan her şeyi, bütün malını kendin için çapul edeceksin; ve Allah’ın Rabbın sana verdiği düşmanlarının malını yiyeceksin. Bu milletlerin şehirlerinden olmayıp senden çok uzakta bulunan bütün şehirlerde böyle yapacaksın. Ancak Allah’ın Rabbın miras olarak sana vermekte olduğu bu kavimlerin şehirlerinden nefes alan kimseyi sağ bırakmayacaksın; fakat onları Hittileri ve Amorîleri ve Kenanlıları ve Perizzîleri ve Hivîeri ve Yebusîleri, Allah’ın Rabbın sana emrettiği gibi tamamen yok edeceksin; tâ ki kendi ilâhlarına yaptıkları bütün mekruh şeylerine göre yapmayı size öğretmesinler; yoksa Allahınız Rabba suç edersiniz. (Tevrat’ın beşinci Tensiye Kitabı 20:10-18)

Tevrat’ın talim ve telkinine göre, Yahudiler galip gelse ve Hz. Muhammed (S.A.V.) mağlup olsa idi, erkek olsun kadın olsun çocuk olsun bütün Müslümanları kılıçtan geçireceklerdi. Yahudilerin bundan başka bir niyeti olmadığını tarih bize gösteriyor. Yahudilerin tatbik edeceği en hafif ceza erkekleri kesmek, kadınları ve çocukları köle yapmak ve Müslümanların bütün malını yağma etmek idi. Çünkü Tevratın beşinci Tesniye Kitabı, dünyanın uzak taraflarında yaşayan düşman milletlere böyle muamele yapılmasını emrediyor. Sa’d, Hz. Peygamber (S.A.V.)’ın hakemliğini Yahudilerin kabul etmediklerini ve İslâmiyetin böyle bir suç için verdiği daha hafif cezaya razı olmadıklarını görünce, onları Musa’nın koyduğu kanun gereğince cezalandırmaya karar verdi. Bu kararın sorumluluğu Hz. Peygamber (S.A.V.)’e veya Müslümanlara değil,, fakat Musa’ya ve Musa’nın talim ve telkinlerine ve keza Müslümanlara karşı çok zalimane muamele etmiş olan Yahudilere aittir. Kendilerine, şefkatli ve nazik davranacak bir hakem kararı teklif edildi. Onlar bunu kabul etmeyip, Sa’dın karar vermesi hususunda ısrar ettiler. Sa’d, Yahudilerin Musa şeriati gereğince cezalandırılmasına karar verdi. Fakat Hıristiyanlar bugün bile İslâm peygamberine iftira etmekte ve onun Yahudilere zulüm yaptığını söylemektedirler. Allah’ın Habibi (S.A.V.) hiçbir zaman başka kavimlere zalimane davranmamıştır. Hz. Peygamber (S.A.V.)’ın düşmanları çok defa onun ocağına düşüp aman dilemişlerdi ve bağışlanmaları hususundaki dileklerinin kabul edilmediği vâki değildi. Fakat bu vakada düşman Hz. Peygamber (S.A.V.)’dan başka bir şahsın karar vermesi için ısrar etmişti. Yahudilerin seçtiği zât, onlar ile Müslümanlar arasında hakem sıfatıyla hareket ederek, vereceği kararı kabul edecekler mi diye Hz. Peygamber (S.A.V.)’dan ve Yahudilerden alenen sormuş ve ancak taraflar “Evet” cevabı verdikten sonra kararını ilân etmişti. Bu karar ne idi? Yahudilerin işlediği suça karşı Musa’nın kanununu uygulamaktan başka bir şey değildi. O halde neden o kararı kabul etmeyeceklerdi? Kendilerini Musa’nın ümmetinden saymıyorlar mıydı? Eğer yapılan bir zulüm varsa, bunu Yahudi Yahudiye karşı yapmıştı. Yahudiler, Hz. Peygamber (S.A.V.)’ın vereceği kararı kabul etmediler ve bunun yerine işledikleri suç için kendi dinî kanunlarının uygulanmasını istediler. Ortada zulüm diye bir şey varsa bu zulmü yapan Musa’dır ve Allah’ın emri diye kitabına geçirmiştir. Hristiyan yazarları İslâm Peygamberine karşı ateş püskürmemeli; sözde bu zalimane cezayı tayin eden! kendi peygamberlerine veya bu şekilde hareket edilmesini sözde ona emreden! onun Allahına, kabahati yüklemelidirler.

Hendek muharebesi bittikten sonra, Allah’ın Habibi (S.A.V.) artık putperestlerin Müslümanlara değil, Müslümanların putperestlere hücum edeceğini ilân etti. vaziyet tersine dönecekti. Müslümanlar, o zamana kadar sebepsizce kendilerine saldıran ve kendilerini taciz eden kabilelere ve taraftarlara karşı taarruza geçeceklerdi. Hz. Peygamber (S.A.V.) boş tehdit savurmuyordu. Hendek muharebesinde müttefik Arap kabileleri mühim zayiata uğramamıştı. Kayıpları azdı. Bir seneden daha az bir müddet zarfında Medine’ye yeniden ve daha iyi hazırlanmış olarak, hücum edebilirlerdi. Bu defa, yeni bir taarruz için, değil yirmi bin kişilik, hatta kırk bin veya elli bin kişilik bir ordu meydana getirebilirlerdi. Yüzbin veya yüzelli bin kişilik bir ordu bile kudret ve iktidarları haricinde değildi. Lâkin, yirmi bir seneden beri İslâmiyet’in düşmanları İslâmiyet’i ve Müslümanları yok etmek için ellerinden geleni yapmışlardı. Planlarının devamlı surette başarısız kalması güvenlerini sarsmıştı. Acaba Hz. Peygamber (S.A.V.)’ın öğrettikleri gerçek midir, kendi millî putlarımız ve ilâhlarımız sahte midir, ve yine Hz. Peygamber (S.A.V.)’ın söylediği gibi, Yaratıcı, gözle görünmeyen tek Allah mıdır diye endişelenmeye başlamışlardı. Hz. Peygamber (S.A.V.)’ın haklı ve kendilerinin haksız olduğu endişesi ve korkusu yavaş yavaş onların zihnine yerleşiyordu. Mamafih bu endişe ve korkunun dışarıya akseden bir belirtisi yoktu. Müşrikler, eskisi gibi, kendi putlarına gidiyorlar ve millî gelenekleri veçhile onlara tapıyorlardı. Fakat maneviyatları bozulmuştu. Zahiren putperestler ve müşrikler gibi yaşıyorlardı. Fakat batınen, kalplerinde Müslümanların “Allah’tan başka tanrı yoktur” inancı yankılar yaratmakta idi.

Biraz evvel belirtmiş olduğumuz gibi, Hendek muharebesinden sonra, Hz. Peygamber (S.A.V.) artık müşriklerin Müslümanlara değil, bilâkis Müslümanların müşriklere hücum edeceğini ilân etmişti. Müslümanların tahammülü kalmamıştı. Durum artık tersine dönecekti. (Buhari, Kitab el-Mağazi)

Bir Öncekini Oku

Resulüllah (s.a.v.) savaşa devam etmek istiyor muydu?

Bir Sonrakini Oku

Beni Kureyza’nın ihaneti