Hiçbir molla yahut başka bir muhalifimiz veyahut ta bir tekke şeyhi, benim onları öncelikle kâfir ilân ettiğimi ispat edebilir mi?
Eğer onların bizi kâfir ilân etmelerinden önce, muhalifimiz olan Müslümanların kâfir olduğunu ilân eden bir kâğıt parçası; broşür yahut kitap, bizim tarafımızdan neşredildiyse onu çıkarıp göstersinler. Aksi takdirde, bizim kâfir olduğumuzu ilân edip, daha sonra bizim Müslümanları kâfir ilân ettiğimizi ileri sürerek bizi suçlamalarının ne kadar çirkin bir hıyanet olduğunu kendileri düşünsünler.[1]
Hiç kimse, muhaliflerime karşı sert kelimeler kullandığım konusunda benim öncülük ettiğim şeklindeki iddiasını ispatlayamaz. Muhammed Hüseyin Batalavi adlı hoca benim aleyhimde konuşarak, büyük bir cesaretle bana, “deccal” dedi. O, Pencap eyaletindeki ve hatta Hindistan’daki yüzlerce din adamından benim kâfir olduğuma dair fetva aldı. Bu fetvacı hocalar bana küfrettiler, benim Yahudi ve Hıristiyanlardan beter olduğumu söylediler. Onlar bana, “kezzab (en büyük yalancı) fesatçı, deccal (sahtekâr), iftiracı, hileci, dolandırıcı, fasık, fuhuş işleyen ve hain” dediler. Bunun üzerine Yüce Rabbim, iyi niyetli olarak, bu yazıları cevaplandırmamı ve kendimi savunmamı bana ilham etti.
Ben, nefsanî iradeye tabi olarak, hiçbir kimseye düşman değilim ve herkese iyilik etmek istiyorum. Ancak, (bana küfretmekte) bütün sınırları aşan kimse hakkında ben ne yapabilirim?
Ben Rabbimin adaletine güvenirim. Bütün bu mollalar bana eziyet ettiler. Onlar, bu konuda hadlerini aşıp beni alaya aldılar. Bunun üzerine ben Allah’ın (c.c.): “Kullara yazıklar olsun! Kendilerine ne zaman bir elçi gelse onunla alay ederler” sözlerinden başka ne diyebilirim?[2]
Bir mümine kâfir diyenin kendisinin kâfir olduğu bir şeriat meselesidir. Şimdi iki yüz molla bana kâfir dedi ve kâfir olduğuma fetva verdi. Diğer yandan, bir müminin kâfir olduğunu ileri sürenin kendisinin kâfir olduğu, aynı şekilde bir kâfirin mümin olduğunu ileri sürenin de kâfir olduğu, onların kendi fetvalarından bilinen bir gerçektir.[3]
Vadedilen Mesih (a.s.) 15 Mayıs 1908’de bir kişinin sorusunu cevaplarken şunları söyledi:
“Kelime-i Şehâdet getiren birisi bize kâfir diyerek kendisi kâfir olmadıkça, biz ona İslâm’dan çıkmıştır demeyiz. Ben Yüce Allah (c.c.) tarafından İmam olarak görevlendirildiğimi iddia edince, Ebu Said Muhammed Hüseyin Batalavi Bey’in büyük bir çaba sarf ederek bir fetva hazırladığını belki de bilmezsiniz. Bu fetvada o, benim kâfir, deccal ve sapık olduğumu ileri sürerek, cenaze namazımın da kılınmaması gerektiğini beyan etmişti. Hatta bizimle selâmlaşıp tokalaşan ve bize Müslüman diyenlerin bile kâfir olacağını açıklamıştı. Şimdi müttefik aleyh (herkesçe kabul edilmiş) mesele şudur ki, her kim bir mümine kâfir derse kendisi kâfir olur. Biz bu meseleyi nasıl inkâr edebiliriz? Bizim için hangi yol baki kalmıştır, buna siz karar veriniz.
İlk olarak biz onlar aleyhinde her hangi bir fetva vermedik. Bizim onlara kâfir dememiz, onların bize kâfir demelerinden dolayıdır. Bir kişi bizimle mübahele etmek (lânetleşmek) istedi. Biz iki Müslüman arasında mübahelenin caiz olmadığını ona bildirdik. Ama o bana: “Biz senin koyu bir kâfir olduğuna inanırız” diye yazdı. Bunun üzerine Vadedilen Mesih’e (a.s.): “Onlar size kâfir demelerine rağmen eğer siz onlara kâfir demezseniz ne fark eder?” diye sorulunca, Vadedilen Mesih (a.s.): “Her kim bize kâfir demezse biz ona aslâ kâfir demeyiz. Ancak bize kâfir diyene de kâfir demezsek hem hadis hem de müttefik aleyh bir meseleyi inkâr etmiş oluruz. Bunu da biz yapamayız” cevabını verdi.[4]
Hz. Mirza Gulam Ahmed Kadiyani
Eserlerden Seçmeler Kitabından